@medinekkaraman
|
Hasret yatağından soluk soluğa sıçradı. Kalbi deli gibi atıyordu. Gördüğü rüyanın sıkıntısıyla sırıl sıklam olan bedeni hafif bir hareketle ürperdi. Başını hızla yanında ki kocasına çevirdi. Elinde ki bardağa su dolduruyordu telaşla. Derin derin solumaya başladı. Bu rüyalar sıklaşmıştı artık. Barış elinde ki bardağı uzatırken, karısının yüzüne düşen perçemlerini kulağının arkasına sıkıştırdı. Bir an ısrarla firar eden perçeme ilişen gözleri hızla Hasret’in gözlerine çevrildi. “Hadi güzelim. İç suyu sakin ol. Rüya gördün.” Hasret, yanaklarından süzülen yaşları silmeye bile yeltenmedi. Silse bile anında yenisi düşüyordu bir öncekinin peşine. İnce bir sızı geziniyordu bedeninde. Bezmişliğin izleri dört bir yandaydı. “Barış ben çok yoruldum artık. Her rüyamda onları daha çok sahiplendiğimi görüyorum. Uyandığımda avucum bomboş kalıyor. Çok yoruldum artık. Sanki bu rüyalar benim hiç sahip olamayacağım ailemizi gözüme gözüme sokuyor. Sanki kusurumla alay ediyor.” Barış karısının her cümlesinde omuzlarına bir ağırlık daha konulmuş gibi hissediyordu. “Güzelim kimsenin seninle alay ettiği yok. Sen bu rüyayı neden bu kadar kafana takıyorsun ki. Adı üstünde rüya.” Bu rüyaların Hasret kadar kendisini de etkilediğini söylemedi. Söylese karısının bunu da kendisine dert edeceğini biliyordu. Hasret, boğazına oturan yumru ile baş etmeye çalışırken soluk sesi ile cevapladı kocasını. “Ama gerçek gibi.” Barış sabırla yineledi. “Ama değil. İşkence etmekten, kendine kusurlu deyip durmaktan vazgeç artık. Rabbim vermedikten sonra sen kim oluyorsun, ben kim oluyorum. Sen kendine kızınca oluyor mu? Bu yaptığınla hem bana eziyet ediyorsun, hem de kendine.” Derin bir nefes çekti içine. Aldığı o nefes ciğerlerini yakıyordu. “Barış, canım acıyor.” dedi kısılmış sesiyle. “Seni böyle görünce benim canımın acıdığı kadar acımıyordur. Uyuyalım hadi artık. Yarın yepyeni bir gün. Hem belli mi olur, bakarsın yarın doktor bebeğimizin müjdesini verir bize bilemeyiz ki.” Başka bir çaresi olmadığının bilincindeydi. Hiçbir zaman reddetmemiş, sorgulamamıştı. Her haline şükretmeyi bilmiş öyle yaşamıştı bu yaşına kadar ama şimdi canının acımasına engel olamıyordu. Bunun birçok nedeni vardı, birçok seçenek vardı. Bazıları bunu açık açık kusur sayıp yüzüne söylemişti, bazıları yoldan geçerken bakıp fısır fısır konuşmuştu, bazıları arkasından konuşmuştu. Ama herkes bir şekilde konuşmuştu işte. Yorulan gözlerini son bir kabullenişle yummuş, ardından da biraz önce kalktığı yatağa yatmıştı. Yatmıştı ama boş bir çabaydı bu biliyordu. Uykusuz bir gece daha kapısında ziyaretçiydi. Düşünceler hayallerinden bir an bile ayrılmammıştı güneş doğduğunda. Yatmanın fayda etmediğini anlayıp yatağından kalktı. Banyo da yüzünü yıkarken, gözlerinin içine baktı derin derin. Uykusuzluktan gözleri kızarmıştı. Keşke çözüm olsa diye düşündü. Çözüm olsaydı da uykusuz çok geceler geçirseydi. Derdi de, devası da başı gözü üstüneydi. Yeter ki rüyası artık gerçek olsundu. Başını iki yana sallayıp, banyodan çıktı. Kahvaltıyı hazırlarken durgunluğu belli olsa da, biraz daha kendisini toparlamıştı artık. İçine yeniden bir umut serpiştirdi. Bugün hastaneye gideceklerdi. Belki yıllardır nasip olmayan o çocuk bu kez kapılarını çalardı. İki saat içinde hastanede olmaları lazımdı. “Allahım sen nasip eyle artık.” dedi fısıltıyla. Bu fısıltı aslında bir çığlıktı, bir yakarış… Belki de, artık bir isyan… Barış’ın yemek masasına oturmasıyla birlikte sessizce yaptılar kahvaltılarını. İkisi de kendi düşüncelerine dalmıştı. Doyduklarını bile anlamadan kalktılar masadan. Aynı sessizlikle hastanenin kapısının önüne geldiler. Ağızlarını bile açmadan ikisi de aynı duayı geçirdi içinden. “Allahım sen nasip eyle.” Hasret, ne hastaneye girişini hatırlıyordu, ne kan tahlili yaptırdığını. Bu sefer içinde farklı bir heyecan vardı. Zaman geçtikçe neredeyse sonuçtan emin olur hale gelmişti. Bir çocuğu olacağını hissediyordu artık.
|
0% |