@mavperikal
|
Bir masalla başlıyorsa bu hikâye bir varmış bir yokmuş demeliydik, bir varmış hiç yokmuş değil. Bir masalla başlasaydı bu hikâye belki kitabın sonunda elinde sihirli değneği ile bir peri belirirdi. Ancak ne o beni bir prenses yapabilirdi ne de ben arabaya çevirmesi için bir balkabağı bulabilirdim.
Üşengeçtim bir kere. Yorulurdum, usanırdım, unuturdum. Hem hafızama da kaydolmazdı, kin bile tutamazdım bu yüzden. Oysa çok isterdim şöyle bir deve kini gütmek.
Koca bir dünyanın ortasında nokta gibi bile gözükmezken neydi dertlerimizin büyüklüğü böyle? Neden bir rüzgâr hortumuyla birlikte gelip bizi sarıyor gibi hissediyorduk? Ya da şu an sadece ben öyle hissediyordum.
Şimdi nerede miydim?
Bir yokuş dolusu sıra sıra evlerin bulunduğu, balkonlardan çiçeklerin sarktığı, çocukların yollardan eksik olmadığı bir mahallede.
Yeri gelince sevgi dolu olduğun, yeri gelir dedikodu kazanına düştüğün bu yerde çocukluğumuz geçmişti. Sokağın her köşesinde bir anım vardı. Bir yerde düşmüş başka bir yerde ağlamıştım.
Ben Leyla, Gökkurt ailesinin biricik kızı. Ne yazık ki üç erkek kardeşim var. Bazen annemin çocuk mu büyütüyorum hayvan mı besliyorum belli değil demesine hak vermiyor değilim.
Her yaz tatilinde olduğu gibi harıl harıl iş bakmaya başlamış ve en sonunda kapağı birine atmıştım. Ya da ben öyle sanmıştım çünkü asıl kapak bana atılmıştı. Yoksa canımın çıkmasına ramak kalacak bir şekilde eve dönmem mantıklı değildi.
Mahallemiz deli dolu kocaman bir mahalleydi. Her yaz etrafı çeviren mis gibi güllerinden alırdı adını; Gülveren.
Yokuşun sonunda çıkan yol çarşıya çıkardı. Oradaki esnafta genelde mahalle sakinleri olurdu. Çok nadirdi yabancı birilerinin girip çıkması. Herkes birbirinin yurt dışındaki torununa kadar tanıyordu.
Marketten çıkmış ellerimle poşetlerle giderken yorulup dinlendim. Üç erkek kardeşim olması benim için bir avantaj değildi. Eğer olsaydı biri çoktan uçarak gelip poşetleri taşımama yardım ederdi.
Ellerimi belime koyup biraz esnerken yandaki dükkânın kapısı açıldı. Çam ağacı kokusu etrafımı sardığı anda onun sesini duydum.
"Leyla? Nasılsın?"
"İyiyim Buğra abi, sağ ol sen?"
"Ben iyiyim de yolun ortasında durduğunu görünce bakayım dedim. Bir sorun yok değil mi?"
Şöyle bir çevreme baktığımda yolun tam olarak neresinde durduğumu hesaplamaya çalıştım.
"Yolun ortası derken dükkânın önünü kapatma der gibi söyledin?" İfadesiz ve şaşkın yüzüme bakıp güldü.
"Saçmalama sen bir durunca bir şey oldu sandım. Gel bir kahvemi iç, yorulmuş gözüküyorsun."
"Yok sağ ol Buğra abi. Poşetler ağır geldi de iki dakika soluklanayım demiştim. Bir an önce eve gitmek istiyorum."
Yoruldum dedikten sonra gözleri hızlıca taradı beni. "Acil değilse yarım saate kapatacağım ben getiririm poşetleri."
"Acil valla, tatlı krizim tuttu bekleyemem." dediğimde kibarca gülümsedi.
"Tutmayım ben seni öyleyse, abine selam söyle."
"Olur söylerim sana da kolay gelsin, hayırlı işler."
"Eyvallah. Bir ara uğra yeni kitaplar geldi." dediğinde başımı sallayarak yoluma devam ettim. Uğrardım uğramasına ama önce para biriktirmem gerekiyordu. Genelde benden para almaz abinle hallederiz derdi ama abimden almadığını biliyordum. Bir keresinde abime sorduğumda öyle bir şey söylemediğini öğrenince 'unuttu herhalde' diyerek onun bırakmasını rica etmiştim.
Sonuçta herkes ekmek parası kazanıyordu.
Buğra abi üniversitede işletme okumuş ancak yine gelip babasının dükkânında çalışmıştı. İşletmeyse burayı işletirim diyerek dalga geçmişti bir de. Dükkânları kocamandı, yarısı kırktasiye ürünleri ile doluyken diğer yarısı kitaplarla doluydu. Bazen girip saatlerimi harcadığım bile oluyordu.
Biraz daha ilerleyip yeniden dinlendiğimde kuaför kapısından çıkan İlknur ablanın radarına yakalandım. Ağzında sakızı şişirip şişirip patlatırken merak dolu bakışları beni süzdü.
"Kız nereden böyle zilli?"
"İşten geliyorum İlknur abla. İyiyim sen nasılsın, mobese gibi dolanmaya devam mı?"
"Sus kız çırpı. Şu saçlara bak çalı süpürgesi gibi olmuş. Ne konuşuyordunuz az önce o oğlanla?"
"Allah'ın selamını alıp verdik ne konuşacağız İlknur abla ya?"
"Valla ben anlamam bu çocuk bir sen geçerken kapı önüne çıkıyor. Var gerisini sen düşün."
"Anlaşıldı sen bugün yeteri kadar dedikodu yapamadın ve bana sarmaya karar verdin. Lakin çok işim var çok yoruldum hadi hayırlı işler."
"Nemrut suratlı seni, kim alsın seni bu bıyıklarla? Bir ara uğra da balta girmemiş ormanlarına baltamı salayım." dedikten sonra bileziklerini şıngırdatıp arkamdan sakız patlatarak dükkâna girdi.
Ben ise dilimle dudağımı şişirip bıyıklarımı görmeye çalışıyordum. "Aman, eğlendi geçti işte. Sıkılıyordur bütün gün." diyerek kendimi telkin ettim. Ancak bu telkin yokuşun ucunda durmamla son buldu. Kim çıkacaktı şimdi o kadar yolu?
Durup kara kara düşünürken gözlerim bir el tarafından kapandı. "Tini minicik Leylacık ne yapıyor burada?"
"Ah seni bana Allah gönderdi. Biricik arkadaşım, canım ciğerim benim."
"Ya nasıl özledim bilsen? Tüm gün yoktun kimseyle dedikodu yapamadım."
Betül, bu mahallede benim en yakın arkadaşımdı. Aynı yaştaydık. İkimiz de genelde sessiz sakin kendi hâlimizde takılır giderdik. Bazen saatlerce susup oturur, bazen sabaha kadar sohbet ederdik. Çardaktaki çay çekirdek keyfimize ise diyecek yoktu.
"Dedikodu istiyorsan İlknur ablaya gelseydin. Sana sakız da ikram ederdi."
"Ay aman aman Allah korusun. Ağzındakinin sakız mı yoksa ağda mı olduğundan emin değilim ben ayrıca." deyince gülüştük. Poşetlerimin yarısını alarak hızır gibi yetişmişti bana.
"E ne yaptın ilk iş gününde gönül kuşum?"
"Ne yapmadın desen daha iyi olurdu Betül kuşum."
"O kadar çok yordular yani?" dedi kıkırdayarak. O işe girip çalışmak istememiş onun yerinde evde ders çalışmak istemişti. Zaten nazik bedeni böyle işler için dayanamazdı. Ben ise biraz balık etliydim. Boyum da hafif uzundu. O yüzden ebat olarak daha güçlü gözüküyordum.
"Hem de ne yormak. Kıyafet katla, kabin topla, kasaya bak, hediye paketi yap... İnanamazsın ilk günden ya, ilk günden her şeyi gösterdiler. Bana bak sakın hediye paketi istemiyorsun bundan sonra kimseden. İki binli yılların başındayız ama insanlar hâlâ inanılmaz kaba."
"Anlaşıldı merkez. Sen eve git de Reyhan sultan seni güzel bir yoğursun."
Benim insanları şikâyet ettiğim onun ise bolca kahkaha attığı yolculuğumuz sonlanınca nihayet eve vardık. Betül iki yanağımı da öperek yanımdan kaçtığında güldüm.
Ayağımın ucuyla kapıyı dürttüm ve açılmasını bekledim. Eh biraz da anneme nazlanma zamanımdı. Saatlerdir çalışıyordum sonuçta.
Annem ellerini kuruladığı havluyla kapıyı açarken enerjim bir anda yerine gelmiş gibi şarkı söylemeye başladım. "Dağlar kızı Reyhan Reyhan Reyhan, analar kuzusu Reyhan Reyhan alem sana heyran heyran heyran."
"Deli kız." dedi gülümseyerek. "Ver bakalım elindekileri. Nasıldı ilk gün?"
"Sorma annem, sorma. Çektirme bu çileyi bana. Didem abla vardı ya hani bugün onu gördüm."
"Hangi Didem kız?"
"İşte Güler teyzenin büyük kızı."
"Hah bildim, ne yapıyor büyümüş mü karnı? Hamile demişlerdi de bir gidemedik."
"Aman gitme boş ver. Bir naz, bir niyaz sorma. Hediyelik almaya gelmiş, karar verene kadar öldürdü beni. Hayır tanıdık diye mi bu kadar burnumdan getirdi anlamadım. Çocuğunun mevlidinde dağıtmak için alıyormuş, yok hepsi ayrı ayrı hediye paketi olsunmuş. Miş miş miş de muş muş muş."
"Hamileler biraz nazlı olur kızım, sen yine de kınama. Güzel hevesler bunlar ilk çocuk olunca bir de ne yapsın."
Burnumu bükerek ellerimi yıkayıp odama çıktım. Şöyle biraz uzanıp sırtımı dinlendirme vaktimdi.
"Abla?"
Uzaktan duyduğum sesler bir kuyunun dibindeyim gibi hissettirirken gözlerimi açtım. Hava çoktan kararmış ben de uyuyakalmıştım.
"Abla bak geliyorum ha?" deyip ayı gibi kapıyı yumruklatan Talha'ydı.
"Duydum at kafası, duydum."
"Çabuk in yemek yiyeceğiz. Seni bekleyemem valla." dedikten sonra ayak seslerini duydum. Talha benim bir küçüğümdü. Zamanında ben kız kardeş diye çok diretince, el mahkûm dayanamayıp yapmışlardı bir tane ancak kız olmamıştı. Hatta sonra denedikleri de kız olmamıştı. Ben de tam gelişmemiş bu canlıların arasında kalmıştım.
Talha meslek lisesine gidiyor. En küçük tekne kazıntımız Tuna ise ilk okula gidiyordu. Birbirleriyle kedi köpek gibi kapışıyorlardı. Eh arada bana da dalaştıkları oluyordu ama bir güzel savuşturuyordum. Gücümün yetmediği yerde ise abime şikâyet ediyordum. Evet, yaşım yirmiydi ve hâlâ bunu yapabiliyordum.
Aşağıya indiğimde herkes işten gelmiş masanın başında yerini almıştı. Babamla göz göze gelince gülümsedim.
"Kızım, oy benim çiçeğimi kim soldurmuş bugün?"
"Sorma baba ya, canıma okudular. Kendimi yataktan zor kazıdım." dediğimde abim sırıtarak bana bakıyordu.
"Ne oldu cüce, hayatın gerçekleri zoruna mı gitti?"
"Hayır, insanların gerçekleri zoruma gitti. İnsanların bu kadar kaba ve nankör olduğunu bilmiyordum."
"Hayır biliyordun, sadece bunu yaz tatillerinden, yaz tatillerine hatırlıyorsun o kadar." dedi gülerek ve annemin uzattığı çorbayı önüme koydu. "Al bakalım ye de güçlen tosunum."
Ona göz devirerek mis gibi kokan domates çorbamı elime aldım. Kurt gibi de acıkmıştım. Çorbamdan kaşık kaşık içmeye başlarken, bana tosunum dememesi gerektiğini söylüyordum ancak oralı bile olmuyordu.
Abim Tolga üniversiteyi Konya'da okuyup geldikten sonra burada staj yaptığı yerde çalışmaya devam etti. Kendisi makine çizimleriyle ilgileniyordu. Biz ise Ankara'nın sakin bir mahallesinde oturuyorduk.
Güzel bir sohbet eşliğinde yemek yedikten sonra, çayın yanına çekirdek almadığım aklıma geldi. Bu yüzden ince hırkamı üzerime dolayıp anneme haber vererek bir koşu bakkala gittim.
Ayağımdaki terlikler şap şup ses çıkarsa da eğleniyordum. Sürekli çekirdek çitlemek kilo aldırırdı ama bu yokuşu inip çıktığımda aldığım kaloriyi derhal yaktığıma ikna oluyordum.
Bakkaldan içeriye girdiğimde Osman amcayı küçük ekranlı televizyonda maç seyrederken buldum.
"Hayırlı akşamlar Osman amca."
"Hayırlı akşamlar Leyla çiçeğim. Çekirdek mi?" dedi gülümseyip koca göbeğini sallarken.
"Evet, evde bitti geçerken almayı da unutmuşum."
Osman amca tatlı bir adamdı. Kocaman bir göbeği ve pos bıyıkları vardı. Nedendir bilinmez beni çiçeğim, Betül'ü de böceğim diye severdi küçüklüğümüzden beri.
"Al bakalım afiyet olsun. Babana da selamlarımı ilet."
"Baş üstüne Osman amca, sağolasın hayırlı işler." dedim ve geldiğim yolu gerisin geri yürüdüm. Ancak arkadan gelen uğursuz motor sesi sakin bir yolculuk yapamayacağımı gösteriyordu...
|
0% |