44. Bölüm

•XXXXIV•

melek şendur
meelcnmel

Arabanın lastikleri altında ezilen çakıl taşlarının sesi kulaklarıma dolarken bakışlarım akıp giden yoldaydı. Yemyeşil koca ağaçlarla çevrili ıssız yolda ilerlerken arabanın içerisinde büyük bir sessizlik hâkimdi. Kimseden çıt çıkmazken bu sessizliği bozan tek şey arabanın ezdiği çakıl taşlarının sesiydi.

Mavi gözlerim yeşil ağaçlarda gezinirken elimi çeneme yaslamıştım. Zihnimdeki tilkiler dört dönüp dururken aklım bambaşka bir yerdeydi. Sadece saatler içerisinde bu şehirden ayrılacaktım ve içimde büyük bir burukluk hissi vardı. Üzgündüm hatta gitmek istemiyordum ama gitmeliydim. Gitmeli ve bu sorunlardan kendimi biraz olsun uzakta tutmalıydım.

Issız yolda hızla ilerleyen araba ani bir frenle durduğunda elim cama çarpmış, hafifçe öne doğru savrulmuştum. Bu, gözlerimin hafifçe irileşmesine neden olurken babaannem de oturduğu koltuğa sıkıca tutunmuştu. Bir eli kalbine giderken yanında oturan Olcay da neye uğradığını şaşırmış gibiydi.

"İyi misin babaanne?" diyerek hafifçe sızlayan elimi, karşımda oturan babaannemin dizine yasladığımda mavi gözlerimi Olcay'a çevirdim. "Olcay?"

"İyiyiz biz de," dedi, kahverengi gözleri yola doğru dönerken. "Neydi o?"

Gözlerimle babaannemi kontrol etmeyi bırakıp başımı arkaya doğru çevirdiğimde burun buruna olduğumuz bir araba vardı. Bununla beraber kaşlarım hafifçe çatılırken Bora da bana doğru dönmüştü.

"Efendim," dedi, önce babaanneme ardından da bana bir bakış atıp. "Kenan Bey.."

Bakışlarım hızla yola doğru döndüğünde o siyah arabasını görmüştüm. Derince çattığım kaşlarımla beraber dudaklarım arasından derin bir soluk bıraktığımda babaannem, Olcay'la benim aksime şaşkındı. Hafifçe büyüyen mavi gözleri yoldan bana doğru döndüğünde başımı bir şey yok dercesine hafifçe salladım.

Onunla birkaç gün önce şirkette konuşmuş olsam da tabii ki bir şey yapacağını biliyordum ve beni şaşırtmamıştı. Bugüne kadar bu denli sessiz kalmasından bir şeyler yapacağı zaten belliydi. Hakan Bey'le konuştuğumda da dilekçeyi imzalamadığını söylemişti fakat üstelememiştim. İlla ki onu bir gün imzalayacaktı, böyle kalacak hâlimiz yoktu ya?

Bakışlarımı bir kez daha yola çevirdiğimde elim ayağım birbirine dolanmış, ne yapacağımı bilememiştim. Günlerdir bir şeylerin peşinde olduğunu bilmeme rağmendi bu telaşım.

"Geliyorum ben," dedim, uzanıp sürgülü kapıyı açarken.

"Ruh hastası herif," diyerek Olcay konuştuğunda bana baktı. "Bırak ben konuşayım da göstereyim ona!"

"Hayır, ben hâlledeceğim." dedim ve hiçbir şey söylemeden arabadan inip kapıyı kapattım.

Soğuk hava yüzüme çarpıp bedenimi esir aldığında derin bir nefesi ciğerlerime doldurdum. Bu konuşmanın uzun ve yorucu geçeceği belliydi. Defalarca yaptığımız konuşmaların bir benzeri yaşanacaktı ve ben artık yorulmuştum. Sürekli aynı şeyleri konuşup duruyor, sonra da tartışarak ayrılıyorduk. Fakat bu seferki farklıydı. Son kez birbirimize bağırıp çağıracaktık.

Düz tabanlı çizmelerim üzerinde arabasına doğru adımlamaya başladığımda esen sert rüzgâr saçlarımı geriye doğru savuşturuyordu. Ellerimi kabanımın ceplerine yerleştirip soğuktan korunmaya çabaladığımda arabasının kapısı nihayet açılmış, çok geçmeden içinden inmişti. Onu karşımda gördüğüm an tüm sistemim yine alt üst olurken kendime sahip çıkmalıydım. İçimdeki hüznü ona belli etmemeliydim.

Yeşil gözleri üzerimde usulca gezinirken arabanın kapısını kapattı ve bana doğru ilerlemeye başladı. Bu süreçte gözlerimizin teması hiç bozulmazken aramızda bir iki adım mesafe kala durmuştum. Zaten arabasını tam önümüze kırmış, arada çok küçük bir mesafe bırakmıştı. En ufak bir dikkatsizliğinde bir kaza yaşanabilirdi ama o ruh hastasının tekiydi.

"Ne yapıyorsun sen?" dedim, bıkkınlıkla. "Ölebilirdik senin yüzünden biliyorsun değil mi?"

"İkimiz de ölürdük o hâlde.." dediğinde yeşil gözlerine baktım bir süre. O da bana bakarken aramızdaki iki adımlık mesafeyi büyük bir adımla kapatıp tam karşımda durdu. "Hayırdır, nereye böyle?" diyerek arabaya bir bakış attığında tüm bu olanları görmezden geliyordu.

"Gidiyorum!" dedim, bu sinir bozucu tavrına karşılık. Yeşil gözleri cayır cayır yanarken sakin görünmeye çalışıyordu ama boşunaydı.

"Nereye gittiğini sanıyorsun sen?" dedi, o sakin tavrını bozmamaya çalışarak. "Gidemezsin hiçbir yere, izin vermiyorum!" diyen sesi sinirlerimi bozarken tam şu an suratının tam ortasına kafa atmamak için zor duruyordum.

"Senden izin alan yok zaten!" dedim, öfkeyle. Yeşil gözleri büyük bir öfkeyle yanıyor, bunu belli etmekten de çekinmiyordu. Yolun ortasında bağıra çağıra tartışmamız pek etik olmasa da kendisi yolumu kesmeseydi her şey daha kolay olabilirdi.

"Bana bak," dedi, adeta tıslarcasına. Başını hafifçe yaklaştırıp gözlerimin içerisine baktığında çenemi dikleştirip gözlerimdeki kararlılıkla ona baktım. "Karımsın sen hâlâ benim, bensiz hiçbir yere gidemezsin. Delirtme beni."

"Ne karısı be?" dedim, çirkef bir tavırla. "Para pul için evlendin benimle, ne karısı?"

"Saçmalama!" diyerek bana bağırdığında Bora'nın dahil babaannemin de bizi izlediğine emindim. "Anlayıp dinlemeden saçma sapan düşüncelere kapılıyorsun, yapma! Yok öyle bir şey, aşığım ben sana."

"Siktir git," dedim ve ekledim. "Bitti, avukatla görüştüm işte. Boşanacağız!"

"Boşanmayacağız," diyerek direttiğinde ona arkamı dönüp arabama doğru ilerlemeye başlamıştım fakat henüz ikinci adımımı atmamışken eli koluma sıkıca tutundu. "Boşanmayacağız, konuşup halledeceğiz sorunlarımızı."

"Ben seninle konuşmak falan istemiyorum," dedim, dişlerim arasından. Elimi kaldırıp göğsüne sertçe vurduğumda yerinden kımıldamadı. "Bırak kolumu, gideceğim!"

"Bırakmayacağım," dedi, kararlılıkla. "Beraber evimize gideceğiz."

"Hastasın sen," derken gözlerim birkaç saniye onun yüzünde gezindi. "Gerçekten normal değilsin."

"Benden ne kadar uzağa gidebilirsin ki sen?" dediğinde bu denli her şeyin farkında olması ürkütücüydü. Hâlâ tüm bu olanlara rağmen ona aşık olduğumun o da farkındaydı. "Gitsen bile bulurum seni, nereye gidersen git peşinden gelirim."

"İstemiyorum seni," dedim, bağırarak. Onun yeşil gözleri gözlerim arasında mekik dokurken kolumu onun elinden kurtardım. "Bitti, kabullen! Bana yalanlar söylemeden önce düşünecektin tüm bunları."

"Maran," diyerek o sesini alçalttıktan sonra kendine biraz süre tanıdı. Gözlerini ilk kez gözlerimden ayırıp etrafta gezdirirken dudakları arasından usulca bir nefes vermişti. "Yapma bana bunu," dedi, yumuşayan sesiyle. Bakışları yavaşça bana dönerken yeşil gözlerinin ince bir tabakayla kaplandığını gördüm. Ağlayacak mıydı yine? "Yapamazsın," Başını iki yana salladı hafifçe. "Gidemezsin, nasıl gideceksin? Sevmiyor musun artık beni?" derken sesinde ilk defa o çaresizliği yakalamıştım. Sadece ses tonunda değil, aynı zamanda bakışlarında da vardı o çaresizlik. Küçük bir çocuğun en sevdiği oyuncağını kaybettiği gibi bakıyordu gözlerime.

"Anlamıyorsun," dedim, hangi ara dolduğunu bilmediğim gözlerimi ondan uzaklaştırarak. Beni nasıl böyle uysallaştırabiliyordu, anlamıyordum. "Gitmem gerek, yapamıyorum.. Kalamıyorum, anlasana."

Bu sözlerimle beraber koca elleri yüzüme tırmandığında ona ilk kez engel olmadım. Bu soğuğa rağmen sıcacık olan elleri yüzümü avuçlarken uzun zamandır uzak kaldığım bu dokunuşu adeta kalbimi titretmişti. Sıcacık dokunuşlarını hissetmek benim için artık bir ödül değil, cezaydı.

"Beraber gideriz," dedi, hevesle. Yeşil gözleri inançla gözlerime sabitlenmişken ıslanan kirpiklerimi kırpıştırdım, bir damla yaş yanağımdan yavaşça süzüldü. "Bırakamam seni, bırakmam." derken alnını alnıma yasladı. Titrek bir nefesi dudaklarım arasından verdiğimde eliyle gözyaşımı yakalamıştı. "Ölürüm de bırakmam seni.."

"Kenan yapma.." Başımı geriye doğru hafifçe çekip onun ellerinden kurtulduğumda soğukluk tekrar bedenimi sarmıştı. "Ben senden kaçıyorum, aptal! Bırak gideyim işte."

"Gidemezsin," dedi, bana karşı çıkarak. Bakışlarımı ondan uzaklaştırıp derin bir nefesi ciğerlerime doldurmaya çalıştığımda gözyaşlarım akmak için an kovalıyordu. Fakat o karşımdayken bunu yapmak istemiyordum.

O, bu sefer de iki yanımda serbest duran ellerimi kavradığında kalbim hızla çarpıyordu. Onun için acı çekiyordum ama aynı zamanda onun için de kalbim böyle çarpıyordu. "Bırak," dedim ama ondan uzaklaşmak için uğraşmadım yine. Ellerimi sıkıca kavrarken bakışlarım puslanmıştı bile. İşte tam o an hiç beklemediğim bir şey yaptı. O, tam önümde ayaklarıma kapanırken ellerim onun sıcacık avuçlarına hapsolmuştu.

Kenan Keskin, ilk kez önümde diz çökmüştü.

Bakışlarım hayretle yeşil gözleri arasında gidip gelirken yeşil gözlerinden birer damla yaş arka arkaya düştü. "Gitme.." dedi, çaresizce.

"Saçmalama, kalk ayağa." diyerek en sonunda ellerimi ondan kurtarma girişiminde bulunduğumda ellerimi daha sıkı tuttu. Ben hâlâ şaşkınlıkla onu izlerken gözyaşlarım da benden bağımsız yanağımdan süzülüyordu.

"Gitme, Maran." dedi, bir kez daha. Buğulanan gözlerimle onu izlerken, "Ne yapacağım sensiz? Nasıl dayanırım yokluğuna?"

"Burada kalırsam beraber olacağımızı mı sanıyorsun?" dedim, acımasızca. "Sana geri döneceğimi falan mı sanıyorsun?"

"Bana dönme ama gitme de.." diyerek sözlerine devam ettiğinde kalbimde açtığı o derin yarayı iyileştirmek istiyordu ancak bu zordu. Beni, ona olan sevgimi, gururumu hiçe saymıştı. Nasıl geri ona dönecektim? "Yalvarırım, bunu bana yapma. Bağır, çağır, hakaret et.." dedi, sözleri arasına bir nefeslik mesafe koyarak. "İstersen öldür beni ama gitme. Ben sensiz nasıl yaşanır unuttum, nasıl hatırlayacağım?"

Bu sözleriyle beraber ikimizin de gözlerinden aynı anda birer damla yaş aktığında dudaklarım küçük bir çocuğunki gibi hafifçe öne doğru büzülmüştü. Kalbimdeki acı her geçen saniye şiddetlenirken şu an beni iyileştirmesi, bana iyi gelmesi gerekiyordu fakat bana sadece zarar veriyordu. Sanki avuçları arasında ellerim değil de kalbim varmışçasına canım yanıyordu.

"Bırak," dedim fakat sesimi ben bile duyamamıştım. "Bırak lütfen, bırak beni.."

Başını, sıkı sıkıya tuttuğu ellerime yaslayıp gözyaşlarıyla ellerimi ıslattığında onu ilk kez böyle perişan görüyordum. Onun birçok hâlini görmüştüm. Öfkeliyken gözü hiçbir şeyi görmüyor, öfkesiyle etraftaki her şeyi ve herkesi yakıp yıkıyordu. Fakat içindeki hüznü paylaştığını görmemiştim. Hatta onu üzgün bile görmemiştim. İlk kez şimdi, şu an onu bu hâlde görüyordum. Ayaklarıma kapanan küçük bir çocuktan farkı yoktu.

"Nereye istersen beraber gidelim," dediğinde gözyaşlarım hızlandı. O, tam önümde diz çökmüş ağlarken olduğum yere adeta çakılmış gibiydim. "Beraber gidelim.. Sen sadece benim yanımda iyileşirsin. Sana iyi gelen tek şey benim, unuttun mu?"

"Artık değilsin," dedim, başımı iki yana sallayarak. "Artık bana sadece zarar veriyorsun."

"Özür dilerim," derken başını bana doğru kaldırıp gözlerime bakmıştı uzunca. Yeşil gözlerindeki ışıltı gitmiş, yerini kasvete bırakmıştı. Oysa ben onu, o gözlerindeki ışıltıyla tanıyordum. Güldüğünde daha da parıldayan gözleriyle tanıyordum ama artık parlamıyordu. "Özür dilerim, affet beni. Seni üzmeyeceğim bir daha söz veriyorum."

Gözyaşlarım arasında ellerimi yavaşça onun ellerinden ayırdığımda bu zor olsa da en sonunda ellerimi ondan kurtarmıştım. Onun yaşlı gözlerine bir kez bile bakmadan arkamı döndüğümde bu ikimiz için de zordu.

O, benim her şeyimdi. Bütün hayatımı onunla paylaşmışken şimdi nasıl olacaktı da yeni bir hayat kuracaktım kendime? Nasıl olacaktı da onsuz devam edecektim?

Onu orada bırakıp hızlı adımlarımla arabaya doğru ilerlediğimde küçük bir çocuk gibi ağlayışını duyuyordum. Bu, kalbimi acıtsa da ona bir kez bile dönüp bakmamak için epey direnmem gerekmişti. Gözlerimden bir sağanak şeklinde akan yaşlarıma rağmen onun yanına dönmemek için kendimi tutmuş, Bora'nın açtığı kapıdan içeri kendimi atmıştım. Kalbim derin bir acıyla sarsılırken cam kenarındaki yerime sıkışıp bakışlarımı yolun diğer tarafına doğru çevirmiştim. Elimi kaldırıp çeneme yaslarken akan gözyaşlarımı saklamak için bile uğraşmıyordum.

Araba hareketlenirken gözlerimi yumdum sıkıca.

Bir gün onu bırakıp gideceğimi asla tahmin etmezdim ama şimdi gidiyordum. Onu, benim kalbimde de bırakmış olduğu bir izle burada bir başına bırakıyordum.

Hayali varlığı yanı başımdayken onu nasıl unutacağımı bilmiyordum.

Aramızda sonsuz bir bağ varken hem de.

🌪️🌪️🌪️

"Bebeğimiz nasıl?" Güldüm, elimi çeneme yaslarken.

"Çok iyi," dedim, bir elim de karnıma doğru hareketlenirken. Hafif çıkık duran göbeğimi okşamaya başladığımda gözlerim telefonumun ekranındaydı. Babaannemin evindeki koca odamda tek başımayken daha az önce uykumdan uyanmıştım.

Buraya geleli yaklaşık iki ay olmuş, bu süreçte de çoğunlukla bebeğimle ilgilenmiştim. Buraya adapte olduğum ilk an kontrole gitmiştim. Henüz doktorum buraya gelmediği için onun yönlendirdiği başka bir doktora görünmüş, bebeğimin de cinsiyetini öğrenmiştim. Tam da istediğim gibi; bir kızım olacaktı. Bunu öğrendiğim ilk an o haftalardır eksik olan neşem yerine gelmişti. Uzun zamandan sonra beni bu kadar heyecanlandıran tek şey bu olurken bu neşem babaannemle Olcay'a da bulaşmıştı. Özellikle babaanneme epey iyi gelmişti bu haber. Ona, İzmir'den ayrılmadan birkaç gün önce hamile olduğumu söylediğimde tabii ki şaşırmış ve onunla beraber dönmem konusunda daha ısrarcı olmuştu. Olcay da en çok kız olmasına sevinmiş, böylelikle de hislerinin ne kadar kuvvetli olduğunu bir kez daha göstermişti.

O, benimle buraya kadar gelmişti ve yanımdan bir an olsun bile ayrılmıyordu. Ona İzmir'den gitmek istediğimi söylediğim ilk an desteğini üzerimden çekmemiş, tüm işini gücünü bırakıp benimle beraber gelmişti. Tabii bu süreçte Kılıç'la epey duygusallaşmışlardı. Kılıç'la zar zor vedalaştıklarını söylediğinde bundan vazgeçmesini söylesem de bana karşı çıkmıştı.

Kenan'a gelince.. Kenan'la bir kez bile iletişime geçmemiştik. O gün ondan ayrıldıktan sonraki günleri epey zor geçirsem de beni ayakta tutan birtakım şeyler olmuştu. Öncelikle bir psikolojik destek almaya karar vermiş, iç huzurumu geri getirmek için elimden geleni yapmıştım. Sadece haftalar içerisinde bu kadar değişim yaşamıştım fakat aradan yıllar geçmiş, yaşlanmış gibi hissediyordum. Sırf bu yüzden bir psikologa görünmeye karar vermiştim. Bu da bana iyi gelmişti ve düzenli olarak da gidiyordum.

Ekrandaki bir çift yeşil göz üzerimde gezinirken, "Önümüzdeki ay orada olacağım," dediğinde dudaklarımı birbirine bastırdım. "John'la iyi anlaştınız mı?"

John, benim buradaki doktorumdu ve aşırı neşeli, pozitif bir bir adamdı. Tabii bana iyi gelen şeylerden biri de oydu.

"Evet," dedim, başımı sallayarak. "Çok sevdim, bayağı iyi anlaşıyoruz." Kaşları havalanırken yüzünde tanıdık bir gülüş belirdi.

"Onunla kavga etmiyorsun yani?" dediğinde bu sefer gülen ben olmuştum. Onun gözleri kısa bir an gülüşümde takılı kalırken gülüşü bir gülümsemeye dönüştü. "İyi görünüyorsun, böyle kal.. Gülmek sana yakışıyor."

Bakışlarım ekrandaki görüntüsünde sabitlenirken aramızda kısa bir sessizlik olmuş, çok geçmeden de konuşmamızı bitirip vedalaşmıştık. Bu esnada odamın kapısı hızla açıldığında Olcay'ın sırıtan yüzüyle karşılaştım.

"Tahmin et kim geldi?" dediğinde telefonumu şarja takmakla meşguldüm.

"Vallahi hiç umurumda değil, yatacağım." Göz devirdi.

"Maran ya!" diyerek odanın içine doğru adım attı. "Korhan geldi, aşağıda!"

Bu sözleri başımı hızla ona doğru çevirmeme neden olduğunda dudaklarımda bir gülümseme oluştu. "Ne zaman geldi?" derken ayağa kalkmış ve kapıya doğru ilerlemeye başlamıştım.

"Az önce.." dediğinde hızlı adımlarla odadan çıkmış, o da peşimden gayet sakin adımlarla gelmişti. "Yavaş Maran, bir şey olacak çocuğa!" diyerek de beni azarladığında merdivenleri iniyordum. Onun geleceğini bilsem de saçma bir heyecana kapılmıştım. Onu uzun zamandır görmememin etkisi de vardı fakat en çok da ondan istediğim şeyleri getirmiş olma ihtimali için bu kadar heyecanlanmıştım.

Aşerme döneminde olduğum için canım abuk subuk şeyler istiyor, çevremdeki herkesten mutlaka bir şeyler istiyordum. Bu çok kötü bir dönemdi ve bir an önce bitsin istiyordum.

Merdivenleri bitirip salondan gelen sesleri takip ettiğimde Korhan'ın babaannemle karşılıklı bir şeyler konuştuğunu görmüştüm. "Korhan!" diyerek cıvıldadığım an bakışları bana döndüğünde yerinden ayaklanmış, ben de ona doğru koşturmaya başlamıştım. "Çok özledim seni!"

"Yalanını sevsinler," dedi, ona doğru atıldığımda. O, gülerek beni güçlü kolları arasına aldığında babaannem gülerek beni izliyordu.

"Yavaş kızım," dedi, Olcay gibi. "Bir yerine bir şey olacak şimdi.."

Kıkırdayarak Korhan'a sarıldığımda bu kucaklaşmamız biraz uzun sürmüştü. Ne de olsa onu uzun zamandır görmemiştim.

Ondan uzaklaştığım ilk an ela gözlerine baktığımda yüzünde benim oluşturduğum koca bir gülümseme vardı. "Eli boş gelmedin inşallah?" dediğimde babaannem bana onaylamaz bir bakış atmış, iflah olmazmışım gibi başını sallamıştı.

"Gelmedim," derken bakışları şişkin karnıma düşmüş, gülümsemesi genişlemişti. "Bebek nasıl?" dediğinde uzun uzun beni inceliyordu. Bunun da nedeni görüşmediğimiz dönemde epey değişmiş olmamdı. En büyük değişiklik de karnımdaki bebekti tabii.

"Herkes bunu soruyor," dedim, bakışlarımı karnıma doğru indirip bebeğimi kontrol ederken. Elimle hafifçe peş peşe vurduğumda Olcay da elime vurmuştu. Bunu yapmama babaannem de o da kızıyordu. "İyiyiz.. Söyle bakayım, ne getirdin yeğenine?"

"Ayıp, Ahu.." dedi, babaannem bir kez daha. Mavi gözlerini belertip bana baktığında omuz silktim. Tabii bu esnada Korhan gülüyor, bu patavatsızlığımı umursamıyordu bile.

"İnsan bir sorar, nasılsın diye.." dediğinde onun koluna girdim ve salondaki kanepelere doğru onu da sürüklemeye başladım.

"İyisin işte, ne soracağım?" dedim, kabaca. Beraber bir kanepeye oturduğumuzda gözleri arkada kalmış, Olcay'a bakmıştı birkaç saniye. Olcay ve babaannem bu bakışları fark etmezken gözlerim kısıldı. "Sevgilisi var onun.."

Fısıltım ona ulaştığında bakışları nihayet bana dönmüş, kaşları alayla havalanmıştı. "Biliyorum."

Elimi kaldırıp koluna vurdum hafifçe. "Ne bakıyorsun o zaman?" Korhan bu soruma karşılık hiçbir cevap veremediğinde ben de bir süre kıstığım gözlerimle onu izledim. Bu esnada babaannemle Olcay bilmediğim bir konu hakkında konuştukları için bizi duymuyorlardı. "Sen evlenmedin mi hâlâ?" diyerek sesli bir şekilde konuştuğumda Korhan bana ters ters baktı. Onun yaşı benden büyüktü fakat henüz kendisini tek bir kadınla bile görmemiştim. İlişkileri olmuştu ancak bizden uzakta olmuştu.

"Yok," dedi, söver gibi. "Evlenmiş gibi bir hâlim mi var sence?" Omuz silktim.

"Biri de mi yok?"

"Yok, Maran."

"Rahat bırak çocuğu, Ahu." dedi, babaannem. Ardından yavaşça yerinden kalktığında masanın üzerine bıraktığı kitabını eline aldı. "Ben yukarıda biraz dinleneceğim.. Korhan'ı sakın kaçırmayın, akşam yemek yiyeceğiz hep beraber." diyerek Korhan'ın onu geri çevirmesi imkânsız olan bir şekilde onun gözlerine baktığında hızla başımı salladım.

"Merak etme babaanneciğim, ben bırakmam onu." dediğimde babaannem gülmüş ve salondan çıkmıştı. Onun ardından evin çalışanı olan Flora, mutfaktan çıkarak yanımıza geldiğinde Korhan'a bir kahve getirdiğini görmüştüm. Büyük ihtimalle ben yukarıdayken babaannem Korhan'la alakadar olmuştu.

"Bebek nasıl?" derken bakışlarını bana doğru çevirmişti. Beni kısaca incelerken, "Kaç aylık oldu?"

"Beş buçuk aylık," dedim, karnımı okşarken.

"Beni şaşırttın," dedi, uzanıp kahvesini eline alırken. "Ben, bu kadar çabuk evlenip üzerine de bir çocuk yapacağını asla düşünmezdim." dediğinde güldüm. O da söylediği gibi epey şaşkındı.

"Ben de beklemiyordum," dedim, bu tepkisine karşılık. "Hayat işte.."

"Kız mı olacak?"

"Evet," dedim, neşeyle. Olcay'la o bu hâlime güldü. "Benim gibi şirret bir şey geliyor yani."

"İsim düşündün mü?"

"Tabii ki benim adımı koyacak!" dedi, Olcay. O, bana doğru hızla döndüğünde sırıtıyordum. "Düğünde söz vermiştin!"

Dudaklarımdaki sırıtış yavaşça yok olurken, "Kenan'dı o."

"Beni ilgilendirmiyor, adımı vereceksin çocuğuna." Omuz silktim.

"Ece koyacağım."

"Beni kırıyor musun?" dedi, sahte bir üzüntüyle. Birkaç saniye ona baktıktan sonra dudaklarımı birbirine bastırdım.

"Tamam düşüneceğim."

"Sen ne zaman evleniyorsun?" diyen Korhan aramıza girdiğinde bakışlarım ikisi arasında gidip gelmeye başladı. Olcay, bu soruyu beklemiyor olacak ki şaşkınlığını gizlemedi ve Korhan'ın yakışıklı yüzüne baktı.

"Gündemde öyle bir şey yok şu anda," dediğinde Korhan'la aralarında bir bakışma geçmişti. "Böyle iyiyiz."

Onun bu sözleriyle beraber masada duran telefonunun melodisi tüm salonu doldurmuştu. Bakışları telefonunun ekranına dönerken dudaklarında gizleyemediği bir gülümseme oluştu ve telefonunu alarak yerinden kalktı. "Kim?" dedim, bilmiyormuş gibi.

"Kılıç," diyerek beni yanıtladığında başımı usulca Korhan'a doğru çevirmiştim. Bu esnada Olcay salondan hızla çıkarken tamamen Korhan'a doğru döndüm.

"Hâlâ mı?"

"Yok öyle bir şey," dedi, umursamaz bir şekilde.

"Aa evet biliyorum, biri varmış hayatında.." dediğimde bakışları hızla bana döndü. Kaşları hafifçe çatılırken, "Ama pek biri var gibi durmuyor, kıza nasıl baktığını gördüm."

"Sen," dedi, anlamıyormuş gibi. Gözleri kısılırken, "Nereden biliyorsun? Hiçbir şey söylemedim ki."

"Ha doğru yani?" dedim, kaşlarımı kaldırarak.

"Bir dönem konuştuk ama olmadı, pek anlaşamadık." dedi ve ekledi. "Sen nereden öğrendin ya?" derken şaşkın görünüyordu.

"Ben öğrenirim," dedim, omuz silkerek. "Niye anlaşamadınız?"

"Fazla gizemli bir kadındı," dediğinde gözlerimi kıstım. Aklıma Esvet gelirken bu söylediği epey tutarlıydı. Esvet gerçekten de gizemli bir kadındı ve ben bile onun hakkında pek bir şey bilmiyordum. "Ayrıca o Türkiye'de, ben de buradayım.. Olmazdı yani."

"Yakışabilirdiniz, Esvet güzel bir kadın." dediğimde bana hâlâ kısık gözleriyle bakıyordu. "Kenan'ın eski bir arkadaşı, oradan tanıyorum.."

"Güzel de.." dedi, arkasına yaslanırken. O, kapıya doğru bir bakış attığında salonda sadece ikimizdik. "Olcay çıkmıyor aklımdan."

"Olcay'ı unut bence," O, bakışlarını benden uzaklaştırırken ben de ona doğru dönüp tıpkı onun gibi kolumu koltuğa yaslamıştım. "Kılıç'la mutlular, ilişkileri de iyi.. Bunları onu kırmadan önce düşünecektin, belki de şu an iyi bir ilişkiniz olabilirdi. Siz erkekler böylesiniz işte." Başımı iki yana salladım iflah olmazsın dercesine. "Hiçbir zaman hiçbir şeyin kıymetini bilmiyorsunuz."

"Bir şansımız yok mu yani? Çok mu aşık o herife?" dedi, kıskanç bir şekilde.

"Neden ona değil de bana soruyorsun?" dedim, gülerek. "Ona sor bunu.." Güldü.

"Olcay'la göz göze gelmeye bile çekiniyorum, bana öyle bir bakıyor ki.."

"Onu kırdın çünkü. Arkadaşlığınız da zedelendi öyle olunca." dediğimde başıyla beni onayladı. O, yaptığı şeyden dolayı üzgün ve pişmandı. Bunu çok net görebiliyordum fakat çok geç kalmıştı. Olcay, Kılıç'ı gerçekten seviyordu ve Korhan ciddi manada yara alabilirdi.

Onunla saatlerce salondaki koltukta sohbet ettiğimizde benim hayatım haricinde her şeyden bahsetmiştik. Sadece ama sadece bebekle ilgili konuşmuş, çoğunlukla onun hayatıyla ilgilenmiştim. Onu, bir yıldan fazla süredir görmediğim için konuşacak epey şeyimiz birikmişti. Biz konuşurken Olcay da gelmiş, bize eşlik etmişti ve ben de onları bir ara bir bahaneyle baş başa bırakmıştım.

Pekâlâ, Kılıç'ı önceden severdim fakat şu an Kenan'la alakalı olan her şeye ve herkese bir mesafem vardı. Tabii bunun şu anki bir durumla alakası yoktu. Sadece en azından arkadaşlıkları için biraz konuşmalarını istemiştim.

Ada tezgâhın üzerindeki bir dilim keki ağzıma tıkarken Olcay'ı dinliyordum. "..Tutturdu gelip seni göreceğim diye.. Ne diyeceğim ben bu adama?"

"E gelsin görüşün, ne var bunda?"

"Seni de görmek isteyecek, merak ediyor.." dediğinde durdum. Korhan bir telefon görüşmesi yapmak için bahçeye çıktığında biz de mutfağa geçmiştik. Ben bir şeyler atıştırırken Olcay da bana Kılıç'la konuştuğu şeyleri anlatıyordu. "Seni sordu, ben de iyi olduğunu söyledim."

Ellerimi hafifçe birbirine vurup silkelediğimde aklım başka bir yere kaymış, birden durgunlaşmıştım. "Kenan nasılmış?" derken bunu normal bir şekilde sormaya çalışmış, gözlerimi Olcay'a değdirmemiştim. Onun ismini ağzıma aldığım an deliye dönüyor, bana bir güzel ayar çekiyordu.

Olcay, bana ters ters bakarken bu bakışlarını fark etmemiş gibi davrandım. "İtalya'ya dönmüş," dedi, karşıma otururken. Bakışlarım durgunlaşırken elimi çeneme yaslayıp onun kahverengi gözlerine baktım. "Ne yaptığını bilmiyorum, telefonlarıma cevap vermiyor dedi.. Sen de hâlâ onu soruyorsun, inanamıyorum gerçekten. Hani nefret ediyordun sen bu adamdan?"

"Aynı zamanda da onun bebeğini taşıyorum," dediğimde sert ifadesi yumuşadı. "Öyle söylediğin gibi olmuyor maalesef, aşığım işte adama."

"Niye affetmedin o zaman?" dedi, haklı olarak. O da tıpkı benim gibi elini çenesine yaslarken, "Ayaklarına kapandı, yalvardı sana."

"Affedemezdim," dediğimde beni sessizce dinliyordu. "Eğer onu affetseydim babam beni asla affetmezdi çünkü. Kendimi affetmezdim en başta.. Adam resmen beni kandırdı, nasıl affedeyim?"

"Affedemeyeceksen kendine eziyet etme o zaman," Omuz silkti, dolan gözlerime bakarken. "Senin şu doktor yakışıklı bak," dediğinde gözlerimi devirdim. "Yapma böyle, ciddiyim ben! Hem çok kibar bir adam."

"Evliyim ben hâlâ, biliyorsun değil mi?"

"Kâğıt üzerinde sadece," Elini salladı boşver dercesine. "Boşanırsın ne olacak? Babamla konuşuruz, istersen ilgilenir davayla.. Sen de hayatına bakarsın işte, kaçırma bence bu adamı."

"Olcay, git başımdan!" Kaşlarımı çattım, yerimden yavaşça kalkarken. "Bir duş alacağım, yukarıdayım." diyerek yanından hızla ayrıldığımda dolan gözlerimi saklamama gerek kalmamıştı. Ki hoş, bu saçma hormonlarım yüzünden pek saklayamıyordum da. Olcay, bu bahanemi tabii ki yememişti fakat beni yalnız bırakmak istediğini de anlamıştım.

Merdivenleri tırmanıp odama çıktığımda kapıyı arkamdan kapatıp yatağa doğru ilerledim. Yatağıma oturup sırtımı yatağın başlığına yasladıktan sonra komodinde duran bilgisayarımı elime almış ve kucağıma bırakmıştım. Bilgisayarımı açıp masaüstündeki aylar önce benim oluşturmuş olduğum bir klasörü açtım. Bu klasörde onunla olan bütün fotoğraflarım ve videolarım vardı ve hâlâ silmeye bir türlü elim varmamıştı. Aynıları telefonumda da mevcutken sadece sosyal medya hesaplarımdan onunla olan fotoğraflarımı silebilmiştim. O ise hesaplarında duran hiçbir fotoğrafımızı silmemişti.

Gözüme takılan bir fotoğrafı açtığımda koca ekran ikimizin görüntüsüyle doldu. İtalya'da çekildiğimiz fotoğraflardan biriydi. Onun yeşil gözleri kameradayken ben de dudaklarımdaki gülümsemeyle onun o eşsiz yüzüne bakıyordum. Gülerken hafifçe kısılan gözleri daha da parıldıyor, bu basit fotoğrafı ihtişamlı kılıyordu.

Dolu gözlerimden birkaç damla yaş arka arkaya aktığında sağ elim hafifçe havalandı. İşaret parmağımla onun ekrandaki görüntüsünü okşarken kalbimde duyduğum o yoğun acı tekrar açığa çıkmıştı.

Parmağımla tuşa basıp başka bir fotoğrafı açtığımda bu da aynı fotoğraflardan biriydi ancak bu fotoğrafta öpüşüyorduk. Oldukça tatlı olan bu fotoğraf, dudaklarımda buruk bir gülümsemenin oluşmasına neden olduğunda gözlerimden akan yaşlar hızlanmıştı. Dudaklarının eşsiz tadı hâlâ dudaklarımdayken ona olan özlemim dinmiyor, her geçen gün artıyordu. Kalbimdeki nefret çoğalacağına sevgim nüksediyor, kalbimi patlayacak noktaya getiriyordu.

"Çek şu kamerayı gözümün önünden," diyen homurtusu odamın duvarlarında yankılandığında kıkırdadım. Buğulu gözlerimle açılan videoyu izlerken fazlasıyla yakından çektiğim yüzü ekrandan çıktı ve orada bir kargaşa oldu. Benim kahkahalarım bilgisayardan yayılırken artık kadrajda ben vardım.

"Ya Kenan!" diye cıvıldadım, gülüşlerim arasında. O, kolunu bana dolayıp beni kendine doğru çektiğinde sıcaklığını tam yanıbaşımda hissetmiştim. Kadraja ikimizi aldığı an boy farkımız yine gözler önündeydi. Başım onun omzuna denk gelirken saçmaydı ama kokusunun ciğerlerime dolduğunu bile hissedebiliyordum.

"Çok güzelsin," dedi, kameradaki görüntümü izlerken. Ben de yanıbaşımda olmasına rağmen telefondaki yansımasına sırıtarak bakıyordum.

"Sen de çok güzelsin," dediğimde birkaç saniyelik olan video bitmiş, tekrar başa sarmıştı.

Ben, olduğum yerde hafifçe kayıp başımı yastığa yasladığımda bilgisayarı yatağa bırakmış ve diğer tarafa doğru tamamen dönmüştüm.

İkimizin gülüşleri fazlasıyla gerçekçiyken gözlerimden akan yaşlar da yastığımı ıslatıyordu. Şu an gelip beni götürmesini istemem belki de benim aptallığımdı ama bunun gerçekleşmesini istiyordum. Tek istediğim beni bulunduğum bu çukurdan çekip almasıydı. Tüm bu olanlara rağmen onun yanında olmak istiyordum.

Mutsuz olacağımı bile bile.

🌪️🌪️🌪️

3 AY SONRA

Çığlıklarım tüm hastaneyi adeta inletirken aldığım hızlı nefeslerle göğsüm şiddetle inip kalkıyordu. Terden saçlarım alnıma yapışmış, kan ter içinde kalmıştım.

"Maran," dedi, bir el yüzüme tırmanırken. Fakat benim gözüm hiçbir şey görmüyor, sadece dehşet bir acı hissediyordum vücudumda. "Bana bak," derken bakışlarımı zorlukla ona çevirmiş, yeşil gözlerine bakmıştım. Hızla nefes alıp verirken, "Son bir kez, güçlü bir şekilde hadi.."

Karnıma saplanan acıyla beraber dudaklarım arasından büyük bir çığlık koptuğunda onun elini hızla tuttum. Sıkı sıkıya tuttuğum eline tırnaklarımı geçirirken tepemdeki iğrenç ışıklar gözlerime giriyordu. Karnımdan dizlerime kadar büyük bir sızı hissederken derin nefesler alıp veriyordum.

Son bir kez bütün gücümle ıkındığımda bedenime birden büyük bir rahatlama gelmiş, dudaklarım arasından derin bir soluk bırakmıştım. Başım geriye doğru düşerken kulaklarıma ince, tiz bir ses ulaştı. Bu ses, işte tüm hayatımı değiştirmişti.

Hissettiğim acıdan dolayı dolan gözlerimden bir damla yaş usulca yanağımdan süzülürken benim güzel bebeğimin ağlayışı da kulaklarıma uğultu hâlinde ulaşıyordu. Bakışlarımı tavandaki ışıklardan çekip tam karşımda duran doktoruma çevirdiğimde kucağında benim bebeğim vardı. Küçücük bedenini gördüğüm an gözlerimden yaşlar hızla akmaya başladığında çok geçmeden onun küçük bedenini kollarım arasına bırakmışlardı. Bir süre onu inceledim buğulu gözlerimle.

Küçük kafasının üzerinde sarıya dönük birkaç tutam varken bembeyaz tenine dokundum yavaşça. Pamuk gibi teninde parmaklarım kayarken araladığı yeşil gözlerine baktım. Babasından aldığı o yeşil gözlerini, burnunu ve minik ağzını inceledim bir süre. Hafifçe çatılan ve kızaran kaşlarına bakarken kıkırdamıştım. İşaret parmağımla hafifçe yanağını okşarken dokunuşlarım tüy hafifliğindeydi. Gözlerimi bir türlü ondan alamıyor, o yeşil gözlerine doya doya bakıyordum. "Sen benim misin?" diye fısıldadım, birkaç tutam saçını okşarken. Gözlerimden damlayan birkaç damla yaş, onun küçük saçlarını ıslatırken dudaklarımı başının üzerine bastırdım.

Yorgun bakışlarım onun güzel yüzünde gezinirken başım yastığa düşmüş, vücudumdaki yorgunluk baş göstermişti. Onun kokusunu derince soluyup o güzel gözlerini izleyemeden gözlerime bir ağırlık çöktüğünde son hissettiğim şey onun kollarım arasından çekilmesiydi.

🌪️🌪️🌪️

"Allah'ım bu nasıl güzel bir şey böyle?" diyen Olcay'ı sırıtarak izlerken, "Şerefsiz babasına benziyor.."

Dudaklarımdan dökülen kıkırtı odanın duvarlarında yankılandığında onları izliyordum. Tabii bu esnada küçük kızımın yeşil gözleri etrafta fıldır fıldır dönüyor, olanları algılamaya çalışıyordu. O; henüz yeni hayatına alışamadığı için en ufak sesten korkup ağlıyor, kucağıma gelir gelmez de susuyordu.

O, çok güzel bir bebekti ve benim kızımdı.

Eşsiz bir güzelliğe sahip olsa da bana değil, maalesef babasına benziyordu.

Dün hastaneden çıkıp eve gelmiştim ve daha az önce derin bir uykudan uyanmıştım. Buna rağmen kendimi hâlâ yorgun hissetsem de bu tatlı bir yorgunluktu. Daha önce deneyimlemediğim bir yorgunluktu bu.

Ayların bütün yorgunluğunu tek bir uykuyla atabilmem kesinlikle mümkün değildi fakat kızımın güzel ağlayışları beni uykumdan ayırmasaydı daha fazla uyuyabilirdim de.

Onun o tiz, ince ağlayışı bir kez daha odamın duvarlarında yankılandığında dudaklarımdaki gülümseme genişledi ve kollarımı Olcay'a doğru uzattım. O; birkaç adımda yanıma ulaşıp bebeğimi kucağıma bıraktığında odamın kapısı önce tıklatılmış, ardından da açılmıştı.

Başımı kaldırıp gelen kişiyi kontrol ettiğimde bu Korhan'dı. Doğum sancılarım başladığında da hastanedeyken de tıpkı Olcay gibi yanımdan bir an olsun ayrılmamıştı. Tabii henüz bir iki haftam daha varken başta çok korkmuş, onları da korkutmuştum fakat bebeğim gayet sağlıklı doğmuştu. Erken doğumdan dolayı da Ufuk'la Onur burada olamamıştı ancak çoktan bir uçağa atladıklarına emindim.

"Uyanmışsın," dedi, beni ayakta gördüğünde. İçeri doğru bir adım attığında kaşları hafifçe çatıldı. "Niye kalktın Maran?" derken her an beni azarlayacakmış gibi duruyordu. Henüz dün hastaneden çıkmış, bu da yetmezmiş gibi hızla ayaklanmıştım.

"İyiyim ben," Omuz silktim, bana doğru ilerlerken. "Gel, bebeğime bak.." derken yüzümde engelleyemediğim bir gülümseme vardı. O, kucağıma gelir gelmez yine sus pus kesilmişken zar zor araladığı gözleriyle etrafa bakıyordu.

"Şu çocuğa bir isim koy artık," dedi, Olcay da. Korhan yanıma gelirken kendisi de yatağımın ucuna oturup bizi izlemeye başladı. "Bebek, çocuk, minik, yavrucak diyip duruyoruz." dediğinde güldüm.

"Babaannemle koyduk biz ismini," dedim, muzip bir tavırla.

"Bize niye söylemiyorsun?" dedi, Olcay tripli bir şekilde.

"Yavrucuğum teyzesiyle adaş oldu," dediğim an Korhan'ın bakışları Olcay'a dönmüş, onun allak bullak ifadesiyle karşılaştığında gülmüştü. Ben de ona eşlik ederken Olcay hâlâ anlamamış gibiydi. "Olcay koydum bebişimin adını, deli!"

Bu sözlerimle beraber çattığı kaşları normal hâline dönerken dudaklarında koca bir sırıtış olmuş, hızla yerinden fırlamıştı. Kahverengi gözleri parıldarken, "Gerçekten koydun mu?" dedi, çocuksu bir heyecanla. Başımı salladım gülerek. "Ay Maran, inanamıyorum!" diyerek bana doğru atıldığında onu durduran şey, kucağımdaki minik Olcay olmuştu. O, bir an ne yapacağını bilemeyip Korhan'a doğru döndüğünde onun aklının duracağı bir şey yapmıştı.

Olcay, Korhan'a sarılmıştı.

Gözlerimin önündeki manzara, gülüşümün bir gülümsemeye dönüşmesine neden olurken Korhan'ın ela gözleri bana uğradı çok kısa bir an. Ardından yavaşça kollarını Olcay'ın ince beline doladığında Olcay ne yaptığının farkında mıydı bilmiyordum fakat farkına varsa iyi olurdu. Normal bir zamanda bu bana gayet normal gelebilirdi ancak onunla arasının açık olduğunu biliyordum.

"Duydun mu?" dedi, Korhan'a. Korhan onu onaylayan birkaç mırıltı çıkardığında ne yaptığının farkına varmış olacak ki bir an duraksayıp hızla ondan uzaklaştı. Tabii bu, gözle görülür bir şekilde Korhan'ın boşluğa düşmesine neden olmuştu. "Çok pardon ya, boşluğuma geldi."

Olcay'ın bu sözleriyle beraber Korhan'ın yumuşacık ifadesi dağıldı ve ortam bir anda istemediğim kadar gerildi. Buna rağmen onları izlemeye devam ettiğimde benim bu aralar en büyük eğlencem olmuşlardı.

"Arkadaşlar arasında bu gibi davranışlar normaldir," dedi, çattığı kaşlarıyla bozulduğunu gizlemeyerek. Olcay, bunu beklemiyormuş gibi şaşırdığında bana kısa bir an baktı. "Yakın arkadaş olduğumuzu sanıyordum, sen bunu sorun mu ediyorsun?" diyerek bu ufak kucaklaşmaya gönderme yaptığında ben yokmuşum gibiydi. Kucağımdaki Olcay ve ben sessizce onları dinlerken Olcay şaşkınlığını bir kenara atıp konuştu.

"Artık yakın arkadaş olmadığımızı biliyorsun," dedi, acımasızca. Bu, Korhan'ın kırgınlığını çok net bir şekilde hissetmeme neden olurken çatık kaşlarına rağmen kırgınlığı gözlerinden okunuyordu. "Basit bir arkadaşsın benim için."

"Özür dilerim seni reddettiğim için," diyen Korhan öfkesini gizleyemediğinde Olcay da kaşlarını çattı. "Sırf bunun için mi sildin beni?"

"Ya sen ne sanıyorsun be kendini?" diyerek Olcay ona çıkıştığında birden yükselen seslerle beraber aralarına girmek zorunda kalmıştım.

"Şşh!" diye fısıldadım sertçe. Onların fazlasıyla öfke dolu olan bakışması devam ederken, "Çocuk var burada be, ne bağırıyorsunuz?" diyerek çıkıştım onlara. "Bıktım sizin kavganızdan, çıkın gidin nerede tartışıyorsanız tartışın!"

"Hayatımda birinin olmasını yediremiyorsun kendine değil mi?" dedi, Olcay. Korhan, ela gözlerini onun üzerine diktiğinde tam doğru noktaya parmak basmıştı. "Çünkü pişman oldun, bana aşık oldun ama dönemiyorsun!"

"Evet," dedi, Korhan hiç düşünmeden. Bunu, ben bile beklemezken bunun gözlerimin önünde yaşanıyor olması kesinlikle heyecan vericiydi. Bir film izler gibi onları izliyordum. "Evet, sana aşık oldum! Aklımdan çıkmıyorsun yıllardır, sürekli seni düşünüyorum, seni özlüyorum çok saçma! Hayatıma giren insanlardan kaçıyorum senin yüzünden."

Onun bu sözleri odamın duvarlarında yankı uyandırdığında Olcay'ın çattığı kaşları da şimdi şaşkınlıkla havalanmıştı. Kesinlikle bu tepkiyi beklemiyordu. Ki hoş, ben de beklemiyordum.

Aralarında uzun bir sessizlik yaşandığında Korhan daha fazla durmamış, odadan hızla çıkmıştı. Koskoca odada Olcay'la ben baş başa kaldığımızda onun bakışları bana döndü. "Doğru mu duydum?" Başımı salladım.

"Doğru duydun." İkimizin de şaşkın bakışları sürerken Olcay, az önce Korhan'ın çıktığı kapıya bir bakış attı.

"Bir gün Korhan'ın bana aşkını ilan edeceğini düşünmemiştim," dedi, hayretle. Kocaman açtığı gözlerini bana çevirdiğinde onun aksine ben, şaşkınlığımı üzerimden atabilmiştim.

"Bu sana ne hissettirdi peki?" dediğimde bana öylece baktı.

"Sadece şaşırdım."

"Ona aşık mısın hâlâ?" dediğimde ifadesinden hiçbir şey anlamamıştım. "Ya da şöyle sorayım: Kılıç'a aşık mısın?"

"Bilmem," dedi, gayet normal bir şekilde. "Kılıç'ı seviyorum, onunla çok eğleniyorum ama aşık değilim herhalde? O da değil.."

"Kılıç sana aşık, Olcay." diyerek onu düzelttiğimde bana aynı bakışları atıyordu. Şaşkınlığını görebiliyordum ancak duygularını yönetebilmesi gerekiyordu. "Korhan'ı üzme, o sana gerçekten aşık. Eğer ona karşı bir şey hissetmiyorsan da bunu ona söyle, boşu boşuna beklemesin seni."

Bu sözlerimle beraber Olcay hiçbir şey söylemediğinde ikimiz de susmuştuk. Ne ben daha fazla bir şey söyleyip üstüne gitmiş, ne de o bana bircevap vermişti. Şu an gerçekten düşünüp ona göre davranması gerekiyordu ve yalnız kalıp düşünmesi iyi olabilirdi. Bu yüzden hiçbir şey söylemeyip yatağımın kenarındaki küçük beşiğe doğru ilerlemiştim.

Kucağımdaki bebiş hangi ara uyumuştu bilmiyordum ancak birkaç dakika sonra uyanacağı kesindi. Ara ara uyanıp etrafı kontrol ediyor ve sonra tekrar uykuya dalıyordu. Onu beşiğine yatırıp saçlarını hafifçe okşadığımda bu sefer derin bir uykuda gibiydi. Bu yüzden onu daha fazla rahatsız etmeden odamın içerisindeki banyoya doğru ilerledim. Olcay onun başucunda otururken kısa bir duş alabilirdim.

"Ben bir duşa gireceğim, sen buradasın değil mi?" dediğimde bakışlarını uyuyan Olcay'dan bana doğru çevirdi.

"Buradayım aşkım, gir sen.." dediğinde hızlıca banyoya girmiş ve kapıyı arkamdan kapatmıştım. Üzerimdekilerden hızlıca kurtulup toplu olan saçlarımı açtığımda siyah saçlarım omuzlarımdan aşağı döküldü. Son birkaç ayda daha fazla uzamış, belimin hizasına kadar gelmişti. Açıkçası kestirmek istiyordum. Siyah tutamlarımda hâlâ onun dokunuşlarını hissetmek bana sadece zarar veriyordu.

Aynadaki aksi görüntümü incelerken hafifçe yan dönüp saçlarımı kontrol ettim. Evet, kesinlikle kestirmeli hatta rengini bile değiştirmeliydim. Hamilelikten dolayı saçlarıma çok fazla dokunamamıştım ve bu yüzden de diplerim ortaya çıkmıştı. Kendi saç rengime belki de geri dönmeliydim.

Bakışlarım aşağı doğru kayarken çok fazla kilo almamıştım. Ki buna da oldukça dikkat etmiştim. Her gün düzenli olarak tartılmış ve doktorumun söylediği gibi sağlıklı beslenip sporumu yapmıştım. Bu yüzden çok fazla kilo almamıştım ancak en kısa sürede onları da vermem gerekiyordu.

Kendimi incelemeyi bırakıp aynanın önünden çekildiğimde kendimi hemen suyun altına atmıştım. Soğuk su bedenimi uyuştururken bir süre öyle kaldım. Suyun soğukluğu üzerimdeki tüm yorgunluğu atmama yardımcı olurken birden belimde bir el hissetmiştim. Bu, irkilmeme neden olurken arkama döndüm. Arkamı döndüğüm an karşılaştığım bir çift yeşil göz, kalbimin yerinden hoplamasına neden olduğunda sırtım usulca arkamdaki fayansa yaslanmıştı.

"Kenan," dedim, sesim bir mırıltı hâlindeyken.

Gözlerim onun gözleri arasında mekik dokurken onun gerçek mi ya da hayal mi olduğunu anlamaya çalışıyordum. Tam karşımda, aramızda bir nefeslik mesafe varken ıslak tenime çarpan ılık nefesi oldukça gerçekti. Ancak ona dokunmak için elimi kaldırdığım an bir toz bulutu gibi yavaşça yok oldu.

Kalbim hâlâ hızla çarparken dolan gözlerimi kırpıştırdım. Hayali bile bana acı çektirecek kadar güçlüyken ben nasıl bu adamdan kurtulacaktım?

Sırtım aşağı doğru kayarken olduğum yere çöküp dizlerimi kendime doğru çektim ve kollarımı bacaklarıma doladım. Islak saçlarım vücuduma yapışırken akan soğuk su da beni ıslatıyordu. Yüzümdeki damlaların su mu yoksa gözyaşı mı olduğunu bile ayırt edemezken kalbim de ritmini hâlâ koruyordu.

O da gerçeği bilmesine rağmen hâlâ aptaldı.

Hâlâ onun için çarpacak kadar hem de.

🌪️🌪️🌪️

Kulaklığımdan yayılan güçlü müziğin sesi, ritmimi arttırmama neden olurken sahil boyunca koşuyordum. Sabahın henüz erken saatlerindeyken hava bile yeni yeni aydınlanıyordu ve ben, bütün gece uyuyamamanın verdiği enerjiyle evde bir dakika bile duramamıştım. Hızla kalkıp hazırlanmış, gece benim odamda uyuyakalan Olcay'a da minik Olcay'ı emanet ederek evden çıkmıştım. Ben evden çıkmadan bir saat önce onun karnını doyurup uyutabilmiştim ve epey uykusu olduğu için de ben dönene kadar uyanmayacağına emindim.

Karşımda uzanan deniz, dalgalarını sakinlikle kayalara çarparken adımlarım yavaşladı, kulağımdaki kulaklığı çıkardım. Göğsüm, aldığım nefeslerle hızla inip kalkarken adımlarımı da parkın içindeki bir banka doğru sürüklemiştim. Tıpkı benim gibi spor yapıp koşan tek tük insanlar gelip geçerken oldukça sessizdi. Sadece kayalara çarpan dalgaların sesi ve kuşların cıvıltısı duyuluyordu.

Elimdeki sudan birkaç yudum alıp şişeyi banka, yanıma bıraktığımda bütün gece telefonuma gelen aramaları bir kez daha kontrol etmiştim. Yabancı bir numaraydı ve kime ait olduğunu az çok tahmin edebiliyordum. Bütün gece beni aramış ve ben de açmamıştım.

Dudaklarım arasından bir soluk bıraktığımda bildirimleri silip telefonumu spor ceketimin cebine sıkıştırdım. "Erkencisin,"

Duyduğum ses, başımı hızla o yöne doğru çevirmemi sağlarken karşılaştığım kişi de dudaklarımda bir gülümsemenin oluşmasına neden oldu. Kaşlarım havalanırken o da yavaşlattığı adımlarıyla bana doğru ilerliyordu.

Üzerindeki düz, siyah tişört onun vücudunu gözler önüne sererken onu ilk kez böyle görüyordum. Giydiği tişört geniş omuzlarını sarmış ve yapılı vücudunu ortaya çıkarmıştı. Onu, beyaz önlüğü olmadan görmeye hâlâ alışamamıştım ama bu hâli de fena değildi.

Doktorum, maalesef ki Olcay'ın söylediği kadar yakışıklıydı.

"Uyku tutmadı," dedim, onu kesmeyi bırakarak. Bakışlarımı gözlerine çıkardığımda yanımdaki boşluğa kendini bırakmıştı. "Bu enerji bir işe yarasın dedim ben de." Güldü bu sözlerime.

O, bu sözlerime karşılık hiçbir şey söylemediğinde o da tıpkı benim gibi yorgun görünüyordu. Nefes nefeseyken elindeki sudan birkaç büyük yudum almıştı. Pembeleşen dudaklarını diliyle ıslatıp su şişesini kenara bıraktığında onu izlemeyi acilen bırakmam gerekiyordu.

Sikeyim, ben bu adamı ne diye izliyordum?

Bakışlarımı hızla ondan uzaklaştırıp birkaç derin nefes alarak beynime oksijen gitmesini sağladığımda bir süre ikimiz de konuşmadık. Nefeslerini bir düzene koyduğu an ilk konuşan o olmuştu. "Ece nasıl?" dediğinde gülmüştüm. Ona, çocuğumun ismini Ece koyacağımı söylemiştim ancak kararımı değiştirdiğimi bilmiyordu.

"İyi," derken başımı ona doğru çevirmiş ve bana bakan yeşil gözleriyle karşılaşmıştım. "Adı Ece değil ama sen Ece diyebilirsin tabii." Kaşları havalandı şaşkınlıkla.

"Nasıl yani?"

"Olcay, bebeğime onun ismini vermesem bana trip atardı aylarca!" dediğimde gülüşü melodik bir şekilde parkın içerisinde yayıldı. Benim de dudaklarımda bir gülüş varken onu izlemekten kendimi alıkoyamıyordum. Bu çok saçmaydı ama onu merak etmeme engel olamıyordum. Kendi hayatı hakkında doğru düzgün hiçbir şey bilmiyordum ama o, benim bütün hayatımı öğrenmişti. "Sen evli misin?" dedim, birden.

Bakışları yavaşça bana dönerken bu sorumun onu şaşırttığı belliydi. "Değilim," dedi, düz bir sesle. Evet, öyleydi. Alyansı yoktu. "Bir ilişkim yok, bekarım."

"Sadece evli olup olmadığını sormuştum," derken hareketlerimde muzip bir tavır vardı. Mavi gözlerim onun yeşil gözlerine çarptığında sırıtmama engel olamadım. "Bu kadar ayrıntıya gerek yoktu.. Doğru söyle, benden hoşlanıyor musun yoksa?" Güldü, su şişesini dudaklarına yaklaştırırken.

"Evli kadınlar ilgi alanım değil." Omuzlarımı kaldırıp indirdim arsızca.

"Boşanacağım." Bana baktı bir süre. Uzunca bir süre.

"Bence sen benden hoşlanıyorsun gibi.." dediğinde güldüm başımı iki yana sallayarak. "Önce boşan."

"Kriterin bu mu yani? Evli kadınlara aşık olmuyor musun?"

"Aşık olmamı mı isterdin?"

"Saçma geldi sadece."

"Neden saçma?"

"Kalp bu sonuçta.. Kime aşık olacağını sen seçmiyorsun ki?" dediğimde gözleri üzerimdeydi. Yeşil gözleri, gözlerime kilitlenmişken ona olan benzerliğini bir kez daha fark etmiştim. Kirli sakalları, yeşil gözleri ve yapılı vücuduyla onun kayıp kardeşi gibiydi. Belki de ona bu yüzden merak duyuyordum.

"Doğru.. sen seçememişsin." Dudaklarımı birbirine bastırdım, gözlerine bakarken. "Ne zaman boşanıyorsunuz?"

"Ne yapacaksın?" dedim, arkama yaslanırken. Bu esnada da hava tamamen aydınlanmıştı ancak kasvetli bir hava olduğundan güneş ortada yoktu. "Göz koydun bana değil mi? Biliyordum, çok belli ettin."

O, bu sözlerime gülerken başını hafifçe iki yana sallıyordu. "Nasıl bir kadınsın sen?" dedi, anlamıyormuş gibi. Gözleri yüzümün her bir köşesine uğrarken beni çözmeye çalışıyordu ancak bakışları saçlarıma uğrayınca durdu. Uzunca bir süre orada oyalandı. "Saçların..Çok hoş olmuş, yakışmış sana."

Elimi kaldırıp refleksle saçlarıma doğru götürdüğümde neyden bahsettiğini biliyordum. Birkaç gün önce bir kuaföre gidip saçlarımı göğüslerimin hizasında kestirmiş ve açık kahve tonlarına boyatmıştım. Evdekiler beni gördüğünde şaşırmış ve Onur'la Ufuk beni tanımadıklarını söyleyerek abartılı tepkiler vermişti.

"Gerçekten mi?" dedim, elimi saçlarımdan geçirirken. At kuyruğu şeklinde topladığım için daha kısa görünüyordu ve kestirdiğim kahküllerim de alnıma doğru dökülüyordu. "Teşekkür ederim.. Öyle değişiklik olsun istedim."

"Ya da depresyondasın.." dediğinde bakışlarımı hızla ona doğru çevirdim. "Kadınların depresyonda olduğunu belirtme şekli, saçlarını değiştirmektir genelde."

"Allah Allah?" dedim, kaşlarım havalanırken. O, bu tepkime hafifçe güldüğünde dudaklarım yukarı doğru hareketlendi. "Ben seni jinekolog sanıyordum, sen psikolog çıktın?"

"Bu tepkine bakılırsa doğru bir şey söyledim az önce." dedi, bilmiş bir şekilde.

"Sen nasıl ukala bir şeysin ya?" dedim, gülerek. "Normal zamanda bunun beni sinirlendirmesi gerekiyor ama eğleniyorum, tuhaf.."

"Akşam ne yapıyorsun?" diye sordu birden.

"Ne?" dedim, hayretle.

"Akşam ne yapıyorsun, diyorum?" dediğinde ona öylece bakakaldım. "Bir programın var mı?"

"Hayır.."

"Yemek yiyelim mi beraber?" Bu teklifi, gözlerimi birkaç kez kırpıştırmama neden olduğunda benden bir cevap bekliyordu. Gözleri üzerimdeyken aklım karışmış, ona ne cevap vereceğimi düşünüyordum. "Yani eğer istersen.."

"Olur," dedim, teklifini geri çevirmeyerek. Başımı salladım. "Olur, yiyelim.."

"Güzel," derken bir şey söylememi beklemeden ayaklandı. Gözlerim onu takip ederken, "Akşam görüşürüz o hâlde? Seni gelip alırım, bana konum atarsın." dediğinde bir kez daha başımı salladım. O, yanımdan uzaklaşırken bense onun arkasından bakakalmıştım.

Pekâlâ, ben akşama bir randevu sözü mü vermiştim?

'Evet, sanırım date'e çıkıyorsun.'

Kenan dışında ilk kez bir adamla baş başa yemek yiyecektim ve bu, bana çok kısa bir an tuhaf hissettirmişti. Onun dışında başka bir adamla bir şeyler yapacak olmanın düşüncesi bile beni gererken çoktan pişman olmuştum bile.

Ancak her şey için çok geçti.

🌪️🌪️🌪️

Topuklu ayakkabılarımın sesi evin duvarlarında yankı bırakırken önümdeki basamakları yavaşça indim. Salondan gelen birtakım sesler kulaklarıma ulaşırken Olcay'ın ağlayışlarını da duyuyordum.

Bu biraz daha sürerse vazgeçebilirdim.

"Neden ağlıyor?" diyerek adımlarımı hızla salona yönlendirdiğimde kaşlarım çatılmış, içime yine huzursuzluk çökmüştü. Bu teklifi kabul ettiğim andan beri bu huzursuzluk varlığını korurken salona girmiş ve tüm bakışların bana dönmesine neden olmuştum. Bu sırada bana doğru koşturan Karlos'un tüylerini eğilip hafifçe okşadım.

Babaannem, kucağında pışpışladığı Olcay'la beraber bana doğru döndüğünde koltukta oturan üç çift gözün bakışları yavaşça bana doğru döndü. Onlar beni baştan aşağı süzerken çantamı koltuğa bırakıp babaanneme doğru ilerlemiştim. Kucağındaki Olcay'a uzanıp onu kollarım arasına aldığımda ağlamayı bıraktı ve yeşil gözlerini üzerime dikti.

"Niye ağlıyorsun aşkım?" derken işaret parmağımla tombul yanağını hafifçe okşamaya başlamıştım. O, kıpırdanarak kucağıma iyice gömüldüğünde bütün bakışları üzerimde hissediyordum. Başımı kaldırıp onları kontrol ettiğimde de yanılmamıştım. "Ne?" dedim, kabaca.

"Nereye böyle, Ahu?" dedi, babaannem beni beğeni dolu bakışlarla incelerken. Bakışlarım yumuşarken kucağımdaki bebeğimi pışpışlıyordum.

"Bir arkadaşımla yemek yiyeceğiz beraber." dediğim an işte diğer üçünün diline düşmüştüm. Olcay, Ufuk ve Onur, imalı bir şekilde birbirlerine baktıklarında gözlerimi devirdim. "Kenan'la." Ardından ekledim. "Doktorla yani.."

"Hayırdır?" dedi, Onur. "Doktora mı süslendin böyle?"

"Süslenmedim ki.." derken kaşlarımı çatıp bakışlarımı eğerek kendimi kontrol etmiştim. Üzerimde beyaz bir kumaş pantolonla aynı renk madonna yaka bir bluz vardı. Ayağımdaki beyaz tek bant topukluları, giydiğim aynı renk uzun bir trençkotla tamamlamış ve siyah bir çantaya birkaç eşyamı koymuştum.

"Allah'tan süslenmemişsin." dedi, Ufuk da.

"Kızım bu ne böyle?" dedi, Olcay gülerek. Ardından bir kez daha beni süzdü. "Beyazlar içinde.. Adamın aklına başka şeyler sokacaksın durduk yere."

"Olmamış mı?" dedim, hepsine tek tek bakarken. "Ben sade olsun istedim, çok abartmak istemedim- Olmamış mı?"

"Çok güzel olmuşsun çiçeğim," dedi, babaannem. "Sen aldırma onlara.."

"Gerçekten olmuş mu babaanne?" derken artık içime bir kurt düşmüştü. Üzerimi giyinirken hiç böyle şeyler düşünmemiştim ama beni manipüle etmişlerdi işte. "Olmamışsa değiştireyim, doğru söyleyin."

"Olmuş olmuş," dedi, Olcay. "Fıstık olmuşsun yine." dediğinde çatık kaşlarım düzeldi ve derin bir nefes aldım.

"Kenan gelir birazdan," derken bakışlarımı kucağıma indirmiştim. "Ben Olcay'ın sütünü mutfağa bıraktım, acıkırsa diye.. Ama en geç iki saate gelirim ben, çok geç kalmam."

"Biz hallederiz, aklın kalmasın burada." dedi, babaannem. "Keyfine bak sen..Seni ne zamandır böyle görmüyorum, git eğlen biraz."

"Aslında hiç gitmek istemiyorum," diye mırıldandığımda cebimdeki telefonum da çalmaya başlamıştı. Kimin aradığını bildiğim için kollarım arasındaki bebeğimin yanağına minik bir öpücük kondurup onu babaannemin kucağına bıraktım. "Bir şey olursa arayın beni mutlaka."

"Gel ben seni geçireyim," diyen Olcay, yerinden ayaklanırken son kez babaannemin kucağına kıvrılan kızıma bakmış ve koltuğa bıraktığım çantamı alarak salondan beraber çıkmıştık. O, bir adım arkamdan gelirken ben de kendimi aynadan son kez kontrol ettim. "Maran," dedi, hınzırca.

"Efendim?"

"Sakın adamla yatma, tamam mı?" dediğinde hızla ona doğru dönüp koluna vurmuştum. Kaşlarım çatılırken güldü keyifle. Aklınca Kenan'la olan o tanışma yemeğimize gönderme yapıyordu. "Ben uyarıyorum sadece, hata yapma diye!"

"Olcay gerizekalı mısın?" derken kapıyı açıp evden çıktım sinirle. "Evliyim ben hâlâ ya!"

"Boşanma sürecindesin!" diyerek düzeltti beni yine.

"Bu adamla aramda bir şey olmayacak, sadece bir yemek."

"Kenan'la da öyle olmuştu.." dediğinde ona ters bir bakış attım. O arsızca gülerken elimi, dalga dalga olan saçlarımdan geçirmiştim. "Tamam tamam..Git hadi, güzelce eğlen ama bence yemek yerine bu adamı ye."

"Olcay!" diyerek carladığım an gülerek kapıyı suratıma kapattığında orada daha fazla durmayıp bahçede adımlamaya başlamıştım. Büyük demir kapı, benim için açılırken adımlarımı hızlandırmış ve kendime çeki düzen vermiştim. Çatık kaşlarımı önce normal hâline sokmuş, ardından da içimdeki bu saçma huzursuzluğu görmezden gelmeye çalışmıştım.

Bu huzursuzluğun nedeni başka bir adamla yemeğe çıkıyor oluşumdu tabii ki.

Aptal kalbim, ihanet ettiğini düşünüyordu.

Saatlerdir zihnimi kurcalayan bu saçma düşünceleri başımı hafifçe iki yana sallayarak def ettiğimde kapının önünde arabasına yaslanmış beni bekleyen Kenan'ı görmüştüm. Üzerinde, sabahkinden farklı olarak koyu renkli bir kazak vardı. Giydiği kumaş pantolonuyla gayet şık görünürken bunun bir randevu olduğunu açık ve net bir şekilde hissetmiştim.

O, beni fark ettiği an elindeki telefonunu kapatıp yaslandığı yerden doğruldu yavaşça. Ben, birkaç adımda ona ulaşırken o da bana doğru hareketlenmişti. "Selam," dedim, onun gözleri üzerimde usulca gezinirken. Bahçenin ışıkları onun yeşil gözlerini aydınlatırken bu benzerlik bir kez daha içimi titretmişti.

"Selam," derken ilk adım ondan gelmiş ve bana doğru uzanırken eli belime dolanmıştı. Kirli sakallarının yanağıma battığını hissettiğimde elimi kaldırıp sırtına yasladım. "Ne güzel olmuşsun böyle?"

Uzun zamandır yakın arkadaşlarım dışında başka birinin dokunuşunu hissetmeyen vücudum buna karşı büyük bir tepki gösterdiğinde bir an ne yapacağımı bilememiştim. "Teşekkür ederim," derken ondan yavaşça uzaklaşmış, uçuşan birkaç tutamımı kulağımın arkasına sıkıştırmıştım. "Sen de öyle.. Çok şık görünüyorsun."

"Teşekkür ederim," derken beni arabaya doğru yönlendirmiş ve kapımı açmıştı. Ona gülümseyerek arabaya bindiğimde kapımı kapatmış ve arabanın etrafından dolanarak kendi koltuğuna geçmişti. Tabii bu süre içerisinde kısaca arabanın içerisini incelemeyi ihmal etmedim. Gayet temizdi ve kendi kokusu her bir yana sinmişti. Az önce sarılırken ciğerlerime dolan kokusu hoştu ancak bir an kendimi garip hissetmeme engel olamamıştım. Üstelik kendimi suçlu gibi hissetmem de cabasıydı.

Sanki ona ihanet ediyormuşum gibi hissediyordum.

Ona, ona olan aşkıma.

Dudaklarım arasından usulca bir nefes verdiğimde o da arabayı çalıştırmış, aramızdaki tuhaf sessizliği de arabanın motorunun sesi bozmuştu. "Gergin gibisin," dedi, bu hâlimi fark ederek. "Bir sorun yok değil mi?" derken bakışlarıyla beni kontrol etti.

"Hayır hayır," dedim, rahat olmaya çalışarak. "Bir sorun yok, iyiyim.. Olcay biraz huzursuzdu, aklım onda kaldı sadece."

"İstersen yemeği başka zaman da yiyebiliriz," dedi, buna karşılık. Arabayı çalışırmış olsa da henüz evin önünden ayrılmamıştı. Gözleri üzerimdeyken başımı iki yana salladım.

"Saçmalama, gidelim.."

"Eğer için rahat değilse..."

"İyiyim," dedim fakat hiç iyi hissetmiyordum. Bu tuhaftı, onunla yemeğe çıkmayı kabul eden bendim. Belki de bu içimdeki ihanet duygusu da bu yüzdendi. Ona bir ilgi duyup duymadığımı bilmiyordum ancak ne hissettiğimi de anlamıyordum. Karmakarışık bir durumun içerisindeydim. "Gidelim lütfen, çok acıktım." dediğimde bu, yüzünde bir gülüşün doğmasına neden olmuştu. Bakışları benden ayrılıp yola döndüğünde araba da usulca hareketlendi.

'Adamdan hoşlanmıyorsan oyalama!'

Ne hoşlanması be?

'Ne diye yemeğe çıkıyorsun o zaman elin herifiyle?'

İç sesimin üzerimde kurduğu baskı her geçen dakika artarken arabada çıt çıkmıyordu. Benim duyduğum tek şeyse zihnimdeki seslerdi. Bu düşünceleri susturmaya çalıştıkça daha çok beni yiyip bitiriyordu. Oysaki teklifini kabul ederken hiç böyle bir şey yoktu.

Arabanın içerisindeki sessizlik sürüp giderken buna alışık değildim. Kenan'la olan araba yolculuklarımız hep eğlenceli geçer, birçok konudan bahsederdik. Kahkahalarımız arabanın açık camlarından yayılıp yollara, caddelere taşardı. Fakat şu an sadece koca bir boşluk vardı. Onun ardından açılan koca bir boşluk.

Ve bu boşluğu doldurabilecek kimse yoktu.

"Sakin ol, sana aşkımı ilan etmeyeceğim." diyen Kenan, dalgın bakışlarımı yoldan ayırmama neden olduğunda zihnimi okumuş olmalıydı. Bu gerginliğimin nedenini tabii ki fark etmişti.

O da başını bana doğru çevirip göz göze gelmemizi sağladığında güldü ifademe. "Bana aşık değilsin yani?" dediğimde başını iki yana salladı hafifçe.

"Nereden çıkarıyorsun bunları?" derken gerçekten eğleniyor gibiydi.

"Ben de sana aşık değilim."

"Evet, biliyorum. Hâlâ kocanı sayıklıyorsun." dediğinde yan profilini inceledim bir süre.

"Nereden biliyorsun sen?"

"Bir şey bilmeme gerek yok, belli oluyor zaten." Kaşlarım havalanırken arabayı şık bir mekânın önünde durdurdu. Bununla beraber başımı dışarıya doğru çevirdiğimde arabasını park etmişti. "Hem inkâr da etmedin, demek ki gerçekten öyle.."

Bakışlarım onun üzerinde takılı kalırken başını bana doğru çevirip ifademi kontrol etti. "Senin neden hayatında biri yok?" derken tıpkı onun gibi emniyet kemerimi çıkarmak için bir hamle yapmıştım.

"Yoğun çalışıyorum, birine ayıracak özel bir vaktim yok." dediğinde konuşmamıza burada ara vermek zorunda kalmış, o benden önce inerek kapımı açtığında gülümsememe engel olamamıştım.

"Teşekkür ederim," dedim, arabadan inerken. Çantamı omzuma asarken yan yana yürümeye başlamıştık bile. Mekâna girip masamıza oturana kadar ikimiz de pek fazla konuşmamıştık. Ben oturmadan önce kendisi de oturmamış, sandalyemi bile çekmişti. Tabii bütün bunlara Kenan'dan dolayı epey alışkındım fakat yine de böyle centilmen adamlar pek fazla kalmamıştı. "Tek nedeni bu mu?" diyerek geçici olarak kapanan konuyu bir kez daha açtım.

O, karşıma otururken bana baktı kısa bir an. "Geçici bir ilişki aramıyorum," dedi, beni yanıtlayarak. "Biriyle beraber olacaksam birkaç ay sonra hayatımdan çıkmasını istemem."

"Ha ciddi düşünüyorsun yani?" dediğimde başını ağırca salladı. Arkasına yaslanıp benim gibi rahat bir pozisyon yakalarken masanın üzerine bıraktığım telefonumu göz ucuyla kontrol etmiştim. Olcay mesaj atmıştı.

Olcay TORALI: Olcayto uyudu merak etme..

Mesajı hızla okuyup telefonumun ekranını kapattığımda artık daha iyiydim. En azından Olcay'ın uyuduğunu öğrenmiştim.

"Olcay'ın sevgilisi olmasa sana ayarlardım," dediğimde bana öylece baktı. "Bakma öyle, ayıp değil."

"Kılıç benim arkadaşım, Maran." dediği an kaşlarım şaşkınlıkla havalandığında ona inanmıyormuş gibi baktım. "Üniversiteden tanışıyoruz.."

Şaşkınlığım artarken bu onu keyiflendirmiş, hafifçe gülmüştü. Bense gülünecek bir şey göremiyordum çünkü şaşkındım. Bunca zaman konuşmamıza rağmen bana bunu yeni söylüyordu.

"Neden şimdi söylüyorsun bunu?" dedim, hayretle. Bu esnada menülerimiz gelmiş, konuşmamız bir kez daha yarıda kesilmişti. Benim aklım söylediklerinde takılı kalırken menüyü karıştırmaya başlamıştım bile. "Ne öneriyorsun?"

"Balık sever misin?"

Bir an yaşadığım bu dejavuyla beraber istemsizce başımı kaldırıp karşımda oturan kişiyi kontrol etme ihtiyacı hissetmiştim. Bu konuşmanın birebir aynısı bir yıl kadar önce yaşanmıştı ve ben şu an büyük bir dejavu yaşıyordum.

Pekâlâ, ya da sadece kafayı yemeye başlamıştım.

Aklımı fikrimi, bütün alanımı onunla doldurduğum için belki de deliriyordum.

Yeşil gözleriyle temasa geçtiğim an gözlerimi birkaç kez kırpıştırdığımda hızla bakışlarımı ondan çektim. "Severim," diyerek yanıtladım onu, tıpkı bir yıl önce o yemekte olduğu gibi.

Ben menüyü kapatıp masaya bırakırken o da garsona siparişlerimizi vermiş, o garsonla konuşurken benim bakışlarım yine dalmıştı. Aklımı tüm bu olanlar meşgul ederken önümdeki suya doğru uzandım. Bu kadar fazla düşünmemem gerekiyordu.

"İyi misin?" diyen sesi bakışlarımı ona çevirmeme neden olduğunda onu başımla onayladım.

"İyiyim," dedim, suyumdan birkaç yudum almadan evvel. "Hadi..dökül bakalım." diyerek az önce yarım kalan konuşmayı devam ettirdiğimde bütün ilgimi ona vermeye çalışıyordum.

"Benim o yıllarda üçüncü senemdi," dedi, o günleri hatırlamaya çalışır gibi. "Kılıç'la da tamamen tesadüfen tanışmıştık, çok yakın arkadaş değiliz ama fırsatını bulduğumuzda görüşürüz."

"Bana niye söylemedin?"

"Bilmem... gerek duymadım herhalde." dediğinde elimi çeneme yaslayıp gözlerimi onun üzerine diktim.

"Seni daha önce Kılıç'ın yanında görmedim."

"Ailem yurt dışında olduğu için uzun bir süredir onların yanındaydım.. Türkiye'ye döndükten birkaç ay sonra da önemli bir seminere katılmak için buraya gelmeye karar verdim," dedi ve ellerini hafifçe kaldırıp etrafı gösterdi. "Sonuç olarak buradayım."

"Dönecek misin tekrar?"

"Evet," derken bana baktı yeşil gözleriyle. "Sen," dedi, soru sorarcasına. "Ne zaman dönüyorsun?"

"Aslında dönmem gerek," Masada duran elimi kaldırıp hafifçe salladım. "Şirketi öylece bırakıp geldim, en kısa sürede dönmem gerekiyor."

"Ama?"

"Ama.." Derin bir nefes aldım, beni izleyen gözlerine bakarken. Tüm ilgisi ve dikkati bendeyken arkadaşlarım dışında beni böyle dinleyen birinin olması beni mutlu ediyordu. O, sürekli beni dinliyor ve bana çözümler üretiyordu. "Gitmek istemiyorum." dedim, bir çırpıda.

"Aynı zamanda gitmek de istiyorsun çünkü özledin," dediğinde benim zihnimi böyle ezbere okuması duraksamama neden oldu. Bunu hep yapıyordu ama ben henüz alışamamıştım. O, garip bir adamdı ama bu kötü anlamda değildi.

Aksine, etkileyiciydi.

Çeneme yaslı olan elimi yavaşça indirip gözlerimi hafifçe kısarak gözlerine bakmayı sürdürdüğümde kollarımı masanın üzerinde birleştirmiştim. "Senin özel bir gücün falan mı var?" dediğimde güldü. Gülen gözleri kısaca etrafta dolanıp bana döndüğünde onu izliyordum.

"Annem psikolog," diyerek hem bu bakışlarıma hem de soruma cevap verdiğinde tüm bu taşlar şimdi yerine oturmuştu. "Onun sayesinde insan psikolojisi hakkında biraz bilgi sahibiyim."

"Baban ne iş yapıyor?"

"Babam da doktor benim gibi." dediğinde dudaklarımda bir gülümseme oluşmuştu.

"Ne güzel.." dedim, ilgiyle. "Neden yurt dışındalar? Hangi ülke?" dediğimde o da tıpkı benim gibi yaslandığı yerden doğrulmuş ve kollarını masaya yaslayarak aramızdaki mesafeyi daha aza indirmişti. Şimdi daha makul bir seviyedeydik.

"Fransa," dedi, gözleri yüzümde dolaşırken. "Annem Fransız, bu yüzden orada yaşıyorlar." dediğinde kaşlarım ilgiyle havalandı.

"Sen neden Türkiye'ye döndün peki?" diye sorduğum esnada yemeklerimiz gelmiş fakat bana cevap vermeyi ihmal etmemişti.

"E burada okudum ben," dediğinde başka bir garson da kadehlerimizi dolduruyordu. İçecek seçiminde yine bana danışmıştı ve ben de aylardır epey uzak kaldığım şarabı tercih etmiştim. Tabii bu esnada ona danışmış ve içip içemeyeceğimi sormuştum. Bir kadeh içebileceğimi söylediğinde tercihimi bundan yana kullanmıştım. "İşimi burada yapabiliyorum sadece."

"Ama uzun bir süre yurt dışında olduğunu söylemiştin," derken kadehimi dolduran garsona nezaketle gülümseyip teşekkür etmiştim. O da aynı şeyi yaptığında artık masada baş başaydık. "Orada ne yapıyordun?"

"Restoranımız var," dediğinde artık şaşırmaktan yorulduğum için ona sadece öylece bakabilmiştim. O bunu fark ettiğinde yeşil gözlerinin kenarı hafifçe kısıldı ve dudakları yine bir gülüş için hareketlendi. "Ablamla ben işletiyoruz ama ben kendi işimi yapmak istediğim için Türkiye'ye döndüm. Eğitim hayatım epey karışık anlayacağın."

"Yorucu olmalı," dedim, çatalımı kavrarken. "Ablan olduğunu bilmiyordum, kaç yaşında?"

"34."

"Evli mi?"

"Boşandı," Meraklı ifadem değişirken yine patavatsızlık yaptığımın farkındaydım.

"Affedersin," dedim, mahcup bir şekilde. "Ben de burnumu sokuyorum her şeye, hiç durdurmuyorsun."

"Sohbet ediyoruz işte.." dediğinde bu patavatsızlığımı pek önemsemiş gibi durmuyordu. Hatta ilgisinin bir kısmı bende, bir kısmı da yemeğindeydi. Neyse ki benim gibi yemeğe düşkün biriydi. "Sen de çok genç yaşta evlenmişsin." diyerek okları bana çevirdiğinde ben de yemeğimle ilgileniyordum. Hamilelik sürecinde hem hormonlardan hem de fazla düşünmekten dolayı fazlaca yediğim için doğumdan sonra iştahım bir anda kesilmişti. Eskisi kadar yemiyor, daha az yemek yiyordum. Şimdi de bütün gün hiçbir şey yemediğim için tabağıma gömülmüştüm.

"Kaybedecek bir şeyim olmadığını düşünüyordum," diyerek yanıtladım onu. "Yani aşıktım sonuçta.. mutsuz olacaksak beraber olur, en fazla hayatı birbirimize zehir ederiz diye düşünmüştük. Öyle de oldu tabii." dediğimde ona bakmasam da bakışlarını üzerimde hissetmiştim. "Keşke böyle olmasaydı diyorum bazen."

"Pişman mısın evlendiğin için?" diye sorduğunda başımı kaldırıp ona baktım. Bunun cevabını ben de bilmiyordum. Gün içinde kendime defalarca soruyor ama bir cevap alamıyordum.

"Bilmiyorum," dedim, çatalımı hafifçe sallayarak. "Pişman olup olmadığımı bilmiyorum ama bir aptal gibi hâlâ ona aşık olduğumu biliyorum. Onunla savaştığım yetmiyormuş gibi bir de kendimle savaşıyorum."

"Yani aranızda ne yaşandığını bilmiyorum ama.." derken kadehine uzandı. "Aşk her şeyi affedebilecek kadar güçlü bir duygu bana göre." Ağzımdaki lokmayı usulca çiğnerken sessizce onu dinlemiştim. Uzunca bir süre bu söylediklerini kafamda tarttım.

"Gururum daha ağır basıyor benim," dediğimde ben de kadehime uzanmıştım.

"Gerçekten aşıksan gururu pek önemsemezsin," dedi, bu sözlerime karşılık. Bu söylediğiyle beraber Kenan'la olan son konuşmamız aklıma gelmişti. Ayaklarıma kapanıp gitmemem için yalvardığını her hatırladığımda onun bana gerçekten aşık olduğunu düşünüyordum. Fakat bu, suçlarını tabii ki örtemiyordu.

"Onun bana aşık olup olmadığını bilmiyorum ama,"

Bu sözlerim onun bana uzun uzun bakmasına neden olurken şarabımdan büyük bir yudum almıştım. Özlediğim o mayhoş tat damağıma yayılırken bunun tadını çıkarmaya çalıştım. Ne de olsa tek bir kadehle geceyi bitirmem gerekiyordu. "Eşinin sana aşık olup olmadığını bilmiyor musun?"

"Saçma sapan aşk hayatımla seni darlamayacağım bu gece," dedim, gülerek. Ardından da kadehimde kalan son yudumu içtiğimde beni izliyordu. "Bir tane daha içebilir miyim?"

O, yeşil gözlerini mavi gözlerime diktiğinde ondan bir cevap beklemeden çoktan elimi kaldırıp garsona bir işaret yapmıştım. Bakışları üzerimdeyken gecenin uzun süreceğini anlamış gibiydi. Bu hâlime bakılırsa da alkolü abartıp sarhoş olmamdan korkuyordu. Hatta bu yüzden bana doğru ilerleyen garsonu durdurmuş ve geri çevirmişti.

"Bence bir kadeh yeterli," dedi, elimdeki kadehi usulca alırken.

Bununla beraber gülüşüm bir gülümsemeye dönüşürken yavaşça çatal bıçağımı kavramış ve yemeğime dönmüştüm. Anlaşılan gece boyunca korumalığımı yapacak, benim yanlış yollara sapmamı engelleyecekti.

Pekâlâ bu, yanlışa müsait olan benim için iyi olabilirdi.

Belki de bu gece onun korumalığına ihtiyacım vardı.

🌪️🌪️🌪️

Bu bölümü yazarkenki tek motivasyonum Doktor Kenan'dı..

Bölüm : 17.07.2025 09:53 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...