
Yavuz, Selim’e mahcup olmamak adına elinden geleni yapıyordu şirket için. Selim toparlanana kadar ona yardımcı olmayı amaçlarken, Narin teyzesinden aldığı haberler hiç hoşuna gitmiyordu. Selim, babaannesi üzülmesin diye o yanındayken hiçbir şey yokmuş gibi davranıyor ama o olmadığı zamanlarda derdinin içinde boğuluyordu. Narin Hanım torununun acısını yaşaması için sesini çıkartmazken, yaşanılanlar yaşlı ruhunu katlediyordu. Selim’in unutmaya, alışmaya, ardında bırakmaya yönelik mücadelesi yoktu.
Yavuz, sabah yine takım elbisesini giyip, ciddi ifadesini takındı yüzüne. Şirket binasına geldiğinde bakışlar yine üzerine çevrilmişti. İnsanlar işe bir gün bile gelmemezlik yapmayan Selim’in yokluğunu sorguluyordu. Patronlarını her biri ayrı ayrı seviyor, sevgilerini saygılarıyla gösteriyorlardı. İnsanları hor görmeyen, sevecen yaklaşan, çoğu zaman eğlenceli vakit geçirmelerini sağlayan ve böylelikle işi zevkli hale getiren bir patrondu. Günlerdir ortada olmaması elbette dikkatlerden kaçmamıştı.
Kapıdan girdiğinde bakışlarını sol tarafa çevirdi Yavuz. Öylesine bir bakıştan sonra başını çevirmişti ki, gördüğüyle hızla döndü. Gözlerini kırpmayı bile bırakmış, adeta donup kalmıştı. Sinir katsayıları hızla artarken, şirketin orta yerinde ki kadın canını sıkmıştı. Çene kasları sinirle hareket ederken, hızla ileriye doğru atıldı. Meltem’in kolundan tuttu hırsla. Kendisinden asla beklenmeyen bir kabalıkla kendisine çevirdi. Etrafında ki herkesi yok sayıp, Meltem’e odaklandı sadece. Öyle bir bağırmaya başladı ki, sesi tüm şirkette duyuluyordu.
“Senin ne işin var burada? Hangi yüzle, daha doğrusu hangi yüzsüzlükle geldin? Sen nasıl bir insansın? Sen nasıl bir kadınsın? Hiç mi onurun yok senin?”
Meltem’in gözünde, Yavuz’un, yengem diye sarıldığı anlar canlandı. Yavuz öylesine bir kızgınlıkla bakıyordu ki, karşısında kim olursa olsun yerin dibine girerdi. Meltem de girdi. Tiksindiğini belli eden bakışları hak ettiğini biliyordu. Pişman olması bir şey ifade etmiyordu. Selim’i de, Selim’le birlikte hayatına giren herkesi de kaybetmişti. Anlamak için çok geç kalmıştı. İçine oturan yumruyu yok sayıp başını iki yana salladı.
“Selim nerede? Konuşmak istiyorum.” dedi Yavuz’un aksine gayet sakin çıkan sesiyle. Yavuz histerik bir gülümseme kondurdu yüzüne, daha da sinirlendi. Duruşunu dikleştirdi. Şimdi daha da heybetli duruyordu. Ama karşısında ki kadın, onun sevgi dolu kalbini görmüştü bir kez. İstese de kendisini korkutamıyordu.
“Yok Selim falan. O birkaç gün önce konuştu seninle konuşması gereken her şeyi. Beni daha da sinirlendirmeden çık git buradan. Çirkinleştirme insanı.”
Meltem gözlerini kapatırken, dudaklarını dişlerinin arasına aldı. Yavuz’un böyle davranması yavaş yavaş sinirlenmesine sebep oluyordu. Kolundan sıyrılan çantasını tekrar koluna takarken, Yavuz’a bir adım yaklaştı. Yavuz azalan mesafeyi tekrar açarken, Meltem’e doğru eğildi. “Yaklaşma! Midemi bulandırıyorsun… Kardeşimden uzak duracaksın artık.” dedi tane tane.
Meltem gözlerini etrafında ki insanların bakışlarında gezdirdi. Sinirle Yavuz’a baktı. “Selim’le konuşmak istiyorum. Değil arkadaşı, annesi babası bile olsan, karışamazsın. Bu mesele bizim meselemiz... Bu meselede sana yer yok.” dedi hırsla. Yavuz, Meltem’in dibine kadar girdi sinirle. Gözlerinde ilk kez böyle bir bakış vardı. Nefret dolu… Öldürmek istercesine… “Eğer mesele benim kardeşimin meselesiyse, ben o iki kişinin arasına girerim. Buna kimse mani olamaz. O iki kişiden birisi, benim ya da kardeşimin canını sıkarsa, o sıktığı can için o birisini gebertirim… Şimdi defol git. Durduğun yerlere pisliğini bulaştırıyorsun.”
“Ben Selim’le konuşacağım. Benim geldiğimi ister alıştıra alıştıra sen söyle, istersen ben karşısına çıkayım… Kararı sana bırakıyorum.” dedi ve şirketten çıktı Meltem.
Yavuz sinirle arkasını dönüp odasına gitmeye başladı. Kıpıdan girdiği gibi ceketini fırlatıp, odanın içinde dolanmaya başladı. Siniri bir türlü geçmiyordu. Biliyordu ki Meltem, Selim’in karşısına çıkacaktı. Bugün değilse bile yarın. Söylemek zorundayım diye düşündü. Hiç yoktan kendisinden duyarsa, kendisini hazırlamak için zamanı olurdu. Yoksa Meltem bir anda çıkardı karşısına. Ne yapacağını bilemiyordu. Dakikalar sonra cebinden telefonu çıkardı. Selim’in numarasının üzerine gelip, derin bir nefes aldı. Telefonu kulağına götürüp beklemeye başladı.
Selim mutfak masasının üzerinde çalan telefonuna doğru gitmeye başladı. Sabah sabah kimdi ki arayan. Ekranda yazan yazıyı görünce gülümsemekten alamadı kendisini. Telefonu açmış kulağına götürmüştü. “Hayırdır sabah sabah, daha kargalar kahvaltısını etmeden neden aradın beni? Doğru söyle çok mu özledin?” diye alayla konuştu.
“Evet sabah sabah burnumun direği sızladı hasretinden! Ne yaptın? Hiç arayıp sormuyorsun.”
“Ne yapayım? İşleri kardeşimin üzerine yıktım, keyfime bakıyorum.” dedi alayla. Birazcık bekledi sonra sesine hafif bir ciddiyet hakim oldu. “Şaka bir yana. Daha iyiyim. Bak şu anda ayığım, içmedim valla.”
Selim’in sesinde ki tınıyı tanırdı, doğruyu söylediğini biliyordu Yavuz. “Narinim nerede? Gelmiyor sesi. Arkadan bana bağırması lazımdı hayırsız, diye.” dedi. Konuya nasıl gireceğini bilmiyordu.
“Hastaneye gidecek hazırlanıyordu. Randevusu varmış bugün.”
“Bu saatte ne hastanesi?”
“Ne yapacaktı? Akşam mı gidecekti? Sizin orada akşamları mı gidiliyor hastaneye?”
Yavuz o kadar odaklanmıştı ki nasıl konuşacağına, soruyu algılayamamıştı bile. Derin bir nefes çekti içine. Kaçışı yoktu… Söylemek zorundaydı.
“Selim!...” dedi sakince.
Sesinin tonunda ki titreşimle bir şeylerin ters gittiğini anlamıştı Selim. “Ne oldu?” diye sordu tedirgince. Yavuz karşı tarafta birkaç saniye bekledi. Ardından konuşmaya başladı üzgünce. “Ka-kardeşim Meltem geldi bugün… Şirketteydi… Seninle konuşması gereken şeyler varmış.”
Selim’in yüzünde ki gülümseme, Meltem’in adını duyunca silindi bir anda. Kalbi ilk günkü gibi acımıştı yine. Ne konuşacaktı ki? Konuşacak ne kalmıştı?
Gözlerinin dolmasına mani olamadı. Titreşen sesiyle, zor çıkan kelimeleri salıverdi dudaklarından. “Ne konuşacakmış? Bence gayet açık konuştu. Hem de hiç sesini çıkarmadan. O kadar iyi konuştu ki, her şeyi çok net anladım. Benim konuşacak bir şeyim yok.” diye geçiştirmeye çalıştı.
“Bende öyle söyledim. Uzak dur dedim. Ama senin karşına bir anda çıkmakla tehdit etti. Acaba diyorum son kez…” diye konuşmaya devam edecekken, Selim sözlerini kesti. “Sonra konuşuruz kardeşim… Hoşçakal…” diyerek telefonu kapattı telaşla.
***
Selim oturduğu koltukta, gözlerini bir yere sabitleyip dakikalarca bekledi. Babaannesi hazırlanmış, çoktan evden çıkmıştı. Torununda ki farklılığı anlamış ama sesini çıkartmamıştı.
Ne kadar öyle kaldığını idrak edemiyordu. Birkaç dakika sonra eline şişesini almış, yine içmeye başlamıştı. En iyi yaptığı şeyi yapmış, unutmak için yine içkisine sığınmıştı.
Birkaç yudum aldığında daha iyi hissetti kendisini. İlk şişeyi bitirdiğinde beyni karışmaya başlamıştı. Olanlar aklından yavaş yavaş silinip yerini bir boşluğa bırakmaya başladı. Bundan memnun oldu… Yeni bir şişeye uzandı. Aklı tamamen boşlukla kaplandığında, baş dönmesini bastırmak için dışarıya, çardağa çıktı.
Selim çardakta oturmuş artık sayamadığı yeni şişesini eline almıştı. Aklından Meltem’le olan ayrılıkları silinmiş, güzel sevgilisini düşünür olmuştu… Karşıdan kendisine doğru gelen Meltem’i görünce, gözlerini kırpıştırdı. Kalbi ne kadar güzeldi bu kızın. Aklından geçmesiyle karşısına çıkması bir olmuştu.
Meltem kendisine doğru yaklaşırken hızla ayağa kalktı. Kalkmasıyla birlikte tutunacak yer araması arasında geçen bir an bile yoktu. Kalktığı yere tekrar oturdu. Aklından bir anda binlerce düşünce geçti.
Neden ayağa kalkamamıştı ki? Deprem falan mı olmuştu acaba? Sarsıntıdan mı kalkamamıştı? Büyük ihtimalle öyleydi. Meltem’in yanına gelmesini beklemek en iyisiydi. Çünkü kendisi adım atmayı geç, ayağa bile kalkamıyordu. Gözlerini Meltem’e sabitleyip beklemeye başladı.
Kulağında kulaklık, elinde defter gibi bir şey vardı. Çok fazla takılmadı buna. Meltem zaten müzik dinlemeyi çok severdi. Not defterinin de yeni proje için olabileceği geldi aklına. Bakışlarını bu kez yüzünde gezdirmeye başladı. Bugün saçlarını bağlamıştı. Ama yine ışıl ışıl parlıyordu kumral telleri. O tellerden yayılan koku bir anda ciğerlerine kadar doldu. Gözlerini kapatıp derin bir nefes çekti içine. Bir müddet gözleri kapalı halde, sevgilisinin kokusunu doya doya çekti içine.
Ciğerine dolan koku yavaş yavaş uzaklaşmaya başlayınca açtı gözlerini. Meltem yoktu…
Hızla gözlerini etrafta gezdirmeye başladı. Sabah sabah rüya mı görmüştü acaba?... Ama hayır, kokusunu almıştı, yüzüne bakmıştı... Rüya değildi. Ama neden yanına gelmemişti?
Tabi ya… Çardaktaydı. Kendisini görmesi imkansızdı. Tekrar ayağa kalkmaya çalıştı. Üçüncü denemesinde başarılı olmuştu.
Hızla masadan tutundu. Birkaç kez gözlerini yumup açtı. Şimdi kendisine gelmişti işte. Elinde ki şişeyi kenara attı, sarsak adımlarla birkaç basamaklı merdivenden inmeye başladı. Sağına soluna baktı ama Meltem’i göremedi. Güzel sevgilisinin biraz önce geldiği yolu aklına getirip, sol tarafta karar kıldı. Yavaş yavaş ilerlemeye başladı.
Saniyeler sonra bakışlarını ileriye doğru çevirdiğinde Meltem’i görmesiyle, adımlarına biraz hız verdi. Seslense duyar mıydı acaba?
Ama yok biraz daha yaklaşması lazımdı. Yürümeyi unutan adımlarına odaklanmaya çalıştı. Birkaç saniye sonra Meltem’e daha yakındı. Artık kendisini duyabilirdi.
Olabildiğince sesini yükseltti “Meltem!” diye bağırdı. Kendisine dönmesini beklerken, Meltem hiç duraklamamıştı bile. Tekrar ve tekrar adını seslendi. Ama Meltem hiçbirini duymadı. Aklına sonradan gelen ince bir detayla elini ensesine vurdu. Kulağında kulaklık vardı, tabi duymazdı.
Etrafına baktı. Hiçbir yer tanıdık değildi. Evden baya uzaklaşmışlardı demek ki. Etrafta hiç ev de, insan da yoktu. Ya erken saatlerdi ya da burada kimse yaşamıyordu. Meltem buraları nereden biliyordu acaba?
İyice yaklaştı.
Meltem’in bir anda durmasıyla kendisi de durdu. Yavaşça kendisine dönen nişanlısına gülümsedi. Meltem neden kendisine böyle bakıyordu?
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |