
2 Gün Sonra
Güven, insanın kurduğu en sağlam ve bir o kadar da hassas yapıdır derler. Bir kez yıkıldı mı, toplaması imkansızdır. Altında kalana da, çevresinde olana da zarar verir. O yüzden zaten insan en çok kendisine güvenmelidir. Hatta sadece kendisine güvenmelidir.
Selim, kurduğu güven duvarının yıkılışını, tuz buz oluşunu izlemişti iki gün önce. Yaşadığı hayal kırıklığının tarifi, kandırılmışlığının telafisi yoktu. Canı yanıyor, yandıkça merhemi bilincini yitirmekte arıyordu. Yavuz onu eve gönderdiğinden beri içiyordu. Kendisini toparlamaya çalıştıkça, sanki daha çok batıyordu.
Kapının sesiyle kendisine geldi. Yandaki koltuktan tutunarak kalkmaya çalıştı ama elinin üzerinde hâkimiyetini kuramayınca tekrar oturdu kalkmaya çalıştığı yere. Üçüncü deneme de ayağa kalktığında hafif bir baş dönmesi hissetti. Elini alnına götürüp hafifçe bastırdı. Oo, diye hafif bir nida döküldü dudaklarından. Gözlerini sıkıca yumup tekrar açtı.
“İyi içmişim valla…” dedi peltek diliyle kendi kendisine konuşurken. Ayağa kalkmaya çalışırken zaman epey bir geçmiş, kapıdaki kimse, baya bir sabırsızlanmıştı. Kapı yumruklanmaya başlayınca, neden ayağa kalktığını hatırladı. Aksak adımlarla dış kapıya doğru gitmeye başladı. Elini kapının kulpuna koyup derin bir nefes çekti içine. Kapıyı açtığında karşısında arkadaşı duruyordu yine. Yavuz öfkelenerek içeriye girerken, ayakta sallanan kardeşinin kolunun altına girmiş, Selim’i içeriye götürüyor bir yandan da söylenmeye başlamış, arkadaşı için üzülüyordu. “Çözüm içkiymiş gibi davranmaktan vazgeç artık. Daha ne kadar böyle devam edeceksin?” dedi koltuğa oturmasını sağlarken.
Selim, gözlerini zorla açmaya çalışırken, hüzünle baktı arkadaşına Yavuz. Dağ gibi adam ne hale gelmişti iki güne hala inanamıyordu. “Kendini toparlaman lazım artık. Dünyanın sonu değil ya. Başkasını seversin. Hem de daha çok seversin. Öyle seversin ki Meltem aklına bile gelmez. Bir sevdanın içine düşersin bir anda. Sevdiğin kadar, sevildiğin de bir sevda.”
Aklı bedenini terk ederken, kalan son kırıntılarla ve buğulanmış gözleriyle baktı arkadaşına. Güzel zamanlarında olduğu gibi kötü her anında da yanındaydı. “Zoruma gidiyor!” dedi boğazı tahriş olduğu için kısık çıkan sesiyle. “Çok zoruma gidiyor… koskoca iki yıl… para için sevmediği birinin yanında nasıl durabilir insan?” diye devam etti haklı sitemine.
Yavuz, aklına gelenle hızla doğruldu oturduğu yerden. “Ben senin ilacını biliyorum kardeşim. Hadi kalk bir banyo al. Seni biraz uzaklaştıralım buradan. Ankara’ya git, Narin Teyzenin yanına. Üç, dört gün kal. Hem kafanı dinlersin, hem de Narin Sultanıma da iyi gelir.” dedi. Narin hanımın iyi geleceğine emindi… Babaannesi, Selim’e her zaman iyi gelmişti.
Selim, ellerini havaya kaldırıp omuzlarını silkeledi bir çocuk masumluğuyla. Dudaklarını büzdü. “Ben gidemem ki… Hem gitsem ne diyeceğim?” dedi üzgünce. Yavuz’un cevabı hazırdı. “Bir şey söylemene gerek yok. Yanında olursan o sana bir şey sormaz. Hadi kalk! Ben seni bırakır, geri dönerim. Sen gelene kadar işleri ben idare ederim aklın kalmasın. Tamam mı?” diye sordu, itiraz kabul etmeyeceğini belli ederek. Selim’e sessiz bir kabullenişten başka seçenek kalmamıştı.
***
Selim’in kabul edişinin üzerinden bir saat geçmişti. Yavuz, hala sarhoşluğu vücudunda barındıran arkadaşının arka koltuğa yatmasını sağlayıp, şoför koltuğuna geçti. Selim yatar yatmaz sızmıştı zaten.
Arabanın içinde lastiklerden gelen sesten başka hiçbir ses yoktu. Arabayı kullanırken, Yavuz’un aklı hala olanlardaydı. Daha dün heyecandan yerinde duramayan arkadaşı, şimdi o yerin yedi kat dibindeydi sanki. Meltem’e söyleyeceği iki çift lafı vardı ama karşısında ki kadın, o iki çift lafı bile hak etmiyordu. Telefonunu eline aldı. Listede gördüğü ismin üzerine gelip, derin bir nefes aldı. Olanları bu kadına nasıl anlatacaktı peki? Torununun başına bunlar bunlar geldi. Sana getiriyorum, diye nasıl söyleyecekti? Kulağına götürüp, karşıdan duyulacak sesi beklemeye başladı. Birkaç çalıştan sonra açılan telefonla yüzüne ufak bir tebessüm kondurdu.
“Narin Teyzem nasılsın? Yavuz ben.” dedi sesinde beliren ama gerçek olmayan bir mutlulukla. “Biliyorum, biliyorum. Adın kayıtlı telefonumda. Sen beni bunak mı sandın?” dedi Narin Hanım sahte bir sinirle. “Yok canım estağfurullah! Sen kim bunaklık kim? Valla ben senden daha bunağım.”
“Ha ben bunağım ama sen benden daha bunaksın yani… Ben bunağım yani… Kapat telefonu. Adını da siliyorum rehberimden. Utanmaz seni.” diye sinirle konuştu Narin Hanım. Yavuz düştüğü durumu anlamamış, şaşkınca bakmaya başlamıştı. Ne demişti de kızmıştı? “Narinim dur kapatma! Ben öyle demedim. Yani dedim ama öyle demek istemedim.” dedi bir gayretle kendisini açıklamaya çalışırken. Konuştukça battığını anlayınca direkt konuya girmeye karar verdi. “Hem ben seni Selim için aradım. Kötü şeyler oldu. Selim’i oraya getiriyorum.” dedi hızla.
Karşı tarafta Narin Hanım elini kalbinin üzerine koymuş, korkusu onu ele geçirmek üzereydi. İçinden, hayrolsun inşallah, diye dua ederken dilinden dökülüverdi sığınışı.
“Bismillahirrahmanirrahim…”
Yavuz’un, “Narinim!” diye başlayan cümlesini kesti Narin Hanım. Aklında bin bir düşünce, kalbinde torununa bir şey oldu korkusu vardı. “Ne oldu oğlum? Nerde Selim?” dedi korkulu çıkan, merak kokan sesiyle. Karşıdan duyduğu nefes sesiyle sinirleri gerildi. Sesini biraz daha yükseltti. “Oğlum cevap versene...”
“Telaş etme Narinim... Toparlanmayacak bir şey değil.” diyerek söze başladı, olanları kısaca anlattı Narin Hanıma. Sözü Narin Hanıma verdiğinde, karşıdan bir türlü gelemeyen sesle, onun da konduramadığını, şaşırıp kaldığını anladı.
Meltem iki yıl boyunca Selim’in çevresinde ki insanların neredeyse tamamını tanımış, hepsine de kendisini sevdirmeyi başarmıştı. Tıpkı Yavuz gibi Narin Hanım da idrak etmekte zorlanıyordu. “Oğlum bir yanlışınız vardır. Meltem yapmaz öyle şey.” dedi durgun çıkan sesiyle. “Yapmış valla Narin Teyze. Selim kendi gözleriyle görmüş, konuşurken duymuş. Gerçek yani… Meltem sahiden de aldatmış Selim’i.” dedi üzgünce.
Narin Hanımın dudaklarından duyulur duyulmaz bir sesle çıktı torununun adı. Başka ne diyeceğini bilmiyordu. “Selim iyi değil Narinim. Durmadan içiyor. Zoruma gidiyor diyor sürekli. Bende senin yanına gelirse iyi olur diye düşündüm.” Sesindeki hüznü, onların kardeşliğini hiç bilmeyen birisi bile anlardı. Arkadaş olmaktan vazgeçip kardeş olalı çok uzun zaman olmuştu. Kurduğu her cümlede kardeşi bildiği adama yapılanlar daha da zoruna gidiyordu. İster istemez sevgiye inancı yok oluyordu.
Selim yüreğinde asla kötülük barındırmayan, çalışanlarına, çevresine hep güler yüzlü olan bir adamdı. Kalbinin iyiliğinden bahsetmeye gerek bile duymuyordu. Selim bunları hak etmemişti.
“İyi ettin oğlum. Getir bana. Ben bakarım torunuma. Yaralarını sarıp sarmalarım.” dedi ağlamaklı çıkan sesiyle.
“Tamamdır Narin Teyze biz çıktık zaten yola. Uyuyor şimdi.” dedi ve duraksadı. “Narinim… kendini hazırlasan iyi olur. Selim pek iyi değil. Şu anda bile sarhoş, biraz aksi. Kendini hazırla ki şaşırıp kalma.” diye uyardı, bu uyarıyı kendisine bir borç bilerek.
Karşıda ki yaşlı kadın gözyaşlarıyla karşıladı bu sözleri. “Tamam oğlum. Hazırlarım.” deyip telefonu kapattı. Elinde telefon, ardında ki koltuğa çöktü hayal kırıklığıyla. Duydukları bir şaka gibi geliyordu. Kendisi bile sindiremiyorken, Selim’in halini merak etmekten kendisini alamıyordu. Az çok tahmin ediyor, Selim boğazında düğüm oluyordu. Oturduğu yerde öylece gözleri dalmış bekliyordu.
On dakika, yirmi dakika, yarım saat, bir saat… öylece oturdu. Niceden sonra kendisine gelebildi. Hemen mutfağa gidip torununun sevdiği yemekleri yapmaya başladı. Kaç saattir mutfakta olduğunu anlamamıştı bile.
Narin hanımın mutfaktan çıkıp, elini kurulamasıyla kapının çalması hemen hemen aynı anda oldu. Elinde ki havluyu aceleyle kenara fırlatıp, yaşının gereği ağrıyan bacaklarına aldırmadan, hızla kapıya gitti. Derin nefeslerle kapıyı açtığında ayakta ama sarhoşluğun etkisiyle gözleri zor açılan bir Selim’le karşılaştı. Oğlum diye bir yakarış koptu dudaklarından… gerini getiremedi… Selim’i böyle yıkılmış görmek yüreğinde onulmaz bir sızıya sebep oldu.
Selim’i böyle yıkılmış görmek yüreğinde onulmaz bir sızıya sebep oldu. Yavuz’la birlikte salona götürüp yatırdılar. Uykusunda sayıklayan Selim’e üzgünce bakıp, mutfağa geçtiler.
Yavuz olanları detaylıca anlatırken, bir yandan da yemeğini yiyordu. İki saat sonra, yola çıkmaya hazırdı. Narin Teyzesinin elini öpüp, son kez Selim’i kontrol etti, ardından İstanbul yoluna koyuldu.
Yavuz’un gidişiyle Narin Hanım torununun yanında aldı soluğu. Bir sandalye çekip oturdu. Gözleri tekrar dolarken, elini Selim’in saçlarında gezdirdi. Duaları yoldaş bellerken kendisine, torununun hafifçe hareketlenmesiyle, önce ellerini çekti, sonra hızla gözlerini sildi.
Rahmetli oğlunun kopyası olan gözler yüzüne çevrilince, yüreğine daha ağır bir yük oturuverdi. Daha birkaç saniye önce sildiği gözyaşları tekrar doldurdu harelerini. Selim elini babaannesinin yaşarmış gözlerine götürdü. Bir damlayı silerken, kederle konuşmaya başladı. “Hiçbir şey için, hiç kimseye bir şey yapmam babaanne. Bana ne yapılırsa yapılsın gıkımı çıkarmam. Tamam, der acımı yaşamaya köşeme çekilirim. Ama senin gözyaşın için yaparım babaanne… Ağlama…”
“Oğlum bu haldeyken nasıl dursun benim gözlerim?” dedi ağlayarak.
Ellerini bu kez, babaannesinin eline uzattı. Tuttuğu gibi dudaklarına götürüp bir öpücük kondurdu. “Canım acıyor babaanne! Meltem…” derken sözleri gözyaşlarıyla yarım kaldı. “Tamam yavrum!” dedi Narin Hanım torununun başını okşarken. “Aklına getirme şimdi. Unut gitsin. Her şey unutulur. Her şeyin üzeri tozla kaplanır. Sen o güzel yüreğini ferah tut. Sen hangi gecenin yerini gündüze bırakamadığını gördün?”
“Çok yorgunum babaanne.” dedi Selim, başını babaannesinin dizine bırakırken. “Biraz yemek ye sonra uyursun oğlum. Hadi kalk üzme beni.” deyip, muzurnaz bir gülümseme kondurdu yüzüne. “Bilirsin ben yaşlı, huysuzun tekiyim. Her şeye hemencecik üzülürüm.”
Selim bir çocuk masumiyetiyle başını salladı. İçine çektiği derin nefesle birlikte yerinden kalktı. Her zaman sığındığı tek limana varmış, huzur arayışına başlamıştı. Yakında o huzura erişeceğine emindi.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |