Yeni Üyelik
25.
Bölüm

25. Bölüm

@mavperikal

 

 

 

 

 

 

(25) Uyanış

 

 

 

Bir boşlukta süzüldüğümü çoğu zaman hissederdim. Sanki ne olursa olsun, bir şey eksik gibi gelirdi. Yani yürüyor gibi hissederdin ama ayakların yere basmazdı ya öyle bir şey.

 

Bir şelalenin kıyısına oturmuş yüzüme şiddetle çarpan su damlalarını hissediyordum. Yanımda kimse yoktu, öylesine yalnızdım ama bunu dert ediyor gibi gözükmüyordum. Uzaktan seslenenler oluyordu. Muhtemelen annem yemek yiyeceğimizden bahsediyordu ama hiç aç değildim.

 

Uzun süredir beynimde yer edinen çınlamalardan kurtulmayı düşünürken birinin bana seslenmesini istemiyordum. Burası iyiydi, huzurlu ve güvenliydi. Kötü hiçbir şey yaşanmıyordu.

 

Dünyanın bu ucuna sanki hiç el değmemiş gibiydi.

 

Burası benim zihnimdi...

 

Her gün yeni bir hayal kuruyor, her gün başka bir film çekiyordum kafamda. Ama gün sonunda yine aynı oluyordu. Kendimi burada bir başına otururken buluyordum. Okuduğum kitaplardan etkilenip hayal kurduğum anlarda sanki başrolün yerine geçiyordum ve her şey benim başıma geliyordu. Ama sonra bunun da bir anlamı olmuyordu. Burası güvenliydi evet ama aynı zamanda anlamsızdı da... Çünkü kitabın kapağını kapattığın an gerçekliğe geri dönüyordun, yaşadığın her şeyin bir yalan olduğunu, aslında hiç yaşanmadığını anımsayıp üzülüyordun da.

 

Bir kitaba başlanmak heyecanlı ve heves verici bir duyguydu, peki neden kimse bitirmekten bahsetmezdi? Bitirmek bir kalp kırıklığıydı, duygusal boşluktu. Karakteri okuduk, aşık oldular, mutlu oldular ve bitti. Peki ya ben olacağım? Ben de onunla birlikte aşık oldum ama o mutlu olurken ben kapağı kapatıp mutsuzlukla baş başa kaldım. Onun yaşadığı hiçbir şeyi aslında gerçek hayatta yaşamadığım için onu kıskandım bile.

 

Hayatın karışıksa gerçekliğe dönmek bu kadar sancılı ve zor bir süreç oluyor işte. Şimdi yeniden o cızırtılı sesleri duyuyorum, kimler gelip ne anlatıyor diye umursamıyorum...

 

Kirpiklerimi açabildiğimde sanki birbirlerine tutkal yapıştırılmış gibi zorlandım. Bu yüzden gözlerim bir süre bulanık gördü. Sağım solum sıkışır gibi ağrılar hissettim. Sırtım bile çürüyormuş gibi geliyordu. Gözlerimi daldığım yerden çektiğimde beyaz bir tavanla karşılaştım. Ne yazık ki burası benim odam değildi. Çocukken başka bir yerde uyanmanın garip bir bilinmezliği vardı üzerimde.

 

Boynumu yana çevirmeye çalıştım ama asla kımıldatamadım. Gözlerimle aşağı bakabildiğim kadar baktığımda bir boyunluğun takılı olduğunu gördüm ama bunu yaparken midem bulandı.

 

Hastanedeydim...

 

En son neler olmuştu? Paniklerken cihazlardan çıkan hızlı ritimleri duydum. "A-" Annemi çağıracak kadar bile sesim çıkmazken gözlerimi çaresizlikle yeniden yumdum.

 

Bir süre sonra daha sakinlemiş bir şekilde gözümü açarken yeniden uyuyakaldığımı anladım. Ama neden yanımda kimse yoktu? Yanda hemşireyi çağırmak için bir buton vardı ama ona ulaşamıyordum. Bu şeyi parmaklarımın arasına koymaları lazımdı zira hareket etmeye çalıştıkça bir porselen gibi parçalanacağımı hissediyordum.

 

Baş ağrımla kaşlarımı çatıp sık sık nefes almaya çalışırken nihayet kapı açıldı. İçeriye göz altları çökmüş ve dağılmış vaziyette olan annem girdi. Ben kaç gündür buradaydım? Bu göz altı birkaç gecede bu hale gelemezdi. O kadar umutsuz girmişti ki odaya omuzlarını düşürerek, bana bakmıyor yere bakıyordu.

 

Parmağımı kıpırdattım ama görmedi. Yanımdaki sandalyeye çöküp ellerimi avucu içine aldığında teninin ne kadar sıcak olduğunu hissettim. Bu beni öyle rahatlatmıştı ki, annemin elini tutmak kalbimi yumuşacık etmişti.

 

"Kızım, Leyla'm aç artık gözlerini ne olur annem. Evimiz sensiz çiçeksiz kalmış bir bahçe gibi annem."

 

Gözyaşlarını tenimin üzerinde hissettiğimde sıcaklayan kalbim yeniden soğudu, üşüdüm. Parmağımı kıpırdatmaya çalıştım ama öyle sıkı tutuyordu ki bunu hissetmedi bile. Kurumuş boğazımla yeniden ona seslenmeye çalıştım. Ne yazık ki konuşmaktan beni duymuyordu.

 

O bana dert yanıp içindeki tüm irini akıtana dek dinledim. Annemin sesinden dinlediğim her şey masal gibi gelirdi o yüzden üzüntüsünü dile getirerek konuşsa bile ben burada onu duyduğum için kendimi şanslı hissettim.

 

Gözyaşlarını silip kalkacağı sırada eline dokunmamla parmaklarıma baktı. Gözünü kapatıp açıp yeniden baktı. Kalbine bir umut gelip konacaktı ama emin olamıyordu. Yeniden oynatıp eş zamanlı boğazımdan o hırıltıyı çıkardım.

 

Parmaklarımı incelerken büyüyen gözleri açık gözlerimle çarpıştığında "Leyla," diye haykırmasına sebep oldu. "Leyla, Leylam. Oh çok şükür Allah'ım." Yeniden eğilip elimi öpüp yanağını değdirdikten sonra "Geliyorum annem, doktor çağırıp geliyorum gül goncam," deyip hışımla odadan çıktı.

 

Doktor ve hemşire sürüsü odaya daldığında bana şaşıran ve sevinen gözlerle baktılar. Biri dosyamı eline aldı diğeri cihazı kontrol etti. Başkası gözüme ışık tuttu. O sırada annem ise gözyaşlarını baş örtüsünün ucuna silmekle meşguldü. Bana baktıkça ellerini semaya kaldırıp şükür ediyordu.

 

"Leyla Hanım beni duyabiliyor musunuz?" Başımı oynatmak istedim ama acıyordu. Gözlerinizi bir kez yumarsanız evet, iki kez yumarsanız hayır anlamına gelsin olur mu?" Gözlerimi bir kez yumup açtım. "Harika, uzun bir uykudan uyandığınız için size günaydın demeliyim o zaman. Başardınız, iki aylık koma sürecinizin sonunda yeniden aramıza ve ailenize katıldınız, tebrik ederim. Bu durumdan sonra sağlığınız kendini daha hızlı toparlayacaktır. Boğazınızda kurulup vardır normaldir, hemen su içmemenizi rica edeceğim. Değerlerinizi kontrol edelim önce."

 

İki aydır komada mıydım? Annem o yüzden mi böyle perişan olmuştu?

 

"Bir kaza yapmışsınız kaza anını hatırlıyor musunuz?"

 

Kaza anını hatırlamıyordum? Nerede olmuştu? İki kez gözlerimi yumup cevap verdim. "Tamam, arkadaki kadını tanıyor musunuz?" diye sorunca bir kez kırptım. Derin bir nefes alıp rahatladı doktor. "Boynunuz iyileşti ama aniden uyanıp bir zedeleme yaşamayın diye tedbir amaçlı boyunlukla tutuyorduk birazdan çıkartırlar. Kontrollerden sonra tekrar geleceğim."

 

"Geçmiş olsun Leyla Hanım," diyerek odadan çıkan hemşirelere gözlerimi kapatıp açtım. Bu kadar duygusuz bir şok geçirmem normal miydi? İki aydır hayatta yoktum, kopmuştum. Bu iki gün değildi ki? Gözlerim anneme değince hemen yanıma geldi. "Korkma annem korkma, bir şey yok, Rabbim bize bağışladı ya seni bir adak keselim hemen. Sil yavrum gözündeki endişeyi, trafik kazası geçirdin," dedi ve gözlerini kaçırdı.

 

Açılan kapıyla birlikte bakışlarımı oraya çevirdim. Önden abim sırıtarak içeri girmiş, ardından benim afacanlar koşturmuştu. Zavallı babam göbeğini tuta tuta arkadan gelirken nefes nefese kalmıştı. "Çok şükür Allah'ım, Leylam, güzel kızım benim." Sesi titrerken gözünden akan bir damlayı saklamak için başını çevirdi ve annem ona sarılmaya gitti.

 

Doğurduğun, besleyip büyüttüğün yavrunu bu halde görmek çok acı olmalıydı. Her insan ne zorluklarla dünyaya geliyordu, bir fidan gibi büyüyüp dallanıp budaklanıyordu. Sevgisiyle, bilgisiyle meyvesini açıyor ve çevresine sunuyordu. Ne yazık ki bazılarımız bu kadar şanslı olamıyordu çünkü çünkü fidan toprağa köklerini salmadan kökleri kesilenler vardı. Paranın, merhametsizliğin, saygısızlığın ve sevgisizliğin kulu köpeği olanlar vardı.

 

Babamın gözlerine baktığımda gördüğüm sevgiyi, dilerim ki her bebek, her çocuk ve her genç yaşardı. Aslında bunun yaşla değil bağ ile alakası vardı. Evlat ve aile bağı...

 

"İki numara, ödümüzü kopardın be kızım, aç şu boncuk gözlerini diye buradan ayrılmaya korkar olduk." Eğer sesimi çıkarabilseydim ona yalancı derdim. Mimiklerim mi kayboldu yoksa ben mi gülümseyemedim bilemiyorum. Sadece dolu gözlerimle kardeşlerime baktım. Canlarım, öyle çok özledim gibi hissediyorum ki onları ne kadar anlatsam kelimeler az kalır.

 

"Ştt, ağlama kurban olurum o yaşlara abisinin gülü. Sen yoksun diye bir kere şımarmadı veletler görsen, ne çok seviyorlarmış bu saçaklıyı meğer. Canım, canım benim." Abim saçlarımın üzerine öpücükler sıralarken kalbim yeniden ısındı. Hepsinin sıkıca sarılmak istediğini ama çekindiklerini biliyordum. Kırılgan bir tabak gibi hassastım şu an. Zira ben de onlara sımsıkı sarılıp bir daha bırakmak istemiyordum. Daldığım o uykularda her şey güzel gibi geliyordu oysa, annemin seslenişlerine gelmek istemiyordum. Şimdi ise öyle bir sarmıştı ki her yanımı kaybetme korkusu.

 

Bu hayat benimdi, ben vardım ve yaşamalıydım. Yaşamla ölüm arasındaki o ince çizgiyi görenler, bilenler, anımsayanlar ya da sık sık kendine hatırlatanlar mutlaka vardır. Bir kere bu bilince erişince artık hiçbir şey eskisi gibi olmaz. Çünkü ne olduğunu görmüş ve yaşama dört elle yeniden sarılmayı hissedip seçmişsindir.

 

Bu benim savaşımdı, zihnimdeki o boşlukta memnun kalmıştım ancak yaşamında ne kadar güzel olduğunu biliyordum. Hissedilecek bir sürü duygu, keşfedilecek milyonlarca şey vardı.

 

Bir bebek gibi yeni doğmamıştım ama yeniden doğmuştum. Bu da her şeyi daha çok meraklı bakışla inceleyeceğim anlamına geliyordu. Yeniden doğmamın şerefine her şeyi layıkıyla yapmalı ve yaşamalıydım. Nihayet aileme bakarken yüzümde sahici bir tebessüm oluşmuştu. Annem babama, abim bana, Talha Tuna'ya sarılırken mutluyduk ve bunun bozulmasını hiç istemezdim.

 

Sonra kapı tıklanıp açıldı ve kapı aralığından kafasını uzatan Buğra abiyi gördüm. O da beni uyanmış olarak görünce gülümsedi. "Müsaade var mıdır?" diyerek babama bakınca "Gel oğlum, buyur geç." cevabını aldı.

 

Ancak arkasından giren Betül'ü görünce daha da mutlu olmuştum. Benim gönül kuşum da ziyarete gelmişti. Bir farkla; Buğra abiyle el ele tutuşuyorlardı.

 

Böylelikle bir kitabın sayfası daha kapanmıştı...

Loading...
0%