@mavperikal
|
Bölüm 13. İş Başvurusu
İstifamı verip bu sektörün bana göre uygun olmadığını söyledikten sonra müdürümüz sadece gözlerime bakıp başını sallamıştı. Yapılan alçakça şeyden sonra açıklayacak bir durum yoktu. Benim de bu dolambaçlı ilişkiler içerisinde bir payım yoktu. Çalışanlarla tek tek veda edip -arada bulaşacağımıza söz verdikten sonra- bir daha dönmemek üzere oradan ayrıldım.
Ardından geçen iki gün ise kendimi dış dünyaya tamamen kapatıp içsel bir yolculuk yaptım. Anneme bunun başlangıcında haber verdiğimde, yemeğe de mi gelmeyeceksin, çay da mı içmeyeceksin, diye diye bitirememişti. Son mektubuma cevap vermemiştim.
İnsanlar çok tuhaftı, yaptıkları daha da tuhaf. Ara ara ruhumun boşlukta savrulduğunu hissetsem de bu açığı müzik dinleyerek kapatmaya çalıştım. Gözlerimi kapattığım an kalp gözüm mü açılıyor bilmiyorum ama sanki adımı fısıldıyorlar gibi geliyordu. Gaipten gelen seslerle iletişim kurmak yerine yapacağım şeyleri planlamaya başladım. Yoksa bu durum beni endişelendirmeye başlayacaktı.
Bugün içsel kapanmam bitiyordu. Yarını yeni hayatımın ilk günü olarak kabul edecektim. Odadan çıkmadan evvel yüksel bel kumaş pantolon ve saten gömleklerimden birini çıkarıp ütüledim. Eh, iş görüşmesine giderken şık olmak lazım gelirdi.
Nihayet kapının kilidini açtığımda annemle burun buruna gelmeyi beklemediğim için irkildim. Ellerini semaya açmış okuyup üflerken bana yakalanınca o da korkmuştu.
"Ne yapıyorsun burada Reyhan sultan?"
"Kızım nazar ettiler sandım, gelip gidip okudum. Bitti mi arınma kampın annem?"
"Arınma kampını falan da biliyor ya bak şuna. Günlerden mi öğreniyorsun sen bunları bakayım bu ne genel kültür?" diyerek kıkırdadığımda hiç cevap vermedi. Başındaki örtüyü düzeltip "Sen iyi ol, sağlıklı ol, aramızda ol başka bir şey istemem ben güzel gözlü kızım."
Anne yüreğiyle durup durup bir şeyler söylemesine gülümseyerek baktım. Anne olmadan anlamazdım ama kalbini bu zamana kadar hiç kırmamıştım. O benim gözümde kutsaldı. Örtüsünün üzerinden başını öpüp kocaman sarıldım ve doğru mutfağa indim.
"Ben yemek yapmıştım kızım."
"Biliyorum annem, yarın bir iş görüşmem var kurabiye yapacağım."
"Aa iş görüşmesine kurabiyeyle gideni de ilk defa görüyorum. Pastane mi yoksa?"
"Sayılmaz daha çok kafe tarzında, eğer görüşme olumlu geçerse anlatırım detayları canımın içi."
"Peki madem yap öyleyse."
Elim kolum durana kadar hamur yoğurmaktan akşam olmuştu. Toplam beş tepsi yapmış birkaçını yesinler diye eve ayırmıştım. Ev halkı geldiğinde ise beni görenin yüzü aydınlandı.
"Soframdaki vazom çiçekle doldu canım kızım. Neredeydin günlerdir öyle, boynu büyük kaldık vallahi. Sen yoksan canımız yok tadımız yok."
"Canım babam, iyi geldi biraz inzivaya çekilmek. Dizinin dibinde bile inzivaya çekilsem özlüyorsun demek?" deyip kıkırdadım.
"Ben senin o gözlerini görmediğim her an özlerim yavrum, odalara kapanmak da neymiş," diyerek kendince sitemini yaptıktan sonra biraz lafladık. Ardından yaptığım bol köpüklü Türk kahvesiyle genel bir sohbet ettik. Kendimi bahçedeki hamağa atıp yıldızların altında, esen rüzgar tenime değerken düşünmeye başladım. Yarın güzel bir gün olacaktı.
***
Saçlarımı da yapıp tam takır hazırlandığımda evden çıkmak için hazırdım.
"Maşallah maşallah ne güzel çocuk doğurmuşum ayol, kız oku üfle giderken. İnşallah görüşmen güzel geçer anneciğim." Art arda tepkilerini belirten annemin yanaklarını sıka sıka öptüm. Yumuş yumuş yanaklarına bayılıyordum.
"Ben olumlu geçeceğine inanıyorum ama belli de olmaz anneciğim, sağ olasın." Dışarı çıkarken ufaktan topuğu olan ayakkabımı elime alınca diğerine çaktırmadan baktım. Mektubu bugün de yazmamıştım. Acaba neler düşünmüştü, ya da umursamamış mıydı? Bana döktüğü o özel cümlelerin ardından böyle bir ihtimal olmadı gerçi.
Yokuşu yavaş yavaş inerken ayakkabılarıma odaklandığım için karşıma çıkan şeyi göremedim. Başım sert bir nesneye çarpınca "Kim koymuş bu odunu buraya kardeşim," diye söylenirken sert ve kendinden emin adımlarıyla önümde dikilen Selçuk abiyi görmem bir oldu. Çatılmış kaşlarıyla bana bakarken söylediğim şeyi duymuş olduğu gerçeğiyle yüzleştim.
"Odun derken Leyla hanım?"
Allah'ım bu adamın duruşu, bakışı, ses tonu bile korkutucu olabilir miydi? Oluyordu işte küçükken de korkardım şimdi de korkuyordum. Bir yandan alnımı ovalarken "Kusura bakma ben ağaca çarptım sandım," dedim.
"Önüne bakmadan yürümeye devam edersen bir daha ki çarptığın şey bir otomobil olabilir, canın bu kadar ucuz mu? Zira öyleyse onu seve seve senden alabilirim." Alaylı konuşması gerginliğimi zerre kadar azaltmazken öylece durup yüzüne bakmamdan sıkılmış olacak ki "Hoşça kal," diyerek yanımdan ayrıldı. Allah'ım bu ne kadar kalitesiz bir konuşmaydı öyle.
Neredeyse her gün girdiğim dükkana girerken ellerim terlemişti. Kapıyı açtığım an içeri girdiğimi bildiren çan sesi endişemi daha çok arttırırken gözlerim etrafı taradı. Neredeydi bu dükkanın sahibi ve yardımcısı?
"Kolay gelsin?" diye başımı öne uzatarak konuştuğum an "Teşekkür ederim," diyen ses ile olduğum yerde irkildim. Elimi damağıma götürmek isterken tuttuğum poşetler buna engel oldu. "Pardon korkuttum mu?"
Omuzumun üzerinden bakıp "Buğra abi korktum tabii, arkamdan cevap beklemiyordum," diye sitem etmeye başladım. Ancak o bunu umursamıyor gibi alnıma bakmaya başladı. "Alnın kızarmış nasıl oldu?"
"Köşeyi dönerken biriyle çarpıştım, önemli bir şey değil."
"Olsun gel bir buz tutalım, şişkinliğini alır."
"O kadar şişmiş mi gerçekten ya?"
"Kiminle çarpıştın? Yürürken yapman gereken tek şey önüne bakmak üstelik." diye sorunca ne diyeceğimi bilemedim. Konu değiştirme hızımız takdire şayandı.
"Gelirken biraz heyecanlıydım, odaklanamadım." Cevabımla birlikte gözlerime bakakalırken bir anda elindeki koliyi kenara bıraktı ve içeri doğru gitti. Poşete sardığı buzla birlikte yanıma geldiğinde bir köşeye geçip oturmuştum.
"Teşekkür ederim ben yaparım."
"Şimdi heyecandan buzu da tutamazsın sen?"
"Ne alakası var Buğra abi?" Soruma sadece hafifçe gülümseyerek cevap verdi. "Evet, ördekli zarfların bittiği için mi buradasın? Merak ediyorum, doğudaki arkadaşlarından biriyle mi mesajlaşıyorsun yine?"
"Hayır, onlarla değil. Buraya da önemli bir konu konuşmak için geldim," derken elindeki buz poşeti yavaşça yanağıma doğru kaydı. Anlamsızca ona bakarken, az önce benimle dalga geçtiği aklıma geldi. Kendi daha bir poşeti tutamıyordu asıl!
"Nedir o önemli konu?"
"İş başvurusu için geldim. Duydum ki tecrübeli bir elemana ihtiyacın varmış?" Şirin bir gülümsemenin ardından yüzü şekilden şekle girerken, bir an gerçekten olumsuz sonuçlanacak sandım. "Ah, tabii ya iş görüşmesi, önemli bir konu," derken sesli bir nefes verdi."
"Evet şartlarınız nelerdir beyefendi?"
"Şartlarım," derken kelimeyi uzatıp düşünüyormuş gibi yaptı. "Bir yetmiş boylarında, kumral, yeşil gözlü olmak, sakar olmamak, kitapları çok sevmek," deyip gülümsedi. Dükkanın kapısı yeniden açıldığında esen rüzgarla birlikte esen çam kokusu burnuma doldu. Yanlış anlaşılmamak için ben geri çekilirken o da çoktan ayağa kalkmıştı.
Neyse ki tanımadığımız biri gelmişti ve istediği kitabı alıp hemen çıkmıştı. Ben bunu asla beceremezdim mesela, kitapçı dediğin gezilmeliydi. Kitabın ruhunu hissetmeli, sayfalarına dokunmalıydın. Bir iki kalem almalıydın yanında, altı çizilecek, ruhuna dokunacak cümleler muhakkak çıkardı.
"Ee çaylak buraya oturmaya mı geldin?"
Aniden ayağa kalktığımda sanki daha önce defalarca teklif etmemiş gibi sırıtarak sordum. "İşe alındım mı yani?"
Kolileri kaldırırken o da gülümsedi. "Evet, hemen gel başla."
|
0% |