@mavperikal
|
Bölüm 9. Ay Işığının Dansı
Hayat nabzımızdaki belirsizlik, bizi gizemli bir sistemin içinde kaybolmuş gibi hissettirir. Her adım bilinmeyen bir masalın sayfalarını aralamak gibi heyecan vericidir. Benim mektuplarımın masalı da heyecanlı bir maceranın kapılarını araladı bana.
İhtimal hâlâ oradaydı. Kolları arasında durduğum adam mecnunum olabilirdi. Ancak bunu özellikle belli edecek hiçbir şey yapmadı. Gayet mesafeli bir şekilde dans ederken arada gözlerimi kaçırıyordum.
"Çok güzel olmuşsun Leyla."
"Teşekkür ederim Buğra abi, sen de çok şık olmuşsun." derken gözlerini bir saniye olsun çekmeden teşekkür etti. Erdal abinin avına yanaşan bir timsah gibi bize yaklaştığını görünce gerildim. Bir eş değişimini daha kaldıramazdım.
Zaten Buğra abi de hemen yönümüzü değiştirdi. Tabii bu sırada beni biraz daha kendine çekmişti. Belimde sabit bir şekilde duran elinden, vücuduma yayılan sıcaklık bir tuhaf hissettirdi. Ilık nefesini saç diplerimde hissedebiliyordum. Aramızda bir kafadan az mesafe vardı. Tabii bu topuklu ayakkabı sayesinde azalmıştı.
Onunla ilk defa bu kadar yakın olmak ve bir ihtimal dahilinde olmasının belirsizliğinin beni yorduğunu fark ettim. Bu oyuna girişmişsem bir hayal kurmamalıydım. En azından belirgin bir şekilde. Çünkü ruhunu tanıdıkça sevmeye başladığım mektup arkadaşım Buğra abi çıkmazsa, bu hem ona hem de bana bir hayal kırıklığı olurdu.
Elimin altında heybetli bedeniyle dururken kendimi nasıl uzak tutmam gerektiğini bilemedim. Müzik biter bitmez ise kaçar adımlarla yerime geçtim. Kızlarla dedikodu yapmaya ve düğün pastası yemeye kaldığımız yerden devam ederken gözüme takılan Hande ablayla bakışlarımın rotası değişti.
Elini Buğra abinin koluna koymuş gevşek gevşek gülerken yavaşça aşağıya doğru indiriyordu. Buğra abi, Hande ablanın bileğini nazikçe tutup geri yerine bıraktı. Ancak Hande'nin bir diğer kozu bacak bacak üstüne atıp sandalyesini ona yaklaştırmak oldu. Üstelik göğüs dekoltesini gözler önüne sererken...
Keskin gözleri olan bir kartal gibi naklen olay anını izlerken hızla ayağa kalkan Buğra abiyi gördüm. Tam o sıra göz göze gelince bakışlarımı kaçırdım. Kahretsin öküzün trene baktığı gibi baktığımı görmüştü.
Elinde ceketiyle birlikte dışarıya doğru çıktığını görürken arsız Hande adamın peşinden gidiyordu. Peki bu neden beni gıcık ediyordu. Ona aşık falan değildim. Hatta bu zamana kadar abim gibiydi. Ancak mektup arkadaşımdan sonra tüm bakış açım ne yazık ki ufak bir değişti.
Betül kolumu dürttü. "Kalkmayacak mısın kız?"
"Nereye?"
"Peşlerinden işte. Ne konuşuyorlar."
"Beni ilgilendirmiyor?"
"Kız nasıl ilgilendirmiyor, beni bile ilgilendirecek neredeyse."
"İlgilenmek istemiyorum Berfin."
"Ya o değilse diye değil mi?"
"Evet, sadece bir ihtimalin peşine koşup kendimi huzursuz edemem. Sonrasında üzülen ben olurum."
"Haklısın bebeğim. O zaman hadi halaya." dediğinde Betül ile birlikte gülmeye başladık ve ayaklandık. "Ne demişler; mantık sizi A noktasından B noktasına götürür, halay ise her yere."
Oldukça haklıydı ancak girdiğimiz halay keşke Abim damat oluyor sıra da bana geliyor olmasaydı... Abimin gözlerinde gördüğüm hayret dolu bakış bana yeni bir kahkaha attırdı. Keyifle gülüp eğlendiğim sıra köşedeki koluna yaslanıp halayı izleyen Buğra abiyi gördüm. Sonrasında ise kardeşi Emre gelip parmağımı tuttu ve halaya katıldı.
"Bu kadar güzel bir şarkı daha çok ha kızlar? Üstelik hepimiz sıradaki çocukken?" deyip sırıtırken bozulan Berfin "Ben üçüncü çocuğum Emre." dedi.
"O zaman sen bizden sonraki sırayı bekleyeceksin." dedi Emre hâlâ gülerek. Bunun Berfin'i yaraladığını bilmeden. Sonra onlara ufak bir anı bırakmak istedim.
Emre'ye doğru dönerek "Sakın yerimi verme geleceğim." dedim ve diğer parmağımdaki Berfin'in eliyle birleştirdim elini. İkisi de buna şok olurken gülümseyerek aralarından ayrıldım. Elbette geri gelmeyecektim ama bunu bilmesine gerek yoktu. En azından şarkı bitene kadar orada kalıp Berfin'e güzel rüyalar gördürmeliydi.
Kızarmış yüzümü ve bedenimi ferahlatmak için lavaboya girdim. Fakat sonra hiç beklemediğim bir şey oldu. Kabinin üzerinden yüzüme boca edilen suyla çığlıklarım dışarı taştı.
"Seni aptal, kimsin sen? Böyle şaka mı olur?" diye bağırdıktan sonra ilk şoku atlayıp kabinden çıktım. Saçım başım mahvolmuştu. Bunun bedelini kim yaptıysa ödetecektim. Su çok fazla olmadığı için saçım ve göğsüme kadar gelmişti ama Allah aşkına bu düğün de yapılacak iş miydi?
Daha da önemlisi kimin kuyruğuna basmıştım?
Kenarda duran peçete yığınından alıp kurulanabildiğim kadar kurulandım. Bir uçurumun kenarına gidip çığlık çığlığa bağırma isteğiyle dolarken sessizce olduğum yerde tepindim. Biraz daha sakinleştikten sonra çıkmaya karar verdim. Açılmayan lavabo kapısı bu isteğime ket vurdu.
Sanki ben beceremiyormuşum gibi üst üste tekrar denedim ama nafileydi.
"İmdat, yardım edin! Sesimi duyan var mı?"
Bu yüksek müzikte seni nasıl duysunlar Leyla? Duymaları lazımdı.
"Yardım edin, içeride kaldım!" diye kapıyı yumruklayıp bağırırken hiç fayda etmiyordu. Kendi sesimi ben zor duyuyordum, halay ekibi ve gelen konuklar hiç duymazdı.
Sakinleşmeye çalışıp nasıl olsa birileri gelir diye düşündüm ve beklemeye başladım. Ancak yirmi dakika gibi koca bir sürede kimse yanıma gelmemişti. Yani koskoca ben ortada yoktum nasıl merak etmiyordunuz anlamıyorum.
Lavabo tezgâhına peçete dizip üzerine oturarak beklemeye başladım. Umutsuz geçen dakikaların ardından kimse gelmemişti. Sonra sinir krizi geçirmeme ramak kala kapıyı yumruklayıp tekmelemeye başladım. "İmdaaaat!"
"Çıkarın beni yeter hiç komik değil!"
Kabinlere tek tek gidip pencere olup olmadığına baktım ama nafileydi. Tek pencere oldukça yüksek ve demir parmaklıklı olan koridordaydı. Ne yazık ki beni oradan da kimse duymuyordu. Düğün fobim oluşmadan biri gelip beni alacak mıydı?
"Lütfen duyun artık beni! Kilitli kaldım imdaat!"
Yaklaşık kırk dakikanın sonunda kimsenin gelmeyeceğine ikna olup yeniden tezgâha oturdum. Ailem ve kızlar beni nasıl fark etmezdi. En sonunda arabaya binerken akıllarına gelirim diye soğuk kanlı olmaya çalışırken sesler kesildi ve ışıklar kapandı.
Attığım çığlık ruhumun korkusunu gizleyemezken artık sakin olamıyordum.
"Lütfen duyun beni, lütfen burada kaldım. Çıkarın beni! Üzerime kilitleyip gidemezsiniz. Lütfen duyun beni!" diyerek yumrukladığım kapının arkasında kalan tek şey göz yaşlarım ve bendim.
Karanlık bu kadar zifiriyken hoşuma giden bir şey değildi ve aklıma bin bir türlü şey doluyordu. Hıçkırarak bir çocuk gibi ağlama başladığımda, serinlemek için geldiğim yerden morararak çıkacak olacağımı düşündüm.
Kendimi daha fazla sakinleştiremiyordum. Karanlığın içinde yirmi dakika kadar daha beklediğimde sesim kısılana kadar bağırdığım için çaresiz inleyişlerim kalmıştı geriye.
"Baba, anne, insan çocuğunu nasıl unutur? Çanta mıyım ben?"
İstenmeyen çocuk muydum, evlatlık mıydım? Niye bu saçmalığı yaşıyordum.
Serinleyen hava bedenimi sardığında sabaha kadar kimsenin gelmeyeceğini düşündüm bir an. İşte bu felaket olurdu. Kollarımı ovuşturarak ağlamaya devam ederken içeriden bir ses geldi.
"Leyla? Leyla burada mısın?"
"Buradayım. Tuvaletteyim." diye heyecanla oturduğum yerden kalkıp bağırdığımda bedenim yeni bir canlılık kazanmıştı.
"Buradayım yardım edin!"
"Tamam güzelim şimdi çıkarıyorum seni oradan. Nerede buranın yedek anahtarı?" diye sorduğunda çalışanlarla konuştuğunu anladım. Saniyeler sonra kapı açıldığında kucağına atladığım kişi Buğra abiydi.
Hâlâ ağlamaya devam ederken o saçlarımı okşayıp beni sakinleştirmeye çalışıyordu.
"Şşt tamam geçti artık. Ağlama lütfen, Leyla."
Ağla demiş gibi daha çok ağlamaya başladım. Karanlıkta olsak da artık yalnız kalmadığım için eteğimdeki kalan taşları döküyordum.
"Bunun hesabını yarın soracağım. Yaptığınız sorumsuzluk hakkında güzel bir açıklamanız olsa iyi olur." dedikten sonra bir elini bacaklarımın altından geçirdiği gibi kucağına aldı beni.
Dışarıya çıktığımızda hâlâ iç çekmelerim devam etse de güvenli bir limandaydım. Bu beni rahatlatıyordu. Ailem neredeydi peki? Serin hava henüz kurumayan üstüme çarptığında ürperti tüm bedenimi esir altına aldı. Beni arabanın ön yolcu koltuğuna bırakırken ceketini de çıkarmış ve üşüyen bedenimi sarmıştı.
Kendi de direksiyonun başına geçtiğinde telefonunu çıkarıp birilerini aradı.
"Buldum Hasan amca evet. Düğün salonunun tuvaletinde kilitli kalmış."
...
"Arızalı yazısı asmışlar o yüzden kimse girmemiş devamında."
...
"Evet. Evet iyi. Yarın görüşeceğim. Getiriyorum şimdi. Eyvallah."
Tek taraflı bir konuşma dinledikten sonra babamlara haber verdiğini anladım.
"Daha iyi misin?" diye sordu yumuşacık bir sesle. Başımı olumsuz şekilde sallayarak cevap verdim. Arabaya bindiğimiz an ısıtıcıyı çalıştırdığı için soğuk hava kırılmıştı. Kenara çektiğinde tüm bedenini bana çevirdi ve torpidoyu açıp su çıkardı.
"İç istersen iyi gelir."
Yaşadığım korkunun üzerine iyi giderdi gerçekten. Ağlamaktan şişmiş ve kızaran gözlerimle ona bakmak bile istemiyordum. Tekrar nasıl olduğumu sorarsa yeniden ağlamaya başlardım hatta. Suçlu bir çocuk gibi neden oturuyordum bilmiyorum ama çok üzgündüm şu an. Belki seneler sonra kahkahalarla gülüp anlatacağım bir eylemdi fakat inanılmaz sarsılmıştım.
"Neden?" diye sorduğumda sessizce beni izlediğini fark ettim. Sesim net çıkmadığı için boğazımı temizleyip yeniden konuştum.
"Neden annemler beni almadan gitti."
"Biri başının ağrıdığını ve Erdal eve dönerken onunla birlikte döndüğünü söylemiş."
"Ne?"
Tamam kasıtlı yapılmıştı ama bu kadarı fazla değil miydi? Derdi neydi bunun?
"Aklı başında olan her insan Erdal'la bir yere gitmeyeceğimi bilir."
"Haklısın ancak annene kötü göründüğünü söylemişler."
"Kim?"
"Bilmiyorum Leyla, yarın bunu işletme sahibiyle konuşacağız." Sessizce başımı salladığımda parmağıyla usulca çenemi kaldırdı.
"Neden bakmıyorsun bana?"
"Çok ağladım, istemiyorum."
"Gözlerindeki hüzün bana da sirayet etmesin diye mi?"
"Ne alakası var?" diye şaşkınca gözlerine baktığımda çok yakınımda olduğunu gördüm.
"Çok mu korktun?" diye sordu kısık bir sesle yutkunarak.
"Çok korktum, karanlıkta ve yalnız kaldığım için." dediğim an kollarını bu sefer o doladı bana.
"Gece göğünü süsleyen ay ışığı teninde dans ederken karanlıkta kalamazsın. Üstelik artık rahatla yalnız değilsin, ben varım..."
|
0% |