@mavperikal
|
Bölüm 8. Dizelerin Dansı
İnsan kararı oldukça değişkendi. Fikirler yenilenebilir, düşünceler tazelenebilirdi. Kendime verdiğim söz mektupları kapıya bırakanı gözetlemeyeceğime dairdi. Önce ruhunu tanıyacağım demiştim. Ancak içimdeki o his durdurulamaz kıvama gelince defteri açmak istedim.
Sanırım verdiğimiz her söz kendimizi o ana dahil edip verilmeliydi. Yani şu an buradayım elime bir fırsat geçse bunu yapar mıyım yoksa yapmaz mıyım diye düşünmeliydik.
Yapmıştım.
Deri kaplamalı defteri alıp açtığımda karşımda bir şiir defteri bulmayı beklemiyordum. Eh, adamın bir kitapçı dükkanı ve yüzlerce kitabı vardı. Edebiyatla ilgilenmesi kadar güzel bir şey yoktu. Ancak sanırım bir tık hüsrana uğradığım şey; defterdeki yazının inci gibi olmasıydı.
Bana gelen mektup ise kargacık burgacık bir yazı ile yazılmıştı. Yani aklımın bir köşesinde, kızlarla düşündüğümüz o acaba sorusunun üzeri karalandı. Ne olsun istediğimden emin değildim. Defteri okumanın saygısızlık olacağını düşünerek kapattım. Benim için önemli olan yazıydı.
Peki bu mektupların sahibi Erdal abiyse ne olacaktı? O bu kadar kibar bir insan mıydı? Ya yaşça büyük biriyle yazışıyorsam?
Daha fazla düşünüp de burada beklemek uygunsuz kaçardı. Çıkarken gördüğüm kar küresine gülümseyip şarj aletiyle birlikte aşağı indim.
"Keşke bende Emre'nin odasına çıkabilsem." diye Berfin'e gülümsedim. Çıksaydı kurcalamadan bırakmazdı. Emre'nin ona bir kere bile dönüp alıcı gözüyle baktığını görmemiştim ama masum kuşum öyle güzel seviyordu ki... Umarım bir gün karşılığını bulurdu.
Nihayet herkes eteğindeki dedikoduları bitirince ortalığı toplayıp evden ayrılma vakti gelmişti. Evet o dağ gibi bulaşık bize kalmıştı maalesef. Üstelik izin günümde dinlenememiştim de. Bu da yetmezmiş gibi bir de yarın düğün olduğunu öğrendim. Kötü haber yarın da eve erken gelecek olmamdı.
Annemin asık suratının evde de devam edeceğini bildiğimden kızlarla birlikte parka gittim. Biraz aylaklık etmenin bir mahsuru olmazdı.
Durum değerlendirmesi eşliğinde parktaki çocukların beş çayına katılıp zihinlerimizi dağıttık. Pembe Barbie'li bardaktan içilen çayın yanında gün çayının lafı bile olmazdı.
"Kızlar ben Buğra abinin odasındayken bir şey yaptım?"
"Karıştırdın değil mi biliyordum? Var mıydı kadın fotoğrafı falan?" diye soran Berfin'e şaşırmadan baktım.
"Tabii ki hayır. Yani karıştırmadım ama masada bulunan deftere bir göz attım."
"Günlüğü müydü yoksa? Öyle olsa neden ortalıkta bıraksın?" dedi Betül.
"Yok, bir şiir defteriydi."
"Vaay, adam romantik ya. Biraz da kardeşine verseydi şu huyunu keşke."
"Asıl amacım yazısına bakmaktı." dediğimde ikisinin de gözleri fal taşı gibi açıldı.
"Hii, seni şeytan." diyen Berfin'le birlikte hepimiz kahkaha attık.
"Ee yazısı uyuyor mu mektupla?" diye heyecanla soran Betül'e kafamı iki yana doğru salladım.
"Tüh ya, ben içten içe emindim o olduğuna."
"Nasıl yani Erdal abi mi o zaman?"
"Kız ya biri seni işletiyorsa?"
"Ya yaşlı bir dedeyle konuşuyorsan?"
Kızların bitmek bilmeyen sorularını elimi havaya kaldırarak durdurdum.
"Siz birine gizli bir mektup yazsaydınız bunu nasıl yapardınız?" diye sorduğumda Betül'ün gözleri ışıldadı.
"Nasıl yani?" diye soran Berfin'e döndüm. "Yazı o kadar kötü ki Tuna birinci sınıfta daha güzel yazıyordu. Yani belki bilerek kötü yazıyordur her kimse."
"Ya da sol elini kullanarak yazıyordur."
İşte gelen güncellemeyle birbirimize kötü kızlar takımı gibi gülümseyip kaldığımız yerden devam ettik. Abimin eve geleceği sıra ona güvenerek ben de eve geçtim. Reyhan sultan yalnızken saldırabilirdi ama abim beni korurdu...
Anneme yardım edip salatayı yaptıktan sonra ailecek güzel bir akşam yemeği yedik. Sonrasında ise odama kaçıp hülyalı gecelere daldım.
Sabah tüm işlerimi hallettikten sonra koşar adımla evden çıkarken Erdal abiyle çarpıştık. Düşmeyim diye beni gereğinden uzun tuttuğunda ise "Bıraksana Erdal abi geç kalıyorum!" diye çemkirdim.
"Seni işe bırakmamı ister misin Leyla? Motorla iki dakika da gideriz."
"İstemem sağ ol."
"Bu hâllerin öldürüyor beni."
"Ben öldürmem süründürürüm Erdal Abi. Çek ellerini üzerimden."
"Abine de başlayacağım, nazına da ha!"
"Kim sana naz yapıyor be deli misin nesin? Var git yoluna, daha fazla saçmalama."
"Tamam sakin ol, güzel güzel konuşamayacak mıyım ben seninle?"
"Hiç sanmıyorum çünkü sen, seninle konuşmak istemediğimi asla anlamıyorsun."
"Bir gün istersen diye ümit etmekten asla vazgeçmeyeceğim Leyla."
"Erdal abi kibarca anlatıyorum ama anlamıyorsun, bu kalp sana atmıyor!"
"Kime atıyor o zaman amına koyayım?" deyip kolumu sıkıp bağırdığında artık çığırımdan çıkmıştım. Tam karşılık vereceğim zaman ise onun sesini duydum.
"Yavaş! Haddini bil kaybol buradan Erdal."
"Yok ya, bilmezsem ne olacak? Sen mi bildireceksin?"
"Ben bildiririm her şeyi. Önce saygıyı sonra edebi ve ahlaklı olmayı."
"Birader siktir git sana ne oluyor?"
"Erdal sabrımı zorluyorsun. İnsan gibi uyarıyorum seni."
Sonra birbirlerine yaklaştıklarında olacaklardan korktum ve "Ya yeter ne yapıyorsunuz işe geç kalıyorum. Kimseyle uğraşacak vaktim yok. Herkes işine baksın!" diye yüksek volümde konuştum. Bir yandan da biri bizi gözetliyor mu diye bakındım. Mahallenin mobesesi Senem teyze bir yerlerden gizli gizli izlemiyorsa kimsecikler yoktu.
Birbirine attıkları düşmanca bakışlar hışımla oradan ayrılırken son buldu. Arkamda duyduğum adım sesleri de sanırım işe gidecek Buğra abiye aitti.
"Leyla bir saniye durur musun?"
"Duramam geç kalıyorum." Bu konu hakkında konuşacak olmak bile inanılmaz germişti beni şu an.
"Tamam yürürken konuşuruz o hâlde." deyip adımlarını bana yetiştirdi.
"Seni ne zamandır rahatsız ediyor?"
"Bir süredir?"
"Peki sen ne yapıyorsun? Bu durumu abinle veya babanla konuştun mu?"
"Konuşmadım. Ben yetişkin bir insanım Buğra abi sorunlarımı velilerimle halletmeye gerek yok."
"Sana bir çocuk muamelesi yapmadığımı biliyorsun. Ama onun uyarılmaya ihtiyacı var."
"İşler köpürüp taşsın istemiyorum. Kimsenin huzuru da bozulmasın. Ona net bir dille ifade ettim bazı şeyleri zaten."
"Ama anlamış gibi durmuyor."
"Ne yapalım Buğra abi? Çocukken yaptığım gibi abi git Erdal'ı döv mü deyim?" dediğimde sinirleri bozulmuş gibi gülümsedi. Sonra bana dönüp öyle bir baktı ki bu havada üşüdüm resmen.
"Peki sen bilirsin, hayırlı işler." diyerek yanımdan hızlıca ayrıldı. Zaten kitapçıya da az kalmıştı. Derdi neydi anlamıyordum. Abime söylersem işler yine sarpa sarabilirdi. Hatta bir keresinde neredeyse kan davasına dönüştürüyorduk olayı.
Mahallenin sert abilerinden Selçuk abiyle abim dalaşınca ki açıkçası abim yaşça küçük olduğu için Selçuk abi tarafından biraz hırpalanmıştı. Hızını alamayan abim soluğu onun kardeşi Yasin abinin yanında almıştı. Gücü gücüne yetene miydi bilmem, bir gün okula giderken Yasin abi tarafından sıkıştırılmış 'O abine söyle bir daha karşıma çıkarsa seni döverim' deyip gitmişti. Eh, ben de bunu koşa koşa abime yetiştirince, abim de gidip yeniden Yasin abiyle dalaşmış ve bu kavgaya aramızda bir son vermiştik.
Yoksa filler tepişirken olan ezilen çimenlere olacaktı.
Mağazaya girdiğimde herkese selam vererek hemen kıyafetimi değiştirdim. Tüm personel siyah giyiniyor ve boynuna bir kart asıyordu. Bu kartı en son okulda nöbetçi olurken asmıştım herhalde. Öncesinde ise sanki birer damatmışız gibi kolumuza nöbetçi öğrenci yazısı bağlardık. Onu da gururla taşımak kalırdı geriye.
"Gel Leyla hoş geldin. Bugün baya garip müşteriler geliyor. Az önce kadının teki bu tabağı ne için kullanıyoruz gibi bir şey sorup beynimi yaktı. Yani bir çorba kasesi ne için kullanılır bilemiyorum." dediğinde kıkırdadım.
"Bizi deniyorlar gibi geliyor bazen."
"Zaten arada gelen hayalet müşteriler olmasa birini bir gün öyle paylayacağım ki..."
"Hayalet müşteri de ne demek? Cinli mi kız burası? Tövbe de korkarım." dediğimde bu sefer Seren güldü.
"Kız dur öyle değil. Müşteri kılığında gelen denetimci kişilere hayalet müşteri diyoruz. Geliyor bazen senin sabrınla oynayıp gidiyor. Sonra kartından adına bakıp hakkında tutanak tutuyor. İşte kılığın nasıldı, özenli miydin, konuşman nasıldı, güler yüzlü müydün diye nabız yokluyor."
"Ay çok korkunç. Neyse ki tuvalet fırçası vakasından sonra biriyle daha benzer şeyler yaşamadım." dediğim an birisi "Pardon bakar mısınız?" diye seslendi.
İlk müşterimin hatırına neredeyse sırıtarak yanına gittim. "Buyurun hoş geldiniz nasıl yardımcı olabilirim?"
"Bu sabunluğu buradan aldım ama akmıyor değiştirmek istiyorum."
"Nasıl yani pompası mı arızalı?"
"Evet akmıyor yerine başka bir şey alacağım."
"Önce incelemeye almamız gerekiyor ürünü. Bir de ben deneyeyim." deyip sıvı sabunluğun pompasına bastığım an, hem de akmadığını iddia ettiği için art arta hızımı alamayıp bastığımda tüm sabun üzerime fışkırdı. Hayretler içinde kalan ifademle kadına doğru baktığımda Seren'in kahkaha atarak depoya kaçtığını gördüm.
"Hanımefendi niye içindeki sabunla birlikte getiriyorsunuz? E size güvenip bastım mahvoldu üstüm?"
"E akmıyordu görün diye getirdim."
"Akıyor ama!" diye hayretle çıkan cümlemden sonra erkek reyonunda çalışan Şükrü'nün de bizi izleyip gülmemek için depoya kaçtığını gördüm. Allah'ım sen bana sabır ver...
Akşama kadar benimle dalga geçmelerinin ardından düğüne yetişmek için koşarak eve gittiğim de annemin nerede kaldın sorularına maruz kaldım. Yüzümün hâlini gördükten sonra da burnunu kırıştırıp yanımdan geçti gitti.
Odama çıkıp şık bir elbise ve ona uygun topuklu ayakkabı giydikten sonra saçlarımın üzerinden geçip makyajımı bir tık arttırdım. Ee ele güne karşı gidiyorduk arkamızdan laf etmesinler bir zahmet.
Bir arabaya doluşup maaile düğün salonuna geldiğimizde içerinin oldukça basık durduğunu fark ettim. Dışarıda yapsalardı ne güzel açık hava da kudururduk. Burada sıkış tepiş olmuyordu hiç. Hem de bir sürü para veriyorlardı.
Kızlarla hemen üçlü jüri koltuğumuza oturup gelene geçene puan verirken bir yandan kabuklu fıstıklarımızı yiyorduk. Sonra ise bizden sonra hazırlanıp gelen abimi gördüm kapıda. Arkasında ise simsiyah takım elbisesinin içinde jilet gibi duran Buğra abiyi. Sabahki tatsız konuşmanın üzerine benimle irtibat kurmasını beklemiyordum ama gözü hemen beni buldu. Hafif bir baş selamı verdikten sonra arkadaşlarının yanına gitti.
Gelinle damat yüksek alkışlarla içeri girdiklerinde alkışlamaktan ellerim acımıştı. O kadar mutlu gözüküyorlardı ki biran imrendim. Evlilik şu ana kadar hayal ettiğim bir şey değildi. Umarım herkes kalbindeki sevdasını bulur ve yuvasını öyle kurardı. Tıpkı bu şekilde birbirlerine aşka bakıp yürekleri huzura iterlerdi.
Çalan ikinci dans şarkısında abim yanıma geldiğinde biz de piste çıktık. Bebeleri pistten almadıkları için zaten dar olan alan bir cümbüş içindeydi. Topuklu ayakkabıyla yürümeye odaklandığımda abimle göz göze gelip güldük. İçinde ne kadar daraldığımı biliyordu.
Şarkının ortasında eş değiştirelim mi diye tiz bir ses duyduktan bir an sonrasında kendimi Buğra abinin kolları arasında buldum...
|
0% |