@maysaberran
|
Merhabaaa işte yeni bölüm. Geç geldi biliyorum ama iş yoğunluğu diyerek tüm suçu üzerimden atıyorum. 😂 Bayramınızı en içten dileklerimle kutluyor, sevdiklerimizle beraber geçireceğimiz nice bayramlar diliyorum. 💜❤️🌼 *** Şifa mırıldanarak sıcak bedene daha çok sokuldu. Oniks'e sahip olmanın en güzel yanı, hiç bitmeyen bir sıcaklığa sahip olmaktı. Bu sıcaklık ona günler önce ormanda yürüdüğü adamı hatırlatmıştı. O günden sonra ki sabah onu görememişti. Ahon, Khan ve Umur önemli olduğunu söyledikleri bir görev için sabah erkenden ayrılmışlardı. Yaklaşık bir haftadır da yoklardı. Ahon gittikten sonra Şifa sürekli kendini halsiz ve mutsuz hissetmişti. Düzgün beslenemediğini ya da uyuyamadığı için olduğunu düşünüyordu fakat üçüncü günden sonra Şifa büyük bir zorlukla, Ahon'u özlediğini kabul etmişti. Bu delilikti! Ama kendine hakim olamıyordu. Sürekli kendi kendine bu adamın onu hapsettiğini, zorladığını söylüyordu. Fakat, adamın ruhunu da taşıyan şu lanet kalbi bir türlü anlamıyordu. Şifa'nın yapacağı tek şey büyük bir sabırla Ahon'un sağ salim dönmesini beklemekti. Tabi bu durum bir tek onu etkilememişti, Miya ve Dora da tıpkı kendisi gibiydi. Fakat birbirlerinin yüzlerine karşı her şey yolunda izlenimi veriyorlardı. Şüphesiz bu duruma sevinen tek kişi Oniks'di. Sanki O geceden sonra Ahon'a daha fazla bilenmişti. O gece yanından hiç ayrılmamış, yatana kadar bir gölge gibi peşinde dolanmıştı. Şimdi ise oldukça keyifli bir şekilde yatakta geriniyordu. Şifa yatakta doğrularak Oniks'e baktı. Siyah kanatlarını genişçe açmış, kuyruğunu yatağın Şifa'nın olduğu tarafa doğru uzatmış, gri gözlerini kırpıştırarak Şifa'ya bakıyordu. ''Kocaman oldun ama hala yanımda yatıyorsun. Yakında seni atacağım yataktan haberin olsun.'' Oniks kuyruğunu Şifa'nın bedenine sararak onu tekrar yatağa çekti ve kanatları ile onu hapsetti. Şifa da bu tutuştan kaçmak için debelenmeye başladı. Bu şekilde çok da geçmişte olmayan anılarda ki gibi oynamaya başladılar. En son nefes nefese Şifa yenilgiyi kabul etti. ''Şuna bak artık seni eskisi gibi yenemiyorum.'' Oniks kafasını Şifa'nın karnına koyarak sürtmeye başladığında Şifa kıkırdayarak onu uzaklaştırmaya çalıştı. ''Dur, huylanıyorum.'' Bir süre daha yatakta yaptıkları keyif, kapının çalınması ile sona erdi. ''Gelebilir miyim?'' Şifa üstünü toparlayarak ayağa kalktı. ''Tabi gelebilirsin Liya.'' Örgülü saçları, beyaz dökümlü elbisesi, parlayan mavi gözleri ve sıcak gülümsemesiyle Liya odaya girdi. ''Günaydın.'' Liya'nın cıvıl cıvıl sesiyle Şifa kaşlarını hayretle havaya kaldırdı. Bir haftadır kaybolmuş olan bu neşesini neye borçluydu? ''Günaydın, keyfin yerinde anlaşılan.'' Şifa bu süre zarfında Liya'ya oldukça alışmıştı. Gerçekten kardeşi gibi olmuştu. Dora ise bir abla gibiydi. İkisini de seviyordu. İlk başta olan kötü olayları çoktan unutmuştu bile. ''Öyle mi? Fark etmedim.'' Liya hafifçe kızararak dolaba doğru yürüdü. Şifa tek kaşını kaldırarak Liya'yı süzdü. Başka bir şey vardı ve Şifa bunu öğrenecekti. Liya'dan bakışlarını çekip Oniks'e baktığında hala yatakta pineklemekle meşgul olduğunu gördü. Gözlerini devirerek tekrar Liya'ya döndü. ''Hadi hazırlan bugün yapmamız gereken işler var.'' Liya elinde, yeşil, etekleri beyaz çiçeklerle dolu elbiseyle ona döndü. Şifa elbiseyi alırken, ''Nasıl işler bunlar?'' diye merakla sordu. ''Bugün, Lider ve diğerleri dönüyor. Büyük bir hazine elde etmişler. Kutlama hazırlıkları yapacağız.'' Şifa duydukları ile engel olamadığı bir sevince bürünürken hemen arkasından gelen sert seslerle Oniks'e döndü. Oniks az önce ki huzurlu ve mutlu ifadesini bir kenara bırakmış, sıkıntıyla kuyruğunu yere vuruyordu. Homurdanarak Şifa'ya doğru yürüdü ve başını omzuna koydu. Şifa omzundaki ağırlıkla eğilirken, ''Oniks, ne oldu şimdi?'' diyerek uzaklaşmaya çalıştı. ''Ne kadar ağır olduğunun farkında değilsin herhalde.'' Oniks hiç umursamadan bu seferde kuyruğunu Şifa'ya sardı. Şifa oflayarak tekrar kurtulmaya çalıştı. ''Oğlum oyun zamanı değil, bak işlerimiz var.'' Şifa en son durarak Oniks'in onu bırakmasını bekledi fakat Oniks onu hiç bırakacak gibi değildi. İkilinin bu haline Liya daha fazla dayanamayarak kahkahalarla gülmeye başladı. Şimdiden söyleyebilirdi ki liderleri fazlasıyla zor zamanlar bekliyordu. ''Oniks, seni kıskanıyor.'' Şifa şaşkınlıkla Liya'ya baktı. Evet, Oniks çok sahipleniciydi fakat şu anda kıskanacağı bir durum yoktu ki. ''Kimden kıskanacak beni? Sen ve benden başka kimse yok.'' Liya omuz silkerek açık cama doğru ilerledi. ''Lider'in adı geçmesi bile yetiyor anlaşılan.'' Şifa yanakları kızarırken, ''Hayır, onunla bir ilgisi yok.'' dedi ama yalan söylediği her halinden belliydi. Özellikle sonlara doğru kısılan sesi her şeyi ele veriyordu. Liya tek kaşını kaldırarak bir Şifa'ya bir de hala ona yapışık duran Oniks'e baktı. ''Oniks, anneni bırakabilir misin? Lider Ahon için hazırlık yapmamız gerekiyor.'' Liya bunları sadece sözlerini kanıtlamak için söylemişti ve işe de yaramıştı. Liderin ismi geçtiği anda Oniks, Şifa'yı daha fazla sarmış hatta yatağa çekmeye çalışmıştı. Anlaşılan, birileri fena halde kıskanıyordu. Liya, ejderhanın Şifa'yı bırakmayacağını anlayınca onun aklını dağıtmaya karar verdi ve açık camdan Zuria'ya seslendi. Zuria dakikalar içinde bembeyaz, parlayan kanatları ile odaya girdi. Oniks, Zuria'yı gördüğü anda Şifa'yı tutuşu gevşedi fakat bırakmadı. Zuria gözlerini süzerek Oniks'e bakınca, Oniks'in tüm dikkati dağıldı ve bunu fırsat bilen Şifa anında kendini kurtardı. Şifa derin bir nefes alıp Oniks'e döndü. ''Oğlum, neden böyle yapıyorsun? Bu şekilde davranmana gerek yok çünkü ben her zaman seni seveceğim.'' Oniks, annesinin gözlerine bakarak homurdandı. Şifa yavaşça gülümseyerek, ''Kimse ama hiç kimse bunu değiştiremez. Ben her zaman senin annen olarak kalacağım.'' dedi ve Oniks'in burnuna sıcak bir öpücük kondurdu. ''Hadi şimdi Zuria ile beraber git ve günün keyfini çıkar.'' Oniks'de burnunu Şifa'nın yanağına sürterek karşılık verdi ve Zuria ile beraber ayrıldılar. ''Seni gerçekten çok seviyor ve kıskanıyor.'' Liya gülerek Şifa'nın omzunu sıvazladı. Şifa derin bir nefes vererek, ''Biliyorum ama bu kadar kıskanmasını anlayamıyorum.'' dedi. ''Sen kendin söyledin, doğduğu andan beri yanında olan tek kişi sensin. Hep onunla ilgilendin şimdi başkalarıyla ilgilenmen ya da onların seninle ilgilenmesi hoşuna gitmiyor. Onu bırakacağından ya da ilgilenmeyeceğinden korkuyor olabilir.'' Şifa, Liya'ya dönerek, ''Haklısın.'' dedi. Şifa'nın yapacağı bir şey yoktu. Ne söylerse söylesin Oniks aynı şekilde hissetmeye devam edecekti. Bu yüzden en doğrusu her şeyi zamana bırakmaktı. Zamanla Oniks bu duruma alışacaktı. Yani en azından Şifa öyle umuyordu. *** Tüm hazırlıklar tamamlanmış, geriye sadece beklemek kalmıştı. Kulenin bahçesine çadırlar kurulmuş, kazanlarda yemekler pişirilmiş, etraf renkli çiçekler ve meşalelerle süslenmişti. Şifa her konuda insanlara yardımcı olmaya çalışmış ve kendini de oldukça sevdirmişti. Bir çok kişiyle tanışmış, Liya ve Dora dışında da kız arkadaşlar edinmişti. Bu bir haftalık süre zarfı boyunca Şifa bu topraklara alışmıştı. Dora ve Liya ona her yeri gezdirmiş, tüm ejderha ve insanları tek tek göstermişti. Artık burası ona gerçekten ev gibi hissettirmeye başlamıştı. ''Of, çok yoruldum. Daha hiç bir şeye elimi sürmem.'' Sahn kendini tahta sandalyelerden birine attığında Liya gözlerini devirerek, ''Alt üstü iki tane meşale diktin.'' dedi. ''Benim için oldukça fazlaydı.'' Sahn esneyerek bedenini gerdi. ''Bir hafta boyunca Lider'in yokluğunu fırsat bilerek yattın.'' Sahn tek kaşını kaldırarak Liya'ya dik dik baktı. ''Bu süre zarfında inatçı ve aşık birini yola getirmeye çalıştığımı unutuyorsun herhalde.'' Liya dudaklarını büzerek başını çevirdi. Evet, bu bir hafta boyunca Liya'yı gördüğü her yerde, ona Umur'a şans vermesi ve geçmişe takılmaması için uzun nutuklar çekmişti. İlk başta hiç kulak asmasa da sonradan Şifa ve Dora'yı da yanına çekerek üstüne gelmeleri ile yenilgiyi kabul etmişti. Liya, Umur ile birlikte olmayı her şeyden daha çok istiyordu fakat kardeşine ihanet etme duygusu her şeyin önüne geçiyordu. Fakat en sonunda Şifa'nın, 'Ya, Umur başkasını severse.' sözleri ile uzun bir süre düşünmüş ve ne kendisine ne de Umur'a eziyet etmeme kararı almıştı. Ayrıca Dora'nın da, 'Miya senin mutlu olmanı isterdi.' sözleri de ona büyük bir cesaret vermişti. Nihayet en sonunda, Umur geldiğinde onunla konuşacak ve aralarında ki durumu düzeltecekti. Sabah onların geleceği haberini aldığında ise heyecandan ne yapacağını şaşırmış, tüm gün etrafta aptal aşıklar gibi dolanmıştı. Liya yeniden aynı heyecana kapılırken yanından gelen acı dolu çığlıkla irkilerek Şifa'ya baktı. ''Ne oldu? Şifa iyi misin?'' Liya korkuyla kolunu sıkıca tutmuş acıdan iki büklüm olan kıza yaklaştı. Aynı anda Sahn ve Dora da Şifa'nın başına geldi. Hepsi donmuş birden ne olduğunu anlamaya çalışıyorlardı. ''Şifa beni duyuyor musun?'' Dora hemen Şifa'ya uzanarak onu oturtmaya çalıştı bir yandan da tuttuğu koluna bakıyordu. Ama anormal olan hiç bir şey göremedi. Herkes şaşkınca birbirine bakarken Şifa kesik soluklarla konuşmaya çalıştı. ''B-ben iyiyim.'' Şifa son bir kaç dakikadır kalbine oluşan huzursuzlukla dikkat çekmemek için her şey yolundaymış gibi duruyordu. Fakat bir anda kolunu yakan keskin acıyla, engel olamadığı acı bir çığlıkla iki büklüm olmuştu. Ne olduğunu anlamamıştı bile. Sanki kolunu koparıyorlarmış gibi birden gelen acı yavaşça tüm vücuduna dağılarak azaldı. Fakat kolu hala azar azar sızlıyordu. Şifa derin derin nefes alarak kendine gelmeye çalıştı. Kalbi deli gibi çarpıyor kendine hakim olmakta zorlanıyordu. Derin derin nefesler almaya devam ederler sırtını dikleştirdi. Yavaşça, korkarak koluna baktı. Fakat ilginç bir şekilde hiç bir şey yoktu. Tamamen normal duruyordu. "İyi misin?" diye sordu Sahn. Şifa başını sallayarak, "Evet, ama ne olduğunu anlamadım." şaşkınlıkla söylendi. Hala koluna bakıyordu. "Ne oldu birden?" Liya, Şifa'nın kolunu elleri arasına alarak inceleme başladı. "Ben bilmiyorum. Aniden kolumda bir acı hissettim. Sanki biri kolumu koparıyormuş gibiydi. Ama hemen sonradan yavaşça geçti. Sadece hafifçe sızlıyor." Dora kaşlarını çatarak düşünmeye başladı. Şifa'nın anlattıkları çok garipti. Düşünceli gözleri Sahn'ın tedirginlikle dolu gözleriyle karşılaşınca, büyük bir aydınlanmayla kendine geldi. Kalbi sıkılmaya, aklı karışmaya başladı. Bunun tek bir anlamı vardı. Tüm gün hevesle bekledikleri, hazırlıklar yaptıkları dostları saldırıya uğramıştı ve Liderleri ise yaralanmıştı. *** Sessizce geçen dakikalar ardından büyük bir borozan sesi duyuldu. Herkes heyecanla ayağa kalktığında havada süzülen ejderhalar göründü. Birer birer toprağa indiklerinde herkes sevdiklerine özlemle sarıldı. En önde olan Ahon, Umur ve Khan'da onları bekleyen kişilere doğru yürüdüler. Khan etrafı açık çadıra yaklaşırken gözleri Dora'yı aradı ve bulduğunda isr ona kitlendi. Fakat Dora sadece ona kısa bir bakış atmış ve Ahon'a dönmüştü. Khan bir hafta boyunca Dora'yı düşünmüş, onu görme hayali ile tüm zorluklara dayanmıştı. Ama şimdi aldığı bu karşılık hiç hoşuna gitmemişti. Hak ettiğini biliyordu ama yine de kendine engel olamıyordu. Yüzünü asarak çadırda bol bir yere oturdu ve gözlerini tekrar ona bakmayan Dora'ya dikti. Umur ise bir hafta boyunca iyice düşünmüştü ve en sonunda Liya'yı kaçırmaya karar vermişti. O istese de istemese de, kendisini neden istemediğini anlayacaktı. Bu şekilde bir reddedilmeyi kabul etmiyordu. Kendisini bildiği andan beri Liya'yı seviyordu ve bu kadar kolay vazgeçmeyecekti. Eğer bu uğurda Liya ile savaşması gerekiyorsa, savaşacaktı. Asla savaşmadan kaybetmeyi düşünmüyordu. Kararlı gözlerini Liya'ya diktiğinde onun parlayan neşeli gözlerini gördü. Tüm düşünceleri toz bulutu gibi dağıldı. Az önce savaş naraları atan kısmı beyaz bayrak sallayarak geri çekilmeye başlamıştı. Geriye sadece tek bir gülüşle darmadağın olan aklı ve kalbi kalmıştı. Ahon bir hafta boyunca düşünebildiği tek şey ona dikkatle bakan yeşil-kahve gözlerdi. Ayrıldığı andan itibaren içine işlenen sıkıntının aslında özlem duygusu olduğunu sonradan anlamıştı. O hayatında kimi özlemişti ki? Fakat şimdi geri dönmek için dakikaları saymıştı. Kendisine itiraf etmek zordu ama bu kadını deli gibi özlemişti ve artık onu daha fazla yakınında istiyordu. Gözlerini kararlılıkla kadının gözlerine diktiğinde onun endişeli gözlerle kendine baktığını gördü. İlk başta durumu anlayamasa da daha sonra kadının gözler koluna düştüğünde durumu anladı ve kısa bir küfür savurdu. "Yaralanmışsın!" Şifa gözleri kocaman açılmış kandan kıpkırmızı olan adamın koluna bakıyordu. O kadar kötü gözüküyordu ki kendi acısını bile unutmuştu. "Büyük bir şey değil." dedi Ahon umursamazca. Ama kadının endişelenmesi oldukça hoşuna gitmişti. "Lider yine de Şifacı Ak'ım yanına gitmelisin." Ahon derin bir nefes verip, Khan'a başını salladı. "Gidemez. Çünkü Şifacı Ak öğke saatlerinde ayrıldı ve daha geri gelmedi." Sahn, Dora'nın sözleri ile kafasında kurnaz tilkileri yarıştırmaya başladı. Hızla öne atılarak, "Şifacı Ak yok ama Şifa var. O senin yaralarını sarabilir." dedi. Ahon ve diğerleri aynı anda Şifa'ya baktı. Şifa gergin bir şekilde saçlarını karıştırdı. Daha önce yara tedavi etmişti ama nedense kendisini gergin ve heyecanlı hissediyordu. Buna hazır mıydı? Bilmiyordu. Fakat ondan cevap bekleyen insanları da yüz üstü bırakacak değildi. "Elimden geleni yaparım." Ahon, Şifa'nın sözleri ile büyük bir rahatlama ile beraber sevindi. Kesinlikle Sahn'ı ödüllendirmeliydi. Geri dönmeden önce saatlerce Şifa ile nasıl başbala kalabileceğini düşünüyordu. Şimdi ise fırsat avuçlarına gelmişti. Yapması gereken tek şey avucunu sıkıca kapatıp kaçmamasını sağlamaktı. Sahn ellerini birbirine vurarak, "O zaman şifacı çadırına gidin. Orada ihtiyacın olan malzemeleri bulabilirsin." diyerek gitmeleri için teşvik etti. Ahon, Şifa'ya baktığında onun yavaşça kendisine doğru geldiğini gördü. Karşı karşıya geldiklerinde Şifa çekinen bakışlarla Ahon'a baktı. "İyi misin? Yürüyebilecek misin?" Ahon gülümseyerek başını Şifa'ya doğru eğdi. Kadın anında nefesini tutarken Ahon fısıldadı. "Birazdan çok daha iyi olacağım." Kadının yüzünü bir kere daha inceleyerek ondan uzaklaştı ve şifacı çadırına doğru yürümeye başladı. Şifa tuttuğu nefesi bırakırken şimdiden hiç kolay geçmeyeceğini düşündü. Arkasını hiç dönmeden Ahon'un peşinden ilerlerken, kendine her adımda şans diledi. Fakat ne kadar işe yaratacağı meçhuldü. *** Giden ikilinin arlasından sessizce bakarlarken Sahn tüm dikkati kendine çekti. "Ne olduğunu anlatacak mısınız?" Khan derin bir nefes bırakarak kendini sandalyelerden birine attı. "Zaman daralıyor olan bu." Liya kaşlarını çatarak anlamaya çalıştı. "Ne demek bu? Düzgün anlatsana." Liya'nın sesi oldukça sabırsız çıkıyordu. Umur, Khan'ın anlatmaya hevesli olmadığını anladığında olayı eline aldı. "Bağımsızlar, savaş zamanından kalan hazine bulmuşlar. Fakat Kuira Klanı bunu bir şekilde öğrendi ve bize haber verdi. Oraya vardığımızda hazinen yarısını almışlardı. Diğer yarısını bulmak için peşlerine düştük. Daha sonra bize İnurm Klanı da katıldı. Her neyse hazineyi bulduk ve aramızda paylaştık. Her Klana ait özel hazineler vardı. Herkes kendine ait olanı aldı. Fakat hazinen içinde Set Klanına ait parçalar da vardı. Onları da biz aldık. Sorun şu ki, parçaların bir kısmı eksik. Yine de onları bulmamız imkansızdı. Bizde mecburen geri dönmeye karat verdik. Tam sınırlardan içeri girmek üzereyken saldırıya uğradık." "Saldırı mı? Sen ciddi misin?" Liya şaşkınlıkla Umur'un sözlerini kesti. Nasıl olurda sınıra yakın bir yerde saldırı yapabilirlerdi, buna kim cürret edebilirdi? Khan başını elleri arasına alarak, "Henüz şaşırmak için çok erken." dediğinde Umur başını sallayarak devam etti. "Bize saldıranlar bapımsızlardı fakat başka birileri daha vardı. Daha önce hiç görmediğimiz birileri." "Nasıl hiç görmediğimiz birileri, bu kadar yakına kim gelebilir?" diyerek bu seferde Sahn, Umur'un sözlerini kesti. "Bilmiyoruz. Fakat bildiğimiz bir şey var. Onlar her kimse bilmediğimiz bir şekilde savaşıyorlardı ve emin olun sanki bunu yıllarca yapıyorlarmış gibiydiler. Tek hedefleri vardı o da Ahon'du. Uzun bir süre savaştık. Sayımız çok olmasına rağmen fazlasıyla zorlandık. Fakat en sonunda bitti dediğimizde Ahon, hançerle yaralanmıştı. Hem de onu korumaya çalıştığımız halde." Umur kısa bir an durduğunda Dora araya girdi. "Lider bu kadar dikkatsiz nasıl olur? Ya daha kötü bir şekilde yaralansaydı?" "Haklısın. Lider zaten son bir kaç gündür dikkati dağınık ama asıl sebep bu değil. Lider artık Kara Ejderha ile uçmalı. Axi oldukça yaşlandı. Ahon'a yardımcı olamıyor. Bir an önce Kara Ejderha eğitilmeli ve Ahon ile beraber uçmalı." Umur savaştıkları esnada Axi'yi düşündü. Bir zamanlar Kara Ejderha konumunun sahibiydi. Ama artık inzivaya çekilme vakti gelmişti. Savaş esnasında gücü hemen bitmiş Ahon'a destek olmaktan çok zorluk çıkarmıştı. Umur derin bir nefes alarak herkese tek tek baktı ve geceyi donduran sözleri söyledi. "Savaş çok yakında ve Kara Ejderha artık üstüne düşeni yapmak zorunda." *** Sessiz yürüyüşleri çadıra geldiklerinde son buldu. Ahon çadırın kapısında Şifa'ya yol vererek içeri girmesini izledi. Şifa mumların aydınlattığı loş çadıra kısaca göz attı. İki yatak, üzerinde bitki ve ilaçların olduğu raflar, köşede masanın üzerinde duran bir yığın kitapla oldukça sade ve ismine lahık bir yerdi. Şifa, aklına gelenle hızla Ahon'a döndü. Adamın kolu yaralıydı o burada çadırı izliyordu. "Şöyle otur istersen." diyerek boş yataklardan birini gösterdi. Ahon sessizce oturduğunda Şifa'da adama yaklaşarak yaralı koluna sardığı gelişi güzel bez parçasını yavaşça çıkardı. "Acırsa söyle, tamam mı?" Ahon tüm dikkatini koluna vermiş kadına gülerek, "Tamam." dedi. Şifa ayağa kalkarak temiz bir bez ve su aldı. Yarayı temizlemeli ve ne kadar derin olduğunu görmeliydi. Aradıklarını bulduğunda tekrar Ahon'un yanına geldi. Yavaşça yarayı temizlemeye başladığında elleri altındaki kaslı bedeni düşünmemeye çalıştı. Dikkati dağılmaya başlarken yaraya bezi biraz sert bastırdı fakat Ahon'dan se çıkmazken Şifa ileterek kolunu tuttu. Yine aynı kolu acımıştı. Ahon, kadının acı dolu sesini duyduğu anda bulunduğu durumdan soyutlanarak izlediği yüzden bakışlarını çekerek hızla Şifa'nın kolumu elleri arasına aldı. Kendi yarasını kadını gördüğü andan itibaren unutmuştu zaten. "Ne oldu?" diyerek elleri arasındaki ince kolu inceledi. Ama görünürde hiçbir şey yoktu. "Ben bilmiyorum. Siz gelmeden önce de aynısı oldu." Ahon'un kaşları düşünceyle çatılırken en sonunda ne olduğunu anladı. Gözleri sıkıntıyla kapanırken derin bir nefesaldı. Sıcak avuçları Şifa'nın kolunu boydan boya okşarken, "Ben biliyorum." diye fısıldadı. Şifa kolunu okşayan sıcak eller ile hızlanan nefesini kontrol etmeye çalışırken Ahon'un sözlerini son anda kavrayabildi. "Biliyor musun?" "Evet." Ahon kıaa bir duraksamdan sonra devam etti. "Mühür yüzünden." Şifa şaşkınlıkla aralanan dudakları arasından fısıldadı. "Mühür mü?" İşte şimdi tekrar beyni çorbaya dönüyordu. Mühürle ne alakası vardı. Ahon gözlerini Şifa'nın gözlerine dikti. Loş ışıkta kahvenin en sıcak tonuna dönen gözlere dikkatle baktı. İstiyordu. Sonsuzluk boyunca bu gözleri hep görmek istiyordu. Yüzünü okşayıp geçen sıcak, tatlı nefesi hissetmek istiyordu. Hızlanan küçük kalbinin atışlarını kendi kalbinin yanında istiyordu. Pamuk kadar yumuşak bu tene dokunmak, içinde kaybolmak istiyordu. Bu kadını her şeyi ile istiyordu. Yavaşça Şifa'ya doğru yaklaştı. Dudakları arasında santimler kala duruken boğuk sesiyle fısıldadı. "Ruhlarımız birbirine mühürlendiği anda birbirimizin acılarını hissederiz. Yani, canım yanarsa seninde canın yanar ve senin canın yanarsa da benim canım yanar." Ahon gözleri yarı kapanmış, nefesleri hızlanmış kadının beline kolunu sararak sıcak bedeni kendi sert göğsüne hapsetti. "Ama fark ettim ki iki türlüde benim canım yanacak." Son kez Şifa'nın gözlerine bakarak kadının yumuşak, tatlı dudaklarını kendi ateş gibi yanan dudaklarına hapsetti. O anda iki beden yandı, yandı ve yandı. En sonunda ise küle döndü ve o küller aşk sonsuzluğunda savruldu durdu. *** Geç gelen bölüm için özür diliyorum ve hepinizi sevgiyle kucaklıyorum. ❤️🌼 |
0% |