@may350
|
Ekim ayının sonlarıydı. Havalar gün geçtikçe soğuyor , gökyüzünde kara kara bulutlar dolaşıyordu.
Perdelerin hiçbir zaman açık olmadığı evimde her şey yine rutine bağlı , aynı düzendeydi. Uzun zamandır gözüme girmeyen uyku sonunda kendini göstermiş , gece birden , öğlen ikiye kadar uyuyabilmiştim. Şimdi ise odamın tavanına gözümü dikmiş yarım saattir aynı boş noktaya bakıyordum. Günler birbirinin bu kadar aynısı olunca uyanmak ya da uyumak benim için pek bir şey ifade etmiyordu artık. Günler , hatta bazen gece gündüz bile birbirine karışıyordu.
Kendimi böylesine bir hayata mahkum eden ise yine benden başkası değildi.
Asla böyle bir hayat hayal etmemiştim. Zaten kim hayal edebilirdi ki bu hayatı?
Sonunda yatağımdan kalktım. Ağır ağır hareket ederek mutfağa doğru yol aldım. Tam iki haftadır hiçbir şekilde dışarı çıkmamıştım. Genelde dışarı çıkmazdım , çıktığımda ise uzun bir süre dışarı çıkmadan beni idare edecek tüm ev alışverişini ve ufak tefek işlerimi hallederdim. Bugün de o günlerden biri olacaktı , çünkü buzdolabımın kapağını açtığımda karşılaştığım tek şey süt ve biraz peynir olmuştu.
Dolabın içinden süt kutusunu çıkardım ve dolabı geri kapattım. Tezgahın üzerinde duran , bardağıma koyduğum soğuk sütün yanına , yine tezgahta gözüme kestirdiğim bir tane muzu aldım ve mutfak masasına oturarak günün ilk öğününü yemeye başladım.
Her şeyin nasıl buraya geldiğinin muhakemesini yapmaya başladım yine kafamda. Arada bir gelirdi bu muhakeme. Neden böyle birine dönüştüm? Neden kendimi yalnızlaştırdım? Aslında bu ve türevi soruların cevabı netti ama yine de aklıma düşüyordu arada.
Ufak çaplı kahvaltımı derin düşüncelerle birlikte yedikten sonra , sanki tam vaktini bekliyormuşçasına telefonum çaldı. Telefonumu koltuğun üzerinden alıp açmaya giderken , kimin aradığını çoktan tahmin etmiştim bile. Tahmin ettiğim gibi de oldu. Arayan annemdi.
"Birce , birtanem nasılsın?" Telefonu açar açmaz yine benim aksime yüksek bir enerjiyle konuşmaya başladı annem. Her ailemle konuştuğum zaman yaptığım gibi , ki onlardan başka kimseyle görüşmüyorum , hiçbir renk vermeden cevap verdim.
"İyiyim anne. Siz nasılsınız?" , "İyiyiz biz de iyiyiz. Sana bir şey di-" , "Ben seni sonra arasam olur mu anne , derse geç kaldım. Acelem var." Telefonu hemen kapatmak için adeta pusuda bekliyordum.
"Dur , kapatma. Önemli. Haftasonu baban ortağını yemeğe davet etti , tüm aile katılmamız önemli. Mutlaka gelmen lazım. Ablan da burada biliyorsun , yurtdışından geldi. O dönmeden yapalım dedik yemeği." İşte korktuğum şey başıma geldi. Yine bir aile yemeği. En son üç ay önce gitmiştim aile evine. Şimdi tekrar gitmek demek , yeniden gerginlik , stres demekti. Üstelik bunları kendi içimde yaşamam gerekiyordu. Tek başıma yaşadığım bir dünya haline getirdiğim hayatımdan dışarı çıkmak , her zaman bir öncekinden daha zor geliyordu bana.
"Birce , duymuyor musun beni?" , "Duydum ama gelmem mümkün değil. Haftaya sınavlarım var hafta sonu eve kapanıp ders çalışmam lazım." Annem bir iki ısrar etmeye başlayınca tekrar acelem olduğunu söyleyerek bir şekilde telefonu kapattım.
Annem tekrar arayıp yemeğe gelmem için dil dökene kadar , şimdilik yırtmıştım.
Zaten yemeğe gitmem çok önemli bir detay değildi. Tüm aile o yemekte bulunmak istemelerinin en önemli nedeni bu yemeğin bir nevi iş yemeği olması ve karşı tarafa birlikteyiz mesajı vermekti. Bu ufak çaplı gösterinin bir parçası olmak istemiyordum.
Telefonumu koltuğa geri bırakırken kendim de koltuğun bir köşesine yayıldım. Burada böylece , bir süre yatarak kendimi dışarı çıkmaya mental olarak hazırlamayı hedefliyordum.
***
Elimde , içinde evden çıkmadan önce yapmış olduğum upuzun alışveriş listesi bulunan küçük defterim , omzumda çantam ile evime on dakikalık yürüme mesafesinde olan markete yürüyordum. Koltukta bir saat kadar oyalanmış sonunda kalkacak gücü içimde bir yerlerde bulabilip ilk iş alışveriş listesini yapmıştım.
Yaklaşık iki yıldır tek başıma , bu şekilde yaşadığım için artık her şey o kadar belli bir düzende ilerliyordu ki , gideceğim yerler , ilk nereye uğrayıp en son nereye uğrayacağım , hepsi kafamdaki rotada ilerliyordu.
Işıklara geldiğimde durdum.
Hava kararmaya başlamış , etraf iyice kalabalık olmuştu. Karşıya benimle birlikte , geçmek için bekleyen bir insan trafiği vardı.
Beklerken önümdeki insanları incelemeye başladım. Bunu yapmaya devam ederken bir anda , birinin beni izlediğine dair çok güçlü bir his belirdi içimde. Kimin nereden baktığını düşünmeden refleks olarak soluma çevirmiştim kafamı bile. Reflekslerim beni yanıltmadı , kafamı çevirir çevirmez bir çift göz ile bakışlarım buluştu.
Daha önce hiç görmediğim bu erkek , endişeli , aceleci bir haldeydi. Onu farketmeme rağmen asla bakışlarını çekmiyor , ben nereye doğru gidersem o da oraya gitmek için pusuda bekliyordu adeta. Havanın sıcak olmamasına karşın dalgalı saçlarından bir iki tel alnına yapışmıştı. Koşmuş gibiydi.
Bakışlarımı ondan çektim. Aramızda iki üç metre olmasına rağmen buradan onun tüm gerginliğini hissetmiş , zaten dışarıda olduğum için olan gerginliğim katlanarak artmıştı.
Sonunda yeşil ışık yandı ve adımlarımı hızlı hızlı atarak karşıya geçtim. Hemen karşıdaki markete uğramaktı öncelikli planım , fakat hiç düşünmeden hızlı hızlı yürümeye devam ettim. Bir anda peşimde olduğuna adım kadar emin olduğum bu yabancı planlarımı değiştirmişti.
Uzun zamandır ilk defa tehlike çanları bu kadar net çalmıştı benim için. Yürürken bir yandan da arkama bakıp duruyordum , izimi kaybettirdim mi diye. İzimi kaybettirmek bir yana , peşimdeki kişi ben hızlandıkça , daha hızlı olmaya başlıyordu. Neden kaçtığımı da bilmiyorum ki? Benden ne istiyor olabilirdi?
Herhangi bir hırsız olması ve paramı çalmak istemesi mümkün olamazdı , onca kalabalık içinden beni seçecek değildi.
Upuzun bir yolda son hız yürümeye devam ederken artık başka bir sokağa sapmaya karar verdim. Yürüdüğüm yerlerin ıssızlığı da bana hiç yardımcı olmuyordu. Sola doğru dönüp birkaç adım atmaya başlamıştım ki çıkmaz sokağa girdiğimi fark ettim. Vakit kaybetmeden arkamı dönüp bu sokaktan çıkacaktım ki döner dönmez peşimdeki kişinin de sokağa girdiğini gördüm.
Göz göze geldiğimizde aramızda sadece birkaç adım mesafe olduğunu anladım.
"Durur musun artık , yarım saattir peşindeyim." Onun söylediği bu cümle karşısında çığlık atmaya başladım. Artık kaçmak dışında bir şey yapmam gerekiyordu.
"Lütfen sus , bağırma sana zarar vermeyeceğim." Bana doğru yaklaşıp bir yandan da konuşunca çığlığıma ara verdim ve geri geri gitmeye başladım. Kalbim ağzımda atıyordu adeta ama o konuşmaya devam ediyordu.
"Bak biliyorum , her şeyi biliyorum ben gücünü biliyorum. Bu yüzden burad-" , "Sus!" En beklemediğim , ya da beklemek istemediğim şeydi bu. Öyle ki , cüzdanımı çalmak için peşime düşmesini tercih ederdim.
"Yardım etmek için buradayım. Gitmemiz gerekiyor. Beni dinlemen gerek." Konuşmasını yarıda keserek , sırt çantasından bir kâğıt parçası çıkardı. Katlanmış kağıdı hızlıca açarak bana gösterdi. Kağıdın üzerinde benim karakalem portrem vardı. Onu daha önce hiç görmediğimi söylemiş miydim?
"Ben çizdim bunu , tanıyorum seni. Şimdi sakin olup benimle gelmen gerek. Peşimizde birileri var. Gitmemiz-" bir gürültü ile konuşması yarıda kaldı ve yere devrildi.
Duvarın dibinde duran metal çöpün kapağı yerinden fırlayıp kafasına sertçe çarpmış , onu yere devirmişti. Şaşırmamıştım , çünkü bunu benim yaptığımı biliyordum.
*** |
0% |