
İstanbul’un gülen yüzü, güneşi, yine tepeden bakıyordu insanlara. Hava güneşli olmasına rağmen tatlı bir esinti hâkimdi. Üzerindeki ince ceketi düzeltip, avucundaki kutuyu daha sıkı tuttu. Şirket kapısından girdiğinde, yüzüne bakan herkesin anlayabileceği bir mutluluk vardı içinde. Zaten genelde gülmeyi seven, hayat dolu bir insandı.
Gözlerini asansörlerin olduğu tarafta çevirdi. İnenleri görünce, adımlarını hızlandırıp, son anda yetişti. On yedi numaralı düğmeye basıp yüzünü arkadaki aynaya çevirdi.
Bugün büyük gündü! Bugün sevgilisine evlenme teklifi edecek ve sonsuz bir mutluluğa kavuşacaktı. Gözlerinin önünde canlanan güzel sevgilisinin gözleriyle, düşüncelere dalması birkaç saniyeydi. Düşüncelerinden sıyrılmasına sebep olan sesle, bakışlarını kat numarasına çevirdi. Ne çabuk gelmişti, on yedinci kata?
Şirketin kapısından girdiğinde herkes yerindeydi. Mesaisi başlayan çalışanlar büyük bir ciddiyetle işlerinin başına geçmişlerdi. Kolay gelsin arkadaşlar, diyerek, sağ tarafta kalan odasına doğru gitmeye başladı.
Odanın kapısını açtığında yüzüne vuran serinlikle derin bir nefes çekti içine. Ceketini çıkartıp dilsiz uşağa giydirdi. Masasının başına geçmişti ki, kapısı çalındı. Gelen asistanı Merve’ydi. Hafif bir tebessümle baktı Selim’e.
“Selim Bey, Yavuz Bey görüşmek istiyor.” dedi arkasındaki Yavuz’u göstererek. “Tamam, al içeri.”
Yavuz, tüm sevimliliğiyle birlikte kapıdan girdi. Gülen yüzüyle birlikte arkadaşının karşısındaki koltuğa oturdu. Arkasında kalan Merve’ye baktı. “Merveciğim, sana zahmet bize iki kahve söyler misin?” diye ricada bulundu. “Tabi hemen…” diyerek odadan çıktı Merve.
Merve arkasından kapıyı kapatınca, Yavuz hemen kalkıp Selim’in yanına geldi. Masaya oturup gözlerini dikti arkadaşına. “Ee! Aldın mı kardeşim?” diye sordu merakla.
Arkadaşının gerçek aşkı bulmasına o kadar seviniyordu ki, çoğu zaman, kendim için bu kadar sevinmem, diyordu. Selim her halinden ne kadar mutlu olduğu belli bir şekilde gülümseyerek, cebindeki kutuyu çıkartıp, arkadaşının önüne koydu. “Aldım.” dedi. En yakın arkadaşının desteğini arkasında istediği çok belliydi.
Yavuz masanın üzerindeki kutuyu alıp, kapağını açtığında, gözleri yerinden fırlayacakmış gibi açıldı. Yüzük gerçekten çok güzeldi. Zarif duruşunun yanında, kenarlarındaki pırlantalar o duruşu kırıp, tıpkı Meltem’in sevdiği gibi bir şaşa yansıtıyordu karşı tarafa.
“Beğendin mi?” diye sordu, elindeki yüzüğe şaşkınca bakan arkadaşına. “Güzel kardeşim, çok güzel. Tam da Meltem’in tarzı. Gösterişli de...” diye duraksadı. Başını kaldırıp Selim’e dik dik bakmaya başladı. “Ayıptır sorması, ne kadar verdin sen bu yüzüğe?” diye sordu.
Selim sinsi gülümsemeyle baktı Yavuz’a. “Verdim işte biraz… Ama çok dert etme. Birkaç ay fazla mesai yaparsan, masrafı çıkartırız” dedi alayla. Yavuz kaşlarını çattı. “Evlenen sensin, mesai yapan ben miyim? İyi yere dükkan açmışsın paşam sen.” diye sinirle konuştu.
“Hani kardeştik, hani birimiz hepimiz içindik...” kaşlarını kaldırarak saydırmaya devam ederken, Yavuz araya girdi. “Mesai deyince işin rengi değişti valla… Yapamam ben fazla mesai falan.”
“Ne mızıldandın be? Meltem’e az bile.”
“Onda hemfikiriz canım. Ama mesai falan yapamam ben. Evlenen sen olduğuna göre türlü zorluğa senin katlanman lazım. Hem ben ne alaka canım?”
Selim arkadaşının telaşı karşısında kendisini daha fazla tutamadı. “Hadi korkma şaka yaptım.” dedi gülmesinin arasında. “Neyse ben gideyim hazırlıkları kontrol edeyim. Sana yüzüğü göstermek için gelmiştim. Daha Meltem’i almaya gideceğim.” dedi ceketini alırken.
“Nasıl teklif edeceksin? Nerede edeceksin?” diye ardı ardına sormaya başladı. “Yahu sen ne kadar meraklısın? Düz evlenme teklifi işte.” diye söylense de, hemen sonra heyecanla anlatmaya başladı. “İyi dinle bir kere anlatacağım! İki gün sonra olan Ankara seyahatini öne çektiğimi söyleyeceğim. Hiç beklemediği anda kapısına dayanıp, edeceğim teklifi. Sonra da yemeğe gideceğiz, tanıştığımız yere.” dedi tane tane.
Yavuz arkadaşına kaşlarını çatarak bakmaya başladı. “Ya evde yoksa? Eve nasıl gireceksin?” diye sordu merakını gizlemeden. Selim gözlerini devirerek konuşmaya başladı. “Allah senin cezanı vermesin inşallah. O kadar söz söyledim, buna mı takıldın takıla takıla?” diye sitem ederken, üzerine ceketini giymiş, arabanın anahtarını alıyordu.
“Tamam, git nereye gidiyorsan? Allah’tan bir şey sorduk.” dedi alınganca. Selim arkadaşının sırtına vururken, “Anahtarım var, korkma kalmam kapıda.” dedi.
“Ee iyi madem görüşürüz. Hadi git... Benden de selam söyle diyeceğim ama beni konuşmazsınız herhalde.”
“Yani öyle olur.” diye kinayeyle cevap verip, şirketten ayrıldı. Kapının önünde bekleyen arabasına binip, bluetooth bağlantısını kurdu hemen. Meltem’in numarasının üzerine basıp, karşı tarafın açmasını bekledi. Telefon açılıp, karşıdan duyulan sevdiğinin sesiyle yüzüne bir gülümseme kondurdu. İlk konuşan Meltem oldu. “Canım, vardın mı Ankara’ya?” dedi tatlı bir sesle. “Evet canım... Bende onu haber vermek için aramıştım. Telefonu kapatıp, uzanacağım biraz. Eğer ulaşamazsan merak etme diye aradım.”
“Tamam canım. Güzelce dinlen, işi alacağından eminim ben ama yine de iyi şanslar hayatım. Kendini çok yorma tamam mı? Ben seni dinç seviyorum.”
“Tamam tamam yormam. Sen ne yapacaksın bugün?” diye sordu planlarının suya düşmesinden korkarak.
“Sen yoksun, evde olurum herhalde. Şirkete gitmem. Dinlenirim falan. Biraz kaytarayım diyorum.”
“İyi tamam o zaman. Sana iyi dinlenmeler... Hadi kapatıyorum. Seni seviyorum Meltemim.”
“Bende seni seviyorum Selimim.” diyerek telefonu karşılıklı kapattılar.
Selim, Meltem’le konuştuktan sonra, elindeki yüzüğe baktı tekrar. Yüzünde ki gülümsemeyi silmeden, evlenme teklifi etmek için kapattırdığı restoranda hazırlıklara devam etti.
Bu restoran onlar için özeldi. Burada karşılaşmışlardı ilk. Birbirlerinin hayatına talihsiz bir çarpışma sonucu girmişlerdi. Meltem’le iki yıllık bir birliktelikleri vardı. Şimdi o birlikteliği daimi kılmak için, içinde doyumsuz bir heves vardı.
Selim olacaklardan habersiz hazırlıklara devam ederken, Selim’den sadece birkaç kilometre uzakta Meltem’in çok başka planları vardı.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |