Yeni Üyelik
29.
Bölüm

29. Bölüm

@mavperikal

Aşklarım selam oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın öpücükler 😘 ✨

 

 

 

 

 

 

 

 

 

(29) Gülüşlere Dolanmış Güller

 

 

 

Mutlulukla birlikte gelen göz parıltısının, neşemize hatta sağlığımıza bile bir etkisi olmalıydı. Hayatımda her şey yoluna giriyordu, ailemi seviyordum, onu da seviyordum. Önyargılarımı mektuplarıyla tek tek yok etmiş ve nihayet kalbime bir kuş gibi konmuştu.

 

O tepede saatlerce oturmuş, konuşmuş, sessiz kalmış ve varlığımızın tadını çıkarmıştık. Benden altı yaş büyüktü ancak aileme bu konu hakkında bir şey söylemeden önce güzel bir konuşma hazırlamam gerekiyordu. Zira yaşı en son sorun olacak mevzuydu. Biz yıllardır konuşmazdık onlarla. Belki de anneme önce Romeo ve Juliet'in hikayesini anlatmalı ve sonra bizi anlatmalıydım. Neticede düşman ailenin çocukları birbirlerine aşık olursa neler olacağı hakkında bir fikir edinmeliydi.

 

Bu düşünceme kendi kendime güldüm. Aşk için ölmemeli, aşkı için yaşamalıydı insan. Mahalleye adım atmamızla beraber ben önden giderken o beni arkadan takip edeceğini söylemiş ve geride kalmıştı. Bizi önce biz tamamlamalı, hissetmeli ve hazmetmeliydik.

 

Dışarıdan sakince yürüyor ama içinde ceylan gibi sekerek arşınlıyordum o yolları. Evin bahçe kapısını açarken dönüp baktığımda köşede bekleyip baş selamı verdiğin gördüm gülümsedim ve içeri kaçtım.

 

Annem kapıyı açtığı an yanaklarından öperek sırıtıp içeri girdiğimde ellerini beline koyup bir müddet beni izledi.

 

"Hayırlar olsun inşallah dışarı çıkan gülerek geri geliyor."

 

"Başka kim geldi ki?"

 

"Abi geldi Leycacığım, leyla gibi geldi hem de."

 

"Leyla gibi derken benim gibi mi yoksa Aşkından divane olmuş bir leyla gibi mi demek istedin annecim?"

 

"Aşkından divane olmuş bir leylayla senin gibi arasında bir fark göremiyorum anneciğim," deyip beni alaya aldığında içeri girmek üzereydim.

 

"Bazen çok ürkütücü bir kadın olabiliyorsun."

 

"Gel kız gel sana bir sarılayım."

 

"Aaa abi ne oldu sana böyle?"

 

Sorumla beraber beni kendine çekip sarıldığında şaşkınca baktım. Hangimiz daha sevinçliydik bilmiyordum ama elimi tuttuğu gibi dans etmeye başladık. Sonra dilinden dökülen şarkıya zevkle ve bağıra çağıra eşlik ettim.

 

"Oldu en sonunda oldu bim bam bom rüyalarım gerçek oldu bim bam bom, duyduk duymadık demesin hiç kimse, işte ilan ediyorum herkese. Hah hah hah çok şükür dostlar benim de artık bir sevgilim var. Hırsından çatlasın düşmanlar şimdi benim de bir sevgilim var."

 

Çok yerinde bir şarkıydı doğrusu. "Kahkaha attığın yer pek olmamış olabilir abi."

 

"Aman boş ver, hadi devam et."

 

"Suratım asıkmış hiç gülmezmişim, iki laf etmesini bilmezmişim, doğrusu hiç mi çekilmezmişim, gördünüz mü meğerse ben neymişim?"

 

Kaç yaşında olduğumuza bakmadan kanepelerin üzerinde kudurmaya devam edince Reyhan sultan menzili belirledi ve terlikler popomuzda patladı.

 

"Abiciğim hayırlı olsun kim bu şanssız kız?"

 

"Gökçe," dedi hülyalı bir nefes verip. Sonra anlayıp kaşlarını çattı "Şanssız mı?"

 

"Seni alan yandı diyorduk ya o manada." Sonra benim de kaşlarım çatıldı. "Hande'nin ablası Gökçe abla mı? Babası ayyaş olan?"

 

Abim hemen eliyle ağzımı kapadı ve annemin nerede olduğuna bakındı. "Kızım öyle söylemesene? Bize ne babasından? Babasıyla mı evleneceğim?"

 

"Bence de bize ne abi? Kimse ailesiyle mesul olmamalı. Ayyaşsa ayyaş ne yapalım. Bize kişinin kendi karakteri önemli sonuçta. Gökçe abla da hanım hanımcık bir ablamız şayet ben çok severim kendisini."

 

İşte abimin avına yaklaşan bir avcı gibi gözlerini kısıp baktığı ana gelmiştik. Şüphelenmişti. "Senin sevgilim kim?"

 

"Sss- ne? Sevgilin mi? Tuzak sorular sorma bana ne alakası var ya?" Son anda kurtulmuştum tuzağa düşmekten gerçekten.

 

"Bas bas bağırıyordun az önce çok şükür dostlar diye Leylacığım?"

 

"Abiciğim, en sevdiğim abim sen söyledin diye eşlik ettim ben yoksa şeyden değil?"

 

"Neyden değil?"

 

"O dediğinden değil işte. Aman ben çok sıkıştım bırak beni doktor tutma sakın dedi. Size de hayırlı uğurlu olsun tez vakitte mürüvvetinizi görelim inşallah." Suratına suratına taramalı tüfek gibi konuşunca yüzünü buruşturup kollarımı bıraktı ve o boşlukta kaçtım. Allah'ım kalbim küt küt atıyordu ben nasıl söyleyecektim onlara Selçuk'u?

 

Odama girip üzerimi değiştirirken bu günü düşündüm. Muhtemelen gece uyuyana kadar da düşünmeye devam edecektim. Ardından akşam oldu, yemek yedik, çocuklar bir şeyler hakkında şikayet ederken abimle ben sofranın başında sırıtıyorduk. Babam bir bana bir ona bir de küçüklere bakıyor ve başını Allah Allah dercesine büküyordu.

 

"Hanım şu oğluna söyle pişmiş kelle gibi sırıtmasın karşımda!"

 

"Baba ben buradayım ya! Hem kızın da öyle sırıtıyor?"

 

"Höst ayı, tavşan gibi tatlı tatlı gülümsüyor benim kızım," dediğinde babama öpücük attım.

 

"Ha dişlek yani?" İsyana geçen abime masanın altından bir darbe salladığımda kaşlarını çattı.

 

"Tamam tamam didişmeyin hadi sütlaç yaptım getirin de yiyelim."

 

Sütlacı severdik ailecek. Hatta küçükken uykudan uyanıp geceleri dolaptan aşırmışlığım bile olurdu. Tatlılarımızı da yiyip tatlı konuştuktan sonra koşarak odama çıktım. Şimdi yatağın içinde delicesine hayal kurma zamanıydı.

 

***

 

Sabah alarmı kurup uyandığımda okul için evrakları halledeceğim aklıma geldi. Hızlıca duşa girip çıktıktan sonra hazırlanmaya başladım. Annem mis gibi poğaça yapmıştı ama yetişemeyecektim.

 

"Günaydın Gökkurt ailesi, görüşürüz Gökkurt ailesi."

 

"Kızım nereye iki lokma yeseydin?"

 

"Reyhan sultan bugün kağıt kürek işlerini halletmem lazım ki okumaya devam edebileyim."

 

"Hay Allah deli kız, dur bekle yanına vereyim yolda yersin."

 

"O olur bak."

 

Elim otomatik olarak ayakkabıyı şöyle bir yokladığında hiçbir şey bulamamanın ufacık hüznünü yaşadım. Neyse artık mektupların içinden çıkmış gerçeğe karışmıştık. Bizzat kendisini okumak çok eğlenceli olacaktı. Yokuşu inip durağa gideceğim sırada köşedeki bir arabanın korna sesini duydum. Camın içinden kim olduğunu anlamayınca camı açıp gülümsedi. Ona doğru ilerledim ve başımı eğdim.

 

"Günaydın neden burada bekliyorsun?"

 

"Günaydın leylağım seni bekliyorum."

 

"Beni mi neden?"

 

"E yarın okula gideceğim işlerim var demiştin, şimdi hiç dolmuşla otobüsle uğraşma ben bırakırım."

 

Yüzündeki tebessüm hiç solmayacakmışçasına beni izliyordu.

 

"E ama sen okula geç kalacaksın?"

 

"Bugün dersim geç başlıyor, atla hadi."

 

Dolanıp arabaya bindim ve emniyet kemerimi bağladım. "Araban olduğunu bilmiyordum?"

 

"Yakın zamanda aldım zaten, seni kollarımın arasına alıp öyle çaresiz kalınca, kendime geldiğim ilk an bir araba almaya karar verdim."

 

"Selçuk? Ağlayacağım şimdi fazla dozdan."

 

"Sevgi dozu mu o?" deyip erkeksi bir şekilde güldü. "Bundan sonra sürekli artacak üstelik, hiç azalmayacak o doz fazla fazla alacaksın."

 

Burnumun direği neden sızlıyordu bilmiyordum ama bu durum beni aşırı duygusal bir kıza çevirmişti. Hareket etmeden önce torpidodan bir tane tamamen açılmış bir gül çıkardı ve uzatmadan bir yaprağını koparıp fark etmediğini düşündüğüm gözyaşımı sildi.

 

"Gözyaşların bile tıpkı duyguların gibi narin bir dokunuşu hak ediyor. Öyle hunharca silmeye kalkışma rica ediyorum."

 

"Aman Allah'ım sen nasıl bir insansın öyle, camdan çıkıp bağırasım geliyor ama öyle de çok utanıyorum ki." Gülümsemesi, bakışı beni kalpten götürecek her şey ondaydı.

 

"Gözlerinden öpmeyeceğim, ayrılık manasına gelmesinden korkuyorum," dedikten sonra gözyaşımı sildiği gül yaprağını öptü ce ceketinin cebine koydu. "Bu da bende kalmalı, neticede senden bir anısı oldu."

 

Tekrar ağlamamaya çalışıp gülümü koklamaya odaklandım. Madem ben de şu an onu koklayamıyordum, onun verdiği gülü koklar huzurla dolardım. Yoksa tüm gül yapraklarım onda emanet kalacaktı.

 

"Önceden seni düşünmekten uyuyamazdım, dün ise bizi düşünmekten uyuyamadım."

 

Hafifçe kıkırdadım. "Evet, ben de önceden mecnunumu düşünmekten uyuyamazdım. Dün gece sinema filmi çeker gibi zihnimde başa sarıp durdum bizi."

 

"Ne hissettin?"

 

"Heyecan ve samimiyet sen?"

 

"Huzur ve kavuşmak."

 

Söylediğini tekrar ederken bu dört kelimenin dünü özetlediğini anladım. Okula geldiğimizde yavaşladı. "İşin çok uzun sürer mi Leyla'm gelip seni alayım geri, iki dersim var yalnızca."

 

"Ne kadar süreceğini bilmiyorum sevgili Mecnun. Seni bekletmek istemem."

 

Selçuk öğretmendi, mektuplarından da edebiyata olan ilgisi anlaşıldığı üzere Türkçe öğretmeniydi. Dün de hiç dersinin olması bizim şansımızdandı yoksa izin alması gerekecek ve her şey sarpa saracaktı. Arabadan inmesini beklemezken şaşkınca ona baktığımı fark edip kendime geldim ve kapımı açtım. Aynı anda dışarıdan o da açıp elini uzattı.

 

"Buyurun Leyla Hanım, kalbime de böyle gülerek narince giriş yapmıştınız."

 

"Teşekkür ederim Selçuk Bey, burası çok yoğunmuş çıkışı bulamıyorum."

 

"Çıkış yok güzelim, eğlen dur orada," dedikten sonra yaklaştı ve şakağıma kısa bir öpücük kondurup geri çekildi. Bu sırada üniversitenin etrafında duran herkes bizi izliyordu. Arabadan inip boy göstermeye çalışmasını sevimli bulduğum için gülümsedim.

 

"İşin bitince bekle ve yemek yeme lütfen, birlikte yeriz. Artık sensiz geçen bir anımın bile olmasını istemiyorum, yeterince sensiz kaldım."

 

Parmak uçlarımda uzanıp yanağını öptükten sonra gülümsedim. "Peki sevgilim," dediğimde dağ gibi adam karşımda tutuldu. Sonra derin bir nefes verip başını iki yana salladıktan sonra "Leyla, kalbime indireceksin bir gün. Bu günü, bu kelimeyi hep hayallerimde gördüm ben. Şimdi git yoksa sarılıp akşama kadar bırakamayacağım."

 

"Tamam kaçtım ben." Hızlı adımlarla ilerlerken omzumun üzerinden dönüp baktığımda gözlerindeki o parıltıyı bu mesafeden bile seçebiliyordum. Birbirimizin şansıydık ve çok güzel denk gelmiştik. Gözlerine bakarken elimdeki gülü kokladım ve döndüm. Dediği gibi bu duruma alışana kadar birbirimizi sarıp bırakmama ihtimalimiz vardı. Çünkü o mektuplarda sadece satırlar yoktu. Satır aralarında, özlem vardı, sevgi vardı, hasret ve bekleyiş vardı. Ama kavuşmamız bu zamana kalmıştı. Şimdi bunca zaman çektiğimiz ve büyüterek beslediğimiz tüm duygularımızı coşkuyla yaşamak istiyorduk.

 

Okula girince bir iki arkadaşımla sohbet edip geçmiş olsun dileklerini aldım. Dilekçe ver onayla oraya gönder buraya gönder, imza bekle derken saat epey geçmişti. Üstelik acıkmıştım da ama Selçuk'la birlikte yemek için su dışında başka bir şey yiyip içmedim.

 

İşlerimi halletmiş olmanın sevinciyle dış kapıya doğru giderken arabasına yaslanıp beni beklediğini gördüm. İçimden bir ses ona doğru koşmamı söyleyince önünü ardını düşünmeden sanki gurbetten gelmiş gibi bir coşkuyla koşarak boynuna atladım. Saçlarımın arasından geçen nefesleri onun da özlediğini bas bas bağırıyordu.

 

"Çok beklettim mi?"

 

"Çok beklettin ama bugün değil," dediğinde ikimizde güldük. Bu artık aramızda özel bir espri olarak değerlendirilecekti. Biraz geriye çekildiğimde belimdeki elini hafif gevşetti ama bırakmadı. Yüzüme gelen saçları nazik bir hareketle arkaya atarken cebinden çıkardığı gülü kulağımın üzerine taktı. "Burada çok daha güzel oldu."

 

"Bir gül daha mı yani?"

 

"Gülveren mahallesinde yaşıyoruz, orada tanıştık. Hikayemiz dillere destan olacaksa böyle daha anlamlı olur. Ben sana gül vereceğim, her gün özenle en güzelini seçeceğim. Sen de bana gülüşlerini vereceksin. Sonra güllerle donatılmış gönlümüzü birbirimize sunacağız. Yaprakları gibi yumuşacık hisler besleyip içimizdeki gülleri birlikte büyüteceğiz."

 

"Dikenleri de birlikte mi ayıklayacağız?"

 

"Dikensiz gül olur muymuş hiç? Onları da birlikte ayıklayacağız elbet."

 

Onun parmağı saçımda dolanırken benim elim de hafif sakallı yüzünde dolaştı. Sonra ayrılıp gülerek arabaya binecektik ama karşıdan bana bakan kişiyi gördüm. Dün birlikte dans edip deli gibi aşkımızı haykırdığımız abi, Gökçe abla ile el ele tutuşmuş ifadesizce bize bakıyordu. Keşke biz de onlar gibi el ele tutuşsaydık da bir anda böyle samimi bir görüntü vermeseydik diye düşünürken yutkundum.

 

"Abi?"

 

Loading...
0%