@maysaberran
|
Heyecanlanıyorummm!! İşte ikinci bölüm. Keyifli okumalar. *** Güneşli havaya rağmen soğuk esen rüzgar tezgahın üzerinde ki bitkileri uçurmaya çalıştığında Şifa hızla bitkileri yakaladı. ''Nereye gidiyorsunuz? Daha yeni geldik.'' Şifa yakaladığı bitkilerin üzerine yanında getirdiği örtüyü kapattı. ''İşte böyle daha iyi.'' diye mırıldandı. Bitkilerini güvenliğe aldıktan sonra ellerini birbirine girmiş açık kahve rengi saçlarına götürdü. Rüzgar sadece bitkilerini değil saçlarını da dağıtmıştı. Saçlarını da düzelttikten sonra yüzüne bir gülümseme yerleştirdi ve pazara gelen insanlara bakmaya başladı. Her hafta sadece bir gün kurulan bu pazarda şifalı otlar ve yağlar satıyordu. Bu onun hem geçim kaynağıydı hem de annesinin mirasıydı. Annesi uzun seneler boyunca bu köyde şifalı ilaçlar yapıp satmıştı. Köyde kim hasta olsa annesinin yanına gelirdi. Sonuçta bu köyde herkesin şehre inecek durumu yoktu. Annesi de aynı ilmi kendisine öğretmişti. Bu şekilde hem saygı duyulacak birisi olurdu hem de geçim kaynağı olmuş olurdu. Diğer türlü erken yaşta evlenmek zorunda kalırdı. Korkunç bir durum! Şehre kıyasla köylerde kızların çalışması, gezmesi uygun olmuyordu. Büyük bir saçmalıktı. Fakat düzene karşı çıkmak çok zordu. Yine de o bu düzene karşı çıkan tek tük kızlardan birisiydi. Tek başınaydı, çalışıyordu ve kimseye muhtaç değildi. Sırf bu yüzden arkasından konuşan ve ona kınarcasına bakan gözler vardı. Köyde yaşayan insanlar gerçekten cahildi ve farklı olanı hep dışlıyorlardı. Fakat umurunda değildi. Annesi varken de böyleydi olmadığında da. İki yıl öncesine kadar annesi ile beraber tek başına yaşıyordu. Babası daha o doğmadan köye yapılan bir saldırıda ölmüştü. Babasını, annesinin anlattığı kadar biliyordu. Kahverengi saçlı, ela gözlü, orta boylu ama iri yapılı, güler yüzlü, şefkatli bir adammış. Aralarında olan aşkı anlatırken annesinin gözleri hiç olmadığı kadar parlardı. Annesi, babası öldüğünde uzun bir süre kendisine gelememişti. Aylar sonra kızını doğurduğunda kendisine şifa olması için ismini 'Şifa' koymuştu. İki yıl önce, annesi anlayamadıkları bir hastalıktan dolayı ölmüştü. Herkese şifa bulan annesi kendisine şifa olamamıştı. Annesi de öldükten sonra köyün dışında ormana yakın evlerinde tek başına kalmıştı ve o zamandan beri topladığı bitkileri satarak hayatta kalmaya çalışıyordu. Aklına gelen annesiyle yüzündeki gülümseme silik bir hal almıştı fakat tezgaha yaklaşan müşteriyle hızla düşüncelerinden sıyrılarak tekrar gülümsemeye çalıştı. ''Merhaba Gül Hanım.'' ''Merhaba canım.'' Gül Hanım onu büyük bir gülümsemeyle karşıladı. Bu kadın onun en iyi müşterilerindendi. Annesi öldükten sonra köyden kimseyle görüşmüyordu. Sadece bu kadınla samimi sohbeti vardı. Tabi ne kadar samimi olduğu tartışılır? İstese de köydeki insanlarla kolay kolay iletişime geçemiyordu. Annesi öldükten sonra herkesin ona bakışları değişmişti. Tek başına kaldığından mı bilinmez mesafe koymuşlardı aralarına. Pazar günlerinden pazar günlerine o da bir şeyler satmak için köy halkına karışıyordu. Zaten bu pazara da diğer köyden insanlarda geldiği için satış yapabiliyordu. Diğer türlü sadece kendi köy halkına ancak bir kaç malzeme zorla satabilirdi. Gül Hanımın konuşmasıyla dikkatini tekrar ona verdi. ''Zambak yağından var mı?'' diye sordu Gül Hanım. Şifa kaşlarını kaldırarak ona baktı. Daha geçen hafta ona bir şişe zambak yağı vermişti. ''Son iki şişe kaldı. Biliyorsunuz zambak çiçeklerinin belirli bir mevsimi var.'' ''Biliyorum canım. Kimse senin gibi güzel yapamıyor bu yağları. O yüzden sanırım tüm zambak yağlarını ben bitirdim.'' dedi kadın kıkırdayarak. Bu şekilde gülünce yaşından daha genç duruyordu. Aslında çokta yaşlı sayılmazdı, kırklı yaşlarının başındaydı. Aralarına beyazlar karışmış siyah saçları, kahverengi gözleri, küçük ama şekilli dudakları, sivri çenesi ve her daim beyaz teninde parlayan kırmızı yanakları ile minyon yapılı tatlı ve hoş bir kadındı. ''Teşekkür ederim Gül Hanım.'' Şifa da gülerek cevap verdi. Bu kadının enerjisini bulaşıcıydı. Şifa gülümsemeye devam ederken kadın ona doğru eğildi ve fısıldayarak, ''Bana daha çok zambak yağı ayır. Kocam bu kokuya bayıldı. Kendim için değil onun için alıyorum.'' dedi. Şifa ilk anlamadı ama kadının hafif kızararak gülmesiyle o da gülmeye başladı. ''Gül Hanım çok ayıp.'' diyerek daha çok gülmeye başladı. Şimdi onunda yanakları kızarmıştı. ''Kız ne ayıbı alış bunlara. Hadi ver bana yağımı da gideyim. Kocam bekler.'' diyerek göz kırptı kadın. Şifa yağı verip ücretini aldığında gülerek vedalaştılar. *** Güneş batmak üzereydi ve Şifa tezgahında ki bir çok bitkiyi satmıştı. Bugün oldukça bereketli geçmişti. Yavaş yavaş tezgahını toplamaya başladığında bir müşteri daha geldi. ''Kolay gelsin. Kurutulmuş nane var mı?'' ''Evet. Ne kadar istiyorsunuz?'' diye sordu Şifa bir yandan da naneleri çıkarıyordu. ''İki ölçek kadar.'' Şifa kadının istediği kadar naneyi hazırlayıp kadına verdi. ''Başka bir şey ister misiniz?'' kadın tam hayır diyecekken aklına son anda gelen siparişle tekrar sordu. ''Kekik var mı? Geçende almıştım çok güzel aroma verdi yemeklere.'' Şifa bir an durdu kekiği yoktu. Bir ara toplamıştı ama satılmadığı için tekrar toplamamıştı. ''Hayır şu anda elimde yok.'' ''Ah öyle mi? Peki haftaya elinde olur mu?'' Şifa kısa bir an düşündü bir hafta içinde bulup kuruta bilirdi. ''Evet haftaya sizin için elde edebilirim.'' diyerek gülümsedi. Kadında ona gülümseyerek, ''İyi akşamlar o zaman. Haftaya görüşürüz.'' dedi. ''Kendinize iyi bakın. Görüşürüz.'' Şifa kadın gittikten sonra hızla tezgahı toplamaya devam etti. Eğer acele ederse karanlık çökmeden ormanda kekik bulabilirdi. Böylece daha erken kurutma şansı olurdu. Yarın yağmur yağarsa -ki yağma ihtimali yüksekti- ormana gidemezdi. Her şeyi toplayıp çantasına koyduktan sonra aceleyle yürümeye başladı. Sonunda evine yakın ormanlık alana geldiğinde hız kesmeden ormana girdi. Güneş batmıştı fakat hala tam olarak hava kararmamıştı. Gözlerini kısarak etrafına bakmaya başladı bir yandan da etrafı kokluyordu. Kekik otu yoğun kokardı mutlaka kokusunu alırdı. Bu şekilde ne kadar ilerledi bilmiyordu fakat hava artık tamamen kararmıştı. Sadece dolunay etrafı aydınlatıyordu. Her zaman karşısına çıkan kekiklerin de yok olası gelmişti. Derin bir nefes bırakarak durdu. Böyle olmayacaktı yarın yağmur yağmazsa gelip arayacaktı. Önünü göremiyordu artık. Sonunda kararını verip gitmek için arkasını dönecekti ki bir ağacın köklerinin dibinde kekik otuna benzer bir şey gördü. Emin olmak için o taraf yöneldiğinde burnuna gelen kokuyla kekikleri bulduğunu anlamıştı. ''Bulmak için vazgeçmem mi gerekiyordu?'' diye gülümseyerek mırıldandı. Keyfi yerine gelmişti. Geniş gövdeli ağacın yanına geldiğinde hızla eğilip kekikleri toplamaya başladı. Yeteri kadar kekik otu toplayıp toplamadığını anlamak için elindeki bukete baktı. İhtiyacı olmadıktan sonra fazla bitkiyi kesinlikle topraktan ayırmazdı. Fakat topladığı kekikler ona az geldi sonuçta bunlar kuruyacaktı ve şu anki durumlarından daha da az olacaktı. Dizleri üzerinde ilerleyerek elini diğer kekiklere uzattı fakat daha toplayamadan bir çığlıkla geriye doğru kalçasının üstüne düşündü. ''O da neydi öyle?'' eline bir şey değmişti. Sıcak ve sert bir şey. Hayvan mıydı? Fare miydi yoksa? yüzünü buruşturarak elini tiksintiyle çimenlere sürdü. ''Fare olmasın yılana bile razıyım.'' farelerden nefret ediyordu. Tüm hayvanları severdi ama fareler bir istisnaydı. Onlardan tiksiniyordu. Düştüğü yerde bir süre sessizliği dinledi. Kendi sesinden başka bir ses duymamıştı. Fare ya da herhangi bir hayvan olsa uzaklaştığını duyardı. Ama hiç bir şey duymadı. Bu sefer daha dikkatli bir şekilde ilerledi ve büyük bir cesaretle elini uzattı. Aynı sıcaklıkla karşılaştığında elini hızla geri çekti. Fakat bu sefer çığlık atmadı. ''Bu ne böyle ya?'' pekala bir hayvan olmadığını anlamıştı. Çünkü taş gibi sertti. Hangi hayvanın derisi bu kadar sert olabilirdi ki? Ayrıca sıcaktı da. Sanki saatlerce ateşte kalmış bir taş gibiydi. Evet tam olarak böyleydi. Bu sefer iki elini birden uzattı ve aynı sıcaklıkla karşılaştı. Yüzeyi sert ve pürüzlüydü. Ellerini çekmeden dokunduğu şeyi havaya kaldırdı. Bu şey her neyse ağırdı. Kesinlikle taş olduğunu düşünüyordu. Tuttuğu sıcak taşı dolunaya doğru çevirdi ayın ışığında gördükleriyle kısa bir şok yaşadı. ''Bir yumurta.'' diye fısıldadı. Daha önce böyle bir yumurta görmemişti. Büyük ve ağırdı. Acaba ne yumurtasıydı? Ağacın yüksek dallarına baktı orada yuva olduğunu sanmıyordu. Eğer yuva olsaydı annesi mutlaka yakınlarda olurdu. Yılan yumurtası da değildi. Yılan yumurtaları daha küçük ve birbirine yapışık olurlardı. Ne yumurtası olabilirdi? Aklına hiç bir şey gelmiyordu. Deve kuşu yumurtası olabilir miydi? O kuş türünün yumurtalarının büyük olduğunu biliyordu. Bir an durdu ve gülmeye başladı. ''Saçmalama Şifa daha neler.'' deve kuşunun burada ne işi vardı. Acaba annesi yumurtanın üstünde kuluçkaya yatarken avlanmış mıydı? Kuluçkaya yatan annelerin zorunda kalmadıkça yuvayı terk etmediğini biliyordu. Belki de beslenmek için yuvasından ayrılmış ve avlanmıştı. Sonuçta burası ormandı her şey olabilirdi. Bir süre durup yumurtanın neye ait olabileceğini düşünmeye başladı. Fakat aklına hiçbir hayvan türü gelmedi. En sonunda yumurtayı da alıp ayağa kalktı ve evine doğru ilerlemeye başladı. *** Nihayet eve vardığında kolları arasında ki yumurtayı yatağına bıraktı ve hızla ateşi yakmak için odunları yer ocağına koymaya başladı. Ateşi kısa sürede yakınca üzerine dün hazırladığı çorbayı ısınması için koydu. Çorba ısınırken yumurtaya doğru ilerledi ve onu kolları arasına aldı. Güneşte ısınmış taşa dokunmak gibiydi. Yol boyunca soğuk havadan kendisini bu yumurta korumuştu. O kadar tatlı bir sıcaklığı vardı ki eve gelene kadar hiç üşümemişti. ''Evet şimdi seni ne yapalım? Pişirip yiyelim mi? Yoksa civciv çıkana kadar bekleyelim mi?'' kendi kendine küçük bir kahkaha atıp devam etti. ''Şaka yapıyorum tabi ki seni yemeyeceğim. En azından şimdilik.'' gülerek yumurtayı ocağın yanına koydu ve ısınan çorbayı tabağa koydu. Yemeğini yerken yumurtayı incelemeye başladı. Siyah pullu yüzeyi vardı. Pulların arasında sanki alev akacakmış gibi kırmızıydı. Ayrıca normal bir yumurtadan daha büyük, daha ağır ve kaya kadar sertti. Bir de sıcaklığı vardı. İçinde ateş yanıyormuş gibi sıcaktı. Her şeyi anlardı da şu sıcaklığı anlayamıyordu. Bir yumurta annesinin sıcaklığından ayrıldıktan sonra soğurdu. Yani en azından soğuması gerekirdi. Bu nasıl bir yumurtaydı böyle aklı almıyordu. Daha fazla düşünemeyecekti aklı karmakarışık olmuştu. Yatıp uyuyacaktı sabah ne yapması gerektiğine karar verecekti. Yatağına girdi ve yumurtaya bakarak uykuya daldı. *** Şifa sabah yağmurun sesiyle gözlerini açtı. Tahmin ettiği gibi yağmur yağıyordu. Dün ki havadan belliydi zaten. Yataktan esneyerek kalktı. Gözleri sönmüş ocağın yanındaki yumurtaya takıldı ve dün olanlar gözlerinin önüne geldi. Oflayarak sırt üstü yatağa devrildi. ''Rüya değil miymiş?'' yatağında biraz daha miskinlik yaptıktan sonra ayağa kalktı ve etrafı toplamaya başladı. Yumurta hakkında sabah düşünürüm demişti. Ama hala bir fikri yoktu. Gün içinde işlerini halletmeye çalıştı. Topladığı kekik otlarını kurumaları için örtüye serdi, yemeğini yaptı, evini temizledi, banyo yapmak için su ısıttı ve banyosunu yaptı. Bunun gibi bir çok işle meşgul olarak günü tamamlamaya çalıştı. Bu süre zarfında yumurtayla ilgili tek bir karara vardı. Yumurtayı yanında, evinde tutacaktı. Sonuçta sahipsizdi ve ormanda tek başına duruyordu. O yumurtanın ne olduğunu bilmiyordu ama artık önemli de değildi. Alt üstü yumurta bir zararı yoktu. Daha sonra onunla ilgili araştırma yapabilirdi. Ama şimdilik en güvenli yer onun yanıydı. Ayrıca garip bir şekilde yumurtadan ayrılmak istemiyordu. Hazine bulmuş gibi hissediyordu. Tüm işlerini halledip nihayet rahat bir şekilde oturdu. Derin bir nefes verdi. Bugün gerçekten yorulmuştu. Eviyle o kadar zamandır ilgilenemiyordu ki her yer pislik içinde kalmıştı. Tam rahat bir şekilde uzanacaktı ki odun almayı unuttuğunu fark etti. ''Ah! Bir şeyi de tam yapsam ne olurdu sanki?'' şimdi odunları alsa, dışarısı karanlıktı doğru düzgün odun alamayacaktı ayrıca fazlasıyla üşeniyordu. Odunları almasa bu seferde üşüyecekti. Ne yapacağına karar vermeye çalışırken ocağın yanına koyduğu yumurtaya gözü takıldı. Anlık bir kararla yumurtayı bulunduğu yerden alıp kucağına koydu. Hala sıcaktı. Ne yapacağına karar vermişti. Ateş falan yakmayacaktı. Yumurta zaten fazlasıyla sıcaktı. Geceyi yumurtanın sıcaklığıyla geçirebilirdi. Yumurtayı kollarının arasına alıp yorganının altında kıvrıldı. Tahmin ettiği gibi yumurta şimdiden onu ısıtmaya başlamıştı. ''İşte ne işe yaradığını sonunda buldum.'' hafifçe gülümsedi ve yumurtanın vermiş olduğu sıcaklıkla derin bir uykuya daldı. *** Şifa yanaklarına değen sıcak havayla yüzünü buruşturarak başını çevirdi. Bu sefer aynı havayı saçlarının arasında hissedince ellerini saçlarının arasından geçirdi. Uyku sersemliği ile ne olduğunu anlayamıyordu. Sağ tarafa dönerek sıcak yumurtaya sarılmaya çalıştı. Çalıştı çünkü yumurtayı bulamadı. Kaşlarını çatarak ellerini yorganın altında gezdirerek yumurtayı bulmaya çalıştı. Yumurtayı bulamayınca hızla yerinde doğruldu. Daha gözlerini bile tam açamamıştı. ''Nerede bu yumurta?'' oflayarak gözlerini açtı. İlk gördüğü görüntüyü anlayamadı, anladığında ise büyük bir çığlık attı. Tam şu anda yatağında gri gözleri, simsiyah pullu derisi, uzun dikenli kuyruğu, küçük pençeleri ve kanatlarıyla ona bakan bir bebek ejderha mıydı? *** |
0% |