Yeni Üyelik
7.
Bölüm

Bölüm-6

@mavros

~~~

 

KÜÇÜK ADIMLAR

 

 

"Benimle birlikte mi geleceksin?"

İnanamayarak sordum. Benden nefret ettiğine emin olduğum James benimle birlikte dışarıya çıkmak için teklifte mi bulunuyordu yani?

"Dışarıya çıkmak için hazırlanmadın mı?"

"Evet ama-"

"Ben fikrimi değiştirmeden gidelim o halde."

Şaşkınlıkla ne diyeceğimi bilemezken ayağa kalkıp James'e doğru birkaç adım attım.

"Neden benimle gelmeye gönüllü oluyorsun?"

Yanına vardığımda merakla sordum. Bu James'den beklenmeyecek bir haraketti.

"Uzun süre kapatılmanın nasıl bir his olduğunu biliyordum." Bir anda söyledikleriyle istemsizce kaşlarım merakla yukarı kalktı.

Aklıma geçen gün Damon'la konuşmaları gelmişti aniden. Yeni fark ediyordum ki James'in geçmişiyle ilgili hiçbir bilgim yoktu. Diğerlerinin hayat hikayelerini az çok biliyordum ancak James tamamen bir gizemdi.

"Son görevden sonra bende hiç dışarıya çıkmadım. Hava almak iyi gelir."

Yüzümdeki meraklı ve sorgulayan ifadeyi fark edince konuyu geçiştirip hızlıca açıklamaya çalışmıştı kendini.

Birkaç gün önce aramızdaki buzları eritmeyi amaçlayarak James'e kurabiye ikram etmiştim. Tabi kurabiyeleri zaten onun yapmış olması ayrı bir rezillikti ancak sonuçta ben ilk adımı günler önce atmıştım. Şimdi de James de bana büyük bir adım atıyordu.

"Hadi gidelim."

Dudaklarımın iki yana kıvrılmasını engellemedim. James'in gözlerinin anlık dudaklarıma kaydığını gördüm. Gözlerini hızla kaçırmıştı. Arkasını dönüp salondan çıktığında az önce yaşanan gariplikleri sorgulamayı es geçip arkasından yürüdüm.

Asansöre bindiğimizde sakince yan yana durduk. Ben anlık gelen salaklıkla önünde durduğum asansör tuşlarına basmayı unutunca James benim yerime önümdeki tuşlara uzandı. Yaklaşan bedeni yüzünden bir adım gerilemiştim. Geri çekildiğinde garaj katının düğmesinin yandığını gördüm.

Aşağı inene kadar kimseden ses çıkmamıştı.

Sessizlikten gerilmeye başladığım an asansör ses çıkararak açıldı. Sessizce rahat bir nefes vermekten alıkoyamadım kendimi. Belli etmemeye çalışsam bile James'le görev harici aynı ortamda bu kadar yakınken normal davranamıyordum.

James önden asansörden çıktığında tekrar sessizce peşinden takip ettim.

"Arabayla mı çıkacağız?"

"Sakin bir yere gitmek istersin diye düşündüm. Bildiğim güzel bir yer var. Uzak olduğu için arabayla gitmek daha iyi olur."

Sakince açıklama yaptığında görmese bile arkasından kafamı salladım.

Park halindeki araçların arasından bir süre ilerledikten sonra bir spor arabanın önünde durmuştuk.

Oldukça şık duran siyah arabaya bakarken kaşlarım şaşkınlıkla kalktı. Aşırı güzeldi.

"Araban olduğunu bilmiyordum."

"Kullanmaya pek vaktim olmuyor."

James cebinden çıkarttığı anahtarla arabanın kapılarını açtı. Sürücü tarafındaki kapıyı açıp şöför koltuğunu oturduğunda biraz çekinerek yanındaki yolcu koltuğuna oturdum. Elimdem ayırmadığım şapkamı kucağıma bırakıp kemerimi bağladım.

İlk kez bir arabada yan yana oturmuyorduk tamam ama şu anki durum oldukça garip hissettiriyordu. Görevlerde mecburen kavgaları olabildiğince bastırıp ciddi bir ifade de oluyorduk. Şimdi birlikte vakit geçirmek için dışarıya çıkıyor olmamız aşırı garip geliyordu. Saçma bir durumdaydık.

James de kemerini bağladıktan sonra arabayı çalıştırmış otoparkın çıkışına sürmüştü. Arabayı belirli bir yöne sürmeye başladığında sessizce yolu izlemeye başladım.

Dışarıda güneşli bir hava vardı. Bahara gireli çok olmamıştı ama bu gün hava cidden çok güzel görünüyordu.

Tesisin etrafı konumu yüzünden daha tenhaydı. Araba ilerledikçe sokaklardaki insanların sayıları artıyordu.

Özgürce dolaşan insanlara bakarken her daim içim burkulurdu. Bir yere koşuştursalar bile sonunda yine istediklerini yapacak zamanları olurdu. Gün bittiğinde gidecek bir evleri, kavuşacakları bir aileleri vardı.

Dseth'in verdiği görevleri gerçekleştirirken durup da etrafımdan geçen insanların farkına varacak zamanım olmazdı. Bazı şeylerin eksikliği artık daha da gözlerimin önüne geliyordu sanki.

James arabayı trafik ışıklarında durdurduğunda gözlerim yol kenarındaki ağaçların sallanan dallarına değmişti. Rüzgarı hissetme isteği içime doğarken aniden kafamı çevirip dikkatlice önüne bakan James'e baktım.

"Camı açabilir miyim?"

Konuşmamla yavaşça bana döndü.

"Sormana gerek yok. İstediğini yapabilirsin."

"Teşekkür ederim." Ne için teşekkür ettiğimi bilmesem de bir an dudaklarımdan dökülde kelimeler. James'in bakışları bu halime karşı garipleşmişti.

Arkamızdaki araçlardan korna sesleri gelmeye başladığında yeşil ışığın yandığını anlayan James önüne dönüp gaza bastı.

Sağ tarafıma dönüp kapı kolunun yanındaki düğmeye bastım. Camın sonuna kadar açılmasına izin verdim.

Cam ortadan kaybolduğu gibi içeriye serin hava girdiğinde mutlulukla gülümsedim. Elimi hafifçe dışarıya çıkarıp rüzgarın elimi okşamasını sağladım.

Açık bıraktığım saçlarım koltuğun arka tarafına doğru savruluyordu. Yanıma toka almayı unuttuğum aklıma gelsede halimden mutlu olduğumu düşündüm.

Yolların giderek seyrekleştiğini fark ettiğimde şehirden uzaklaştığımızı anlamıştım. James şehri çıktıkça hızını daha da arttırmıştı. İçeriye giren rüzgarın hızı hoş bir şekilde artarken bundan ne kadar keyif aldığımı fark ettim.

Hızı seviyordum. Hayatı yaşamak benim için o kadar hızlıydı ki sonunda hız tutkum haline gelmişti. Arabalara karşı özel bir ilgim yoktu ancak hızın sınırlarını zorlayan spor arabalarına her daim hayran olmuştum. Bir defasında görev yüzünden yasa dışı bir sokak yarışına katılmak zorunda kalmıştım. Başta korkutsada yükselen her kilometrede hazzın daha da arttığına tanık olmuştum. Hız bağımlılık yapıyordu.

Araba ormaklık alana girdiğinde James hızını biraz azaltmıştı.

Bir süre daha ağaçlar ve yeşillikler arasında yol aldıktan sonra ileride görünen bir tepenin gerisinde arabayı durdurmuştu.

"İşte geldik."

James kemerini açarken bana kararsız bir bakış atmıştı. Beni beklemeden arabadan indiğinde kemerimi çözüp peşinden indim.

James bir an tekrar bana bakmış ve ileride görünen tepeye doğru ilerlemişti. Etrafı incelerken pesinden ilerledim.

Tepenin sonuda geniş bir alana vardık. Gördüğüm manzarayla kalbim hızlanmıştı. Etrafımız tamamen ormanla çevriliyken hemen önümüzdeki vadinin karşı tarafında neredeyse tüm şehir görünüyordu.

"Eğer daha farklı bir yere gitmek istersen gidebiliriz. Alışveriş merkezi falan?"

James beğenmememden korkuyordu ama ben resmen tutulmuştum. İçim tamamen huzurla dolmuştu resmen. Kulağıma değen kuş cıvıltıları ve ormanın temiz havası ruhumu besliyor gibiydi. Tam önümüzde şehir sanki ayaklarımızın altındaydı. James beni daha güzel bir yere götüremezdi.

"Hayır. Burası çok güzel."

Etrafa hayran bakışlarımdan bunu nasıl anlamadığını düşündüğüm James beğendiğimi söylememle rahat bir nefes aldı.

Tepenin ucundaki bankı yeni fark ederken adımlarım bilinçsizce oldukça eski durumda olan banka ilerlerdi. Gözlerimi önündeki manzaradan ayıramıyordum resmen.

Birkaç saniye sonra James de yanıma oturmuştu. İkimiz de bir süre sessizce önümüzdeki manzarayı izlemiştik.

Birkaç gün önce biri James'le birlikte sakince oturup beraber öylece manzara seyredeceğimizi söyleseydi suratına karşı kahkaha atardım. Şimdi geldiğimiz duruma bakınca hayatın cidden beklenilmez bir şey olduğunu anlıyordum.

Gözlerimi manzaradan ayırmayı başardığımda kafamı çevirip James baktım. Bakışlarımı üzerinde hissettiğinde onunda gözleri benimkileri bulmuştu. Mavi gözlerinde neden baktığımı sorarcasına bir ifade oluştu hemen. Mavilerine bu kadar yakından ilk kez bakıyordum sanırım. Cidden güzellerdi.

Ne söyleyeceğimi düşünmediğimi fark ettiğimde bir an panikledim. Sadece içimdem dönüp bakmak istediğim geçmişti. Bunu fark ederken yüzümün yandığını hissettim. Gözlerimi normal bir yavaşlıkta çevirmeye çalışıp bakışlarımı kaçırdım.

"Burası cidden çok güzelmiş."

Aklıma gelen ilk şey dudaklarımdan dökülmüştü hızlıca.

"Geceleri daha güzel oluyor."

Söylediğiyle istemsizce buranın gece nasıl görüneceğini düşündüm. Şehir uzaktan ışıl ışıl görünürdü sanırım. Şehrin ışıkları yeterince uzak olduğu için yıldızlar da çok güzel görünürdü kesin.

"Güzel olmalı. Nasıl buldun burayı?"

Bir süre soruma cevap vermediğinde başımı James'e çevirdim. Gözleri manzara çevirliydi ancak baktığı şeyin önündeki manzara olmadığı hissine kapıldım. Mavileri uzaklara bakmaktan çok düşünüyor gibiydi.

"Eski bir arkadaşım göstermişti."

Sonunda cevap verdiğinde ses tonu buğulu gelmişti kulağa. Bahsettiği arkadaşına ne olduğunu sormak istemiştim ancak bunu yapmaya cesaret edemedim. Haddimi aşıp ortamı bozmak istemedim.

Konuyu değiştirmem gerektiğini fark ettiğimde söyleyecek bir şey aradım.

"Vincent size maaş ödüyor mu?"

Aklıma gelen ilk soruyu ortaya atmıştım. Sorunun saçmalığıyla suratımı buruşturdum. Salağın tekiydim sanırım.

Hadi ama, biraz gerimizde kalan arabanın pahalı bir şey olduğunu biliyordum. Bizim tek işimiz de ne olduğu ortadaydı. Ortada bir gelir kaynağı olmalıydı.

James yüzüme garip bir bakış attı bir süre. Oldukça ciddi durduğumu fark ettiğinde yüzünde önce bir gülümseme oluşmuştu. Daha sonra dayanamamış ve kahkaha atmaya başlamıştı.

Tam olarak neye güldüğünü anlamasam bile gülen yüzüne bakarken benim de yüzümde bir gülümseme oluştu. Bir süre merakla gülüşünü seyretmiştim çünkü ilk kez James'i gülerken görüyordum.

Kahkahalarını yavaşça bastırdığında yüzünde kalan gülümsemeyle bana bakmıştı.

"Gerçekten tahmin edilemez birisin."

Gülümsememi silemezken tek kaşımı havaya kaldırmıştım.

"Ciddiyim ben. Arkamızdaki bebeği almak için çok para lazım. Eğer doğuştan zengin değilsen paranın bir kaynağı olmalı."

Bana yine garip bir bakış atıp kafasını iki yana sallamıştı. Bu sanırım çok aptalsın demekti emin değilim.

"Araba Damon'ın hediyesiydi."

Şaşkınlıkla kaşlarım havaya kalktı. Tamam zengin olan kişi Damon'dı.

"Yine de bir gelir kaynağınızın olması lazım. Sonuçta her daim görevde değilsiniz. Kişisel hayatlarınız hâlâ var."

Para her zaman lazımdı. Benim için Slater'a çalışmak bir zorunluluktu. Teslim olmuş bir düşmandım. Öylece hizmet etmem isteniyorsa yapmam gerekiyordu. Diğerlerinin para aldığına emindim yine de.

"Elbette Slater tesisteki diğer tüm askerler gibi Fearles'a ödeme yapıyor. Grupta ödeme alamayan sadece ikimiziz." Bir an durmuştu. "Aslında ben daha önce para talep etmedim. Dışarıya görevler haricince fazla çıkmadığım için paraya da ihtiyaç duymuyorum."

Haklı olduğumu söylemesiyle gülümsemiştim ancak sonda eklediğiyle yüzümdeki ifade anında meraka dönmüştü. James neden para almıyordu? İhtimallerin çokluğu kafamda dolanmaya başlasada bir sonuca varmak zordu. Her şey Damon'la konuştukları konuya çıkıyordu. Konuşmalarının en önemli kısımlarını kaçırmış olmalıydım. Duyduklarımdan henüz anlam çıkaramıyordum.

"Bu konuda soru sormaman yararına olur."

Sorularımı sıralamak üzere açılan ağzım kapanmak zorunda kaldığında dişlerimi sıktım. James çoktan gülümsemeyi bırakmış ve ciddi moda geçmişti.

Önüme dönerken hırslı bir soluk aldım. Bilmediğim bir şeylerin olması beni çıldırtıyordu.

James'in de nefesini verdiğini duymuştum. Bankta kayarak bana doğru dönerek oturdu.

"Gitmek veya yapmak istediğin bir şey varsa söyle. Damon yakında göreve çıkacağımızdan bahsediyordu. Önünüzdeki günlerde tekrar fırsatın olmayabilir."

Dengesiz adamın ruh hali yine uysala döndüğünde gözlerimi devirdim. Bu günü Ameya'ya tahamül etmeye adamıştı sanırım.

"Şapkan oldukça hoşmuş bu arada."

Parmağıyla varlığını bir an unuttuğum şapkayı gösterdi. Gözlerinde eğlenen bir ifade vardı ve bunu saklamaya çalışmıyordu. Yan şekilde bakarken gözlerine sert bir bakış attım.

Elimde tutmaktan sıkıldığım şapkayı kafama taktım. Banktan ayağa kalkıp öne doğru biraz ilerledim. Düzlüğün sonunda tepe aşağıya doğru eğimliydi.

Çimenlerin üzerine oturup bacaklarımı aşağıya doğru uzattım. Kafamı çevirip hareketlerimi izleyen James'e baktım.

"Şu anda yapmak istediğim tek şey burada oturmak." Kollarımı iki yanıma açarken bedenimin geri kalanını da çimlere bıraktım. Sırtım yere değerken görüş açım bulutların süslediği gökyüzü olmuştu.

"Ve bir süre sadece öylece durmak."

Derince bir nefes alıp anın tadını çıkardım. Koşmak zorunda olmadığıma ilk kez inanıyormuşum gibiydi.

Gelen seslerden James'in ayağa kalktığını anladım. Yanıma yaklaştığını ve sağ tarafıma oturduğunu anlasamda gözlerimi gökyüzünden çevirmedim.

Bir süre ikimizde sessizdik. James istediğimi gerçekleştirmiş ve ikimiz beraber bir süre sadece durmuştuk. Konuşmak yoktu. Düşünmek ve endişe etmek yoktu.

Gök yüzüne bakan gözlerimi yavaşça çevirip yanıma baktım. James de benim gibi çimenlere uzanmıştı. Gözleri yukarıya bakıyordu.

"Şapkayı Jace'den aldım."

Konuştuğumda kafasını çevirip bana baktı. Yüzlerimiz birbirine bakarken yan yana yerde yatmamızın garipliğini şu anda düşünmek istemiyordum.

"Sana yakışmış."

İltifatına karşı gülümseyerek karşılık verdim. Öyle düşünüp düşünmediği veya öylesine söylediği bir şey olma ihtimali umrumda değildi. James'in ağzından yalan olsa bile güzel şeyler duymak zordu. Bunun keyfini çıkarmakta sakınca yoktu bana kalırsa.

Gözlerim mavilere takıldığında istemsizce yutkundum. Mavi gözleri içimi görürcesine derin bakıyordu. Bu yakınlıktan huzursuzlanırken gözlerimi tekrar gökyüzüne çıkarttım.

"Soru sarmamdan hoşlanmıyorsun biliyorum ancak bir soru sormak istiyorum."

Birçok soru sormak isterdim elbette ancak cevaplamayacağını biliyordum. Her şeyden önce tesise geldiğim günden itibaren aklımı kurcalayan bir sorum vardı ve umuyordum ki belki buna bir cevap bulabilirdim.

"Cevaplayabileceğim bir soruysa eğer dinliyorum."

Birkaç saniye doğru kelimeleri seçmek için bekledim. Yanlış anlaşılıp sorum yüzünden şu anda aldığımız yolun geri tepilmesini istemiyordum.

"Ben bilmeden sana karşı bir kötülük mü işledim?"

James'e döndüm tekrar. Bunca zamandır hâlâ bana baktığını fark ettiğimde yüzümü sabit tutabilmek için elimin altındaki çimenleri ezmiştim.

"Aranıza katılalı uzun zaman olmadı biliyorum. Eskiden çok fazla kötü şey yaptım, çok insanın canını yaktım ve bilmiyorum belki yaptığım görevlerden biri bir şekilde senin de hayatını etkilemiş olabilir."

Kaldığımız tesise ve Fearles'a ilk geldiğim günü hatırlıyordum. Geleceğimden haberleri vardı ve zaten hakkımda her şeyi önceden öğrenmişlerdi. Diğer herkes temkinli olsalar bile bir şekilde ılımlı karşılamışlardı beni. Bir tek James bana karşı nefretle bakmıştı. Beni ilk gördüğü andan itibaren ne zaman gözlerini üzerimde yakalasam gözlerinde aynı ifade vardı. Tam olarak nefreti tanımlayamazdım belki ama gözlerinde gördüğüm duyguların nefretten başka açıklaması var mıydı bilmiyorum.

"Benden nefret mi ediyorsun James?"

James'in yüzünden anlamdıramadığım bir ifade geçmişti. Böyle bir soru sormamı beklemiyor olmalıydı.

"Senden nefret etmiyorum Ameya."

Garip bir ses tonuyla söylemişti. Benden çok kendini inandırmak ister gibiydi sanki.

"Şey pek öyle görünmüyor."

Eğer benden nefret etmediğini söylüyorsa bütün yaşadığımız anlaşmazlıklar nedendi?

James yattığı yerden kalkıp oturur pozisyona geçtiğinde bende oturmak için kalktım.

"Pek anlaşamadığımızın ikimizde farkındayız ama senden nedret etmiyorum."

"Güzel bende senden nefret etmiyorum. O halde birbirimize beden bu kadar kötü davranıyoruz?"

Cümleler alaylı bir şekilde çıkmıştı dudaklarımdam. Benden nefret etmediğini söylemesi tamamen yalandı.

"Sana hiçbir şey yapmamıştım ama sen beni ilk gördüğünden beri benden kurtulmak ister gibisin?"

"Rol yapmayı sevmiyorum. Vincent bir anda aramıza Dseth ajanı soktuğunda diğerleri gibi yalandan sempati göstermek mi zorundaydım?"

Ağzımdan histerik bir kahkaha kaçtı.

"Güldürme beni James. Güvenmediğin insanları izler ve değerlendirirsin. Hiç olmazsa hata yapmasını yakalamayı beklersin. Sen sadece benden nefret ediyorsun."

Ortamın giderek gerildiğini hissettim. James'in çenesi kasılmıştı. Bir şeyler söylememek için kendini kasıyordu.

James'in bir cevap vermesini beklerken ortamı daha da kasfetlendirmek ister gibi güneş ışıkları yavaşça kaybolmuştu. Ne zaman geldiklerini fark etmediğim kara bulutlar tam tepemizde durduğunda kafamı kaldırıp gök yüzüne baktım.

"Senden nefret etmiyorum."

James tekrar aynı cümleyi kurmuştu. Bir argüman sunamıyordu ve beni de, kendini de buna inandırmaya çalışıyordu.

Gözlerimi kara bulutlardan çekemezken James'e cevap vermedim. İçimde huzursuzluk oturmuştu aniden. Çok geçmeden sadece birkaç saniye içinde üst üste gürleyen gök yüzüyle nefes alışım istemsiz hızlanmaya başladı.

Yağmur yapacaktı ve ben dışarıdaydım!

Hızla ayağa kalkarken gözlerimi bulutlardan ayıramadım. Yağmur her an başlayacak gibiydi.

"Yeter bu kadar tesise dönmek istiyorum."

James aniden değişen ruh halime anlam veremez şekilde ayağa kalkmıştı. Onu beklemeden hızlı adımlarla arkamızda kalan arabaya ilerledim.

Kapı koluna dokunduğumda kilitli olduğunu anlamıştım.

"Hızlı olur musun?"

Ağır adımlarla yürüyen James'e seslenirken sesim istemsizce sert çıktı. James'in kaşları çatılsada ses çıkarmadan adımlarını hızlandırdı.

Sonunda kilitler açıldığında kendimi hızla içeriye attım. Kapımı aynı hızla kapatırken tuttuğum nefesi yavaşça vermiştim.

Arabaya binmemden sadece saniyeler sonra arabanın camına yağmur damlaları düşmeye başlamıştı bile.

Bedenim istemsizce kasılırken sağ elim karın boşluğuma gitti. İçime işleyen his midemi bulandırıyordu. Gerçek olmadığını biliyordum ama oradaydı işte. Geçmiyordu. Aynı soğukluk ve acı yine oradaydı.

James arabayı çalıştırıp yola çıktığında her şey yolundaymış gibi davranmaya çalıştım. Hissettiğim acı yüzünden yanağımın iç kısmını ısırıyordum.

James birkaç saniyeliğine bana döndüğünde karın boşluğuma bastırdığım elime değdi gözleri. Elimi yavaşça bastırdığım karmından dizime indirdim. Bir anda ne olduğuna anlam verememiş gibiydi.

"İyi misin?"

Düzende tutmaya çalıştığım nefesimle sesimin tonunu düz tutmaya çalıştım.

"Evet neden olmayayım?"

Araba kullandığı için tamamen bana dönemediği için tekrar kısa bir bakışla beni süzmüştü.

"Pek öyle görünmüyor."

Cevap vermemeyi seçtim. Elbette bir şeyler olduğunu anlamıştı. Olayı irdelemesi sinirlenmemi sağlıyordu yine de. Lanet olsun ki sinirlerimi bozanın James mi yoksa bu yağan lanet yağmur mu olduğunu bilmiyordum.

"Şu arabayı daha hızlı süremez misin?"

Giderek hızlanan yağmurla birlikte sanki vücuduma saplanan acılar daha da artıyordu.

"Ben senin şöförün değilim."

Sonunda James de sinirlenmeye başlamıştı.

"Tanrım dışarıya asla çıkmamalıydım. Neden benimle gelmek istedin ki!"

Ona gereksiz yüklendiğimi biliyordum ancak sinirlerim öyle gerilmişti ki kendimi durduramıyordum.

"Hataydı!"

Daha çok kendine söyler gibi sertçe mırıldansada net duymuştum. Yumruklarımı sıkarken bir an arabayı durdurmasını söylemeyi düşündüm. Bu fikriden anında vaz geçmiştim. Yağmur bardantan boşalırcasına yapıyordu ve dışarıya adım attığım anda ölürdüm.

Yan gözle direksiyonun tutan ellerinin sıkılaştığını gördüm. Yolun geri kalanında ikimizde konuşmamıştık. Arabanın içindeki hava patlamaya hazır bir bomba gibiydi.

Sinirini böyle atmayı tercih etmiş olmalı ki geçtiğimiz yolu yarı yarıya daha hızlı geldiğimizde tesise kısa sürede varmıştık.

Araba otoparka girip yağmurun etkisinden kurtulduğunda rahat bir nefes aldım sonunda. James arabayı ilk gördüğü boşluğa hızla girip park ettiğinde araba durur durmaz kendimi arabadan dışarıya attım.

Arkamdan arabanın kapısının serçe çarptığını duysamda arkamı dönüp bakmadım. James'i beklemeden koşar adımlarla asansörlere ilerledim.

Yaşadığım en garip günlerden birinden koşar adımlarla kaçtım.

 

 

 

 

 

 

 

 

*

Loading...
0%