@mavperikal
|
Bölüm 2. Bir Çift Göz
Uğursuz motor sesi kulaklarımı delecek kadar yaklaştığında derin bir nefes aldım. bu aynı zaman da sorun yaklaşıyor demekti.
Erdal Erdoğan. Çocukluktan beri gıcık kaptığım adam. Ne kadar kişiyle kavga ettiysem hepsi bunun yüzündendi. Abime de zamanında az dövdürmemiştim ancak işe yaramamıştı.
Büyüdükçe çocuksu hallerimizden eser kalmamıştı ama kendisine hâlâ gıcık oluyordum. Bakışlarından, laf atışlarından hoşlanmıyordum. Açıkçası beni biraz da tedirgin ediyordu.
"İyi akşamalar Leyla. Nereden böyle bu saatte?"
Durdurduğu motoruyla birlikte yanımda bana bakıyordu. Bıkkınca bir nefes verip elimdeki çekirdek poşetini salladım.
"Sen ve çekirdek sevdan. Neden abin olacak o hergele çıkmadı?"
"Rica ediyorum abim hakkında düzgün konuş Erdal abi. Canım çıkmak istedi ve çıktım. bil bakalım bu kimi alakadar etmiyor?"
Ağzının içinde hay abine diye mırıldandığını duyabiliyordum. Bana karışma hakkını ona kim veriyordu.
"Celallenme hemen. Bu saatte iti var kopuğu var diye dedim ben. Atla ben bırakayım eve kadar."
"Gerek yok şurası zaten."
"Terslenme hemen kızım. Sen bu gülün dikenlerini bir bana çıkarıyorsun zaten." dediğinde sessiz kalarak yoluma devam ettim. Oflayarak motordan indi ve yanımda yürümeye devam etti.
"Lütfen biraz uzaklaşır mısın? Yerin gözü kulağı var yanlış anlaşılmak istemem."
"Keşke." diye mırıldandı yeniden. "Bu mesafe uygun mudur Leyla Hanım?"
Uygun değildi ancak bir şey söylemeden hızlı hızlı adımlarla yokuşu çıkıp eve vardım.
"İyi geceler diken bahçesi."
"İyi geceler Erdal abi."
Betül'e göre benden hoşlanıyordu ama bana kalırsa zorbanın tekiydi. Bu saatte erkeksiz dışarı çıkmamamı belirten bir geri kafalıydı ayrıca. Bence biz zamanında çok sürtüştüğümüz için bu konuda boşluğa düşüyor ve çatacak yer arıyordu. E hayatında bir aksiyon eksilmişti tabii. Kimse kaşını yarmıyor, yüzünü çizmiyordu.
Bir keresinde kimin bahçesi daha temiz diye iddiaya girerken, etrafta ne kadar çer çöp varsa toplayıp bizim bahçeye atmıştı. E ben de yeni temizlemiştim haliyle. Sonra başlamıştık saç başa girmeye. Annesi Şerife teyzeyle annem zor ayırmıştı bizi. Sonra ara ara oynarken taş gelip dururdu sağıma soluma. Onu da saklandığı yerden o yapardı bilirdim. Bu yüzden yıldızımız ta o zamanlar barışmamıştı.
Eve girip ailecek televizyonun karşısında sohbet edip bir demlik çay bitirdikten sonra yeniden odama çıktım. Güzel bir duş aldıktan sonra kendimi yeni bir güne pamuk gibi hazırlayıp bıraktım.
Sabah alarmın sesine uyandığımda üzerimdeki o ilk hamlığı hâlâ atamadığımı fark ettim. Üstelik bugün bana depoyu göstereceklerdi. İndir kaldır yaparken akşam yine haşatım çıkacaktı kesin.
Kahvaltımı yapıp annemi öptükten sonra yine bizim yokuştaki yerimi alarak hızla yürüdüm.
Karşıma Tuğçe abla çıkmasaydı daha mutlu bir gün geçirebilirdim.
"Ne haber kız? İşe başlamışsın."
"İyidir Tuğçe abla senden ne haber?"
"İyi iyi. Dün gece balkondan bakarken Erdal ile seni gördüm. Konuşuyordunuz."
Öyle bir ima ile söylüyordu ki gören duyan yanlış şeyler yaptığımızı sanırdı.
"Karşılaştık ve birbirimize iyi akşamlar dedik Tuğçe abla. Neden yolun ortasında çocuk yapmışız gibi bir tavır takınıyorsun?"
"Aa terbiyesiz. Ben onu mu dedim canım. Biraz samimiydiniz sadece. Betül'e sordum bir şey çıtlatmadı."
"Çıtlatacak bir şey olmadığı için olabilir mi Tuğçe abla? Bu da bir ihtimal bak." dedikten sonra "İyi günler." diyerek yürümeye başladım.
"İyi günler diken bahçesi."
Ah Erdal abi ah! Duymuştu işte. O yüzden ağzını yaya yaya konuşuyordu benimle. Tuğçe abla, Betül'ün ablasıydı. Hem de öz ablası. Aynı anadan nasıl bu iki üretim çıkmıştı şaşırıyordum. Aynı rahim bir şeytan bir de melek doğurmuştu.
Tuğçe abla kelimenin tam anlamıyla haset ve fesat bir insandı. Bu yüzden mahallede onun için evde kalmış diyorlardı. Sanırım yirmi yedilerine merdiven dayamıştı. Bu yüzden onu ne zaman görsem radarları açıp gezdiğine şahit olurdum.
Çalıştığım mağazadan içeri girince önce müdürümüz Sezgin Bey'e gözüktüm. Bugün yeni ürünler geldiğini onları alarmlarayıp kalan bedenleri depoya kaldırmam gerektiğini söyledi. Eh kolay işti.
Ancak bu düşüncem depodaki kolileri görene kadar sürdü. Sanırım yirmi koca koliyi akşama kadar ancak bitirirdim. Yeni bir görüşe yer açmış olan mağazamız hem kadın giyim, hem erkek giyim, hem de özel züccaciye tarzı ürünler satıyordu. Henüz onları gezme fırsatı bulamasam da ara ara göz atıyorum.
Yemek molasına çıktığımızda yanımda Seda ve Seren vardı. Seda biraz kokoş bir insandı Seren ise insanlara delici bakışlar atan soğuk birisi. Kendimize birer lahmacun söyledikten sonra oturup dinlendik. Bu sırada köşede arkası bana dönük bir kızla konuşan Furkan'ı gördüm.
Furkan, Seçil teyzenin biricik oğluydu. Ancak henüz yaşı aşk meşk için uygun değildi. Erken atılması gözümden kaçmadan bir müddet onu izledim.
Daha iki sene önce büyük ve boş bir arsadan geçerken köpek saldırısına uğradığı için hüngür hüngür ağlamıştı. Köpek neden saldırdı diye sorduğumuzda ise yavrularını sevdiği için demişlerdi. Ama doğru cevap yavru köpekleri kovaladığı için olacaktı.
Karnımızı bir güzel doyurup kalan saatlerde de çalıştıktan sonra, herkese iyi akşamlar dileyip evin yolunu tuttum.
Mahallenin girişindeki çay bahçesinde oturan Berfin beni görür görmez pileli eteğiyle koşarak yanıma geldi.
Heyecanla sarılarak biraz özlem giderdik. İki haftadır köydelerdi. Sanırım tatil bitince yeniden kürkçü dükkanına döndüler.
Berfin benim en yakın diğer arkadaşımdı. Benden iki yaş küçük olsa da mis gibi bir kalbi vardı ve çok iyi anlaşıyorduk.
"Nasıl özledim bir bilsen. İneklerle, tavuklarla sabahtan akşama kadar konuşulmuyor Leyla'm."
"Bu Leyla kurban olur sana. Asıl ben özledim. Ayrıca gittikçe güzelleşiyorsun sanki sen?"
"Eh serpiliyoruz cicim. Birileri de senin gibi fark ederse ne güzel olur."
Berfin, Buğra abinin kardeşi Emre'yi yaklaşık bir senedir seviyordu. Ancak gelin görün ki Emre bu zamana kadar bir kere bile dönüp bakmadı.
Başka bir kız da görmemiştik çevresinde. Gerçi buralarda öyle sürekli biriyle görüşülmesi hoş karşılanmazdı. Yine de kulağımıza çalınan bir şeyler olmadı.
Berfin üzerindeki kırmızı, uzun, hoş elbisesiyle bir peri gibi etrafta geziniyordu. Ona gülümserken yeniden çekip sarıldım. Gerçekten özlemiştim.
Sonra kol kola girerek çarşının içinde yürümeye başladık.
"Akşam mahallenin gençleri yukarı parkta toplanacakmış. Biz de gideriz değil mi Leyla'm?"
"Nereden çıkmış bu? Bilmem ki yorgun gibiyim de aslında."
"Ne olur gidelim Leyla'm. Uzun zamandır Emre'yi görmüyorum. Nasıl göresim var bilsen." dedi e'leri uzatarak hülyalı hülyalı.
"Betül'e de söyleyelim o zaman. Şimdi sen Emre'ye yaranmak uğruna sağa sola gider beni tek bırakırsın."
Kısa bir kahkaha attıktan sonra "Ben söyledim bile kabul etti." dedi. Bu kız çok fenaydı. Her şey ayarlamış en son bana gelmişti.
"Betül de delirmiştir seni görünce."
"Evet, sevinçten çığlık atınca ablası çıldırdı. Of o kat kat kestiği saçları her katmanından yolasım geliyor." dediğinde gülüşerek eve varmıştık.
"Kaçta çıkalım akşam kırmızılım?"
"Sekiz gibi çıksak olur. Gidip saçımı ütüleyeceğim daha. Hadi görüşürüz." dedi ve koşarcasına kaçtı. Saçlarına zarar veriyor desem de beni dinlemiyordu. Saçımızı daha sağlıklı bir şekilde düzleştirecek bir şey icat etseler de rahatlasak.
Zile basıp kapının açılmasını beklerken içeriden gelen cümbürtü iç savaşın başlangıcı gibiydi.
Reyhan sultan kapıyı açtığında içeri buyurdum. O sırada bir saldırı silahı olan yastık kafama geldi.
"Kim attı lan onu?"
Sessizlik.
An itibariyle savaş yeniden başlamıştı çünkü bütün yorgunluğumla aldığım darbe sonrası susmayacaktım. Kardeş olmak böyle bir şeydi.
Boğuştuktan kısa bir süre sonra annem tarafından salata yapmak için çağırıldım. Öyle bir salata yapıyordum ki öve öve bitiremiyorlardı. Ya da bu sadece bu işi bana kitlemek için kurulmuş bir tuzaktı.
Abim ve babam da geldiğinde yemeğe oturduk. Abim işinde oldukça titiz bir insan. Bu yüzden müşterileri ince eleyip sık dokur. Yine böyle bir anısını dinlediğimiz yediğimiz yemeğimiz sonlanınca odama çıktım.
Dolabımı açıp elbiselerime şöyle bir göz attım. Haki rengi uzun elbisemi gözüme kestirip giydim. Zil çaldığında çekirdek poşetimi de alıp evden çıktım.
Kızlar beni bekliyordu. Tabii arkadan abim de gelmişti.
"Hayırdır kızlar? Gençler toplanıyor dedik beni niye bırakıyorsunuz?"
"Estafurullah Tolga abi. Hiç aklımıza gelmedi valla." dedi Berfin tüm şirinliğiyle.
"Aklınız nerede acaba? Düşün bakalım önüme."
"Semaveri kim getirecek abi çaysız kalmayalım?" diye sordum korkuyla. Kızlar buna kıkırdarken "Buğragil halledecek onu güzelim." dedi abim.
Betül pantolon ve tişört ikilisini tercih ederken, Berfin açık kahve tonlarında bir elbise giymişti. Gözlerine öyle yakışıyordu ki. Su gibi beyaz bir teni vardı.
Küçükken biraz obur olduğu için çok zorbalanmıştı. O yüzden büyüme çağında bunu neredeyse takıntı hâline getirip yediğine içtiğine dikkat etti. Zayıflığını herkes görsün diye de genelde dar elbiseler seçerdi. Bunun önemli olmadığını ne kadar dile getirsem de bazı travmalar mevcuttu.
Nihayet büyük parkımıza adım attığımızda çoğu kişinin geldiğini gördük. Akşamın serinliğinde burada oturmak ne de güzel olurdu.
Sıra sıra dizilmiş elma ağacı zamanında bizden ne çekmişti?
Gözüm hemen semaveri ararken başında oturan Buğra abiyle birlikte buldum. Ateşini harlarken gözü çevreye bakıp dana değdi. Sonra başını çevirdi ama ardından hemen yine baktı. O sırada Emre ayağıyla, Buğra abinin ayakkabısına vurunca ona döndü.
Diğer köşede Erdal abiyi ve uğursuz kardeşi Musa'yı gördüm. Nerede it, kopuk, çakal var deseler göstereceğimiz ilk adresimizdi.
Erdal abinin bakışları bana değip süzmeye başlayınca hemen arkamı döndüm. Dönerken Tuğçe ablayla da göz göze gelmiştim. Bana, sanki birbirimize kur yaparken yakalanmışız gibi bakıyordu. Çılgın kadın ya.
Diğer köşede ise ailecek kanlı bıçaklı düşman olduğumuz Selçuk abileri gördüm. Onlarla olayımız evveliyata dayanıyordu. Konunun kaynağına inecek olursak bir gün Selçuk abi ile abim bir nedenden dolayı birbirine giriyorlar. Tabii gençken kanları kaynıyor delikanlıların. Daha sonra abim hırsını alamayıp bir de Selçuk abinin kardeşi, Yasin abiyle takışıyor. E Yasin abi de durur mu okula giderken beni sıkıştırıyor.
Ben de bunu ağlayarak abime söyleyince, abim Yasin abiyi yeniden hizaya sokuyor ve bu böyle devam ediyor. Bu yüzden onlarla çok konuşmayız.
Bir de Tuğçe ablanın kankası Hande vardı. Şimdi gördüğüm üzere de Buğra abiye yaranmaya çalışıyordu.
Ancak Buğra abi ise sert bakışlarıyla hiç yüz vermeden semaveri Emre'ye bırakınca bozularak geri gitti.
Yanımıza aldığımız küçük kilimi elma ağacının altına serip kızlarla oturduk. Hemen getirdiğim çekirdeğin paketini açarken gözlerim etrafta turluyordu.
O an fark ettiğim şey ise Hande'nin ablası Gökçe ablanın abime olan bakışlarıydı. Hande'yi ne kadar vermesem de Gökçe ablayı severdim. Kendi hâlinde kibar ve hanım hanımcık biriydi.
Yalnız babaları ortalığı karıştıyordu. Adam ayyaşın teki olduğu için genelde olay eksik olmazdı. Arada komşular şikayete gelirdi ama Gökçe abla bundan utanırdı. Kimse babasının her gece alkollü gezmesini istemezdi.
Berfin kısa süreli tatillerinde ne yaptıklarını anlatırken yandan bir el uzandı gözlerimin önüne.
Kırmızı acem çay tabağınının içinde, bir adet ince belli bardak tutan elin sahibi Buğra abiydi.
Herkesin içinde ayağıma kadar gelip çay getirmek ne oluyordu? Yoksa sırayla herkesi geziyor muydu? İkinci ihtimal daha kuvvetliydi.
"Al bakalım sabahtan beri bunu beklediğini biliyorum."
"Teşekkür ederim Buğra abi. Ben demlenince alırdım niye zahmet ettin."
"Zahmet değil, ilk çay en çok bekleyen senin hakkın afiyet olsun." dedikten sonra bardağı alırken elim eline değdi ve gözlerimiz buluştu.
Nasıl bir anın içinde kayboldum bilmiyorum. Gözleri sanki bir başka bakıyordu. Anlatmak istediği bir şeyler var gibiydi ancak ben anlamıyordum.
Buğra abi neden gözlerime takılı kalmıştı? |
0% |