@maysaberran
|
İşte bölüm! Keyifli okumalar. (Koyduğum emojiler neden gözükmüyor? Buraya bir sürü değişik renkli kalp koydum ve öpücük. 😘😘❤️💜💙💚🖤🧡) *** Gümüş mermerlerle kaplanmış büyük salonda iki inatçı ve öfkeli keçi birbirine meydan okuyordu. Kimin ilk önce pes edeceği ise tam bir muammaydı. ''Sen delirmişsin! Asla böyle bir şey olmayacak. Sana ilk başta da dedim. Yapabileceğim bir şey ise kabul ederim.'' Şifa öfkeli nefesleri arasında kendini zar zor sakinleştirmeye çalıştı. Ama karşısında kendini beğenmiş bir şekilde gülen bu adam varken çok zordu. Ahon her an üzerine atlayacakmış gibi duran kadını izledikçe daha da keyifleniyordu. Bu tepkiyi kesinlikle bekliyordu. Kollarını göğsünde kavuşturarak rahat bir pozisyon aldı. ''En son 'asla' dediğinde de yatağımda yatmıştın.'' Şifa duydukları ile öfkesini bir kenara attı. Yanakları utançtan kızarmış ve gözleri şaşkınlıkla açılmıştı. Böyle bir şeyi nasıl derdi? Hem de arkadaşlarının yanında. Daha da önemlisi bunu öyle bir şekilde demişti ki, anlamı çok farklı yerlere gidiyordu. Şifa, Ahon'un bunu bilerek yaptığının farkındaydı. Giden öfkesi katlanarak geri geldi. Son anda 'Keşke Oniks'i dolaşması ve etrafı tanıması için yollamasaydım.' Diye düşündü. Oniks gitmemekte çok çabalamıştı. Ama Şifa ısrar etmişti. Sonuçta kendi türüyle de vakit geçirmeliydi. Ayrıca sürekli diken üstünde duruyor ve etrafa saldırmaması için onu zapt etmek zorunda kalıyordu. O yokken daha rahat konuşabileceklerini düşünmüştü. Ama büyük yanılmıştı, bu adam asla iflah olmazdı ve keşke Oniks'e onun bir kaç uzvunu koparması için baskı yapsaydı. Gerçi burada olsaydı baskı yapmasına bile gerek kalmazdı. Çoktan burayı savaş alanına çevirmişti. Fakat Oniks yoksa kendisi vardı ve bu adamı tam olarak şimdi parçalayacaktı. ''Seni pislik, barbar adam.'' diyerek Ahon'a saldırmak için hamle yaptı. Atmaya çalıştığı küçük yumruğu son anda belinden çekilmesiyle Ahon'u sıyırdı. ''Şşt! Sakin ol küçük vahşi kadın.'' Sahn bir yandan konuşuyor bir yandan da belinden tuttuğu Şifa'yı sabit tutmaya çalışıyordu. Bu kadın deli miydi, yoksa fazla mı cesaretliydi? Anlamıyordu. Nasıl Ahon'a vurmaya çalışırdı? İşin garibi ise Ahon bu duruma sinirlenmemiş tam dersi daha da keyiflenmişti. ''Bırak beni! Bu barbar adamı mahvedeceğim.'' Şifa ellerini ayaklarını hareket ettirerek Sahn'dan kurtulmaya çalışıyordu. Liya hızla Şifa'nın yanına gelerek, ''Sakin ol! Sadece şaka yapmaya çalıştı.'' dedi. Şifa'yı sakinleştirmeye çalışıyordu. İlk başlarda sakin olan kızın içinden canavar çıkmıştı resmen. Gerçi Ahon'un isteğinden sonra sakin kalması garip olurdu. Herkes şaşırmıştı. Ahon'un böyle bir şey yapabileceğini kimse tahmin etmemişti. ''Lider şaka konusunda kendini pek geliştiremedi. O yüzden kusura bakma.'' Ahon kaşlarını çatarak onunla alay eden Sahn'a baktı. ''Sana da şaka yapmamı istemiyorsan sesini kes ve kızı bırak.'' Ahon'un keskin sesiyle Sahn yüzünü buruşturarak Şifa'yı bıraktı. Şifa serbest kalmasıyla kısa bir an boşluğa düşmüş gibi hissetti ve hemen kendini toparlayarak Ahon'un karşısına dikildi. Daha tek kelime demeden Ahon konuşmaya başladı. ''Ben de bu şekilde olmasına çok meraklı değilim. Ama ben işlerimle ilgilenirken, senin ve ejderhanın kaçmaması için tek çözüm bu. Ya kabul edersin ya da sizi tekrar zincirlerim.'' Ahon son kelimesini bastırarak Oniks'i nasıl bağladığını hatırlattı. Şifa dişlerini öfkeyle birbirine kenetledi. Bu adama daha ne diyeceğini bilmiyordu, böyle bir şeyi nasıl yapacaktı? ''Sana kaçmayacağım dedim.'' Şifa son hamlelerini oynuyordu. Çünkü o da biliyordu ki bu işin sonunda bu barbarın dediği olacaktı. Şifa anlaşma yapmıştı ve şimdi bu anlaşmaya sadık kalması gerekiyordu. Yine de gidebileceği yere kadar gidecekti. ''Ben de sana güvenmediğimi söyledim.'' Ahon derin bir nefes alıp gözlerini kapattı. Ne inatçı bir kadındı bu? Sakince gözlerini açtı ve devam etti, ''İstediğim şeyden ne anladın bilmiyorum ama düşündüğün gibi bir şey değil. İkimiz de hayatımıza aynı şekilde devam edeceğiz. Bu durum sadece senin nerede olduğunu anlamamı sağlayacak.'' Ahon'un sakince açıklama yapmasına şüphesiz Şifa dışında herkes şaşırmıştı. Bu bir ilk olabilirdi. Şifa ise tamamen kendi düşünceleri arasında kaybolmuştu. Doğruyu söylemek gerekirse ondan istediği şeyin ne olduğunu bile bilmiyordu. Eğer hayatı ve özgürlüğüne herhangi bir şey olmayacaksa kabul edebilirdi. Şu anda buradan başka yaşayabilecekleri bir yer yoktu. Oniks'le nerede yaşayabilirdi? Bu Dünya da onu daha yumurta halindeyken kaçırmaya çalışan kişiler vardı. Onu koruyamazdı, hatta tam tersi Şifa'yı korumak zorunda kalırdı. Bu durumda Oniks her tülü zorlanırdı. Fakat şu anda burası güvenilirdi. Oniks için kabul etmeliydi. Kabul edecekti fakat umuyordu ki Ahon, hayatına aynı şekilde devam edeceğini söylerken ki kısmında yalan söylemiyordu. Yoksa bu sefer onu gerçekten Oniks'e yem ederdi. ''Tamam, kabul ediyorum.'' Şifa kısa bir an durup Ahon'un gözlerine bakarak konuşmaya devam etti. ''Seninle mühürlenmeyi kabul ediyorum.'' *** Şifa büyük bir dikkatle, Şifacı Ak'a bakıyordu. Anlaşmayı kabul ettikten hemen sonra Khan, Şifacı Ak'ı getirmişti ve o geldiğinden beri hazırlık yapıyordu. Büyük, düz, gümüş rengi bir tepsiyi ortaya koymuştu. Tepsinin üstünde değişik motifler vardı. Ejderhaları, ateş ,duman tasvirlerini seçebilmişti ama onun dışında anlamadığı bir çok şekil vardı. Yanında ise çanta çanta getirdiği bitkiler ve taşlar vardı. Şifa çekindiği için yanına gidip bakamıyordu. Fakat Oniks için durum farklıydı. Şifacı Ak'ın etrafında dolanıyordu. Ne yaptığını izliyordu. Şifa anlaşmayı kabul ettiğini söylediğinde oniks büyük bir gürültüyle içeri girmişti. Gözleri Şifa'yı bulduğunda ise rahat bir nefes vermişti. Şifa ilk başta onun her şeyi anladığını düşünmüştü fakat Oniks kayıtsızca ona doğru yürüdüğü kısa bir an Ahon'a hırlamış ve hemen sonra onu kanatları arasına almıştı. Şifa o anda Oniks'in tamamen kendisini özlediği için geldiğini anlamıştı. Oniks dışarıda zor bile dayanmıştı. Yumurtadan çıktığı ilk andan beri onun peşinde dolaşıyordu ve bazı alışkanlıklardan vazgeçilmiyordu. Biraz Oniks'le ilgilendikten sonra da şifacı Ak gelmişti ve o anda herkes sessizliğe bürünmüş, Şifacı Ak'ın rahat çalışabilmesi için siyah, büyük masanın etrafında ki sandalyelere oturmuşlardı. Oniks, Şifa'nın sessizleşmesi ve gözlerini ondan kaçırmasından bir şeyler olduğunu anlamıştı. Fakat bunun sorumlusu olarak tamamen Şifacı Ak'ı görmüştü. Çünkü o geldikten sonra annesi durgunlaşmıştı. Bu yüzden Şifacı Ak'ın etrafında dolaşıp onu göz hapsine almıştı. Neyse ki şu anlık annesine yaklaşmıyordu. Ahon bir yandan ejderhaya bakıyor bir yandan da boynunu ovuşturuyordu. O koltukta fena tutulmuştu. Koltukta uyumayı düşünmüyordu zaten ama kısa bir an uyuyakalmıştı ve ne olduysa o anda olmuştu. Boynu tutulmuştu! Aslında askerleri çağırıp kendisi başka bir odaya geçebilirdi, fakat askerlerin ejderhayı zapt edebileceğini düşünmüyordu. Ayrıca neden bir kadın için o kadar asker seferber olsundu ki? Başka odaya geçmemesinin tek sebebi bunlardı. En azından kendini bu şekilde kandırıyordu. Kafası kazana dönmüştü ve içinde her şey dönüp duruyordu. Sıkıntılı bir nefes verdiğinde son günlerde sık sık duyduğu sesi duydu. ''Boynun mu ağrıyor?'' Şifa'nın ilgili çıkan sesiyle Ahon'la beraber diğerleri de şaşırmıştı. Bu kızın kafasına görmedikleri bir anda taş mı düşmüştü. En son Ahon'a saldırmaya çalışıyordu. Şimdi ne zaman ilgilenir olmuştu? Ahon kaşlarını havaya kaldırarak boynuna dikkatle bakan kıza baktı. Tabi ki kendini ifşa etmeyecekti ve ağrımadığını söyleyecekti. Fakat Şifa ondan önce davrandı. Gözlerini ona dikerek dudaklarında bir gülümseme oluştu ve o an da Ahon çoktan yenildiğini kabul etti. ''Koltuk o kadar rahat değil miydi yoksa? Keşke yerde yatsaydın. Böylece belki bir ihtimal, rahat bir şekilde uyurdun.'' Şifa'nın alaylı ama gayet sıradan konuşmasıyla, Sahn'ın ağzından gülmesini engellemeye çalışırken garip bir hırıltı çıktı. Diğerleri de gülmemek için kendilerini kasmışlardı. Nasıl yani? Liderleri koltukta mı yatmıştı. Daha ne kadar şaşıracaklardı. Bu kızdan gerçekten korkulurdu. Ahon öfkeyle gülmemeye çalışan gereksizlere baktı ve aynı öfkeyle Şifa'ya döndü. Ona söylediği 'yatak' mevzusunun intikamını alıyordu. Tekrar onu utandırmak için bir şeyler söyleyecekti ki Şifacı Ak'ın öfkeli sesiyle irkilerek ona baktılar. ''Sana eşyalarımı bırak diyorum. Sen ne laftan anlamaz bir şeysin.'' Şifacı Ak beyaz kaşlarını çatmış herkes gibi, başını yanında getirdiği çantalardan birine sokmuş Oniks'e bakıyorlardı. Oniks başını bitkilerle dolu çantaya sokmuş, tek amacı içinde ne olduğuna bakmaktı. Fakat dikenli ve pullu derisi yüzünden hasırdan yapılmış çantadan başını çıkaramamıştı. Çanta yüzünün yan taraflarında bulunan çıkıntılara takılmış ve başıyla beraber havaya kalkmıştı. Oniks bir yandan başını sallayarak çantadan kurtulmaya çalışıyor, bir yandan da kuyruğunu rastgele etrafa sallıyordu. Kuyruğu etraftaki çoğu süs olan eşyalara çarpıp onları yere düşürüyordu. Etraf kısa bir sürede savaş alanına döndü. Oniks en sonun da kurtulamadığı hasır çantaya öfkelenerek bir alev topuyla, çantayı ve içindeki her şeyi küle çevirdi. Şifa gözleri kocaman açılmış hayretle Oniks'e bakıyordu. Bu kuyruklu sürüngen ne zamandan beri bu kadar yaramaz olmuştu. Şifa hızla ayağa kalkarak, ''Oniks hemen yanıma gel.'' dedi. Diğerleri ise gülmemek için kıpkırmızı olmuşlardı. Şifacı Ak ise sinirden kuduruyordu. Bu nasıl Kara Ejderhaydı? Beş yaşında ki yaramaz çocuklar gibiydi. Sanki ejderha olarak değil de insan yavrusu gibi yetiştirilmişti. Oniks, Şifa'nın sesiyle ona baktı. Annesinin gözlerinden ateş çıkıyordu resmen. Oniks etrafına bakınarak yaptığı dağınıkla yüzleşti. Homurdana homurdana azar yemek için Şifa'ya doğru ilerleyecekken başka bir çantada gördükleri ile hızla oraya doğru yöneldi. Bu şeylerden annesine verirse kendisini kesinlikle affederdi. Bu sefer başını sokmadı ve pençesiyle istediği şeyi aldı. Bu parıldayan şey annesinin daha önce büyük bir istekle almak istediği bir şeydi ama alamamıştı. Hatta bir kaç kere daha almak istemişti ama her seferinde eli boş kalmıştı. O zamanlar nasıl üzüldüğünü hatırlıyordu. Fakat şimdi bunu ona verecekti. Oniks arkasında ki dağınıklığı umursamadan aldığı şeyle beraber Şifa'ya doğru ilerlemeye başladı. Fakat arkasından onu tutan ve öfkelenen adamla durdu. ''Seni sürüngen hemen ver onu bana.'' Şifacı Ak çıldırmak üzereydi, önce değerli bitkileri yok olmuştu şimdi ise değerli taşları gidiyordu. Şifacı Ak taşı almak için ejderhayı tuttuğunda hiç beklemediği bir tepkiyle karşılaştı. Oniks hızla arkasını döndü ve dişlerini göstererek hırlamaya başladı. Az önce yaramazlık yapan ejderhayla hiç bir benzerliği yoktu. Şu anda tamamen vahşi bir şekilde duruyordu. Şifacı Ak şaşırmıştı. Çünkü burada ki hiç bir ejderha insanlara bu şekilde davranmazdı. İnsanlarda onlara elbette kötü davranmazdı. Şifacı Ak hem mizacı hem de yaşından dolayı bazen huysuz olabiliyordu ve bu tür konuşma tarzı diğer insanlar ve ejderhalar için normaldi. Ama Oniks için değildi. Şifacı Ak'ın unuttuğu bir şey vardı. Şifa, Oniks'i tamamen bir annesinin yavrusunu büyüttüğü gibi büyütmüştü ve onun ejderha yönlerini hiç eğitmemişti. Bu yüzden iç güdüleri hala vahşiydi. O burada ki diğer ejderhalar gibi değildi. Şifacı Ak bunu anladığında bir kaç adım geri gitti ve gözleri direkt Ahon ile buluştu. O biliyor muydu? Şifacı Ak, Ahon'un ve diğerlerinin çokta şaşırmadığını görünce onlarında durumun farkında olduklarını anladı. ''Sakin ol Şifacı Ak, beni her gördüğünde hırlıyor ve Ahon ile de tamamen hırlayarak anlaşıyor.'' Sahn'ın ortamı yumuşatmaya çalışan sözleri işe yaradı. Şifacı Ak başını iki yana sallayarak uzak mesafeden Oniks'i takip etti. O taş değerliydi ve mühür için de önemliydi. Oniks az önceki yaşananlardan bir haber Şifa'nın karşısına geldi ve elinde tuttuğu parıldayan taşı ona verdi. Şifa kaşlarını çatmış şapşal şapşal ona bakan Oniks'den verdiği şeyi aldı. Eline değen dikenli ve ağır şeye daha dikkatli baktı. Taşın ne olduğunu anladığında ise gözleri irice açıldı. ''Bu, kuvars kristali!'' Şifa heyecanla elinde tuttuğu beyaz renkli, parıldayan taşa daha dikkatli baktı. Alt kısmı tamamen alındığı kaya parçası ile kaplıydı ama üst kısmı dikenli kristallerden oluşuyordu. Bir zamanlar bu taşı almak için çok çabalamıştı ve gece gündüz satın almak için çalışmıştı. Çünkü annesi için almaya çalışmıştı. Son zamanlarda o kadar çok halsiz ve yorgun oluyordu ki hiç bir ilaç fayda etmiyordu. Fakat bir gün kazara bu taşın güç ve canlılık kazandırdığını duymuştu. Gerekli bitkilerle karıştırıldığında etkisi oldukça kuvvetliydi. Daha önce deneyen kişilerde de işe yaramıştı. Annesi için bu taşı almak istemişti ama nadirdi ve çok pahalıydı. Taşı almak için çalışırken annesini kaybetmişti. Daha sonra da bunu takıntı halinde getirmişti. Fakat bu seferde alamamıştı. Çünkü o parayı kazanırken taşın fiyatı artmış ve hayatına Oniks girmişti. Eğer taşı almak için o kadar parayı verirse bu sefer aç kalırlardı ve Oniks'e sağlıklı bir şekilde bakamazdı. Sonuç olarak Şifa hayatında büyük bir gayretle sahip olmak istediği tek şeyden Oniks için vazgeçmişti. Fakat zaman tekrarlıyordu. Oniks için vazgeçtiği taşı ellerinin arasına tekrar Oniks koyuyordu. Tek fark bunu resmen çalmıştı! Şifa kuyruklu hırsıza kızmak için başını kaldırdığında onun kendisine büyük bir beklentiyle baktığını gördü. Şapşal şey, başının okşanmasını mı istiyordu? Çalmıştı be bunu! Yine de Şifa ona herkesin içinde kızmadı daha sonra hesabını soracaktı. ''Kusura bakmayın Şifacı Ak. Henüz başkasına ait olan şeyleri almaması gerektiğini öğrenmedi.'' Son sözlerini Oniks'e bakarak söylediğinde, Oniks homurdanarak başını çevirmişti. ''Buyurun lütfen.'' diyerek taşı Şifacı Ak'a uzattı. Şifacı Ak biraz tereddütle ona dik dik bakan Oniks'in bakışları arasında taşı aldı. ''Sorun değil. Ruh Taşı mühür için önemli olmasa geri almazdım.'' Şifa dikkatle verdiği taşa baktı. İsmi Ruh Taşı mıydı? ''Ben onun kuvars kristali olduğunu düşündüm.'' Şifacı Ak özenle hazırladığı tepsinin ortasına taşı koydu. ''Evet böyle bir adı da var. Ama asıl işlevinden dolay ona Ruh Taşı diyoruz.'' Şifacı Ak başka bir şey demeden hazırlıklarına devam etti. Şifa da onu rahatsız etmemek için başka bir şey sormadı. Ama bu sormayacağı anlamına gelmiyordu. Şu iş bitsin her şeyi soracaktı. Fakat ondan önce ona sürünüp duran, ilgi isteyen ve yaptığı hatayı affettirmeye çalışan pullu yaramazdan kurtulmalıydı. Ne olacağını bilmiyordu, o yüzden her ihtimale karşı Oniks'in yanında olmaması iyi olurdu. Kaşlarını çatıp Oniks'e döndü. Kuyruğunu heyecanla sallıyor, gözlerini kaçırıp duruyordu. Öyle şapşaldı ki, Şifa gülmemek için kendisini zor tuttu. ''Yaptığın şeyi düzeltmek istiyorsan bana çiçek toplayabilirsin.'' Oniks ve diğerleri dikkatle Şifa'ya bakmaya başladı. Oniks hangi çiçekleri toplayacağını düşünürken, diğerleri ise herkese düşman gibi bakan ejderhanın nasıl olurda bu kadının karşısında süt dökmüş kedi gibi durduğunu düşünüyorlardı. ''Ne kadar çok affedilmek istiyorsan o kadar çok topla. Tamam mı?'' Oniks başını sallayarak yaptığı dağınıklığın arasından çiçek toplamak için hızla ilerledi ve gözden kaybolmadan önce Şifa arkasından bağırdı. ''Uzaklara gitme sakın.'' Liya yavaşça Şifa'ya yaklaştı ve gülerek konuştu. ''Onu gerçekten iyi idare ediyorsun.'' Şifa, Liya'ya bakarak derin bir nefes aldı. ''Beş tane çocuğum olsa daha iyi idare ederdim.'' Şifa gülerek söylendiğinde diğerleri de ona doğru yaklaştı. ''Öyle düşünme, Ahon'u da idare ettiğini düşünürsek en az 15 çocuk kıvamındasın.'' Şifa şaşkınlıkla sırıtan Sahn'a baktı. ''Az kaldı atacağım seni kör kuyulara. Kendi kendine güler eğlenirsin orada.'' Ahon, Sahn'ın kafasına vurarak öfkeyle tısladı. Sahn kafasını kaşıyarak bir kaç adım geri gitti ve ona sırtarak bakan diğerlerine baktı. ''Siz, akıl almak için yanıma geleceksiniz. İşte o zaman nah vereceğim size o aklı.'' Umur çocuk gibi küsüp arkasını dönen Sahn'a yüzünü buruşturdu. ''Ne aklı alacağız lan senden. Senin ki sana zor yetiyor zaten.'' Umur'un sözlerine kızlar kıkırdarken Sahn hızla arkasını döndü. ''Hemen söyleyeyim istersen ne aklı olduğunu.'' Sahn gözleri ile Liya'yı işaret etti. Umur'un yüzündeki sırıtma giderken öylece kaldı. ''Zevzeklik etme it!'' Khan tekrar konuşmak için harekete geçen Sahn'ın ağzını kapatarak söylendi. Sahn, Khan'ın elini iterek, ''Nasıl kuzensin sen ya? Senin beni koruman lazım.'' dedi. Şifa şaşırarak araya girdi. ''Siz kuzen misiniz?'' Aslında benziyorlardı ama yakın akraba olacaklarını düşünmemişti. ''Ne yazık ki öyle.'' Khan yan gözle Sahn'a baktı. Sahn yüzünü buruşturarak Khan'ın omzuna yumruk attı. ''Atıyorum lan seni soy bağından. Siktir git.'' ''Gittim bende şimdi.'' Sahn ve Khan tartışmaya devam ederken Şifa hızlarına yetişemiyordu. Ne ara tartışmaya başlamışlardı. İşin garibi Umur'da tartışmaya dahil olmuştu ve hepsi Sahn'a yükleniyordu. Şifa, Sahn'a acımıştı. Kimse onu savunmuyordu. ''Merak etme onlar hep böyleler. Sahn birazdan ikisini de susturur.'' Dora'nın kayıtsızca söylediği sözlerden çok geçmemişti ki gerçekten dediği gibi olmuştu. Khan ve Umur sinir küpüne dönmüş, Sahn ise sırıtıyordu. Kazanan belliydi. Şifa da gülerek Sahn'a baktı. Bunu nasıl yapmıştı? Hem tartışmada üste çıkmış hem de diğerlerini sinirlendirmişti. Sahn, Şifa'nın bakışlarını yakalayarak ona göz kırptı. Şifa daha çok gülerken birden görüşü siyah kumaşla kesildi. Şifa ne olduğunu anlayamadan siyah kumaş konuştu. ''Karşılıklı gülüşmeleriniz bittiyse, yürü hadi. Vakti geldi.'' Ahon ters ters Sahn'a baktı. Sonra da Şifa'nın kolunu tutarak onu yönlendirdi. ''Kendim yürüyebilirim. Ayrıca sen ne kaba bir şeysin ya.'' Şifa kolunu silkerek Ahon'un tutuşundan kurtulmaya çalıştı. Ama adam tekrar barbar modunu açmıştı. Ahon tuttuğu sıska kolu bırakıp Şifa'yı omuzların kavrayıp yere koyulan mindere oturttu ve yüzüne yaklaşarak fısıldadı. ''Nasıl ruhlarımızı mühürlüyorsam, dudaklarını da mühürleyeceğim.'' Ahon sırıtarak kadının kızarmaya başlayan yanaklarına baktı ve son kez fısıldayarak geri çekildi. ''Böylece o ağzın bir daha bana hakaret etmek için açılamayacak.'' Şifa, Ahon'un uzaklaşmasıyla tuttuğu nefesini verdi ve kaşlarını çatarak ona baktı. Sırıtan yüzü gördükçe daha da öfkeleniyordu. Başını Şifacı Ak'a çevirerek, ''Pislik!'' diye tısladı. Ahon oturduğu mindere daha da yayılarak tek kaşını kaldırdı. ''Duyamadım, bana hakaret mi ettin?'' Şifa dudaklarını birbirine bastırarak sessiz kaldı. Ama bunu da ödetecekti. Sadece şimdilik susuyordu. Şifacı Ak elinde tuttuğu kırmızı, parlayan kalın bir iple yanlarına doğru geldi ve o da yerdeki mindere oturdu. Şifa ve Ahon karşılıklı oturmuş ortalarında tepsi vardı. Şifacı ak da tepsinin karşısına oturdu. Beyaz kırışmış eli ile Şifa'nın elini tuttu. Şifa ani gelen dokunuşla eline baktı. Hemen ardında ise eli, esmer, büyük ve nasırlı bir elin içine girdi. Şifa gözlerini kırpıştırarak Ahon'a baktı. El ele tutuşmak zorundalar mıydı? Diğer eli de Ahon'un elleri arasına girdi. Elleri iç içe geçmiş birbirlerine bakıyorlardı. Şifa, Ahon'un sert ellerinden gelen sıcaklığı düşünmemeye çalışırken Ahon'da, Şifa'nın yumuşak ellerinden gelen sıcaklığı düşünmemeye çalışıyordu. Şifacı Ak, ikisinin ellerini yan yana getirerek kırmızı iple bağladı. Bağlarken anlamsız sözler söyledi. En azından Şifa için anlamsızdı. Hemen ardından ise Şifacı Ak, Ahon'a işaret verdi. Ahon ellerinin altında duran tepsiye baktı ve bir ateş yaktı. Ateş tepsinin içindeki otları yakarak Ruh Taşına kadar geldi. Ateş, Ruh Taşına değdiği anda beyaz bir ışık saçarak bağlı olan ellerine dolandı. Şifa irkilerek geri kaçmaya çalıştı. ''Hayır! Kıpırdama ve dikkatini ver. Birbirinizin gözlerine bakın.'' Şifa derin nefesler alarak sakinleşmeye çalıştı ve gözlerini Ahon'a dikti. Taştan çıkan beyaz, şeffaf ışık ellerine iyice dolandı. Artık Şifa ışığı hissediyordu. Işık bileklerinde dolanıp koluna doğru dolanmaya başladı. Şifa kısa bir an ışığa baktı. Işık neredeyse omzuna gelmişti. Bedeni kasıldı ve tekrar kaçmaya çalıştı. ''Korkma, zarar vermez.'' Ahon'un sesiyle tekrar ona baktı. Düz ama dikkat ''Korkma, zarar vermez.'' Ahon'un sesiyle tekrar ona baktı. Düz ama dikkatli bir ifadeyle kendisine bakıyordu. Şifa kendini sakinleştirmeye çalıştı ve bir şey olmayacağını o da kendine söyledi. Taştan çıkan ışık artık her yanlarını sarmıştı. Şifa bedenine değen ışığı hissedebiliyordu. Sanki pamuğa dokunuyormuş gibiydi. Yumuşak ve hafifti. Işık en son kalplerinin olduğu kısımda toplandı ve ani gelen bir sıcaklık hissiyle irkildi. Kalbinde bir sıcaklık vardı ve aynı anda tepsideki ateş de çoğalmıştı. Artık neredeyse ellerine ulaşıyordu. Şifa yanacağı korkusuyla ellerine yukarı kaldırmaya çalıştığından Ahon engel oldu. Şifa korkuyla ona baktı. ''Yanacağım.'' Ahon, şifa'nın ellerini daha da kavrayarak. ''Ateş, seni artık yakmayacak.'' Şifa, Ahon'u anlamamıştı. Bunun nasıl olacağını soracakken ateş ani bir şekilde ikisinin de vücutlarını sardı. Şifa tepki bile verememişti. Taştan çıkan ışık ve Ahon'un yaktığı ateş birbirine girmişti. Vücudu geçen her dakika daha da ısınıyordu ama bu yakmayan tatlı bir ısıydı. Şifa bu duruma alışmak üzereydi ki, ellerine bağlı olan ip hareket etmeye başladı. Şifa bilinmeyenin verdiği kokuyla Ahon'un ellerini sıktı. Ahon'da tutuşunu biraz daha sıkarak geri tepki verdi. Şifa, Ahon'un gözlerine baktı ve öylece kaldı. Ahon'un gözleri karanlıkta parlayan yıldızlar gibiydi. Parlak ve keskin. Çok güzeldi. Değişik bir gücün etrafını sardığını hissetti. Güçlü ve sıcak bir hissin. Kendini tutamadan fısıldadı. ''Gözlerin çok güzel.'' Ahon dikkatle Şifa'ya baktı ve hafifçe gülümsedi. Ama bir şey demedi çünkü artık sona geliyorlardı. Şifacı Ak önünde açtığı kahverengi deri kapaklı kitaba bakarak anlamsız sözler söylemeye devam etti. Şifacı Ak elini, ikisinin elinin üstünde tutarak, "Ruh ve Ateş'in önderliğinde ikinizin ruhlarını birbirine bağlıyorum." dediğinde ve başka anlamsız cümleler kurduğunda, Şifa en sonunda onu hissetti. Ruh böyle bir şey miydi? İlk defa somut olarak hissetmişti. Bedeninde hızla akıyor, damarlarında, organlarında ve en çok kalbinde dolaşıyordu. Sıcaktı. Hem de çok sıcak ama onu yakmıyordu. Bedeninde hızla dolaşıyor kendine yer açmaya çalışıyordu. Kendi ruhu karşılık bile vermemişti. Tüm bedeninde hüküm sürüyordu. En son kalbinde durdu ve en Şifa tam kalbin de kendine ait olmayan bir atış hissetti. Güçlü ve ritmik bir atış. Her attığında bedenine kan değil de sıcaklık ve güç veriyormuş gibiydi. Şifa kendi ruhunu da hissetti. Hemen kalbine yerleşen o sıcaklığın yanındaydı. Onunla beraber atıyordu. Onun atışları daha sakindi ve bedenine yaşaması için olan kanı veriyordu. İkisi de oradaydı hemen kalbinin altındaydı. Hissediyordu. Çok güçlü ve güzel bir histi. Bir adama mühürlenmek böyle bir duygu muydu? Ahon ruhunda ise daha karmaşık şeyler vardı. Ruhu, Şifa'nın ruhu ile mücadele ediyordu. Fakat kadının kendisi gibi ruhuda inatçıydı. Ahon'un ruhunun etrafına sakince dolanıyor kendine yer açması için sıkıştırıyordu. Ruhu ilkbaharda açan çiçekler gibiydi. Kırılgan ve güzeldi. Onun ruhunu sarmalıyor ve kalbine yerleşebilmesi için sakince fısıldıyordu. Şifa'nın ruhu fazla cüretkardı ve Ahon'un ruhu bu kışkırtmaya dayanamamıştı. Her ne kadar direnmeye, onu itmeye çalışsada Şifa'nın ruhu çok tatlıydı. Etrafına sarılıyor, kendine has tatlılığı ve rahatlatan huzuru ile onu baştan çıkarıyordu. Vahşi olan ruhu sakinleşiyordu. Yavaşça çekildi ve Şifa'nın ruhuna yer açtı. Tüm bedeninde yavaşça gezdi, geçtiği yerlerde huzurun verdiği o tatlı hissi bıraktı. En son kalbine geldi ve yavaşça orada kıvrıldı. Ahon'un ruhu da yeni gelen bu huzur ve sakinliği yavaşça sarmaladı ve aynı anda atmaya başladılar. Şifa'nın ruhu bedenine tatlı bir huzur ve sakinlik verirken, Ahon'un ruhu da bedenine kan ve ateş gücünü veriyordu. Kendi güçlü ve aceleci ruhuna kıyasla Şifa'nın ruhu çok kırılgandı. Ama onu kabul etti ve iki farklı ruh birbirini tamamladı. Bu çok farklı ve rahatlatan bir histi. Bir kadına mühürlenmek böyle bir duygu muydu? Şifa ve Ahon yeni keşfettikleri bu duygulara alışmaya çalışırlarken etraflarını saran ışıklar yavaşça sönerek yok oldu. En son ellerini saran kalın, kırmızı ip küle dönerek etrafa dağıldı. Hala elleri birbirine sarılıydı. Şifa gözlerini kırpıştırarak etrafa baktı. Bitmiş miydi? Konuşmak için dudaklarını aralamıştı ki, bulundukları yerin kapısı büyük bir gürültüyle açıldı. Şifa ve diğerleri irkilerek kapıya baktıklarında hepsi kahkaha atmaya başladı. Oniks annesi için çiçek toplamıştı. Fakat durum biraz farklıydı. Ağzında, kalın gövdeli, bir buçuk insan boyunda, üstü beyaz çiçeklerle dolu bir ağaç vardı. Zavallı ağaç meyve vermek için çiçek açmıştı ama şimdi topraklı kökleri etrafa saçılmış bir şekilde ejderhanın ağzındaydı. Şifa da kendini tutmadan kahkaha attı. Ah! Bu Oniks, ona ceza mıydı, ödül müydü? Kahkaha atmaya devam ederken gözleri ona, yüzünde bir tebesümle bakan adamla kesişti. Şifa'nın kahkahası yavaşça kesilerek güzel bir gülümsemeye dönüştü. Bakışları kentlenirken, sol taraflarında ince bir sızı hissettiler. Artık mühür tamamlanmıştı ve ruhları bir ömür birbirine bağlanmıştı. *** Bir nefes vereyim bırakayım şuraya. Aslında bölüm daha erken gelecekti ama annem uzun bir süre telefonumu ele geçirdi :)) O yüzden yine geç saate sarktı. Hepinizi öpüyorum. |
0% |