
Sena okuldan çıkıp derin bir nefes aldı. Yarın günlerden salıydı, son sınavları vardı. Eğer o da güzel geçerse okul birincisi olacaktı.
Farkında olmadan her zamanki hareketini tekrarlamaya başladı. İçinden konuşurken, elleri boş durmuyor, hesap yapar gibi hareket ediyordu.
Derya, uzaktan Sena’yı görüp başını iki yana salladı. “Bizim deli yine mesaiye başlamış.” diye homurdanarak yanına gitti. “Hayırdır! Bermuda Şeytan Üçgeninde kaç tane geminin battığını mı hesaplıyorsun?” dedi. Sena gözlerini devirerek baktı arkadaşına. “Evet canım onu hesaplıyorum. Hesaplamalarıma göre, senin iki gemi fazlan var. Hadi yine iyisin, burada da geçtin beni.” dedi alayla. Derya gerdiği kolunu sertçe vurdu Sena’nın koluna.
“Aman sakın laf altında kalma.”
Sena gülerek baktı Derya’ya. “Huyum kurumasın asla kalmam.” dedi ellerini göğsünde bağlayarak.
Derya yüzünü buruştururken laf sokmaktan geri kalmadı. “Gıcıksın gıcık. Bir de Sina’ya laf sokuyorsun. O senin yanında melek kalır be.”
“Sen benimle Sina’yı mı kıyaslıyorsun?” diye sordu hayretle. Derya omuzlarını silkti bir an. “Kıyaslama gibi değil de… Aman neyse... Sınavın nasıldı? Bana kolay gibi geldi.”
Sena düşünür gibi elini çenesinin altına koydu. “Başına taş düştü diyeceğim ama taş az gelir. Otuz katlı bina düştüğü konusunda iddiaya bile girerim. Kolay sormuş hayrolsun. İnşallah altından başka bir şey çıkmaz.” diye ayaküstü kısa bir analiz yaptı. Sonrada muzur bir gülüş kondurdu yüzüne. “Tahmin et ben kâğıdı verirken ne gördüm?”
“Ne gördün, ne gördün?” diye sordu merakla Derya.
“Bizim saf Sina’nın sorularını hazırlıyordu hoca. Bir iki sorusunu gördüm. Sina elime düştü anlayacağın.”
“Yazık kız ver soruyu. Zaten ayağı sakat, bir de karnesi olmasın.”
“Asla vermem!” diye itiraz etti Sena hırsla. “Milletin hakkına girmesine izin vermem. Nasıl verecek bunun hesabını ahirette?” diye sordu haklılığını savunarak.
“Aman sana kalmış dünyaya adalet dağıtmak. Doğrucu Davut ne olacak?”
“Ben çevreme doğruluk dağıtayım da, tüm dünya kurtulmazsa kurtulmasın.” dedi bilmişçe.
Derya’yla ettikleri muhabbetin sonuna doğru gelirken, Derya’nın uyarısıyla gözlerini devirdi Sena. İyi kızdı, hoş kızdı ama çok ısrarcıydı doğrusu. “Bak yarın erken geleceksin unutma! Ben çalıştım ama senin üzerinden geçmen lazım. Kendi çalıştığımla geçemem bu dersi.”
“Deryacığım canım! Bak imdat diye bağıracağım artık. Tamam dedim ya, daha kaç kere tekrar ettireceksin?” dedi sitemle. “Kusura bakma arkadaşım ama senin zamanlama konusunda sıkıntıların var. Bu konuda sana güvenemiyorum bir türlü. Sen gecenin köründe bile lafa dalarsın. İnsan bulamazsan kedi, köpekle sohbet eder yine geç kalırsın. Allah bir çene vermiş gerisini koy vermiş.”
“Bak gelmem ha..” diye sinirle uyardı Derya’yı. “Aman tamam demedim bir şey.”
“Daha ne diyeceksin be... Gidiyorum ben, daha Sina’yı delirteceğim.”
“Nereye gidiyorsan git ama sakın yarın geç kalma bak.” diye son kez ikaz etti. Sena ellerini havaya kaldırırken bağıra bağıra sabır diliyordu Allah’tan.
Mahallede bu ikizleri sevmeyen yoktu. Gördüğü herkese selam verirler, mutlaka hal hatırlarını sorarlardı. Başını okşamadıkları hayvan yoktu mahallede. Sevdikçe sevilirdi insan… Sevdikleri kadar seviliyordu bu ikizler.
Her zaman ki gibi, herkese selam vererek evin yolunu tuttu Sena. Kapıdan girdiğinde karşılaştığı manzara yine aynıydı. Annesi televizyon izlerken, Sena da asık suratla ders çalışıyordu. “Selam gençler ve kendini genç sananlar. Nasılsınız?” dedi yüksek sesli girişiyle. Sina’nın kısık sesle “Sen gelene kadar iyiydik.” sözüne burun kıvırıp annesinin yanına gitti. “Nasılsın hatunum?” dedi yanağından makas alırken. Şükran Hanım gözlerini televizyondan ayırmadan cevapladı Sena’yı. “İyi iyi. Sınavın nasıldı?” diye sordu çokta merak etmediğini belli ederek.
Ama Sena, annesinin ilgilenip ilgilenmemesine çok dikkat etmedi. Beklediği soru gelmişti, o an için önemli olan buydu. Bakışlarını Sina’ya dikti. “İyiydi valla anne. Bizim kimyacının başına bina düştüğünü düşünüyoruz. Aşırı kolay sormuştu.” Sina duyduğu sözlerle gözlerini kocaman açmış, yerinden kalkmaya çalışıyordu. “Sena Allah aşkına soruları hatırlıyorum de.” dedi heyecanla. Sena pek umursamazca omuz silkti. “Hatırlasam ne olacak?” diye sordu. Tırnaklarını incelerken.
“Bana söyleyeceksin, ben de sınava girince çatır çatır yapacağım.”
“Hakkı ne olacak? Vebali..”
“Vebali günahı benim boynuma.” dedi hevesle Sina.
Sena hızla yerinden doğruldu. “Sus geri zekâlı. Vebali boynunaymış. O kadar kolaydı vebali sırtlamak. Peygamberimiz, “Bir hak bulunuyorsa, altın ve gümüşün geçmediği hesap günü gelmeden helalleşsin demiş. Sen ahirete bırakacaksın öyle mi? Senden de bunu beklerdim zaten. Git gelmiş geçmiş tüm öğrencilerden helallik al sonra ben sana söyleyeyim soruları.”
“Aman be ağız tadıyla bir suç bile işletmiyorsun insana. Git başımdan.” dedi sinirle.
“Hem o kimyacı aynı soruları sorar mı sence? Hem de bizim ikiz olduğumuzu bile bile. Biz sınavdayken hazırladı senin soruları... Gördüm bir kaçını. Vereyim mi? İster misin?” diye gülerek sordu.
“İstemez!” dedi Sina yenilmişlikle. “Ben kendim çalışır, didinir, başarırım… Mendebur…”
Sina, sinirle arkasını dönüp tekrar masaya otururken, Sena, Sina’yla olan konuşmasıyla hiç ilgilenmeyen annesine baktı. Hafifçe yanına yaklaştı. Birazcık şımarmaktan bir zarar çıkmaz diye düşündü. O kadar çalışmış, başarmıştı. Azıcık şımartılmayı hakkı olarak görüyordu. “Ya anneciğim işte böyle. Yarın ki sınav da güzel geçerse kızın okul birincisi olacak inşallah.”
Şükran Hanım gözünü televizyondan ayırmadan cevapladı kızını. “İnşallah kızım inşallah... Sena bak kızım. Şu kız dalyan gibi kocasını bırakıp, elin yaşlı başlı adamına kaçmış. Bir de aşık oldum diyor. Göz var, nizam var. Altmış yaşında ki adama ne aşkıymış bu? Adamın bir ayağı çukurda... Görüyorsun değil mi kızım nasıl hayatlar var?” dedi gözlerini televizyondan bir saniye ayırmadan, bir an kırpmadan.
Sena şaşkınca baktı annesine. “Sağ ol anne ya. Benimle bu kadar ilgilenme. Bak sonra şımaracağım o olacak.” dedi kinayeyle. Şükran Hanım gözü televizyonda, dinlemediği kızını onayladı geçiştirerek.
Sena hırsla başını televizyona çevirdi. Gördüğü sahne gözlerinin önünde canlanınca, aynı hırsla annesine döndü. “Anne bu senin iki gün önce izlediğin dizinin tekrar bölümü. Çok iyi hatırlıyorum, aynı tepkilerle izlemiştin zaten.” dedi homurdanarak. Haklı isyanı sonuç vermişti. Şükran Hanım hızla başını çevirip baktı Sena’ya. “Oysa o. Ne olmuş yani? İzleyemez miyim tekrar? Belki çok sevdim bir daha izleyesim geldi. Hesap mı vereceğim?”
Sena gardını anında düşürürken, hafif bir yutkunmayla annesini sakinleştirmek gayretine girdi. “Tamam canım izle. Sana, zaten izlediğin bir bölümü en az yirmi kere izlemeler yakışır.”
Şükran Hanımın ters bakışlarından acilen kaçması gerekiyordu. “Neyse size doyum olmaz, ben odama gidiyorum. Ders çalışmam lazım. Akşam yemeğine çağırırken kibar olursanız sevinirim.” deyip odasına doğru giderken, Sina’nın sözleriyle geri döndü. Sina, Sena’ya karşı ellerini karnının altında bağlayarak konuşmaya başlamıştı. “Aman efendim siz zahmet etmeyin, istirham ederim. Sizin narin ayaklarınız yorulmasın, ben kırık ayağımla, odanıza çıkartırım yemeğinizi.” dedi sonlara doğru yüzüne bir gülümseme kondurarak.
“Aferin... Böyle akıllı ol köle. Efendine hizmette kusur etme.”
Sina yüzünde ki sahte gülümsemeyi anında sildi. “Allah’ım sen sabır ver, Ya Rabbim. Bir de emir veriyor… Kızım bak ayağım kırık demeyeceğim, atlayacağım üzerine ha.”
“Aman be. Bir şey söylenmiyor size de. Evde siz, okulda Derya. Yeter ama ya.” dedi isyanla. Sina kaşlarını çattı merakla. “Derya ne alaka be?”
“Yarın biyoloji çalışacağız sınavdan önce. Çalışmış ama anlamadığı konular varmış. Eve gel dedim ama okulda anlatınca daha iyi anlıyormuş.” dedi anlamadığını belli ederek. “Sen kırık ayağınla burada takılırken, biz ders çalışacağız.”
“Sanki bilerek kırdım ben ayağımı.”
“Valla o konuda ciddi şüphelerim var. Senden beklemiyor değilim. Sınavlardan yırtmak için yapmış olabilirsin.”
Sina şaşkınlıkla gözlerini kocaman açıp baktı. “Hain kardeş seni. Aklın hep fesatlıkta zaten. Biz seninle nasıl kardeş, daha da kötüsü nasıl ikiz olduk? Ben melek, sen şeytan.”
Sena beklediği cümlenin gelmesiyle mutlulukla gülümsedi. Bu kızı bozguna uğratmaya bayılıyordu. “Sorma! Bizimkilerin lüzumsuzluğu işte. Ne gerek vardı, ben varken bir de sana? Gel de laf anlat işte. Başa gelmişsin çekeceğiz mecbur... Neyse ben gidiyorum. Hadi hoşça kalın.” dedi kazandığı zaferin coşkun mutluluğuyla. Sina’nın arkasından sinir krizi geçireceğini biliyordu. Tanıyordu kardeşini. Sinsi bir gülüşle çıktı odasına.
Sina, odasına giden kardeşinin arkasından gerçekten krize girmiş, elini nereye koyacağını bilemiyordu. Annesine çevirdi bakışlarını hızla. “Anne gördün değil mi? Duydun değil mi? Ne dedi bana? Bana ne gerek varmış da, bilmem ne? Allah’ım sen bana sabır ver. İyi ki beş on dakika erken doğmuş, on yedi yıldır başıma kakıyor. Bir şey söyle şu kızına.” dedi ama kendince haklı olan isyanı, televizyona konsantre olmuş annesi tarafından fazla ilgi görmedi. Şükran Hanım ekrana bakarken kızını duymamıştı bile. Son kelime hariç.
Kızına kelimesiyle başını çevirdi Sina’ya. Ne olduğunu anlamamıştı bile Şükran Hanım. Ama Sena ortalarda olmadığına ve Sina sinir krizi geçirdiğine göre yine kavga etmişlerdi. “Haklısın güzel kızım. Ben her zaman senin yanındayım.” dedi geçiştirmeye çalışarak. Sina dikkate alınmadığını tabi ki anlamıştı.
“Sağ ol anne ya valla. Senin bu anlayışın olmasa ne yaparım hiç bilmiyorum valla.” dedi kinayeyle. Annesi şu anda onu anlayacak halde değildi. “Dön hadi sen televizyona. Bak neler oldu neler?” dedi bıkkın çıkan sesiyle. Şükran Hanım ikiletmeden televizyona dönerken, hiç inandırıcı olmayan bir sesle konuşmaya başladı. “Ne zaman ihtiyacın olursa ben buradayım güzel kızım.”
Sina gözlerini şaşkınca açtı. “Çok sağ ol anne. Varlığını hiç görmed... Yani yokluğunu hiç görmedim demek istemiştim.”
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |