@maysaberran
|
Sizlere keyifli okumalar, kendime de bok ejderhalı rüyalar diliyorum. 😂💜 *** İnsan doğduğu anda belirli kalıplara girmiş doğrularla büyür. Zaman geçtikçse ise bu doğrular sizin gerçeğiniz hatta inancınız olmaya başlar. Doğru olarak inanmanızı sağladığınız bu inançlar gerçekten doğru mu peki? Şifa ne kadar bu soruyu kendine sorarsa sorsun cevabını bulamıyordu. Evet bir Yaratıcı vardı, önce dünyayı yarattı sonra hayvanları en son insanları. Fakat bu şekilde bir oluşum söz konusu olabilir miydi? Şifacı Ak'ın da dediği gibi, bu sadece bir hikayeydi. Ama her hikaye gerçeklerden alınarak anlatılmamış mıdır? Şifa tüm bildiği gerçeklerin bir toz bulutu gibi dağıldığını düşündü ve yerine yenilerini koyamadı. Bu hikaye çok ilginçti ama gördüğü o kadar şeye rağmen yine de inanmak istemiyordu. Çünkü bu hikayeye inandığı zaman tüm inançları yerle bir olacaktı ve Şifa şu anda buna hazır değildi. ''Kendine bu kadar yüklenme. Zamanla daha iyi kavrayacaksın.'' Ahon'un kendisini rahatlatmak için söylediği sözlere beli belirsiz başını salladı. Evet, ilk defa ona hak veriyordu. Zamana ihtiyacı vardı. ''Merak etme, ezberleyene kadar duyacaksın bu hikayeyi.'' Sahn alayla elinde tuttuğu meyve şarabını kafasına dikti. ''Evlat, sen bastonumu yemeyeli uzun zaman oldu.'' Şifacı Ak kaşlarını çatarak, çadırın kenarına diktiği bastonunu işaret etti. Sahn yüzünü buruşturarak Şifa'ya döndü. ''Çocukluğumuzdan beri yüzlerce kez duyduğumuz hikaye. Bunu anlatacağını bilseydim sana en başından anlatırdım.'' Şifa hafifçe gülümseyerek, ''Sorun değil, sadece şaşkınım biraz.'' dedi. Diğer yandan da Ahon'un dilimleyip tabağının kenarına bıraktığı meyveden bir dilim aldı. ''Geldiğim yerde bu tür şeyler sadece efsanelerde olur. O yüzden alışmak benim için çok zor.'' Eline aldığı dilimi dudaklarının arasından yolladığında Ahon'un keskin sesi duraksamasına sebep oldu. ''Alışacaksın.'' Şifa başını çevirerek gözlerini ona dikmiş adama baktı. Yine ona emir verir gibi konuşuyordu. Ağzında ki dilimi hırsla yutup, ''Benimle emir verir gibi konuşma. Ben senin askerin değilim.'' dediğinde Ahon sırıtarak ona yaklaştı. ''Hiç farkında değilim,öyle mi yapıyorum?'' Şifa dikkatle Ahon'a baktı. Eğer sırıtmasaydı farkında olmadığı kısmına inanabilirdi. ''Dalga mı geçiyorsun benimle?'' Şifa artık anlamıştı bu adamın yanında sakin kalmak mümkün değildi. ''Bilmem öyle mi yapıyorum?'' Şifa öfkeyle köpürecekti eğer Ahon ona daha fazla yaklaşmış olmasaydı. Bir an da ne olduğunu anlamamıştı ama etraflarını yoğun bir atmosfer sarmıştı. Gri puslu gözler, adlandıramadığı bir ifadeyle koyulaşmıştı ve sanki gri bulutlar gibi şimşekler çakacaktı. Şifa ne diyeceğini, neye öfkelendiğini kısa bir an unuttu. Bu gözler onu büyülüyor muydu? ''Tartışmadan duramıyor musunuz?'' Khan, gözlerini birbirine dikmiş ikiliye bakarak konuştuğunda, Sahn'da onu takip etti. ''Lider istersen seni silkeleyebilirim.'' Şifa hızla kendini geri çekerek boğazını temizledi ve bir yudum su içti. Ahon ise başını Sahn' çevirerek dik dik baktı. Sahn omuzlarını silkerek sırıtıp, Şifacı Ak'a döndü. ''Şifacı Ak, engin bilgilerine sığınarak bir tespit yapmak istiyorum. Beni onaylayabilir misin?'' Şifacı Ak ile beraber herkes Sahn'a baktı. Sahn sırıtmamak için kendini sıkarak tüm dikkatini Şifacı Ak'a verdi. ''Eski zamanlarda derlermiş ki birbirlerinin zıttı olan her şey bir gün kavuşurmuş. Gece, gündüze; karanlık, aydınlığa; yaşam, ölüme; ateş, suya, bunlara dayanarak, iki zıt insan da birbirine kavuşur diye bilir miyiz?'' İlk başta ciddi bir şekilde dinledikleri Sahn'nın son an da yaptığı muziplik az da olsa masadakilerin keyfini yerine getirmişti. Şifacı Ak, bir Şifa'ya bir de Ahon'a baktı sonra da yavaşça gülümseyerek Sahn'nın oyununa ayak uydurdu. ''Diyebiliriz. Ayrıca zıt olan şeylerin bağı daha kuvvetli olur.'' Liya kıkırdayarak bayrağı Sahn'dan aldı. ''Ruh mühürü gibi mi yoksa?'' Şifa yanaklarının yandığını hissediyordu. Bu imalar onlara mıydı? Neden bu kadar açık açık söylüyorlardı? Peki, bu yanında ki adam neden bir şey demiyordu? ''Evet bu sayılabilir.'' Şifacı Ak gülümseyerek Ahon'a baktı. Fakat onun gözleri başını masaya gömmüş, kendini saklamaya çalışan küçük kadındaydı. ''Lider sen ne düşünüyorsun bu konu hakkında?'' Ahon iyice utanmış kadından bakışlarını Sahn'a çevirdi. Normalde öfkelenmesi gerekiyordu fakat kadının bu şekilde utanması oldukça hoşuna gidiyordu. ''Mühürler önemli bağlardır.'' Ahon başka hiç bir şey demeden yanından kıpırdanan kadına baktı tekrar. ''İzninizle ben bir Oniks' bakayım.'' Şifa hiç kimseye aldırmadan ayağa kalktı ve Oniks'i en son gördüğü yere doğru ilerlemeye başladı. Biraz uzaklaşınca ellerini yanaklarına getirdi. Kızarmaktan alev alacaklardı. Bu adam şimdi neden böyle davranıyordu? Herkes neden imalı konuşuyordu? Şifa kafayı yiyecekti. Artık aklı karmakarışık olmuştu. Daha da kötüsü barbar dediği adama çekilmekten kendisini alamıyordu. ''Of, ben ne yapacağım?'' diye yakınırken, saatlerdir düşündüğü adamın arkasından gelen eğlenen sesiyle tutamadığı kısık bir çığlığı serbest bıraktı. ''Hangi konuda?'' *** Ahon apar topar masadan kalkan kadının arkasından koyulaşmış gözlerle baktı. Zarif hatları, yeşil elbiseyle sarmalanmıştı. O elbise tüm gün bakmaya çalıştığı renk değiştiren ela gözlerle büyük bir uyum içerisindeydi. Açık kumral saçları yanlardan tutturulmuş, geri kalan saçları beline kadar uzanıyordu. Her yürüdüğünde bir ipek gibi sallanıyordu. Dinlenmiş ve yorgunluğunu atmış haliyle bedeni, artık daha sağlıklı, ışıl ışıldı. Dudakları kırmızı rengine bürünmüş, yanakları sağlıklı bir kızarıklığa ev sahipliği yapıyordu. Bu bakın, bugün çok güzeldi. Ahon, bu küçük kadını istiyordu. Ona kafa tutan hallerini, geri adım atmamasını, korkmamasını, doğallığını ve keşfedeceği daha bir çok özelliği ile bu kadını istiyordu. Tam kalbinde istiyordu. Ne zaman, ya da nasıl oldu bilmiyordu ama Ahon bu kadına karşı artık geri dönülemez bir şekilde güçlü hisler ve bağlarla bağlanmıştı. Derin bir nefes alıp, dudaklarını mendille sildi ve yavaşça ayağa kalktı. ''Afiyet olsun.'' Ahon kadının arkasından giderken, neşesi oldukça yerindeydi. Tam şu anda eline büyük bir fırsat geçmişti, öyle ki Sahn'ın söylediklerine sinirlenemedi bile. Çünkü o çoktan kaybetmişti. ''Lider, kazanmadan gelme!'' *** Ahon'un gitmesi ile masaya derin bir sessizlik çöktü. Sahn herkese teker teker baktı. Bir şeyler olduğu belliydi. Özellikle Khan'ın sürekli Dora'ya bakması ve Dora'nın da sanki her an gidecekmiş gibi diken üstünde oturması, Sahn'nın dikkatini çok fazla çekmişti. Liya ve Umur'u söylemiyordu bile. Umur her an patlayacak bir volkan gibiydi. Liya ise yüzünde büyük bir kederle meyve şarabını yudumluyordu. Sahn, Şifacı Ak'a bakarak dörtlüyü işaret etti. Şifacı ak gözlerini devirerek bastonunu eline aldı. ''Gençler hiç düşündünüz mü? Kuira ve İnurm Klanlığı düşman olmasına rağmen neden hiç savaşmadılar ve barış ortamını korudular?'' Herkes şaşkınca Şifacı Ak'a baktı. Yeni bir hikaye mi anlatacaktı? ''Kuira Lideri, İnurm Klan'ı prensesini seviyordu ve ona hiç kötü davranmadı.'' Liya elindeki bardağı bırakarak Şifacı Ak'a baktı. ''Ama prensesi kaçırdı. Ayrıca İnurm Klan'ı kadınları özeldir. Kadınları toprağa basmaz ve İnurm Klanı kadınlarını dışarıya vermez. Buna rağmen Kuira Lideri prensesi aldı ve tüm itirazlara rağmen geri vermedi.'' ''Evet hatırlıyorum. Hatta Ahon bile gitmiş ve özellikle prensesi vermesini istemişti.'' Sahn sakallarını kaşıyarak o olayı hatırlamaya çalıştı. Ama bunun şu an ki konuyla ne alakası vardı. ''Evet, vermedi ve vermeyecek. Prensesi seviyor ve onun için her şeyi göze alıyor. Çünkü seven insan cesaretlidir. Korkakların sevgiyle işi olmaz. '' Dora'nın mızrak gibi sözleri sadece birisini yaraladı. ''Haklısın kızım ama savaşmamalarının sebebi şu; Bir savaşı kazansanız bile kaybedebilirsiniz. Sevdiklerinizi, ailenizi, arkadaşlarınızı, işte o zaman kazanmanın hiç bir anlamı olmaz. Kuira ve İnurm Liderleri bunun farkında. Savaş her zaman kaybettirir. Bizler, bir şeyi kaybedince değerini anlıyoruz ve bizim savaşımız da çok yakında. Çünkü Set Klanı durmayacak. İşte o zaman biz kazansak da kaybedebiliriz. Sevipte söyleyemediğimiz her şeyi kaybedebiliriz.'' Şifacı Ak herkese teker teker bakıp en son Sahn'a göz kırptı ve ayağa kalkarak o da masadan ayrıldı. Sahn ayağa kalkıp Şifacı Ak'ı alkışlamamak için kendini zor tutuyordu. İlk başta anlam verememişti ama şimdi alttaki imalı mesaj asıl hedeflerine gidince anlamıştı. Kimse açık açık söylemiyordu ama tam bir yıl önce Kara Ejderha yumurtası çalınınca anlamışlardı. Düşmanlar uyumuyordu sadece gizleniyordu ve savaş her an olabilirdi. Onlar barış içinde yaşamışlardı yaptıkları tek savaş asilere karşı olanlardı. Ama o kadar büyük bir savaşta ne yapacaklardı bilmiyorlardı. Her şey bu kadar belirsizken, birbirlerinden kaçınan bu salaklar bir şeyleri çözmeli ve mutlu olmalıydılar. Neyse ki Sahn vardı da onların ilham kaynağı olacaktı. ''Şifacı Ak her zaman değeri yüksek hikayeler anlatmıyor mu?'' Sahn sırıtarak bedenini esnetti. ''Daha dakikalar önce, bu hikayeler sıkıcıydı. Ne oldu şimdi?'' Umur ters ters Sahn'a baktı zaten canı sıkkındı, Şifacı Ak'ın anlattıkları ile iyice sıkılmıştı. Böyle olmayacaktı. Kuira Lideri gibi o da sevdiğini kaçırsa mıydı? ''Hikayeden hikayeye değişiyor işte.'' Sahn tam bir şey daha söyleyecekken onlara doğru yaklaşan kişiyle duraksadı. Gözlerini kısmış gelen kişiye bakarken sonunda onun kim olduğunu tanıdı. İyide bu adamın burada ne işi vardı? ''İyi akşamlar, nasılsınız?'' Herkes birden yanlarına gelen Güney Birliği Komutanı Hans'a şaşkınca baktı. Hans, simsiyah saçları ve gözleri, uzun, atletik bedeni ve esmer yanık teni ile oldukça çekici bir adamdı. Askeri zekası ise oldukça sivriydi. Ahon'un en iyi komutanlarından biriydi. Ama genelde güney topraklarında takılırdı. Şimdi neden buraya gelmişti ki? ''İyiyiz Hans, buyur gel otur.'' Hans, Sahn'a başıyla selam verip, ''Teşekkür ederim ama çok duramayacağım.'' dedi. Hans bakışlarını direkt Dora'ya çevirdi. ''Dora rahatsız ediyorsam kusura bakma lütfen ama bana bir kaç saatini ayırabilir misin?'' Sahn son anda yuttuğu meyve şarabını çıkartmaktan kurtuldu. Ne oluyordu böyle? Hans ve Dora mı? ''Ayıramaz.'' Khan sert sessi, yumruk olmuş elleri ile her an Hans'ın üzerine atlayacakmış gibiydi. Hans kaşlarını çatarak Khan'a baktı. ''Sana sormadım Khan, benim için Dora'nın fikri önemli.'' Hans tekrar Dora'ya dönecekti ki, Khan öfkeyle ayağa kalktı. Aynı anda Dora'da ayağa kalkarak ters ters Khan'a baktı. ''Kendine gel Khan.'' Khan gözlerini Hans'dan, Dora'ya çevirerek, ''Ben kendimdeyim zaten. Kendisinde olmayan o. Bura da oturuyoruz görmüyor mu? Bizi burada bırakıp gidecek misin?'' dedi. Khan tamamen saçmalıyordu ama umurunda değildi. Bu lanet adam nereden çıkmıştı? ''Khan abartma, çocuk değiliz biz. Dora'sız da idare edebiliriz.'' Khan daha büyük bir öfkeyle Sahn'a döndü. ''Kes sesini.'' ''Sen Khan'ın kusuruna bakma. Fazla içti, kendinde değil.'' Dora'nın iğnelemesinin şu anda hiç bir önemi yoktu. Önemli olan bu adamla gitmemesiydi. ''Tabi vakit ayırırım. Bende kalkacaktım zaten.'' Hans gülümseyerek başını salladı. Dora bir kaç adım atmıştı ki koluna sarılan ellerle durmak zorunda kaldı. ''Onunla gidemezsin?'' Dora kolunu tutan ellerden sertçe kurtuldu. ''Kendine gel Khan, sen benim hiçbir şeyim değilsin. Ona göre davran.'' Dora diğerlerinin ne düşüneceğini hiç umursamadan Khan'la arasındaki mesafeyi gözler önüne serdi ve arkasını dönerek Hans'la beraber karalıkta kayboldu. Khan öylece kaybolan Dora'nın arkasından bakarken, aynı anda bir çok duyguya yenik düştü. Öfke, pişmanlık, aşk, acı, hepsi ama hepsi ruhunu sıkıştırdı. ''Lanet olsun!'' Khan öfkeyle haykırarak çadırın tahta direklerine sert bir tekme geçirdi. Gelen darbeyle bulundukları çadır sallandı. Khan hiçbirine bakmadan Dora'nın tam tersi istikamete doğru öfkeyle yürüyerek gözden kayboldu. ''Düşündüğüm şey olmadığını söyleyin.'' Liya şaşkınlıkla kaskatı kesilmişti. Khan ve Dora arasında bir şeyler mi vardı? ''Evet ama merak etme Khan hak ediyor.'' Sahn olayların istediği kıvama gelmesiyle sırıttı. Khan salağı kudursun şimdi. ''Ama neden?'' Liya merak ediyordu, neden birbirlerini kabul etmediklerini. ''Bazen bir sebep olmadan paramparça ederler sevenleri.'' Umur elindeki bardağı sertçe masaya bıraktı ve o da masadan ayrılanlar arasına girdi. Liya omuzları düşmüş bir şekilde, hüzünle Umur'un arkasından baktı. ''Umur sana söylemiş anlaşılan, gerçi söylemesine de gerek yoktu. Seni sevdiğini herkes anlardı ama bir sen anlamadın.'' Liya sessizce akan göz yaşını sildi ve aynı hüzünle Sahn'a baktı. ''Anladım Sahn.'' Sahn öfkeyle nefesini verdi. Bunlar onu en sonun da çıldırtacaktı. ''O zaman neden Liya? Bir sebep söyle?'' Liya başını ellerinin arasına alarak kederle içinde tuttuğu ıstırabı serbest bıraktı. ''Çünkü Miya, Umur'a aşıktı.'' *** Oniks gözlerini zarifçe hareket eden Zuria'dan ayıramadı. Hemen önünde yürüyor ona etrafı gezdiriyordu. Oniks, ona değen yabancı ama saygı dolu ifadelerin farkındaydı. Yanlarından geçtiği kendi türüne ait her ejderha başını eğerek saygısını gösteriyordu. Oniks bu topraklara geldiğinden beri içindeki tarifsiz gücün arttığını hissediyordu. Her şeyi daha net görüyor, daha net duyuyor ve hissediyordu. Derisi ona dar geliyor, içinden daha büyük bir şey çıkmak için savaş veriyordu. Kendi türü ile olmak çok garipti. Oniks gözlerini açtığı andan itibaren yanında sadece annesi vardı. Annesi dışında hiç bir varlıkla iletişime geçmedi. Ama şimdi burada sayamadığı kadar kendi türünden varlık vardı. Hepsi farklı farklıydı, derileri, bazılarının görünüşleri, kanatları, güçleri hep farklıydı. Ama içlerinde en çok ilgisini çeken, önünde yürüyen dişi beyaz ejderhaydı. Kendisin zıttı olarak bembeyaz bir derisi vardı. Gözleri özgürce uçtuğu gökyüzüne benziyordu. Ayrıca çok tatlı da bir kokusu vardı. Annesi de güzel kokardı ama bu ejderhanın kokusu onun içinde bir şeyleri harekete geçiriyordu. Zuria birden durunca Oniks ne olduğunu anlamak için Zuria'nın önüne geçti. Hemen önlerinde büyük bir taşın üstünde tıpkı kendisi gibi olan kırmızı gözlü ejderha duruyordu. Oniks yavaşça kuyruğunu havaya dikti. Bu ejderhada ona tanıdık gelen bir şeyler vardı. Fakat bu ona temkinli davranmayacağı anlamına gelmiyordu. Herkes başını saygıyla eğerken o dik bir şekilde kendisine bakıyordu. Buraya ilk geldiklerinde de ona bu şekilde bakıyordu. Kendisi, gri gözlü adama nasıl bakıyorsa bu kırmızı gözlü ejderha da kendisine öyle bakıyordu. Kırmızı gözlü ejderha durduğu taştan yavaşça aşağı indi ve ona doğru yürümeye başladı. Oniks tıpkı annesinin dediği gibi aşırı tepki vermemek için sakin kalmaya çalıştı. Ejderha gözleri dışında tamamen kendisine benziyordu ve diğerlerinin de ona saygı duyduğu belliydi. Oniks gözlerini kıstı ve burnunun dibine kadar gelen ejderhaya keskin gözleriyle baktı. Ejderha sıkılmış bir ifadeyle nefesini bıraktı ve Oniks'in önünden çekilerek ona yol açtı. Artık önünde, simsiyah parlayan büyük bir taş vardı. Ejderhaların hepsi taşın etrafını çember şeklinde sarmıştı. Sadece onun önünden taşa kadar olan yol boştu. Sanki taşa gitmesi için ayrılmıştı. Oniks hiç kımıldamadan yerinde durmaya devam edince, Zuria ona doğru yaklaştı. Zuria başını onun boynunun altına sürdü ve yavaşça ilerlemeye başladı. Oniks'de onunla ilerleyince taşın önüne kadar geldiler. Zuria başıyla taşı işaret edip burnunun Oniks'in burnuna dokundurdu ve geri çekilerek diğer ejderhaların arasına karıştı. Oniks bir süre taşa baktı bu taşa çıkmasını mı istiyorlardı? Annesinin onayını almadan böyle bir şey yapamayacağını biliyordu. Ayrıca henüz onların Lideri olabilecek durumda kendini hissetmiyordu. Ondan bunu bekliyorlardı ama şu anda sadece Zuria'yı umursuyordu. Başını çevirip Zuria'ya bakınca onun parlayan gözlerle kendisine baktığını gördü. Bu karanlık gece de bile parlıyordu. Oniks, Zuria'ya bakarken dikkatini çok farklı bir şey çekti. Hemen ileride ağaçların arasında iki kişi durmuş ona bakıyordu. İçlerinden biri oldukça iri yapılı biriydi ve kim olduğunu anlamıştı. Garip bir şekilde ruhunda bunu hissetmişti. Fakat diğerini göremiyordu. Tüm ejderhalar ona dikkatle bakarken, Oniks dikkatini tamamen o adama vermişti. Gri gözlü adam, ona Ahon diyorlardı, o yanındaki kişinin kolunu tutmuş ona bakıyorlardı. Oniks umursamayacak ve başını çevirecekti ki, esen sert rüzgarla burnuna annesinin huzur dolu kokusu geldi. Oniks'in vücudu diken diken oldu. O adam annesinin kolunu mu tutuyordu? Oniks'in gözleri kararırken bir fırtına gibi yerinden havalandı. *** Şifa düşüncelerine o kadar dalmıştı ki arkasından gelen adamı bile fark etmemişti. Neyse ki tüm düşüncelerini sesli bir şekilde dile getirmiyordu da, sadece 'Ne yapacağım?' kısmını duymuştu. Şifa elbette aklından geçenleri söyleyecek değildi. O yüzden daha mantıklı bir şeyler bulmaya çalıştı. ''Şey, anlatılan hikaye, koruyucular, klanlar biraz zorluk çekiyorum.'' Ahon anladığını belirtircesine başını salladı. ''Zamanla alışırsın, burası farklı bir dünya.'' Şifa yanına gelen adamın ferah kokusunu tekrar hissetti. Ah! İşler gittikçe daha karmaşık hale geliyordu. ''Beni duyuyor musun?'' Ahon omzunun üstünden düşüncelere dalmış kadına baktı. Niye bu kadar çok düşünüyordu? Buradan gidemeyecekti. Düşünmesinin bir anlamı yoktu sadece kabullenmeliydi. Şifa irkilerek dikkatini tekrar Ahon'a verdi. Düşündüğü adam yanında olmasına rağmen yine de kendine engel olamıyordu ve sürekli tekrar onu düşünürken buluyordu. ''Ben dalmışım.'' Ahon gülümseyerek yanakları kızaran kadına baktı. ''Nereye gittiğini biliyor musun?'' Şifa kısa bir an duraksayarak etrafına baktı. Aslında bilmiyordu. Tek amacı bir an önce yüz kızartıcı ortamdan kurtulmaktı. Bu yüzden de nereye gideceğini hesaplamamıştı. Gerçi çok bir yer bildiği de söylenemezdi. ''Ben Oniks'in yanına gidecektim.'' Ahon durarak, göğsüne kadar gelen kadına baktı. Bu kadın neden bu kadar küçüktü? ''Ama yanlış yöne gidiyorsun.'' Ahon gülümsemesini engel olmaya çalışarak şaşkın kadına baktı. ''Ah, öyle mi?'' Şifa, Ahon'un dikkatli bakışlarından gözlerini kaçırarak sağa sola baktı. "Peki ne tarafa gideceğiz?" Ahon hemen sağ taraftaki ormanlık alanı göstererek, "Bu taraftan." dedi. Beraber ağaçların arasında ki patika yolda yürümeye başladılar. Sessizlik içinde yürürlerken Şifa son anda aklına gelen soruyla sessizliği bozdu. "Peki sen Oniks'in nerede olduğunu nerden biliyorsun?" Sonuçta sürekli yanlarındaydı ve Oniks'de ayrılalı çok olmuştu. Ayrıca gittikleri yönde kuleye oldukça uzaktı. "Aramızda ki bağ sayesinde." Şifa şaşırarak Ahon'a döndü. Patika da neredeyse bitmişti ve büyük bir açıklığa gelmişlerdi. "Nasıl yani?" Ahon başıyla açıklıkta ki ejderhaları işaret etti. Oniks büyük taşın hemen önündeydi. "Mühürlü bağlar, bağlandığım kişinin nerede olduğunu hissetmeni sağlar. Tamamen iç güdüsel bir şeydir. Kara Ejderha ve ben birbirimize kan mührü ile bağlıyız. Senin tabirinle, Oniks, bunun farkında ama annesi gibi inatçı. Kabullenmiyor." Şifa ilk başta büyük bir dikkatle dinlediği konuşmanın sonlarına doğru gözlerini devirdi ve Oniks'e bakmaya çalıştı. "Ben inatçı değilim. Asıl sen inatçısın." Ahon gülerek başını iki yana salladı. Tam bir şey diyecekti ki kadının sorusuyla duraksadı. "Şu an da ne yapıyorlar?" Ahon dikkatle çember olmuş ejderhalara baktı. "Onun taşa çıkıp ejderhaların lideri olmasını bekliyorlar. Kara Ejderha geri döndü ve artık liderlik yapmasının vakti geldi." Şifa biraz panik biraz heyecanla Ahon'a döndü. "Liderlik mi? Oniks mi?" Şifa ne yapacağını bilmiyordu. Bebeği ne zaman bu kadar büyümüştü? Hayır. Oniks onun gözünde hala ilk bulduğunda koluna yapışan ve bırakmayan yavruydu. "Evet, ama kabuk etmeyecek. Kendisini henüz hazır hissetmiyor. Kendi türüyle vakit geçirip onlara güvenmesi ve bağlanması lazım. Şu anda Zuria hariç kimseye güvenmiyor ve bir şey hissetmiyor." Şifa şaşkınlıkla kaşlarını kaldırdı ve gayretle fısıldadı. "Oniks'in nasıl hissettiğini bilebiliyor musun?" Ahon eğlenen bir ifadeyle başını salladı. Fakat daha sonra aklına gelen sinsi bir planla birden Şifa'ya doğru eğilerek kolunu tuttu. Şifa aniden oluşan hareketle nefesini tuttu. Kolundan tüm bedenine yayılan sıcaklığı hissediyordu. Ayrıca kalbinde ki o hareketlilik yine başlamıştı. Birden nasıl bu duruma düştüğüne anlam vermemişti. Ahon baştan çıkarıcı bir gülümsemeyle ona bakınca, Şifa bayılacağını hissetti. Kalbi buna daha fazla dayanamazdı. "Mühürler bunun için var. Tıpkı şu anda senin kalbinin çırpınışlarını hissetmem gibi. Neden bu kadar hızlı? Korkuyor musun, heyecanlanıyor musun?" Ahon gözlerini, irice açılmış parlak, yeşile çalan gözlerden ayırarak aralanmış, dolgun kırmızı dudaklara dikti. Kadını tamamen avuçlarının arasına almış bırakmaya niye yoktu. Fakat unuttuğu bir ayrıntı vardı. Kadını tuttuğu eline gelen sert bir darbe ile elleri bomboş kaldı. Oniks hırlayarak Şifa'yı kanatlarının arasına aldı ve dikenli kuyruğunu da Ahon'a doğru tehlikeli bir şekilde kıvırdı. Şifa bir rüyadan uyanmış gibiydi. Az önce ne olmuştu? Kalbi hala yerinde miydi? Yoğun hislerle kaplanan bedenini, Oniks'in sıcak bedenine yasladı. Sadece bir kaç dakikaya ihtiyacı vardı. Kendini toparlamalıydı. Fakat Oniks'in diğerlerinden daha yüksek sesli hırlaması ile harekete geçti. "Oniks, sakin ol oğlum. Bir şey yok." Yavaşça kendini Oniks'den ayırarak az önce olanlardan dolayı, hafif kızarmış yanakları ile adama baktı. Gözlerini kısmış bir şekilde Oniks'e bakıyordu. Şifa tekrar bir kavganın çıkmasından korkuyordu. Oniks'i sakinleştirmek için ona dönecekken son anda Ahon'un aldığı darbe ile yırtılmış gömleğini gördü. Şifa istemsizce Ahon'a ilerledi. "Ah! Gömleğin yırtılmış. Koluna bir şey oldu mu?" Şifa, Ahon'a son bir kaç adım kala tekrar geriye çekildi. Oniks kuyruğunu beline sarmış onu sıkıca sarmıştı. "Oniks!" Şifa bir yandan Oniks'den kurtulmaya çalışıyor diğer yandan da Ahon'a hitaben konuşuyordu. "Kusura bakma gerçekten. Oniks biraz korumacı. Büyük ihtimalle bana zarar verdiğini düşündü." Ahon gözlerini Oniks'den ayırarak çırpınan kadına baktı. Hafifçe gülümseyerek Şifa'nın gözlerine baktı. Şifa, Ahon'la göz göze geldiği anda, Oniks'den kurtulma çabaları yavaşlayarak durdu. "Ben iyiyim. O haklı kim olsa senin gibi birini sahiplenirdi." Şifa gelen açık sözlerle kızararak bakışlarını kaçırdı ve kalbi tekrar hızlanma başladı. Aynı anda Ahon gülerek, "Neden tekrar hızlandı?" diyince, Şifa kaçabildiği kadar uzağa kaçmak istedi. Neyse ki Oniks hırlama ile karışık homurdanmayla kanatlarını tamamen Şifa'ya sararak, Ahon'un dikkatli bakışlarından annesini korudu. Ahon, Şifa görüş alanından çıktığı anda yüzündeki gülümseme silindi ve yerine tehlikeli bir ifade geldi. Oniks'in de gözlerine aynı ifade geldi. Bir avı paylaşamayan iki avcı gibiydiler. O anda paylaşmak istemedikleri bu güzel avı elde etmek için iki avcının savaşı başlamıştı. *** Daha erken atma planlarım vardı. Bitmeyen bir ev temizliği planlarımı çamaşır suyuna düşürdü. 😂😂 Erken gelecek ve uzun olacak bölümlerde görüşmek üzere, kendinize iyi bakın. 💜🌼 |
0% |