Yeni Üyelik
5.
Bölüm

Bölüm-4

@mavros

~~~

 

 

BİR TAKIM SIRLAR

 

 

 

Oturduğum tekli koltukta daha da kaybolmak için iyice aşağıya çöktüm. Dizlerimi yukarı toplamıştım.

Tüm ekip neredeyse eksiksiz şekilde ortak salonda toplanmıştı. Sadece Loan ortalıkta yoktu.

Kafama koyduğum gibi odama kapanmış gayet güzel bir gün geçirirken odama baskın yapan Loan yüzünden buraya sürüklenmiştim.

Birkaç gündür görev yoktu ve tesisin en azından Fearles'a ait olan kısmında bir dinginlik hakimdi. Benim aksime herkes bunu fırsata çevirmiş ve kendilerine bolca vakit ayırmışlardı. Diğerlerinin aksine Vincent'i beklerken kafayı yememe çok az bir şey kalmıştı. Günlerdir haber yoktu ve her geçen gün olmayan umudum biraz daha azalıyordu.

Her gün pansuman için yanıma uğrayan Simon dışında diğerlerini fazla görmemiştim son günlerde. Simon'ın uyku sorunum için verdiği haplar beklediğimden daha etkili çıkarken uyku düzenim maffolmuştu. Uyuyamamak düzendi benim için ve uyuyabilince her şey birbirine girmişti. Odamdan fazla çıkamamıştım. Simon'ın belirttiğinin aksine düzensiz aldığım ilaçlar yüzünden topluca yemek saatlerinde uyuyor olduğum için çoğunlukla tek başıma bir şeyler atıştırıp odama geri kaçmıştım.

Simon'un yanında Ramona da birkaç kez yanıma gelsede diğerleri yanıma uğramamıştı. Zorlandığımı görüyorlardı ve dinlenmem için zaman verdiklerini biliyordum.

Önceki günler gibi huzur içinde kendi kendime vakit geçirirken odama baskın yapan Loan tarafından tam olarak sürüklenerek getirilmiştim buraya. Yaşam belirtisi göstermem gerekiyormuş. Öyle söylemişti.

Tekli koltukta tek başıma otururken somurtmayaya çalışıyordum.

Loan beni buraya attıktan sonra kaçmamamı söyleyip ortadan kaybolmuştu. Beni odamdan çıkarıp kendisinin odasına kapanmış olması büyük ihtimaldi. Tüm gününü bilgisayar başında geçirdiği için şu anda da nerede olduğu tahmin edilebilirdi.

Benim aksime salonda herkes bir şeylerle uğraşıyordu. Ramona ve Simon duvarın yanındaki masada birkaç kağıt okuyup bir şeyler tartışıyordu. Damon camların yanındaki koktuklarda James'le birlikte oturuyordu. Sohbet ediyor gibiydiler.

Salonun ortasında büyük bir televizyon vardı. Clayton ve Jace televizyona bağladıkları şey sayesinde bir çeşit oyun oynuyordu. Oynadıkları şeyin tam olarak ne olduğunu çözemesemde çekişmeli bir şey olduğunu söyleyebilirdim. Birbirlerine sürekli laf sokup kavga ediyorlardı.

Yapabileceğim daha eğlenceli bir şey olmadığı için onlara en yakın koltuğa kurulmuştum. En azından atışmaları biraz olsa beni eğlendiriyordu.

Aslında mutsuzmuş gibi davransamdan içten içe bu huzurlu ortamdan mutluydum. Nasıl tarif edilirdi bilmiyorum ancak sıcak hissettiriyordu.

Çok da uzun olmayan bir süre önce bütün bunlara sahip olabileceğimle ilgili hayal bile kurmazdım.

Damon'la karşılaştığım o gün belki de hayatım boyunca kullanamadığım şanslarımın tek seferde gerçekleşmesiyle olmuştu.

Damon'a olan borcumu asla ödeyemezdim. Ne şekilde olduğu önemli değildi. Hayatımı kurtarmıştı ve bende onun hayatı için her şeyi yapmaya hazırdım.

Camın önünde James'le konuşan Damon'a tekrar baktım. Damon o gün orada olmasaydı şu anda nerede olacağım çok belliydi. O gün beni kurtarmıştı. Damon buraya kadar gelebileceğimi tahmin etmiş miydi bilmiyorum ancak benim aklımın ucundan bile geçmezdi. O gün bana inanıp Collins'e haber vermişti.

Marcus Collins, Vincent'in en yakın adamlarında biriydi ve en az Vincent kadar sinir bozucu birisiydi. Vincent'le Fearles'a katıldığımdan sonra daha çok görüşmek zorunda kalsamda Slater'da tutulduğum süreçte Vincent kadar, belki daha fazla Marcus tarafından da sorgulanmıştım.

Fearles'a katılmam artık Marcus'la karşılaşmamı engellemişti. Marcus daha çok ana Slater merkezinde bulunuyordu. Fearles ve ben daha çok Vincent'in özel ilgi alanıydık.

Gözlerim dalmış şekilde ikiliye bakarken James aniden ayağa kalkıp odanın çıkışına yürümeye başladı. Arkasından sıkıntılı bir yüz ifadesiyle bakmıştı Damon. Ne olduğunu anlayamazken üzerime atılan şeyle gözlerimi onlardan çekmek zorunda kaldım.

Clayton oyun oynanmasını sağlayan kolu kucağıma fırlatmıştı.

"Denemek ister misin?"

Jace ve Clayton bana bakarken kucağımdaki kolu elime alıp inceledim.

"Nasıl oynandığını bilmiyorum."

"Çok basit. Kolayca öğrenirsin."

Oturdukları minderlerde yana kayıp yer açtıklarında beklentiyle bana baktılar. Kaybedecek bir şeyim olmadığı için ayağa kalkıp ortalarına oturdum.

"Merak etme Jace'i üç yaşında bir çocuk bile kolayca yenebilir." Clayton gülerken Jace önündeki yastığı ona fırlattı. İkisinin bu haline karşı gülümsedim. Bu ikisiyle sıkılmak mümkün değildi.

Atışmaları bitip Clayton hangi tuşa ne için basmamla ilgili kuralları anlatmaya başladığında tüm dikkatimi ona verdim. Göründüğü kadar zor değildi sanırım.

*

Jace kendisini üst üste yenmemin ardından somurturken Clayton ve ben gayet eğleniyorduk. Her şeyde mükemmel olmam benim suçum değildi sonuçta. Oyunun oynanışını sadece birkaç dakikada çözmüştüm ve ard arda gelen birinciliklerle Jace biraz yıkılmıştı.

"Tamamen acemi şansı."

Jace kendi kendini ikna etmeye çalmasına güldüm.

"Kabul et dostum fena patladın."

İkisi yine atışmaya başladığında gülümserken kafamı iki yana salladım. Birbirleriyle başka bir oyun için iddiaya girmeye başladıklarında susadığı fark edip ayağa kalktım. Oyuna çoktan başladıklarında dikkatlerini dağıtmadan aralarında kalkıp odanın çıkışına ilerledim.

Koridorların olduğu kısma çıktığımda konuşma seslerinin geldiği mutfağa yaklaştım. İçeriye girmeden önce yavaşladığımda duyduğum konuşma sesleri yakınlaşmıştı. Bir dürtüyle adımlarım kapının arkasında durdu.

"Senin iyiliğin için uğraşıyorum."

"Uğraşma dostum. Benim için zaten yeterince şey yaptın ama buna karışma."

James ve Damon'ın seslerini anında tanırken etrafıma bir bakış attım. Kimse yoktu. Kapıya biraz daha yaklaşırken yaptığımın yanlış olduğunu biliyordum. Bilmeme rağmen bu kez merak duygusunu bastıramadım.

"Böyle yaparak kendine daha fazla zarar veriyorsun!"

"Ben her şeyi çok önceden kaybettim Damon. Bu saatten sonra atılan her adım herkes için daha acı verici olur."

Duyduklarıma bir anlam veremezken kaşlarım havaya kaltı.

"Ne zamana kadar kaçacaksın peki?"

"Kaçabildiğim son ana kadar."

İçeride bir hareketlenme olduğunda kapıya yaklaşan adımları duydum. Hızla kapıdan uzaklaşıp kolidorun başına koştum. Kapı açılmadan hemen önce yeni geliyormuş gibi doğal bir duruş aldım.

Kapı açıldığında gözlerimiz James'le kesişti. Beni gördüğünde bakışlarında öldürmek ister gibi sert bir ifade oluşmuştu. Sert adımlarla yürüyüp yanımdan geçip gitti hızla.

Arkasından şaşkınca bakılı kaldım bir süre.

Neden bilmiyorum ama içimden bir ses James'in de en az benim kadar karanlık bir geçmişi olduğunu söylüyordu.

***

"Bir yerden son olan çatışmada hedefi ıskaladığını duydum."

"O bir yerlerin ağzında hiç bakla ıslanmıyor ne yazık ki."

Attığım ok metrelerce uzaktaki hedefin orta noktasının sadece bir santim yakınına saplanmıştı. Clayton'ın beklemeden attığı başka bir ok benim okumla alay eder gibi tam ortaya saplandığında sinirden delirmek üzereydim.

"Sadece sanşlısın." Mızıkçı bir çocuk gibi mızmızlandım. Ben Dseth'in en iyi nişancısıydım. Kendimi her zaman en iyi diye bilmiştim ve Slater'ın elinde Dseth'ten daha iyi bir nişancı olduğunu bilmiyordum. Benim için iddialı olduğum bir konuda ikinci olmak kabullenmesi zor bir durum olmuştu.

"Belki de yaşlanmaya başlamışsındır. Gözlerin artık eskisi kadar keskin görmüyor." Dalga geçersesine göz kırpmıştı. Ona sadece yirmi dört yaşında olduğumu hatırlatmam mı lazımdı?

"Benden dört yaş büyüksün Clayton. Ben yaşlanmaya başkadıysam sen artık yaşlı bir amcasın."

"Kaç yaşıma gelirsem geleyim her zaman karizmatik bir adam olacağım." Omuzlarını havalı göründüğünü sandığı şekilde gererken meydan okurcasına gözlerime bakmıştı. "Ayrıca her zaman mükemmel bir nişancı olacağım." Bakmadan attığı ok yine hedefin ortasına saplanmıştı. Hadı ama!

"Sizinle yarışamam üstadım."

Önünde saygıyla eğilirken ikimizde dayanamayıp gülmüştük.

Bir şeyleri yumruklamaktan daha çok kafa dağıtan başka bir şey kesinlikle Clayton'la yarış yapmaktı. Nişancılığına karşı zafer kazanamayacağımı kabullendiğimden beri benim içinde gayet eğlenceli geçiyordu bu anlar. Nasıl bir ruh halinde olursam olayım Clayton beni gülümsetmeyi her seferinde başarıyordu.

Yine de bir şeylere nişan almak dışında en azından yakın dövüş konuşunda bu kadar vasat durumda değildim. Genelde maçlarımız berabere bitsede onu çok kez yenmeyi başarmıştım. Dövüşmek benim için hayat felsefesiydi.

"Mükemmel olduğumu sonunda kabul ettiğine göre sana da bu kadar mükemmel bir nişancı nasıl olunur öğreteceğim." Gözlerimi devirsemde kıkırdadım.

"Her fırsatta yaptığım tüm hataları yüzüme vururken bence yeterince öğretmencilik oynuyorsun zaten."

Yaptıklarının yeni farkına varır gibi bir an durmuş sonra tekrar gülmeye başlamıştı.

Birkaç dakika sonra gülmelerimiz durulduğunda ok atmaya tekrar döndük. Genelde silahlarla idman yapıyorduk ancak silahlar oldukça sesli olduğu için uzun süre çalıştığımızda baş ağrısı yapıyordu. Ayrıca kendinizi kaptırıp oldukça fazla harcadığımız kurşunların boşa gitmesi yüzünden Damon'dan azar işitiyorduk. O yüzden artık oklar ve yaylarla çalışıyorduk. Bana kalırsa zaten böylesi daha eğlenceliydi.

Çalışma alanını bir telefon sesi doldurduğunda ikimizde yaylarımızı indirdik. Bakışlarımı Clayton'a çıkartmıştım çünkü benim özel bir telefonum yoktu. Görevlere çıktığımız zaman haberleşme amacıyla sadece belirli işe yarayan bir telefon veriliyordu.

Clayton masaya bıraktığı çalan telefonun yanına gidip bekletmeden açıp kulağına götürdü. Gözlerimi indirirken direkt olarak konuşmasını dinlememek için ok atmaya geri döndüm. Özel olabilirdi sonuçta.

Birkaç anlaşılmaz onaylama cümlesinin arkasından çabucak telefonu kapatmıştı.

"Damon gelmemizi istiyor."

"Neden?"

"Vincent gelmiş."

Gerdiğim yay aniden elimden kaçtığında ok hızla uzaklaşıp hedefin ortasına isabet etmişti. Gelen histeriyi bastırmaya çalıştım.

"Tek kelime etme sakın!" Clayton'ın açılan ağzı hızla kapanmıştı.

Yayları yerlerine bıraksakta etrafa dağılan okları daha sonra toplamaya karar verdik. Eğer biz gelmeden önce tesisteki başka askerler atış yapmak için gelirlerse kesinlikle arkamızdan bir sürü küfür edeceklerdi.

Atış salonundan çıkarken vakit kaybetmeden asansöre bindik. Dudaklarımdaki etkeri kemirirken çıkılan katları gösteren ekrandan gözlerimi ayıramadım. Asansörün içindeki aynalardan Clayton'ın bakışının üzerimde olduğunu görüyordum.

"Merak etme biz yanındayız."

"Biliyorum."

Sonuç neydi birazdan öğrenecektim ama yanımda olduklarını bilmem korkumu biraz da olsa bastırıyordu.

Kısa sürede asansör durmuştu. Kapılar açıldığında ikimizde aynı anda dışarıya çıkıp toplantısı odasına ilerledik.

Clayton ikimiz içinde kapıları açtığında içeriye girdik. Gözlerim direkt içerdekilerin yüz ifadelerine bir cevap ararcasına gezindi. Her birinde farklı bir ifade vardı.

"Benim için çok fazla baş ağrısı yarattın Amaya Walker."

Vincent odaya girdiğim gibi konuştuğunda şaşkınlıkla ona baktım.

"Anlamadım?"

Kaşlarım çatılırken ayaktaki Vincent'e çıkarttım gözlerimi. Walker mı demişti o?

Gözlerim sorarcasına diğerlerinin gözlerine değdi. Loan gayet mutlu şekilde sırıtıyordu. Jace ve Simon'ın yüzünde mutlu bir ifade vardı. Ramona ve Damon ikilisi çekingence suratıma bakıyordu. James genelde olduğu gibi herkesten bağımsız arka köşede oturuyordu. Yüzünde sadece olayları merakla izleyen bir tavır vardı.

"Bu da ne demek oluyor?" Arkamdaki Clayton'a gözlerimi çevirdiğimde gözlerini hızla başka bir tarafa kaçırmıştı.

Vincent bana doğru yaklaştığında kötü bakışlarımla onu izledim. İçimdeki sesler bu kadar yakınına gelmişken saldır komutu veriyordu resmen. Bu adamdan nefret etmem için çok sebebim vardı.

Elinde tuttuğu şeyi bana uzattığında beklemeden aldım. Verdiği şeyin ne olduğunu anlamam birkaç saniye sürdü. Ne olduğunu anladığımda kaşlarım şaşkınlıkla kalktı. Cidden bu da neydi böyle?

Elimde tuttuğum şey bir kimlikti. Üzerinde bir resmim vardı ve resmin hemen yanında adım yazıyordu. Ameya. Soy adı kısmında yazan Walker ismine anlam verememiştim.

"Ameya Walker?"

Yazanları sorarcasına okudum.

"Artık resmi olarak bu ülkenin bir vatandaşısın tebrik ederim."

Vincent'in sesi ve yüzü ne kadar düz olsada dalga geçilmiş gibi hissettiriyordu.

"Veri tabalarında hakkında hiçbir kayıt yok. Ailen veya bir yakınının varlığına ulaşamadığız için gerçek soy adını da bilmiyoruz. Yani eğer en başında varsa."

Damon açıklamaya başladığında ona odaklandım. Şu anda acil bir açıklamaya ihtiyacım vardı çünkü bu elimde tuttuğum lanet şeyin ne ifade ettiğini asla anlamamıştım.

"Kimliğin çıkartılması için için bir soy isme ihtiyaç vardı. Herhangi bir vatandaşla aynı soyadını sana veremezlerdi. Benzerlik olduğu anda aynı soy adına sahip herkes tehkileye girerdi."

"Sizce bana Clayton'ın soy adını mı verdiniz?"

"Üzgünüz böylesi her açıdan daha kolay olacaktı."

Bunun neden tehlike arz ettiğini anlamamıştım. Dseth dışında ne kadar düşmanım vardı bilmiyorum ama çok fazla kişiye ve topluluğa zarar vermiştim. Oldukça fazla olmalıydı. Yani birisini akrabam sanıp zarar verebilirler miydi?

"Ben Turner olmanı istemiştim aslında."

Kimse Loan'a cevap verme gereksimi duymazken net bir açıklama için Vincente çevirdim bakışlarımı.

"Bundan sonra ne olacak? Bu kimlik tam olarak ne ifade ediyor?"

"Hükümet gerçekleştirdiğin iş birliği sayesinde affına onay verdi. Tabi yakın zamanda kim olduğunla ilgili bilgiler medyaya sızacaktır. Hükümet buna karşı hiçbir yükünlülük almayacak. Kendilerini temize çıkartmak için Fearles'ı hedef göstereceklerdir ve siz zaten bunu bile bile bu yola girdiniz."

"Yani şimd-"

"Artık resmi olarak Fearles üyesisin tebrik ederim. Tutsaklığın süresiz olarak kaldırıldı."

Ne tepki vereceğimi bilemezken öylece kaldım. Günlerdir en kötüsüne kendimi falasıyla hazırlamıştım ama böyle bir şeyi asla düşünmemiştim.

Benim bir tepki vermeyeceğimi fark eden Vincent umursamazca Damon'a döndü.

"Gerçekleşecek her şey senin sorumluluğun Damon. Bunu dikkate alarak haraket etmeni öneririm."

Vincent odayı terk ederken yavaşça yürüyüp sandalyelerden birine oturdum. Elimdeki kimliği masaya bırakırken tekrar bakma isteğiyle gözlerimi ona dikmiştim.

"Bir çeşit şokta falan mı?"

"Loan!"

"Ben gönüllü olduğum için kızmadın değil mi?"

"Sana danışmak isterdik Ameya ama bunlar kesinleşmeden sana söyleyip boş yere umutlanmanı ve sonrasında hayal kırıklığı yaşamanı istemedik."

Birilerinin endişeyle etrafımı sardığını hissettiğimde gözlerimi zorlukla kimlikten ayırdım.

Gözlerim Clayton'ı bulduğunda endişeyle bana bakıyordu.

"Bu bizi devlette kardeş mi yapıyor yani?"

Aklımdan geçen ilk soru bilinçsizce dudaklarımdan döküldü. Clayton'ın vereceğim tepkiden korkan yüzü rahatlarken gülümsemişti.

"Evet."

Ona kafa sallayarak onaylandım yavaşça. Pekala. Artım gerçek olmasa bile bir kardeşim vardı. Bir soy adım vardı. Ben vardım. Gölge olmak zorunda değildim.

"Yani şimdi tutsaklık bitti değil mi? Ben Vincent'i yanlış falan duymadım?"

Emin olmak ister gibi Damon'a baktım. Yüzünde endişeli bir ifade vardı. Tavırlarım, bu kadar sakin olmam onu korkutmuş olmalıydı. Gerçi benimde korkmamı sağlıyordu. Sevinmiş olmam lazımdı değil mi?

"Tamamen özgürsün."

"Harika."

Titreyen elimle önümdeki kimliği sıkıca kavrarken ayağa kalktım.

"Benim biraz düşünmeye ihtiyacım."

Aralarından sıyrılırken kapıya doğru uzaklaşmıştım.

"Odamda olcağım."

Elimdeki kimliği sıkarken hızlı adımlarla ilerledim. Gözlerim yanmaya başladığında kimse durdurmadan odama koşmak istedim.

Kısa sürede vardığım odamdan içeriye girdikten sonra arkamdan kapıyı hızla kapattım. Hisleri çekilen bacaklarım bedenimi daha fazla taşımazken kapattığım kapının arkasına çöktüm.

Gözlerimle verdiğim savaşı kaybederken göz yaşlarım yanaklarımda süzülmeye başlamıştı.

Bu kadar basit bir şey gibi özgürsün demişti Vincent bana. Hiç özgür olmamış bir insan için bu kelimenin ne ifade ettiğini anlayamazdı. Kimse anlayamazdı.

Öylece gelip her şeyin bittiğini söyleyemezdi!Sonunda beni serbest bırakacaklarsa aylardır beni neden bu kadar baskılamışlardı? Her gelişinde tehtitlerine mağruz kalmıştım. Bir dahaki seferinde işimi bitireceklerine inanarak diken üzerinde durmuştum. Neden?

Tutsak tutulan hayvanlara zincir vurulurdu. Hayvanlar tekrar tekrar artık kurtulamayacağını anlayana, kabullenene kadar kurtulmayı denerdi. Tüm umutları tükendiğinde zincirler çıkarılsa bile tekrar denemezlerdi kurtulmayı. Zincirler birer his, görünmese bile varlığından kurtulunamayan birer gösterge olurdu artık. Artık olmasa bile etkisi sonsuza kadar orada kalırdı.

Özgür olduğum düşüncesi kafamda yankılarla dağılıyordu sanki. Özgürlük! Bu kelime beni korkutmuştu. İçimde öyle büyük bir korku oluşmuştu ki panik atak geçiriyorum sandım.

Bunca zamandır Dseth'den kurtulduğumu düşünmüştüm. Slater'dan beni alamazlardı. O kadar güçlü değillerdi. Peki ya dışarıda hala beni bekleyen birileri varsa? Slater'ın özel doktorları karnımdaki takip cihazını ameliyatla çıkarmıştı. Dseth beni hâlâ bulabilir miydi?

Percy peşimi asla bırakmazdı. Dseth ihaneti affetmezdi. Dışarıda tek başıma bir an kalsam anında yakalanacaktım sanki.

Tutsaklık bitmişti. Tüm duvarlar benim için artık yıkılmıştı. Peki kafamın içinde kendi ördüğüm duvarlarla ne yapacaktım?

Durumumu tahmin ettikleri için uzun süre yalnız kalamayacağımı biliyordum. Birazdan birisi beni kontrol etmek için gelecekti. Bir şeyleri kırıp döktüm mü yada kendime zarar verecek bir şey yaptım mı diye bakacaklardı. Ruh halime güvenmediklerini biliyordum. Hepsinin ne işe yaradığını bilmesemde sözde uykularımı düzetmek amacıyla verdikleri ilaçlar arasındaki bir ilacın antidepresan tarzı bir ilaç olduğunu çok iyi biliyordum. Aynı ilaç Dseth tarafından da veriliyordu. Her iki tarafta komik şekilde yaşadıklarımı kaldıramayıp intihar etmemden korkuyordu.

Haberim olmadan böyle bir ilaç vermeleri beni kızdırsada ses çıkartmıyordum şimdilik. Korkuyorlardı benim için. Haksız bir korku değildi çünkü belli bir süre bunu ciddi olarak düşünmüştüm. Ancak yaptığım tüm kötü işlere karşılık basitçe ölemezdim. Öldürdüğüm insan sayısından kat ve kat daha fazla insanı kurtarmam gerekiyordu. Vicdanımın rahat etmeyeceğini bilsem de elimden geldiğince çabalamalıydım.

Titreyen ellerimin tersiyle gözlerimdeki yaşları en azından önümü görebilecek kadar temizledim. Duvardan destek alarak ayağa kalktım. Odanın içindeki banyoya ilerledim.

Aynadaki yansımanın yüzündeki dağılmış ifadeye bakmak istemedim. Gözlerim kırmızıydı. Önümdeki musluğu açıp birkaç kez kendimi daha iyi hissedene kadar su çarptım.

Ellerimi lavabonun iki yanına dayarken nefesimin düzene girmesi için derin nefesler aldım.

O kadar uzun zamandır kendimi kasıyordum ki, son yaşadıklarım daha da zorlamıştı beni. Bir anda böyle bir şeyin olmasını beklemediğim için ani bir sinir boşalması yaşamıştım.

Kimse beni bu halde görmemeliydi.

Yüzüme son bir kez daha su çarptıksan sonra yüzümdeki suları kurulamadan banyodan çıktım. Yatağımın yanında duran haplarımın yanına yaklaştım. Kutuları teker teker açıp hepsinden birer tane alıp hepsini ağzıma attım. Hapların yanındaki bardaktan bir yudum su alırken ilaçları tek seferde yuttum.

İlaçların çoğunun ne oldukları ve ne işe yaradıklarını bilmiyordum ama sonuç olarak iyi geliyorlardı. Beni zehirlemedikleri sürece içmeye devam etmeye razıydım.

Başımda inanılmaz bir ağrı başlamıştı. Camın yanındaki koltuğa ilerleyip oturdum. Gözlerim direkt olarak camdan dışarıya dönmüştü. Artık canım ardından bakmama gerek yoktu değil mi?

Düşüncelere dalmama izin vermeden kapım tıklatıldığında derin bir nefes aldım.

"Kapı açık."

Kapı beklemeden açılırken Clayton kafasını içeriye uzatmıştı.

"Gelebilir miyim?"

Sesindeki çekingenliği fark ettim.

"Gel."

Yavaşça içeriye girip arkasından kapıyı kapattı. Yanıma yaklaştığında oturması için biraz yana kaydım. Yanıma oturması için koltuğa elimle vurmuştum.

Yanıma oturduğunda dikkatlice gözlerime baktı. Kızarıklık daha geçmemiş olmalıydı. Gözlerimi kaçırırken kafamı önüne çevirip dışarıya baktım tekrar.

Bir süre ikizde konuşmadık. Ben içimdeki düşüncelerle boğuşmaya çalışırken dışarıyı izledim öylece. Clayton'ın da canını sıkan bir şeyler var gibiydi. Konuşmaya nasıl başlayacağını bilemiyordu sanki.

"Bana kızgın mısın?"

Kafamı ona çevirdiğimde endişeli gözleriyle karşılaştım.

"Neden sana kızayım ki?"

"Sana sormadan böyle bir şey yapmamız doğru değildi. Senin fikrini sormamız lazımdı. Benim gibi birinin soy adını taşımak istemeyebilirsin."

Cümlesinin sonuna doğru gözlerini başka bir tarafa çevirmişti. Son söylediğini kendi kendine söylemiş gibi mırıldanmıştı.

Kaşlarım çatılırken bacağının üzerindeki elinin üzerine elimi koydum. Merakla bana döndüğünde elimden geldiğince gülümsedim.

"Her şeyi benim için yaptığınızı biliyorum. Sanırım bu size kızacağım kadar büyük bir mesele değil. Hem ayrıca senin kadar muhteşem bir adamla aynı soy adını kullanmak beni ancak yüceltir."

Söylediklerim ardından gözle görülür şekilde rahatladığını gördüm. Bir şeylerin içten içe onu hala rahatsız ettiğini hissediyordum ancak bunu ustaca gizlemişti.

"Hem cidden Turner olabilirdim tanrım. Bunu önlediğin için sana sonsuza kadar minnettar olabilirim."

Söylediklerime aynı anda güldük. İkimiz de biraz daha iyi hissediyorduk artık.

"Aslında Vincent başta James'in en iyi seçenek olduğunu söylemişti ama James kesin bir dilde reddetti bunu. Seninle kardeş olmak istemiyor sanırım."

Yüzünde yavaşça muzip bir sırıtma oluştuğunda gözlerimi devirdim.

"Biliyor musun vaz geçtim. Turner bence o kadar da kötü olmayabilir."

Kıkırdamıştı.

"Gerçi sizi karı koca olarak da gösterebilirdik."

Hızlı bir nefes aldığımda tükürüğüm boğazıma kaçmıştı. Zar zor öksürürken kötü gözlerle Clayton'a baktım. Bunlar hep Loan'ın boş boğazlığı yüzündendi eminim.

"Saçma sapan şeyler söyleme!"

"Hadi ama aranızdaki çekimin herkes farkında."

İnanmaz gözlerle ona baktım. Tam olarak ne saçmalıyordu?

"Saçmalıyorsun tanrım! James'le aramızda olabilecek tek çekim birbirimizi öldürme arzusu olur."

Yüzünde yine muzip bir bakış gördüğümde omuzuna sertçe vurdum.

"Saçma sapan şeyler düşünme!"

Kahkahasını bastıramazken iki elini havaya kaldırıp pes ettiğini gözterdi.

"Tamam tamam."

Kollarımı birbirine bağlarken tripli bir şekilde önüme döndüm.

"Hadi ama kızdın mı bayan Walker?"

Gözlerimi devirirken omuz silktim. Benimle dalga geçmemeyi öğrenecekti.

Koltukta hafifçe yaklaştı. Kolunu omzuma atarken kendine çekmişti beni. Kafam omzuna yaslanırken haraket etmedim.

Bir süre ikimizde sustuk. Kendimi geri çekmedim. Yarı sarılır şekilde birkaç dakika kalmıştık.

"Korkuyor musun?"

"Neyden korkuyor muyum?" Aniden gelen esnemeyle zar zor konuştum. İlaçlar etki etmeye başlamıştı bile.

"Dışarıdan."

Pencerede kilitli olan gözlerim anlık titremişti. Bunca zaman bunu o kadar belli mi etmiştim?

"Bilmiyorum."

Gözlerimin yavaşça kapandığını hissederken karşı koyacak gücü bulamıyordum.

"Hiç özgür olmadım. Bunun nasıl bir his olduğunu bilmiyorum. Belki korkuyorum emin değilim. Yine de onu deli gibi istemekten vaz geçemiyorum."

"Dseth'e geri dönmekten mi korkuyorsun?"

Clayton aklımdan geçenleri net biçimde biliyor gibiydi.

"Dseth'den korkmuyordum. Dseth'in beni dönüştürdüğü kişiden korkuyorum."

Bilincim yavaşça kapanıyordu.

"Dseth'in elindeki sen değildin."

Dudaklarım hafifçe kıvrılmıştı.

"Dseth sadece içimdeki canavarı kullanıyordu. Her şeyi yapan bendim. Tetiği çekerken bir kez bile gözümü kırptığımı hatırlamıyorum."

"O sen değildin. Hiçbiri senin suçun değil."

Uykuya dalmadan hemen önce varla yok arası son kez bir şeyler duymuştum. Clayton'ın son sözlerini algılayamayacak kadar uyuşan beynim kendini yavaşça kapatmıştı.

 

 

 

 

 

 

 

 

***

Loading...
0%