
Sena, girdiği matematik sınavından zaferle çıkmanın haklı gururunu yaşıyordu. Sınıfın kapısından çıkıp iki elini birbirine vurdu, hafif bir çığlık atarken. Sınav gerçekten umduğundan bile güzel geçmişti. Harun Hoca tam da çalıştığı yerlerden sormuştu. Eğer haftaya olacağı biyoloji sınavı da iyi geçerse, okul birinciliği için önünde bir engel kalmayacaktı. Heyecanla koridorun sonunda ki pencerenin önüne doğru gitti. Camı açıp nisan ayının mis gibi bahar kokusunu derin bir nefesle içine çekti.
Bir dakika sonra Derya koşarak, adının da tüm okulda yankılanmasına sebep olarak yanına geldi. “Sena, Sena, Sena... Nasıldı?” dedi merakla. “Benim ki çok güzeldi. Herhalde yetmiş, seksen alırım.” diye devam etti. “Benimki de iyiydi.” diye arkadaşının heyecanına ortak oldu Sena. “Yani her zaman ki sınav işte. Nasıl olsun?” diye sözlerini bitirdi. Derya ufak bir burun kıvırmayla baktı Sena’ya. “Deli etme beni. Geçen sefer de öyle dedin doksan sekiz aldın. Ben artık senin üç lafından beşine inanmıyorum haberin olsun.”
“Aman inanmazsan inanma.” diye son sözünü söyledi Sena. Derya yüzüne hafif bir ciddiyet takınıp tekrar konuşmaya başladı.
“Sina nasıl oldu? Soramadım telaşla.”
“İşte senin arkadaşlığın bu kızım! Benim kardeşim orada ayağını kırmış, canı acıyor. Sen iki yıl sonra soruyorsun nasıl diye.” dedi Sena laf sokmanın rahatlığıyla. Gözünün önüne gelen, Derya’nın Sina için attığı mesajları silmek başını iki yana sallamak kadar kolaydı.
Derya bakışlarını camdan dışarıya çevirirken derin bir, ahh, çekip konuşmaya başladı. “İşte bazı şeyler gençliğinde çok cazip geliyor insana.” dedi durum tespiti yaparak.
“O ne demek be?” diye sorduğu soruya içinden, bu kızın gerçekten hiç ayarı yok, cümlesiyle eşlik etti.
“Diyorum ki, o an sana, laf sokmak daha cazip geldi. Benim onu sorduğumu unuttun. İnşallah gözüne dizine durmaz o attığım mesajlar. Durumunu bildiğim Sina’yı belki de sormak istemedim. Ne olmuş yani?”
“Şimdi neden soruyorsun peki?”
“Sana ne be? İstediğimi sorarım. Hem suçlu hem güçlü şuna bak. Sen önce sabah geç kalışının hesabını ver.” dedi yüksek çıkan sesiyle. Sesi boş okulda daha da yankılanınca ellerini mahcupça dudaklarının üzerine götürdü.
Sena’nın altta kalmaya pek niyeti yoktu. Derya’ya karşı çemkirmesi gecikmedi. “Kızım, dedim ya lafa daldım diye. Kaç kere söyleyeceğim?”
“Hele sen, haftaya da lafa dal, valla yolarım saçını başını haberin olsun.” diye son bir şans verdiğini belli ederek konuştu arkadaşıyla. “Tamam, kalmam söz. Erkenden geleceğim.”
“İyi tamam o zaman. Hadi bahçeye inelim, sıkıldım.”
Biraz sonra birlikte bahçeye indiklerinde bir köşede arkadaşlarını gördüler. Sınav sonrası durum kritiği yapıyorlardı. Onlara hiç pas vermeden çıkış kapısına yakın olan, her zaman oturdukları banka oturdular.
Hocalar son sınavları erkene çekmişti. Böylece Mayıs sonunda bitecek sınavlar, Nisan sonunda bitecekti. Ondan sonra aldığı raporla sınava kalan bir buçuk ayı komple evde ders çalışarak geçirmeyi düşünüyordu. Biyoloji sınavı, nisanın son haftasına denk geliyordu. Okul birinciliğinde ki engelin ve lise hayatının son sınavı olacaktı.
Günün geri kalanı okulda arkadaşlarıyla geçmişti. Allahtan haftaya sınavlardan sonra dağılacağız diye geçirdi içinden.
Şaka bir yana lise de bitmişti. Eve giden yol boyunca üniversite hayali kurmaktan alamadı kendisini. Eve girdiğinde yine aynı cümle döküldü dilinden.
“Selam gençler ve kendisini genç hissedenler.”
Sena’ya özgü bu cümle, başka kimsenin ağzından böyle dökülmüyordu. On kişiye sorsalar, sekizi Sena’yı bu cümleyle tanımlardı, geri kalan iki kişi de deliliğiyle..
Üzerini değiştirip aşağıya indi. Salonda ayaklarını uzatmış televizyon izleyen Sina, diğer eline kitabı almış, okuyor gibi görünecekti aklınca. Sina’ya ters ters bakıp, elinden kumandayı aldı hızla. Karşısında ki üçlü koltuğa attı kendisini.
Sina sinirle doğruldu. “Ya ne yapıyorsun? İzliyordum ben. Sinir etme insanı.” diye çıkıştı.
Sena kaşlarını şaşkınca kaldırdı. Sesini annesinin duyması için hafifçe yükseltti. “Ne? Televizyon mu izliyordun? Kusura bakma kardeşim, ben senin elinde kitap görünce, televizyon boş çalışıyor sanmıştım. Gerçekten özür dil..” Sözleri mutfaktan ışınlanarak gelen Şükran Hanım sayesinde yarıda kesildi. Hain bir sırıtışla kardeşine baktı. Şükran Hanım ellerini belinin iki yanına koyup, azarlamaya başlamıştı bile Sina’yı.
“Sina, sen hani ders çalışıyordun? Şuna bak bir de kısmış sesini, sözde beni yiyecek. Siz giderken biz dönüyorduk hanımefendi. Yutturabilir misin bana?”
Sena keyifle orta sehpanın üzerinden aldığı elmayı ısırırken söze başladı. “Ben gelene kadar yutuyordun ama anne haksızlık etme kendine. Ben gelmesem daha ayakta uyuturdu seni.”
Elindeki kumandayı keyifle televizyona doğru uzatmıştı ki, Şükran Hanım hızla gelip aldı. Televizyonu kapattı.
“Yeter bu kadar eğlence. Hadi herkes dersin başına.” diye çıkışıverdi. Sena hızla ayağa kalktı. İşaret parmağıyla Sina’yı gösterirken, kendisini savunmaya başlamıştı bile.
“Yaa seni kandıran bu. Ben daha okuldan yeni geldim. İki dakika izleyip ders çalışmaya gideceğim zaten. Benim ne suçum var?”
Sena’nın aksine, Şükran hanım gayet sakin bir sesle konuşmaya başladı. “Yeter bu kadar tembellik.” Sena şaşkınca açılan gözleriyle baktı annesine. “Senin kafan mı karıştı anne? Ben daha yeni okuldan geldim. Sabahtan beri yatan, tembellik eden senin kızın. Ben çalıştım, çabaladım, sınav oldum da geldim.” dedi bir çırpıda
“Zaten o yattığı için ders çalışacak. Ama sen cezalısın!” dedi. “Ceza mı? Neyin cezası?” Kaşları şaşkınlıktan iyice çatıldı. Ne yapıp da ceza aldığını düşünürken, sorusunun cevabı Şükran Hanımdan gelmişti. “Kandırıldığımı benim yüzüme vurdun.” dedi sesini titreterek.
Aldığı cevapla daha da şaşırdı Sena. Ellerini havaya kaldırıp yakarışlarını duyurmaya başladı. “Allah’ım sen görüyorsun Ya Rabbim. Sırf bir kuluna doğruyu söyledim diye yanan yine ben oldum.”
Ellerini indirip annesine baktı kısa bir an. Boşuna konuşuyordu ki, annesine laf anlatmak deveye hendek anlatmaktan daha zordu. Arkasını dönüp odasına çıktı. En iyisi kabullenmekti.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |