
Bir iki saat sonra, tüm hazırlıkları bitirmiş olmanın rahatlığıyla, Meltem’in evine gitmek için yola çıktı. Meltem’in evine yaklaştığında, gördüğü çiçekçiden Meltem’in en sevdiği çiçeklerden bir buket yaptırdı. Parasını ödeyip, tekrar yola çıkması beş dakikasını almıştı.
“Neredesin?” diye sordu en başta. “Konuştum ben Selim’le.” diye devam etti. Karşıdan herhangi bir ses gelmeyince gözlerini devirip konuşmasını sürdürdü. “İki gün sonraki toplantıyı öne çekmiş karşı firma. Uçağı biraz önce inmiş, Ankara’da şu anda. Hadi bekliyorum ben seni.”
“Tamam, geliyorum.” dedi hoşnut olmayan bir tonla karşıda ki erkek sesi.
Telefonla konuşmalarının üzerinden yarım saat geçmişti ki, kapının çalma sesini duydu Meltem. Koşarak kapıya giderken, bir kız çocuğunun mutluluğu üzerindeydi. Tabi bu mutluluk kapıdan giren asık suratlı adamla birlikte, keskin bir baltanın altında kalmışçasına can verdi.
Yanından sinirle geçip, içeriye giren adamın ardından Meltem’de salona geçti. Koltukta sinirle oturan adamın, hemen yanına oturdu. Dizleri birbirine değerken, gözlerini yüzünden bir an bile ayırmamaya çalıştı.
“Aşkım lütfen yapma” dedi Meltem. Kurduğu cümlede içini huzursuz eden hiçbir kelime yoktu. Gayet soğukkanlı bir şekilde sarf etti kelimeleri. “Az kaldı biliyorsun. Hissediyorum ben. Çok yakın zamanda olacak bu evlilik. Sonra da hayallerimize kavuşacağız. Bu işin sonunda bir sen, bir ben, bir de bize ait milyonlar kalacak.” diye devam etti sözlerine.
Murat asık suratı ve çattığı kaşlarıyla baktı Meltem’e. Ellerini göğsünde birleştirmiş, sinirden titreyen ellerini gizlemeye. “Artık bu durum benim canımı sıkmaya başladı. Daha ne kadar bekleyeceğiz. İki yıl oldu, iki. Hala tık yok.” dedi sesini yükselterek.
Meltem gerilmeye başlamıştı. Ama karşısında ki adam sevdiği adamdı, onu üzmek istemiyordu. Alttan almaya karar verdi.
“Biraz sakin mi olsan acaba?” diye sordu gayet sıcak bir ses tonuyla. Meltem’in sakin tavrının aksine, Murat sinirlerine hakim olamıyordu. Elini ensesine götürüp sertçe vurdu. “Olamıyorum ben sakin falan, olamıyorum. Sürekli senin yanında olduğunu düşündükçe, ben çıldıracak gibi oluyorum.”
“Sen beni kıskanıyorsun yani.” Derken sesi sevecenliğini gözler önüne seriyordu.
“Meselemiz bu mu şimdi?”
“Bu oluversin ne olacak? Hadi gel sen gerilmişsin, ben seni bir sakinleştireyim.” diyerek, üst kata doğru gitmeye başladı.
***
Selim, Meltem’in kapısının önüne geldi. Bir elinde Meltem’in en sevdiği çiçeklerle bezeli bir buket, diğer elinde sevgilisinin evinin anahtarı..
Meltem’le konuşalı iki saati biraz geçmişti. Evde olacağını söylemişti, sessiz olması gerekiyordu. Anahtarı yuvasına takıp, derin bir nefes aldı. Yavaşça araladığı kapıdan ilk önce sağ ayağını attı içeriye. Gözlerini etrafta gezdirmeye başladı. Karşılaştığı sessizlikle kaşları hafif çatıldı. Elinde ki çiçekleri bırakmadan evin içinde gezinmeye başladı.
Birkaç dakika sonra gözlerine ilişen bahçe kapısıyla, Meltem’i yanlış yerde aradığını anladı. Meltem’in, tembellik edeceğim, sözü aklında yankılandı. Başını iki yana salladı. “Nasıl düşünemedim” diye kızdı kendine. Şimdi Meltem geçmiştir bahçeye, uzanmıştır hamağa, yanında kahvesiyle, huzurun içinde kitap okuyordur.
Gülümseyerek bahçe kapısına doğru adımlamaya başladı. Karşılaştığı boşlukla bakışları tekrar donuklaştı. Eve geri girip elini ensesine attı. Ensesini kaşımaya başladı bilinçsizce. Bir saniye sonra aklına gelen detayla elini hızla ensesine vurdu. “Tabi ya! Tembellik edeceğim derken uyumayı kastetti. Kesin uyuyordur, uykucu.” diyerek üst kata doğru adımlamaya başladı.
Merdivenleri yavaşça çıkıp, yatak odasına doğru ilerledi. İçeriden Meltem’in sesini duyunca yüzüne bir gülümseme kondurdu. Kapının önüne gelip, derin bir nefes alıp, gömleğinin yakasını düzeltti.
Elini kapıya vurmak için kaldırdığında, duyduğu sesle beyninden vurulmuşa döndü. Kaskatı kesilen vücuduyla kapının önünde kalakaldı.
“Bu daha ne kadar devam edecek böyle? Koskoca iki yıl oldu, daha bu Selim’den ses soluk yok... Ah bu işin sonunda o kadar para olmayacaktı da, ben yapacağımı bilirdim.” diye söylendi Murat bezmiş bir sesle. “Aşkım biraz sakin ol. Çok abartıyorsun. Az kaldı ben biliyorum.”
Meltem’in kendisini sakinleştirme çabaları pek umurunda değildi Murat’ın. “Elini tutuşu bile zoruma gidiyor benim.” diye konuşmasına devam etti. Meltem başını iki yana salladı. “O benim iki yıllık sevgilim. Elimi de mi tutmasın?”
Murat hızla yattığı yerden doğruldu. Sinirleri tepesine çıkmıştı. “Sevgili değilsiniz siz! Rol o. Yakın zamanda bu tiyatro bitecek.”
Meltem sabrının sınırını doldurmuştu artık. Sesini hafif yükseltip, konuşmaya başladı. “Bu tiyatro, paramıza kavuşunca bitecek. Tam sona yaklaşmışken, her şeyi berbat edeceksin… Bir an önce kendini toparlasan iyi olur.”
Selim’in eli hala kapıya vurmaya hazır, havada asılı kalmıştı. Yüzü bembeyazdı, içeriden duyduğu her cümlede daha çok beyazlıyordu sanki. “Beynin sana oyun oynuyor Selim!” diye düşündü. Kendisini kandırmaya çalışıyordu ama pek başarılı olamıyordu. Duyduğu ses Meltem’e aitti.
Gözlerini sıkıca yumdu. Aklında dönen düşüncelerin şimdi haddi hesabı yoktu. Gözlerinin önünde yaşadığı iki yıl can bulurken, duyduklarını sindiremiyordu. İki yıl, koskoca iki yıl boyunca, insan para için, istemediği bir insanın yanında nasıl dururdu aklı almıyordu.
“Kendine gel Selim. Karşılarında dik duracaksın. Asla düşürmeyeceksin kendini… En azından düştüğünü görmeyecekler onlar. Toparla kendini!” diye teskin etti kendisini.
Meltem’i canını verecek kadar çok seviyordu ama ortada bir kandırılmışlık vardı... İki yıllık bir kandırılmışlık. Bu hazmedilecek şey değildi.
Sesindeki titreşimi azaltmak adına iki üç kez öksürdü. Ardında da üzüntüyle indirdiği elini tekrar kaldırdı… Kapıyı çaldı...
İçeriden ilk Murat’ın sesi duyuldu. “Kim bu?” diye sordu Meltem’e, yakalanmanın telaşıyla. Meltem aklında ihtimalleri sıralarken, çalınışından sadece iki saniye sonra kapı açıldı.
Karşısında kendisine acıyarak bakan bir Selim görmeyi beklemiyordu elbette Meltem. Ağzı açık kalmış, olanları idrak etmeye çalışıyordu. Bir, yanında uzanan Murat’a, bir de karşılarında kendisine bakan Selim’e çevirdi gözlerini. Aklı her şeyin bittiğini bangır bangır bağırırken benliğine, dudakları şaşkınlıkla zikretti kandırdığı adamın adını “Selim!” diye.
Selim biraz önce aklına üşüşen şeyi, şimdi canlıca görmenin acısını yaşıyordu. Görmek bambaşkaydı. Kalbi hala kendince bahanelere sığınırken, aklı berraktı. Kandırılmıştı… Aldatılmıştı… Oyuna getirilmişti...
Birkaç saniye de gerçekleşen olayın sonucunda, hepsi birbirine bakıyordu. Hiç kimse konuşmuyordu.
Kendisini ilk toparlayan Meltem oldu. Bir eliyle çarşafı üzerine tutarken konuşmaya başladı. “Selim bak açıklayabilirim.” dedi ama nasıl açıklayacağını bilemiyordu.
Selim sahte, alaycı bir gülüş kondurdu yüzüne. Selim boğazını temizleyip konuşmaya başladı. İçinde kopan fırtınanın aksine sesi gayet sakindi. “Haksızlık etmeyin bana. Evlilik teklifi etmeye gelmiştim aslında ben buraya.”
İkisinin üzerinde gezdirdi gözlerini. Sakince konuşmaya devam etti. “İnan ki yüzüne bakıp “Nasıl?” diye sormayı bile kendime hakaret sayıyorum. Bana saygını geçtim, yanında ki adama saygını geçtim, dünya da ki kadınlara geçtim… Senin kendine hiç mi saygın yok? Bu kadar dibe vurmayı nasıl becerdin? Hiç mi utanmadın? Hiçbir sır sonsuza kadar gizli kalmaz, sonunda açığa çıkacak diye hiç mi korkmadın? Beni bu adamla aldatırken, bu adamı da benimle nasıl aldattın?” dedi kinle.
Özellikle seçtiği, vurgulayarak kurduğu cümle hedefine ulaşmıştı.
Sessizliğini koruyan, orada yokmuş gibi davranan Murat’ın sinirleri tepesine çıkmıştı. Hırsla Meltem’e döndü. Kolundan sıkıca tutup sıkmaya başladı. Meltem’in yüzünden canının acıdığı belli olurken, ne kadar sıktığı parmaklarının boğumlarının beyazlığından belli oluyordu. “Ne demek bu Meltem? Ne diyor bu herif? Hani dokunmamıştı sana? Hani izin vermiyordun? Hani sadece beni seviyordun? Bu adamı kandırırken, beni de mi kandırdın sen?” diye ardı ardına sıraladı sorularını.
“Mu-Murat bak yanlış anladın, yok öyle bir şey.” diyebildi çaresizlikle. İşler sarpa sarmış, elinde ki iki adamı da kaybediyordu.
Murat gitmek için hazırlanırken, Meltem’in yüzüne bile bakmıyordu. Onu dinlemeye niyetinin olmadığı çok açıktı. Kapıya doğru ilerlemeden hemen önce son bir kez baktı nefretle Meltem’e. “Söylememe gerek yoktur sanırım. Sakın bir daha arama beni.” diyerek sinirle kapıya adımlamaya başladı.
Kapının önünde dikilen Selim’e kızgınca baktı. Tam yanından geçip gidecekken, Selim kolundan tutup durdurdu. Karşısında ki adamın gözlerine dikti sinirden siyaha sönen gözlerini. “Ne sanıyordun? İki yıl boyunca benim yanımda hiç mutlu olmadığını mı? Bir insana, sebep her ne olursa olsun bunu yapanın, bir gün sana da yapacağını hiç aklına getirmedin mi?” Alayla gülümseyerek baktı Murat’a. “Çok yazık...” dedi karşısında ki adama karşı kazandığı zaferin sarhoşluğuyla.
Kandırılmak zordu. Kandırdığını sanırken kandırılmak daha da zordu. Ama adalette buydu. Kimse yaşattığını yaşamadan ölmezdi. Murat hırsla kurtardı kolunu mengene gibi sarmış parmaklardan. Hiçbir şey söylemeden, arkasında kalan Meltem’e son bir baktı ve çıkıp gitti odadan.
Atalarımızın sözü doğruydu. “Kendine yapılmasını istemediğin bir şeyi, başkasına da yapmayacaksın.”
Atalarımızın sözü doğruydu ama uygulama da yanlışlık vardı. İnsanlar alışmıştı o sözün gereğini yapmamaya. İstenmeyecek bir şeyi yapmaya ama kendisine yapılınca yakıp yıkmaya…
Meltem hala olanların şaşkınlığını üzerinden atamıyordu. Her şey altüst olmuştu. Nasıl olmuştu tüm bunlar bir anda. On dakika önce her şey yolundaydı.
Karşısında elleri cebinde dikilen Selim’e kaydı gözleri. “Selim!” dedi ve sustu. Konuşacak dermanı bulamadı bir müddet kendisinde. Toparlanması birkaç saniyesini aldı. “Yalan söyledin...” dedi suçlayarak. Selim hafifçe gülümsedi. “Hadi ya!” dedi alayla. “Bak çok ayıp etmişim... Sen ne bekliyordun çok merak ettim doğrusu. Seni, sırf para için başkasının hayatına atan bir adamın, yanında olacağını, seni teselli edeceğini mi sanıyordun? Hiç mi düşünmedin, edersen millete, bulaşır kendine diye.”
Kederli yüzüyle, hayal kırıklığını yansıttığı gözleriyle baktı Meltem’in gözlerine. Karşısında ki kadının yüzünde gördüğü ifadeyi çözemiyordu artık.
Sevgilisi gittiği için üzgün mü, yaptıkları için pişman mı, yoksa planları bozulduğu için sinirli mi? Belli olmuyordu artık.
Elini cebine attı. Aldığı yüzük kutusunu, yatağın başında ki konsolun üzerine koydu.
“Bu ev senin olsun. Bugün sana evlilik teklifi etmek için, aylar önce aldığım yüzükte… Sevinmelisin bence. Hiç yoktan iki yılını bir hiç uğruna harcamamış oldun. Bu da benim sana son iyiliğim olsun.”
Meltem’in yüzüne son kez baktı. Arkasını dönüp giderken, Meltem’in gözünden akan yaşları göremedi. Artık bütün yollar çıkmaz yoldu ve Selim yolunu, yönünü şaşırmıştı.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |