@mayis_yazar
|
Hoş geldiniz kitabımın ilk bölümüne, umarım seversiniz. İyi okumalar.
Arabamı park edip arabadan indim, bagajdan bavulumu aldım. Bavulumun kulundan tutup güvenliğin olduğu kapıya doğru yöneldim, güvenlik bana bakıp gülümsedi, ben de ona gülümsedim.
"Hoş geldiniz."
"Hoş buldum."
Güvenlikten geçtikten sonra asansöre ilerleyeceğim sırada ayakkabımın topuğu kırıldı ve sendeledim. Duvara tutunup ayakkabımı ayağımdan çıkardım. En sevdiğim ayakkabıydı. Ayakkabıları elime alıp güvenliğin bana şaşkınca bakan bakışlarına maruz kaldım.
"İyi misiniz?" diye sordu.
"Evet, teşekkür ederim."
Yalın ayak bir şekilde asansöre ilerledim, eksi bire tıklayıp beklemeye başladım, asansör gelince içine
Evim bıraktığım gibi duruyordu, kokusunu içime çektim. Özlemişim, iki hafta ayrı kalmak bile zor gelmişti, oysa eskiden evime girmek dahi istemezdim.
"Bu evin anahtarı başka kimde var?"
"Çok konuşma."
"Tamam." dedim gülerek.
Odama geçip bavulumu daha sonra boşaltmak üzere kenara bıraktım. Gözlüğümü çıkardım, üstüme rahat bir şeyler giydim ve kendimi yatağımın üstüne attım.Bir kaç dakika sonra kapının açıldığını ve adım seslerinin bana yaklaştığını duydum.
"Senin çekimin yok muydu bugün." diye sordum gözlerim hâlâ kapalıyken.
"Yağmur yağdığı için iptal ettiler. Uçakta olduğun için yazmadım."
"Anladım."
"Aç mısın?" diye sorunca gözlerimi açıp siyah saçlı, güzel fizikli, siyaha yakın kahverengi gözleri ile bana bakan en yakın arkadaşıma yani Vanessa' ya baktım.
Ben iki yıl hemşirelik okuyup mezun olduktan sonra aileme karşı gelerek yazar oldum. Hayalimdi ama onlar karşı çıkmışlardı.
"Hem de çok." dedim şımarık bir tavırla.
"Benim balım çok mu yorulmuş?" diyerek saçlarımı okşadı, balım derdi bana bazen, hoşuma da giderdi. Başımı salladım sorusuna. "Biraz uyu, ben seni yemek hazır olunca çağırırım."
"Tamam."
Ne kadar uyuduğumu bilmeden Vanessa'nın bana seslenen sesiyle uyandım. Amerikan tarzı modern mutfağımızdan gelen kokuya doğru ilerledim. Televizyonu gören ada tezgaha oturdum. Televizyonda bir Kore dizisi açıktı adını bilmiyorum ama yemeğimi beklerken izlediğim kadarıyla güzel bir diziye benziyordu.
Vanessa önüme bir tabak koydu, önünde adını hatırlayamadığım bir yemek vardı. Küçük hamur parçalarının içine kıyma konan, haşlanan ve üzerine yoğurt konularak servis edilen bu yemeği, Vanessa' nın Türk kökenleri sayesinde öğrenmiştim.
"Türk yemeklerini çok seviyorsun di mi?" diye sordum yemeğimden bir kaşık alırken.
"Evet, hem yemeği hem yapmayı." dedi.
Vanessa' annesi Türk, babası Amerikalı. Türkiye' ye yılda bir iki kez giderlerdi, ama dönerken elleri hiç boş olmazdı. Anneannesi çok tatlı bir kadındı, geçen sene gittiğimde tanıştırmıştı bizi. Eli çok çökertti, ben akrabası olmamama rağmen beni çok iyi ağırladı, sevecenlik gösterdi. Vannessa' nın onu neden anne ve babasından çok sevdiğini o zaman anlamıştım.
"Ayakkabımın topuğu kırıldı." dedim üzgün bir tavırla.
" Hangisinin?"
"En sevdiğim siyah fiyonklu olanın."
"Ya kötü olmuş, boşver yenisini alırız."
" Haklısın."
Yemeğimizi bitirip televizyonun karşısına "U" şeklinde ki koltuğa oturduk. Bir yandan uzattığım bacaklarımın üstüne yatmış Vanessa' nın saçlarını okuyordum bir yandan da kucağıma koyduğum tabletimle oyun oynuyordum.
Yaklaşık bir saat sonra kalkıp tuvalete gittim, işlerimi gördüm ve lavabonun karşısına geçtim. Ellerimi tezgaha dayayıp berbat görünen halime baktım.
Son iki hafta hayatımın en zor iki haftalarındandı, hem New York hem de İngiltere'deki imza gününe gitmek çok yorucuydu. Fakat okurlarımla birlikle olup zaman geçirmek her zaman iyi geliyordu bana, aynı zamanda Londra güzel bir şehir.
Yüzünü yıkayıp tuvaletten çıktım, oturma odasına vardığında Vanessa bıraktığım yerde yoktu, kafamı uzatıp mutfağa baktım ama orada da yoktu. Odasına bakacağım sırada üst kattan ayak sesleri duydum ve merdivenlere yöneldim.
Merdivenleri çıkıp kapıyı açtım, kapalı olan ışıkları açıp " Sen ne-" diyeceğim sırada;
"İYİ Kİ DOĞDUN" diye bağıran arkadaşımı karşımda buldum.
Doğru ya bugün doğum günümdü, yirmi yedinci yaş günüm. Yanıma gelip elimden tuttu, şehrin ışıklarının ve yıldızların tam olarak göründüğü büyük camla kaplı üçgen duvarın önüne oturttu beni. Karşımda Asya tarzı küçük yer masalarından vardı, üstünde ise pasta. Adımın yazılmış pastanın her yerinde küçük çiçekler kondurulmuştu.
Bu çatı katını genelde birbirimizle vakit geçirmek, kız gecesi yapmak ve doğum günleri için kullanırdık. Duvarlara led lambalar asmış, fotoğraflarla, kağıttan yapılmış, çatıdan şakan yıldızlarla süslemiştik. Bir televizyonumuz ve karşısında yattığımız rengârenk minderlerimiz vardı. O da karşıma oturup mumları yaktı, ve şarkı söylemeye başladı.
"İyi ki doğdun Marie, iyi ki doğdun Marie, iyi ki doğdun iyi ki doğdun, mutlu yıllar sana."
Oyunculuğu kadar sesi de güzel olan arkadaşımı şarkısı bitince alkışladım.
"Üflemeden önce dilek tut."
Gözlerimi kapattım, ne dileyebilirdim ki? Hayatımda istediğim herşey vardı, hayalimdeki mesleği yapıyorum, en yakın arkadaşım yanımda, bir evim, arabam, beni seven okurlarım... Fakat birşey eksik her zaman hayatımda, ne olduğunu bilmesem de hissediyorum. Çok farklı bir duygu, için de bir boşluk var gibi geliyor.
"Eksikliğimi bulmak istiyorum." diyerek mumları üfledim.
Pastayı kesip önce benim tabağıma sonra kendi tabağına birer dilim koydu. Bir çatal alıp ağızıma attım.
"Bitter bu."
"Tabi ki bitter."
Bitter çikolata en sevdiğimdi ve o bunu biliyordu. Bir süre sohbet ederek pastayı yemeye devam ederken kapı çaldı. Vanessa ayağı kalkacağı sırada onu durdurup "Ben açarım." dedim.
Aşağı inip kapının deliğinden kim olduğuna baktım ama kimse yoktu. Kapıyı açtığımda karşımda karton bir koliden başka bir şey yoktu. Dışarı çıkıp merdiven boşluğuna doğru baktım ama kimse görünmüyordu. Asansörde boştu. Koliyi kucaklayıp içeri girdim, kapıyı arkamdan kapatırken Vanessa karşımda dikiliyordu.
"Kimmiş ve o ne?"
"Kimse ve bu bir koli." dedim hafifçe gülerek.
"Onun koli olduğunu bende biliyorum içinde ne var?"
"Bilmem, ağır değil."
" Bakalım içine belki güzel bir şeydir." diyerek koliyi aldı benden, oturma odasına yöneldi, koliyi orta sehpanın üzerine koydu ve incelemeye başladı.
"Bize olduğu yazıyor." dediğinde şaşkınlıkla baktım ona ve yanına gittim. Eliyle bana gösterdiği yere baktım, gerçekten Marie ve Vanessa' ya yazıyordu.
"Okurlarından birimi gönderdi acaba?."
"Daha önce hiçbirinden evime hediye gönderen olmadı çünkü adresimi bilmiyorlar. Belki seninkilerde biri gönderdi. Hem benim okurların senin hayranların kadar deli değil."
Güldü ve "Benim hayranlarım deli değil." dedi hafif sinirli bir tavırla.
"Geçen ay biri senin takip edip imza almak için apartmana girip güvenliği görünce adamı bıçaklamadı mı?
"Seninkilerde biri de 'Jacob gerçek, değilse kendimi yakacağım.' diyerek şehir meydana çıkmıştı elinde benzin kutusuyla." dedi ellerini beline koyarak. Bu arada Jacob yazdığım kitaplardan birinde ana karakterdi. Onu çok yakışıklı, karizmatik, cömert ve sevdiği kadına bağlı bir erkek olarak yazdığım için çoğu okurum, Jacob'u çok sevdiği için delirmişti.
"Hepsi deli."
"Aynen."
"Neyse, bakalım bu kolinin içinde ne var."
Kutunun kapağı bantlı olduğu için makas getirip onunla açtık. İçinden eski , kara kaplı deri defter çıktı. Defteri elime alıp evirip çevirdim, hiç birşey yazmıyordu üstünde. Vintage şeyleri severim fakat bu hiç güzel durmuyordu.
"Bu mu yani, çıka çıka eski bir defter mi çıktı?"
Defteri koliye geri koyup "Boş ver garip bir hediye işte." dedim ve koliyi kucakladım. Vanessa koltuğa yayılırken ben odama girip koliyi çalışma masasının üzerine koydum. Kapının eşiğinden;
"Ben yatıyorum" diye seslendim Vanessa 'ya.
"Tamam, iyi geceler."
"Sana da."
Şarja koyduğum telefonumu aldım, ışığı kapatıp yatağıma yattım. Biraz gezindim, sosyal medyada paylaştığım fotoğraflara gelen yorumları okuyup güldüm, sonra da uyudum.
O bana, ben ona doğru yürüyorum. İkimiz oraya da buluştuğumuzda yüzünü görmek için büyük bir çaba gösterdim fakat hiç bir şekilde göremiyordum. Bana elini uzatınca geri çekildim ama ayağım bir şeye takıldı ve yere düştüm. Neye çarptığıma baktığımda o kara kaplı deri defter olduğunu fark ettim, onu elime alıp ayağı kalktığımda beyaz elbiseli yaşlı adamın yerinde, siyah giyimli, orta yaşlı bir adam duruyordu. Onunda siyah pelerininin şapkası yüzünü kapatıyordu.
Kalın ve derinden gelen sesiyle " Öleceksin" dedi, siyah pelerinin altından kılıcını çıkarırken. Kılıcı bana doğrulurken beyaz elbisemin uçları kırmızıya boyamaya başlamıştı. Kalbim sızladı.
Arkama bakamadan koşmaya başladım, kollarımla sardığım defteri düşürmemek için çok büyük bir çaba sarf ediyordum. Elbisem tamamen kırmızıya boyanana kadar koştum. Durduğumda boğazım yanıyor, kalbim sızlamaktan öte kanıyor, kollarım ve bacaklarım, âdeta parçalanıyordu.
Dayanamayıp, bacaklarım bana ihanet ettiğinde dizlerimin üstüne çöktüm ve o an boğazımda bir kılıç hissettim.
"Öleceksin Ayris" dedi siyah pelerinli adam. Kaçmayı bırak kılımı kıpırdatacak halim vardı. Gözlerimi sonsuz beyazlığa diktim, defter ellerimin arasında kayıp gitti.
"Bu ülkenin gerçek sahibi sen ve kardeşin. Defteri okuyun."
"Sus artık, yaşlı keçi!" diye bağırdı kılıcı boğazıma daha çok dayayarak.
"Defteri oku Ayris."
Kılıç yukarı kalktı ve hızlıca aşağı indi. Çiğlik attım.
"Marie"
Çığlık atarak uyandığımda bana endişeyle bakan arkadaşımı gördüm, göğsün korkuyla inip kalkarken beni kendine çekti ve sarıldık.
"Sadece kabustu, geçti balım."
Ayrıldığımızda etrafıma baktım evimde, yatağımdaydım. Elim boğazıma gitti, yanıyordu, sanırım uyurken de çığlık atmıştım. Vanessa elime bir bardak su tutuşturdu, biraz içtim.
"İyi misin?"
"Evet"
Defter aklıma gelince ayağı kalkıp masanın üstünde duran kolinin içindeki defteri çıkardım. Defteri ona gösterdim, "Ne oldu?" der gibi bakıyordu bana. Yanına oturup;
"Rüyama girdi. " dedim.
"Defter mi?
"Evet"
"Garip," dedi düşünceli bir tavırla." Bilirsin ben hep garip rüyalar görürüm ama bu sefer bu defteri gördüm."
"Garip," dedim endişeli bir tavırla." Ne gördün peki?"
"Bembeyaz bir yerdeyim, yaşlı yüzünü göremediğin yaşlı bir adam bana doğru geliyo, bende ona. Yanıma geldiğine elini bana uzattı bende korktum geri çekildim." derken biraz durdu, sonra ben devam ettim.
"Bu deftere takıldığı gördün, ayağı kalktığında karşında siyah bir adam vardı. Adam seni öldürmek istiyordu.Sen ondan kaçtın fakat gücün tükendi. Sonra bir ses sana 'Herkesin kaderi size bağlı. Defteri oku Ayris " dedi sonra o adam seni kılıcıyla öldürdü değil mi?"
"Sen nereden biliyorsun?" dedi bana şaşkınlıkla bakarken.
"Ben de aynısını gördüm."
"Tek bir fark var, bana 'Ayris' diye seslenmedi."
"Ne dedi peki?"
"Amaris dedi bana."
İkimizde bir boşluğa düştük sanki, ikimizden de ses çıkmıyordu. Ne yapacağımızı düşünürken sessizliği ben bozdum.
"Okuyalım." dediğimde kafasını tereddüt eder gibi yukarı aşağı salladı.
"Zamanın birinde mutlu bir imparatorlukta İmparator ve eşi İmparatoriçe, sihir ve bilinmezliklerle dolu halkı ile yaşamaktaymış. İmparator halkına hoşgörülü davranır, onlara saygı duyar ve onları korurmuş.
Aradan bir yıl geçmiş İmparatoriçe yeniden hamile kalmış ama çocuk yine kız olmuş. İmparator bu kez öfkeden deliye dönmüş ve eşini kendin elleriyle kılıçtan geçirmiş."
Defterin bundan sonra bir kısmı hariç gerisi yırtılmıştı. Söyle yazıyordu;
Okumayı bitirdiğimde, Vanessa' ya döndüm, boş gözlerle yere bakıyordu. Başını bana çevirip " Saçma sapan bir şey işte. Belli ki biri bize şaka yapmaya çalışıyor." dedi.
"Emin misin?"
"Evet," derken elini omzuma koydu." Bazı şeylere çok kafamızı yorduk, bu da birden bire ortaya çıkınca biraz korktuk o kadar."
"Aynı rüyayı görmemize ne diyeceksin. Kaç insan birbiriyle aynı rüyayı görür?"
Korumaktan çok işkillenmeye başlamıştım. Evet, Vanessa her zaman tuhaf rüyalar görür ve bende görürüm ama bu faklı. Daha önce hiç aynı rüyayı görmemiştik.
" O konuda diyecek bir şeyim yok ama takma kafana, yarın unutursun."
"Öyle mi diyorsun?" derken içim hâlâ rahat değildi.
"Evet. Hadi uyuyalım, için rahat edecekse ben sesinle uyurum." dedi yatağa girerken.
"Tamam."
Defteri masanın üstündeki kolinin içine koydum, ışıkları kapattım ve onun yanına yattım. Beni kendine çekip göğsüne yasladı, bende ona sarıldım.
"Sadece rüya en fazla ne olabilir ki?"
"Tabi."
"En fazla ejderhalarla konuşur, vampirlerden kaçar, bir yılan kadın tarafından ısırılırsın." dedi beni gıdıklayarak. Ben gülerken " Ha bide olağan üstü güçleri olan kişilerle tanışırsın belki birine aşık olursun." diye ekledi.
"Saçmalama, gerçek hayatta öyle şeyler olmaz." dedim beni gıdıklamayı bıraktığında.
"Şaka yapıyorum. Neyse, hadi uyuyalım."
"İyi ki varsın Vanessa."
"Sen de balım."
Gözlerimi kapattım ama uyumak mümkün değildi çünkü düşünmeden edemiyordum. Korkmazdım böyle şeylerden yani savaşlardan, hatta hoşuma giderdi, bu yüzden fantastik roman yazarı olmuştum. Ejderhalar, vampirler, yılan kadınlar, olağan üstü güçte insanlar ve onların yer aldığı kitaplar benim hayatımdı. Hep kitaplarımı yazarken onlardan birinin yerine kendimi koyup yazardım ama gerçekten onların içinde olmak farklı birşey.
Bugün dilediğim şey eksikliğimi bulmaktı ama onun ne olduğunu bilmeden nasıl bulacaktım?
Okuduğunuz için teşekkür ederim, görüşürüz👋 Morlu günler hepinizeee 💜💜💜
|
0% |