Yeni Üyelik
3.
Bölüm

3. Bölüm

@mavperikal

Bölüm 3. Esrarengiz Bir Mektup

 

 

Buğra abi bakışlarını üzerimize gelen topla birlikte çekmek zorunda kaldı.

 

Sıcak çay elimi yakarken attığım çığlık abimi de anında yanıma getirdi.

 

Acıdan olduğum yerde zıplatken bir yandan topun geldiği noktaya bakıyordum. Musa sırıtarak buraya bakıyordu. Ona baktığımı görünce de "Pardon Leyla abla. Yanlışlıkla oldu." dedi.

 

"Hay senin yanlışını da topuna hava vereni de..." Buğra abinin ağzından çıkanlara an itibariyle hak verdim.

 

Kızlar anımda yanıma koşup iyi olup olmadığıma bakarken, ben Buğra abinin tuttuğu elime bakıyordum.

 

Çay kaynar değildi ama yine de sıcaktı ve gözlerim dolu dolu bakıyordum.

 

"Çok mu acıyor?"

 

"Çok acıyor." dediğim an yutkundu ve hızlı hızlı üflemeye başladı. Sonra da bir daha gözlerime bakmadı.

 

Abim elinde buz küpüyle koşarken bile rahatlamıştım. Benim için geliyordu. Anında bir koşu gidip çözüm üretip gelmişti. Bu basit bir şey gibi gözükebilirdi ama benim manevi değerlere verdiğim önem çok yüksekti.

 

Bu yüzden buzu elime uygularken gözlerim yeniden doldu ve burnunun direği sızladı.

 

"Şşşt abim bak bakayım bana. Bu kadar çok mu acıdı? Buz biraz serinletmedi mi?"

 

"Abi..." deyip sustuktan sonra beni kendine çekip saçlarıma bir öpücük bıraktı.

 

"Abisinin canı, kurban olurum seni verene. Uf mu olmuş elin öpeyim de geçsin." diyerek elimi öptüğünde kıkırdadım. Bir çocuk gibi ağlamaktan son anda kurtulmuştum.

 

"Hah şöyle gül biraz." dedikten sonra Buğra abiye ve Emre'ye baktı. "Biz de gidip bir maç atalım."

 

İşte bu sinsi gülüş çok hoşuma gitmişti. Herkes adı kadar emindi ki Musa bunu bilerek yapmıştı. Bilmediğim şey neden yaptığıydı...

 

Elime sargı bezi sarıp oturmaya devam ederken başlayan maçı izliyordum. Çay zevkim de kalmamıştı zaten. Burnumdan gelmişti kısaca. Ne güzel evde ayaklarımı uzatarak uyuyor olacaktım ben.

 

Berfin yanıma gelerek "Kusura bakma Leyla'm ben istemesem böyle bir şey olmayacaktı. Vallahi billahi çok üzüldüm." dedi üzgün bir şekilde.

 

"Senin suçun ne güzelim? Olacağı varmış oldu."

 

O sırada bize dönen Betül "En kısa zamanda bir durum değerlendirme toplantısı yapalım. Bu gözler nelere şahit oldu az önce." dedi şüpheyle kısılmış gözleriyle etrafı seyrederken.

 

"Dedikodu yani? Bana uyar." diyerek onayladık Betül'ü. Burnuma değişik kokular geliyordu.

 

Maç git gide kavgaya dönüşüyordu. Çünkü karşı taraf Erdal, Musa, Selçuk, Yasin, Erdinç gibi düşman bir kadrodan oluşuyordu.

 

Bizim takımda ise abim, Emre, Buğra abi, Ekrem Abi ve Oğuz abi vardı.

 

Sanki abimin kulağına "Töreler kan istiyor oğul." diye fısıldamışım da intikam yemini etmiş gibiydi.

 

Emre, Musa'ya çalım atma ayağına kafa atınca ortam iyice coştu. Buğra abi ise fırsat bu fırsat diyerek Erdal abiye girişmişti. E abim desen Selçuk abiyle kapanmamış mevzuları vardı.

 

Toplanma alanı birkaç yaralı ve zaiyat ile birlikte son buldu ve sonunda hepimiz evlerimize dağıldık.

 

Abim de eve gelince ergen çocuklar gibi abarta abarta kavgayı anlatmaya başladığında gülerek yukarı çıktım. Biraz sonra odama annem geldi ve yanık için özel kremlerden sürdü.

 

"Kıyamam ben yavruma. Nasıl oldu kızım? Abin bir şeyler anlattı ama."

 

"Top oynarken bana geldi işte. O sıra elimde çay vardı. Sonrasında pişmiş kelle gibi sırıttığı için bilerek yaptığını düşündük. Gerisini biliyorsun kibar bir futbol maçı olarak başladı, intikam ateşi olarak söndü."

 

"Oh iyi oldu. Hiç sevmem o serseriyi zaten. Onun anasını da sevmezdim." deyince kıkırdadım. Haklıydı. Şerife teyze gidip gelip beni süzdüğü ve arada laf soktuğu için ikimiz de deli oluyorduk ona.

 

"Yat bakalım güzel Leyla'm. Uyu da büyü yarına kadar iyileş annem."

 

"Dandini dandini dastana demezsen hatırım kalır. Bebek miyim ben Reyhan sultan."

 

"Sus bakayım anneyle dalga geçilmez. Benim bebeğimsiniz hepiniz." diyerek saçlarımdan öptü de ışığı kapatıp odadan çıktı.

 

***

 

Ertesi gün elime yeniden krem sürüp sararak işe gitmek zorunda kaldım.

 

Güzel bir kahvaltı yaptıktan sonra hazırlanıp çıkacaktım ancak ayakkabımı giyerken ayağıma bir şey takıldı.

 

Panikle geri çıkarıp şöyle bir salladım. Mazallah böcek falan olurdu! Ancak böcek olamayacak kadar sert bir cisimdi.

 

Ayakkabımı elime alıp sağımı dolumu kontrol ettikten sonra içine baktım. Çıkan şeye ise şok oldum.

 

Biri ayakkabımın içine mektup zarfı koymuştu.

 

Annemin yaklaşan sesiyle panikleyip hemen çantama attım. Kısacık anda kalbim pır pır atarken ne olabileceğini düşündüm.

 

Şimdi annem görse dibini deşer öğrenmeden durmazdı. Bu yüzden mektubu dışarı da okuyamadım; biri görecek diye. Soran olursa ne cevap verecektim?

 

İşe gidene kadar çantanın içini açıp varlığını kontrol ettikten sonra kapattım. Ancak ne iş yolunda ne de iş yerinde bakma fırsatım olmadı.

 

Kızlar yüzümdeki ifadenin değiştiğini söyledikleri için onların yanında da bakamamıştım. Hem olur olmadık şeyden laf çıkarıp bir de bununla uğraşmak istemiyordum.

 

Belki biri ağır dalga geçiyordu.

 

Zihnimi geriye doğru sarıp en son ne zaman mektup konulu bir konuşma yaptığımı hatırladım. İki sene önce bir mektup arkadaşım vardı ve buna bayıldığımı söylemiştim. Birinden heyecanla mektup beklemek çok hoş bir duyguydu. Ancak sonra mektuplaştığım arkadaşım taşınmış olmalı ki mektuplarım bana geri geldi.

 

Tüm gün boyunca iş yerinde kıyafet katlarken aklım mektuptaydı. Açıkçası akşama kadar kendimi meraklandırıp durmuştum. Nihayet mesai saatim dolduğunda çalışma arkadaşlarıma iyi akşamlar diyerek oradan ayrıldım.

 

Çarşı boyunca ilerlerken gözüm herkesi tarıyordu. Çay bahçesinde çalışan garsondan tut da bakkal Osman amcaya kadar bakmıştım. E çüş yani Leyla.

 

Gerçekten çüştü. Kitap evinin önünden geçerken Buğra abiyi bir kızla konuşurken gördüm. Oldukça da yakınlardı ve ona gülümsüyordu.

 

Dünkü yaklaşımını ben yanlış anlamış olmalıyım. Aslında bir şey anlamamıştım çünkü oldukça garip bir andı. Bu zamana kadar ara ara dükkâna uğradığımda konuşmuştuk. Bir de yolda katşılaşırsak.

 

İşin aslı Erdal abiyle bile daha çok konuşuyordum. Ne kadar nefretimi haykırıyor olsam da...

 

Tuğçe abla yanlış anlamakta haklı mıydı yoksa? Yok deve Leyla. Oldu olacak cakkıdı İlknur da haklı olsaydı.

 

Aslında Erdal abiye şöyle bir alıcı gözüyle baksak, kara kaşlı kara gözlü kalıplı bir insandı. Yüzünde eski bir kavgadan kalma yara izi vardı. Kulağıma gelen şeylere göre bu onu daha da çekici kılıyordu. Mahalledeki birkaç kızın gözdesiydi.

 

Ne kadar Selçuk abiyi sevmesek de o da teyzelerin bir numara damat adaylarından biriydi. Fakat çok sert bir yapısı vardı. Bakışları bile düşmana bakar gibi baktığından küçükken onu gördüğüm anda kaçardım.

 

Şimdi ise çağımız kızlarına göre bu tipleri gizemli ve çekici buluyorlardı. Düğünde dernekte bu kadar gözden nasıl nazar değmiyordu anlamış değildim.

 

Evlenme yaşı gelmiş beylere ayrı bir ilgi gösteriliyordu.

 

Buğra abi ise tam bir İstanbul beyefendisiydi. Bu zamana kadar günlerde annesi Hatun teyzeye hep sinyal verirlerdi ancak kimseyi istediklerini de duymadım. Koyu kahve gözleri ince bıyıklarıyla oldukça hoş duruyordu.

 

Bana göre birçoğu hoştu zaten. Güzellik algısı geçiciydi. Bu yaş grubu ise genelde mesleğini eline almış icra ederken hep özenli giyinirdi. Gömlek, pantolon, yelek...

 

Hele ki o yeleğin düğmesinden cebine kadar uzanan bir köstekli saat takıyorlarsa hep bir adım öndelerdi. Yani benim için. Yolda yürürken önce saate, sonra yüzlerine bakardım.

 

Ancak bu zamana kadar hiç aşık olmadım. Gözüme böyle hoş görünür geçerdi işte. İnsanları beğenmek de suç olmasa lazımdı.

 

Okulda ise yine gözüme hoş gelen insanlar olmuştu. Ama ben kimsenin gözlerine içine uzun uzun bakamazdım. Geri çekerdim kendimi hemen. Ayrıca kendimi bir ilişki için hazır hissettiğimden emin değildim. Kimse delicesine heyecanlandırmamıştı beni.

 

Bölümüm çocuk gelişimiydi. Çocukları çok severdim hepsi birer pırlanta gibiydi. Sabahtan akşama kadar oyun oynayacak bir meslek bulmuştum daha ne isterdim?

 

Dil gelişiminden, psikolojiye kadar bir sürü ders görmüştük. En çok sevdiğim ise oyunlardı. Sabahtan akşama kadar kartonlardan, el işi kağıtlarından etkinlikler hazırlıyorduk. Ben bir kere bile sıkılmamıştım.

 

Eve geldiğimde hemen odama kaçamadım. Annem salonun bir köşesine beni mahkûm etmiş dedikodu salıyordu. Normalde ayıla bayıla konuşurdum ama aklım başka yerdeydi.

 

Tam çıkacağım derken babam geldi ve odama neredeyse gözü yaşlı bir şekilde baktım. Çantamdaki sır gittikçe meraklı bir hâl alıyordu.

 

Sofrada yine babam anneme takılırken, annemin söylenmesini dinliyorduk. Üç ve dört numara yine formundaydı. Kedi köpek gibi didişme formu...

 

Nihayet çaylar içildi ve yorgunum bahanesine sığınarak uçarak odama çıktım.

 

Kapattığım kapının arkasına yaslanarak elim kalbimde bir süre kaldım. Sanki gizli saklı bir iş yapıyormuş gibi çarpıyordu yüreğim. İçimdeki bu merak, gizem duygusuyla çarpışınca bana fenalık geliyordu.

 

Bir de kızlardan birinin oyunuysa, beni akşama kadar meraktan deli ettikleri için neler söylerdim neler. Ancak bu toplam beş dakika fln sürerdi çünkü sıkılacağımı

bilirlerdi.

 

Mektup zarfının üzerini incelediğimde hiçbir isim ve adres görmedim. Bizzat elden ayakkabıma teslim ettiği için bu komik dururdu zaten.

 

Yırtmadan sakin kalmaya çalışarak zarfı açtığımda içinden esmer bir kağıt ve kurutulmuş açılmamış bir gonga gül çıktı.

 

İşte bu epeydir böyle heyecanlanmayan kalbimi deli etmeye yetmişti. Neydi bu gizem? Bana çekici gelende bu muydu?

 

Ahu gözlüm;

 

Biliyorum şaşkınsın bu mektuba, ancak karşına çıkmadan evvel tüm hislerimi açıklamak istedim.

 

İnsan bazen bir çift göze takılı kalır ve konuşamaz. Karşına geçtiğimde hislerimden evvel gözlerimin konuşacağına eminim. Ancak anlaşılamamaktır bütün derdim.

 

Aklımdan çıkaramadığım, gözlerinin kalbime mıh gibi saplandığı o geceden beri, bir annenin çocuğunu taşıdığı gibi taşıdım gönlümde seni.

 

Gittikçe büyüdün, geliştin, şekillendin. Sanırım ben de artık doğuma yaklaştım desem gülmezsin değil mi?

 

Gönlümden taşmak üzeresin. İçimdeki bu sevgiyi karşına çıkıp haykırmadan önce mektuplarla yumuşatmak istedim.

 

Doğru anladın, bu sana yazacağım son mektup değil. İstersen ve karşılık verirsen nasıl mesud olurum anlatamam. Yapman gereken tek şey; mektubu aldığın yere kendi mektubunu bırakman olur.

 

Kelimeler gizli bir urgandır. Ya döner dolaşır boynuna ya da bir atkı olup sarıp sarmalar kalbini.

 

Seni gördüğümde ama gerçekten gördüğümde, ıslak gözlerin aklımdan çıkmadığı için deliriyorum sandım. Nasıl böyle çok işleyebildin zihnime?

 

Ağlayınca daha da açılan bal gözlerin altından bir renge döndü. Kaybetmek istemeyeceğim kadar değerli bir madene yani.

 

Aşkın bir şaire çevirdi beni

 

Gönlümün madeni;

 

Altın gözlerindi düşüren kara sevdaya beni,

 

Bir çift ahu göz seni sevmemin temeli,

 

Ne olur darda bırakma ver bana bir teselli...

 

Aşkından Mecnuna dönmüş biri

Loading...
0%