47. Bölüm

•XXXXVII•

melek şendur
meelcnmel

Kulaklarıma ulaşan birkaç tıkırtıyla beraber yerimde hareketlendiğimde yaklaşan adım seslerini de duyuyordum. Kafamın içerisindeki o ağırlık, uyanmamı zorlaştırırken uykuyla uyanıklık arasındaki o çizgideydim. Gözlerimi aralamakta zorluk çekiyor, kafamı bile kaldıracak gücü kendimde bulamıyordum.

"Maran," diyen ince bir sesi duysam da bir tepki vermedim. Başımı yastığa gömmüş uyurken esen hafif rüzgâr da çıplak bacaklarıma çarparak beni üşütüyordu.

Bedenim öylesine yorgundu ki buradan kalkmak şu an benim için çok zordu. Başımda şiddetli bir ağrı varken bütün gece dayak yemiş gibiydim. Tüm vücudum ağrıyor, çözümü de uyumakta buluyordum fakat kalkmam gerektiğinin farkındaydım. Buradan kalkıp uyuyup uyanmadığını bile bilmediğim kızımı kontrol etmem gerekiyordu.

"Maran," diyen sesin sahibi beni omzumdan dürttüğünde yüzümü buruşturup abartılı bir şekilde oflamış ve diğer tarafa doğru dönmüştüm. Tabii o, beni dürtmekten vazgeçmeden omzuma bir tane geçirdiğinde dudaklarımdan acı dolu bir inilti yükseldi ama buna rağmen gözlerimi açamadım. "Kızım ne bu hâl?" dedi, bağırarak.

Bağırışı koca salonda yayılırken hâlâ uykulu olan bedenim bu sesini kaldıramamıştı. Daha yeni uyanmışken onun bu bağırışlarını dinliyordum.

Gözlerimi büyük çabalar ve zorluklarla aralayıp elimi kaldırarak zonklayan başıma yasladım. "Başım," diye inledim uykulu bir şekilde. Ben, dakikalarca yerimden kıpırdayamazken en sonunda kendimde bu gücü bulmuş ve bedenimi ona doğru çevirmiştim. Uykulu bakışlarım tepemde dikilen Olcay'ı bulduğunda kollarını göğsünde birleştirmiş bana onaylamaz bakışlar atıyordu. Başta onun bu bakışlarını anlamlandıramadığımda gözlerim arkasında kalan ve koltukların arasında bulunan ahşap sehpaya kaydı. Sehpanın üzerinde duran şarap şişesi ve yanındaki boş kadeh, onun bu bakışlarını açıklıyordu.

Evet, dün gece hiç hoş şeyler yaşanmamıştı.

Dün, Olcay'ı uyuttuktan sonra saatlerce yatakta dönüp durmuş ve bir türlü uyuyamamıştım. Bunun sonucunda da bir kadeh şarap içmeye karar vermiş, aşağı inmiştim fakat o bir kadeh ilerleyen dakikalarda bir şişeye dönüşmüştü. Gecenin bir yarısı liseli ergenler gibi arabesk müzikler dinleyip içmiştim ve sanırım sonrasında da koltukta sızmıştım.

Şimdi her yanımın ağrıması da bu yüzdendi.

"Yasak değil mi sana? Sadece bir kadeh içebiliyorsun sanıyordum, Olcay'ı emzirmiyor musun sen Maran?" diyerek beni azarladığında bir kez daha oflayarak alnımı ovuşturdum. Başım o kadar çok ağrıyordu ki tam şu an koparmak istiyordum.

"Sağdım ben ona," dedim, uykulu sesimle. "Telaş yok."

"Neyse ki sigara içmemişsin," dediğinde masada duran sigara paketine baktım. İçerisinden bir dal çıkardığımı hatırlıyordum ama onu da yakmamış, tekrar paketin yanına bırakmıştım. En azından bir kadeh şarabın etkisi sigaraya göre daha kısa süre etki ediyordu sütüme.

"Başım çatlıyor," derken yavaşça uzandığım yerden doğrulup başımı ellerim arasına aldım. O, masanın üzerindekileri toplarken bana bir bakış attı.

"Seninki yukarıda," dediğinde ellerimi hızla başımdan çektim.

"Ne?" dedim, hayretle.

"Olcay'ı merak etmiş, kapıda karşılaştık." dedi ve ardından arkasını dönerek mutfağa yöneldi. "Aramış seni ama açmamışsın." diyerek de eklediğinde masanın üzerinde duran telefonuma uzanıp ekranı aydınlattım. Telefonumun ekranına düşen bildirimlerden onun araması en üstteydi. Yaklaşık bir saat önce beni defalarca aramıştı fakat ben o esnada uyuduğum için görememiştim.

Telefonumu kapatıp tekrar masanın üzerine bıraktığımda hızla yerimden kalktım. Bu esnada da Olcay tekrar salona gelmişti. "Gördü mü beni?" dediğimde güldü.

"Görmemesi imkânsız olurdu." dedi, alayla. O, masada duran şarap şişesiyle kadehi alırken ben de omzumdan kayan mini sabahlığı düzeltip çıplak ayaklarımı alt kattaki banyoya sürükledim hızla. Banyoya girip kapıyı arkamdan kapattım ve aynanın karşısına geçip kendimi kontrol ettim. Topuzumdan dağılan saçlarım karmakarışıkken gözlerimin beyazı kızarıktı.

Aynadaki görüntümü incelemeyi bırakıp yüzüme birkaç kez su çarptığımda başım hâlâ zonkluyordu. Dişlerimi fırçalayıp işlerimi hallettikten sonra banyodan çıkıp merdivenleri tırmanmıştım. Bu esnada dağılan saçlarım arasından tokayı çekip aldığımda biraz olsun başımın ağrısının dinmesini umuyordum.

Adımlarımı Olcay'ın odasına doğru yönlendirdiğimde kapı ardına kadar açıktı ve içeriden Olcay'ın sesi geliyordu. Odaya girip onları kontrol ettiğimde Olcay çoktan uyanmış, babasıyla oyun oynuyordu.

Onun sırtı bana dönükken beşikte kıpırdanan Olcay'la oynuyordu. Bir süre onları sessizce izlediğimde onu günler sonra ilk kez şimdi görüyordum. Ben onu görmesem de her gün kızımı ziyarete geliyor, onunla saatlerce ilgileniyordu. Bunu da benim şirkette olduğum saatler içerisinde yapıp tekrar ben gelmeden çıkıyordu. O günden sonra hiç görüşmemiştik ve boşanmaktan vazgeçtiğimi ona söylememiştim. Hakan Bey'i de ona bunu bildirmemesi için ikna etmiştim. Şu an hiçbir şeyden haberi yoktu ve bu tavrı da benimle karşılaşmak istemediğindendi.

Aslında beni görmek için çırpındığını biliyordum.

Tıpkı benim gibi.

"Günaydın," diyerek ilgisini dağıttığımda bedenini yavaşça bana doğru çevirip gözlerime baktı. Bununla beraber yerimden hareketlendiğimde beşiğinin kenarına tutunmuş olan Olcay'ın da bakışları bana dönmüştü.

"Günaydın," dedi, beni yanıtlayarak. Bakışları haddinden fazla üzerimde oyalanırken Olcay da beni görür görmez sevinçle çırpındı.

"Aşkım," diyerek adeta cıvıldadığımda dişlerini göstererek güldü ve onu hızla kucağıma aldım. "Sana da günaydın, bal köpüğüm." derken onun yanağına koca bir öpücük bırakmıştım.

"Kusura bakma böyle habersiz gelmiş gibi oldum," diyen Kenan'ın sesini duyduğumda başımı ona doğru çevirip kızını seyreden yeşil gözlerine baktım. "Aradım ama açmadın." derken gözleri usulca bana dönmüş ve bir kez daha beni incelemişti.

"Uyuyordum,"

"Halk arasında ona sızmak diyoruz," diyerek bana daha ilk dakikadan laf soktuğunda ona ters ters baktım. O da gayet ciddi duruyordu. "Olcay'ı emzirmiyor musun sen?"

Bu soruyu beş dakika içerisinde ikinci duyuşum olurken sinirlerimin bozulmaması mümkün değildi. Evet, içmem doğru olmayabilirdi ama Olcay'ı düşünüp onun için saatler öncesinden sütümü sağmıştım.

"Sen de maşallah her şeyi biliyorsun," dedim, alayla. Bu, gözlerini devirmesine neden olurken, "Sağdım ben ona, hiçbir şey olmaz merak etme."

"Çocuğunun uyandığından bile haberin yok," diyerek buna devam ettiğinde dudaklarım arasından derin bir soluk bırakmış, sinirlenmemeye çalışmıştım ama sanırım herkes bugün ters olmamı istiyordu.

"Sen buraya beni azarlamak için mi geldin yoksa çocuğunu görmeye mi geldin?" dedim, ters bir tavırla. "Çok biliyorsan gel bak çocuğuna! Hafta sonu demeden bütün hafta boyunca saatlerce çalışıyorum ve yoruluyorum doğal olarak. Ne yapayım? Uyumuşum işte. Ayrıca ağlasa duyardım, telsiz yanımdaydı!"

"Maran bakamıyorsan açık açık söyle," Kaşlarımı çattım bu sözleriyle. "Seni de anlamaya çalışıyorum bir yerde, yoruluyor olabilirsin normal bu. Ona vakit ayırıp ilgilenemiyorsan bunu bileyim."

"Neden?" Kaşlarım havalandı. "Velayet davası açman kolaylaşsın diye mi?"

"Bir kere daha buna şahit olursam hiç düşünmem açarım zaten," dediğinde sinirlerim tepeme çıkmış, sabah sabah bütün enerjim çöp olmuştu. Bu adam bana iyi mi yoksa kötü mü geliyordu hâlâ anlayamıyordum.

Mavi gözlerimi onun gözlerine diktiğimde bana öylece bakıyordu. Sanırım söylediklerinin farkında değildi. "Sen ne saçmalıyorsun ya? Senin ne yaptığın belli bile değil ama benim içtiğim iki kadeh için benden çocuğun velayetini mi alacaksın?"

"Olay sadece içip sızman değil tabii ki," dediğinde kucağımda Olcay olmasa onun suratına bir tane geçirebilirdim. Sabah sabah sinirlerimi bozmuştu. "O herifle aranda ne olduğu belli değil, üstelik sürekli çocuğumun yanında.. Bence bunlar gayet yeterli sebepler."

Bu sözleriyle beraber kucağımdaki Olcay'ın huysuzlanması nedeniyle onu tekrar beşiğine bıraktım. O, beşiğindeki oyuncaklarıyla oynarken ben de Kenan'la aramda olan mesafeyi sıfıra indirmiştim. Tabii bu, o hoş kokusunun ciğerlerime dolmasına neden olurken kendimi tutabilmem çok zordu. Onun o güçlü kolları arasına girip şu an gözüme haddinden fazla ilgi çekici gelen dudaklarını öpmeyi çok isterdim.

Ne diyorum ben ya?

'Şu adamı öp artık, sen de kurtul biz de..'

Aklımdaki saçma sapan düşünceleri yok edip silkelendiğimde yeşil gözlerine baktım uzunca. Resmen beni kıskanıyordu ama o buzdan ifadesiyle bunları gizlemeye çalışıyordu.

"Sen beni kıskanıyor musun?" derken çıplak ayak olduğumdan dolayı aramızdaki boy farkı gözle görülüyordu. Bunun için başımı ona doğru hafifçe kaldırmam gerekmişti. Aramızda hiç mesafe yokken çıplak ayaklarım onun ayakkabılarının ucuna değiyor, göğüslerim onun bedenine hafifçe çarpıyordu. Üzerimde sadece ince askılı saten bir bluz varken onun bedenine çarpan göğüslerimi çok net hissettiğine emindim. İnce kumaş parçası bunu engelleyemiyordu. "Boşanma sürecinde olduğun karını mı kıskanıyorsun yoksa gerçekten çocuğunu mu düşünüyorsun?"

Yakınımda olan yeşil gözleri, gözlerim arasında gidip gelirken bu yakınlıkla onu etkim altına aldığımın farkındaydım. Az önce beni azarlayan adam şimdi karşımda süt dökmüş kedi gibiydi.

Dudakları arasından usulca verdiği nefes, açık olan yakama çarpıp tüylerimin ürpermesine neden olduğunda göğüs uçlarımın bile sertleştiğini hissetmiştim.

Benim üzerimdeki etkisi aradan geçen zamana rağmen hiç değişmemişti.

"Seni neden kıskanayım ki?" derken sesinde gizli olan bir alay vardı fakat bu sözlerine rağmen ona inanmıyordum. Beni deli gibi kıskandığını biliyordum. "Sana karşı hiçbir şey hissetmiyorum." Güldüm, o da güldü hafifçe.

Boğuk gülüşü tam da kulaklarımın dibindeyken gülüşümü bastırabilmek adına dişlerimi hafifçe alt dudağıma geçirmiştim. "Şu an seni öpsem beni itersin yani?"

"İtmem," diyerek açıkça konuştuğunda bu cevabı vermese de beni itmeyeceğini biliyordum. Çünkü onu öpmem için deliriyordu, görüyordum. Ben ne hissediyorsam o da aynı şeyleri hissediyordu.

"Nasıl?" dedim, şaşırmış gibi. Başımı hafifçe sağ omzuma doğru yatırıp gözlerimi dudaklarına indirdiğimde onunla nasıl bu noktaya geldiğimi bilmiyordum. Bir anda aramızdaki mesafe kapanmış, bir anda isteklerimi bastıramamaya başlamıştım. "Bana karşı bir şey hissetmediğini söyledin?"

Burunlarımız birbirine hafifçe sürttüğü an, ikimiz de aynı anda gözlerimizi yumduğumuzda yine aynı anda dudaklarımız arasından birer nefes vermiştik. Kalbim yerinde delicesine çarparken dudaklarım bu hasreti gidermek için onun dudaklarını bekliyordu. Bunca zaman çokça hayalini kurduğum ama bir türlü başaramadığım o anın içerisindeydik. Üstelik bu sefer hayal ya da rüya değildi.

Her şey oldukça gerçekti.

Bedenime çarpan bedeni, nefes alışları ve de öpmek için can attığım o güzelim dudakları. Oldukça gerçekti.

"Maran telefonun-" diyen ses, bu büyülü anımızı bozarken bir rüyadan uyanmış gibiydik. Kapalı olan gözlerimi açtığım an onun yeşilleriyle karşılaşmış, bu da nerede ve kiminle olduğumu bana sorgulatmıştı. Ondan hızla uzaklaşıp aramıza uzunca bir mesafe soktuğumda kapının önünde dikilen Olcay da hayatının şokunu yaşamış gibi kocaman açtığı gözleriyle bir ona bir de bana bakıyordu. "Yuh!" dedi, hiç çekinmeden. "Ne yapıyorsunuz siz ya?" derken başımı suçlu bir çocuk gibi öne eğmiş, ileri geri hafifçe sallanıyordum. "Alo?" dedi, abartılı bir tepkiyle. "Boşanıyorsunuz siz, biliyorsunuz değil mi? Maran bu adam seni kandırdı, akılsız mısın sen ya?"

Gerçekten, ben ne yapıyordum?

Önce sebepsizce boşanmaktan vazgeçmiş, sonra da onu öpmeye kalkışmıştım.

Elimi kaldırıp alnıma yasladığımda başımı kaldırıp Kenan'ın tepkisine bile bakamıyordum. Bir anda utanç duygusu tüm bedenimi sarmış, bembeyaz tenim kızarmıştı. Birine yakalanmanın yüküyle tüm bunlar gerçekleşirken Kenan'la aramda neler olduğunu anlayamıyordum.

Evet, ona hâlâ aşıktım. Her fırsatta kendimi onun kollarına atmak isteyişim de aramızda engel olamadığımız o saçma çekim yüzündendi ve bunu tek taraflı yaşamıyordum. Onun da aynı şeyleri hissettiğine emindim ama bana ne oluyordu? Ben bu adama boşanma davası açıp onu terk etmiş, dünyanın bir ucuna giderek onun haberinin bile olmadığı çocuğunu bir başıma doğurmuştum. Bu süreçte de ikimize eziyet çektirmiştim ve hâlâ da çektirmeye devam ediyordum. Ancak ne o ne de ben bunu umursamıyor, sadece birbirimizi istiyorduk.

Ama istememeliydik.

Hatta ondan boşanmalıydım ama ben boşanmaktan vazgeçmiştim. Onu süründürmem gerekirken ben ona karşı koyamıyordum.

"Ben kimseyi kandırmadım," diyerek ilk tepkiyi Kenan Olcay'a verdiğinde göz ucuyla onu kontrol ettim. Kaşlarını çatmış Olcay'a bakıyordu. Bu tarz söylemlerden hoşlanmıyordu.

"Yalan söyleme, vallahi dağıtırım o yakışıklı suratını!" diyen Olcay tehditvari bir şekilde işaret parmağını ona doğru salladığında Kenan onu pek ciddiye almamıştı ama Olcay bunu söylüyorsa mutlaka yapardı.

"Olcay'ı görmeye gelmiştim gidiyorum şimdi de," dediğinde bakışlarımı ona çevirdim. O, Olcay'ın beşiğine doğru yanaşıp ona birkaç öpücük armağan ederken neden bu kadar çabuk gittiğini anlayamamıştım. "İş için şehir dışına gidiyorum, birkaç gün olmayacağım." diyerek bana açıklama yaptığında aklımı okuduğunu düşünüyordum.

"Tamam," diye mırıldandım, ellerimi birbirine kenetleyip arkamda birleştirirken. Bu esnada da kızıyla vedalaşmış, bakışlarını bana çevirmişti. Yakınlaşmamızdan sonra şu an ilk kez göz göze geliyorduk ve tuhaftı ki utanarak gözlerimi kaçıran ben olmuştum. Sonuçta Olcay gelmeden önce onu öpmeye yeltenmiştim tüm bu olanlara rağmen.

"Bir şey olursa beni ara," dedi, gözlerini üzerimde hissederken. "Şu birkaç gün içerisinde de annem ziyarete gelebilir bu arada." dediğinde bakışlarımı tekrar ona çevirmek zorunda kalmıştım. Yeşil gözleri ifadesizdi.

"Döndüler mi?" dedim, hayretle.

"Evet," diyerek beni onayladığında Olcay da kapının önünde dikilmiş bizi izliyordu kıstığı gözleriyle. Kenan gittiğinde beni sorguya çekeceğini bildiğimden bu bakışlarına fazla anlam yüklemedim.

"Geldiğinde evde olmayabilirim, o yüzden beni ararsan-"

"Olcay'ı görmeye gelecek," diyerek sözlerimi kestiğinde ona öylece bakmış, ardından da dudaklarımı birbirine bastırmıştım. "Sorun değil o yüzden, rahat ol.."

"Söylemişsin."

"Kılıç pot kırdı," derken kapının önünde dikilen Olcay'a bir bakış attı. "Mecburen öğrenmiş oldular yani."

"Ha söylemeyi düşünmüyordun yani?" dediğimde gözlerini bana çevirdi.

"Hayır söyleyecektim, bu şekilde öğrenmesini istemedim sadece.. Kadının kalbine inecekti az kalsın."

Bu sözleriyle beraber bakışlarımı Olcay'a çevirdim. Sonuçta onun sevgilisi boşboğazlık etmişti ve Defne Teyze'nin ne tepki verdiğini az çok tahmin edebiliyordum.

"Yine de gelmeden haberim olsun, evde olmaya çalışacağım."

"Haber veririm." dedi, yerinden hareketlenirken. Ardından da son kez beşiğinde onu izleyen Olcay'a baktığında dudaklarında iç yakan bir gülüş olmuştu. "Görüşürüz fıstığım," dediğinde Olcay onu anlamış gibi gülerek yerinde çırpındı. Bu, gülmeme neden olurken anlaşılmayan birkaç kelime dudaklarından dökülmüştü. "Görüşürüz Olcay." derken Olcay burnunu kırıştırdı.

"Almayalım biz, kalsın." dediğinde Kenan onu umursamamış hatta gülmüştü. Onun arkasından odadan çıktığımda Olcay bana dik dik baktı. Onu bu sefer de ben umursamadığımda önümde basamakları inen Kenan'ı takip ediyordum. Onunla beraber aşağı inip kapıya çıkarken sabahlığımın önünü kapatmıştım.

"Görüşürüz," derken gözlerime beklentiyle bakıyordu. Bu, içimin kıpır kıpır olmasına neden olurken omzumu kapının pervazına yaslamıştım.

"Görüşürüz." dedim, sadece. O, birkaç saniye gözlerime baktığında bu bana saatler gibi gelmişti. Arkasını dönüp birkaç adımda arabasına ulaştığında arabaya binmişti ki daha fazla orada dikilmeyip kapıyı kapatarak içeri girdim. Arkamı dönmüştüm ki beni izleyen bir çift gözle karşılaştığımda yerimde sıçradım. "Ne yapıyorsun Olcay ya?" derken elim refleksle kalbime doğru hareketlenmişti.

O, kollarını göğsünde birleştirmiş bana kahverengi gözleriyle bakarken, "Asıl sen ne yapıyorsun?" dedi, ters bir şekilde. "Kızım unuttun herhalde, bu adam seninle itibarı için evlendi! Sen de adamın ağzının içine düşüyorsun resmen ya, inanamıyorum sana! Bunca şeye rağmen mi?"

"Unutmadım," dedim, omuz silkerek. "Ama sen de gördün, koskoca adam bana yalvardı Olcay. Hem de ayaklarıma kapandı, tüm bunları sadece itibarı için yaptığını düşünmüyorum."

"Yani sen onu zaten çoktan affettin, öyle mi?" derken beni anlamaya çalışıyordu. "O gün havaalanına giderken onu zaten affettin ama yine de onu terk ettin, çünkü hamileydin. Bu yüzden mi gittin, anlamıyorum?"

"Hayır tabii ki!" diye çıkıştım ona. "Onu affettiğimi söylemiyorum ki! Bana ne olduğunu bilmiyorum, kendimi sürekli onunla buluyorum."

"Benim gördüklerimi baban görseydi seni asla affetmezdi." diyerek acımasızca konuştuğunda gözlerimi kırpıştırdım birkaç kez. Bu esnada da o portmantoya yönelip eşyalarını almış ve kapıyı açıp çıkmıştı. Ardında da kendisinin yarattığı bir enkaz bıraktığında sözleri beynimin içerisinde yankılanıyordu.

Hangi ara dolduğunu bilmediğim gözlerimle beraber sırtımı kapıya yaslayıp olduğum yere çöktüğümde bacaklarımı da kendime çekip kollarımı bacaklarıma dolamıştım.

Babam beni asla affetmezdi.

Gözlerimden birkaç damla yaş arka arkaya aktığında ihanet duygusu yine kalbimin etrafını sarmış, tüm bu yaptıklarımı sorgulamaya başlamıştım. Boşanmaktan vazgeçerek zaten babama çoktan ihanet ettiğimi düşünürken bir de tüm bu öfkemin yerini aşka bırakması kendimi sorgulamama neden oluyordu.

Benim en başından bu adama karşı yumuşamamam gerekirken yumuşamış, bu da yetmezmiş gibi boşanmaktan vazgeçmiştim. Üstelik bundan dönüşüm de yoktu.

Şimdi yine başa dönmüş, ne yapacağını bilmeyen o kız olmuştum.

 

🌪️🌪️🌪️

"Maşallah, güzelliğini senden almış.."

Defne Teyze'nin bu sözleriyle beraber gülümsemekle yetindiğimde Olcay da oyun halısının üzerinde oyuncaklarıyla oynuyordu. Biz de onu izlerken Defne Teyze onu uzun uzun inceliyordu.

Yaklaşık iki saat önce Kenan'ın bana attığı bir mesajla şirketten ayrılıp eve gelmek durumunda kalmıştım. Annesi Olcay'ı görmek istediğinde haberim olmasını ona söylediğim için bana şirketteyken mesaj atmıştı. Ben de şirketten ayrılıp eve geçmiş ve ben geldikten birkaç dakika sonra da Defne Teyze Bige'yle beraber gelmişti. Onları ben karşıladığımda başta Defne Teyze epey duygusallaşmış, aynısı Olcay'ı gördüğünde de olmuştu. Onlar geldiğinde Olcay uyuduğu için onu sonra görebilmişlerdi. En başta Olcay onun kucağına gitmese de ilerleyen dakikalarda oyuncaklarını Defne Teyze'ye göstererek onunla arkadaş olmaya çalışmıştı.

Babasına alışması ne kadar kolay olduysa onlara alışması da zor olacak gibiydi. Kenan'a bu kadar çabuk alışmasını ben de beklemiyordum fakat bu, hem Kenan'ın çocuklara duyduğu ilgiden hem de aralarındaki özel bağdan kaynaklanıyordu.

Gözlerimi Olcay'a çevirdiğimde Defne Teyze'yle Bige'nin ona almış olduğu koca ayıcıkla eğleniyor gibi görünüyordu. Uyandığında biraz huysuzlanmış, ardından ona bir şeyler yedirdiğimde de keyfi yerine gelmişti.

"Kenan senin şirkette olduğunu söylemişti," dedi, Defne Teyze. O, elindeki kahvesini içerken Bige de Olcay'la ilgileniyordu. Onunla oyun oynamaya çalışırken Olcay da onu geri çevirmiyordu.

"Şirkette işim bitince eve geldim,"

"Babaannen nasıl, iyi mi?" diye sorduğunda babaannemle daha dün konuşmuştum. Her gün sıklıkla konuşuyor, Olcay'la saatlerce konuşmaya çalışıyordu.

"İyi.. Aslında benimle beraber dönmesi için çok ısrar ettim de dönmek istemedi. Ben de onu tek bırakmak istemedim ama işler için dönmem gerekti."

"Kenan çok sevindi sen dönünce," dediği an yanaklarım devreye girdiğinde yüzümdeki allıktan dolayı neyse ki çok fazla dikkat çekmemiştim. "Biz iki aydır burada değildik ama telefonun ucundaki sesinin değişiminden de bir şeyler olduğu belliydi.." Gözlerime baktı bir süre. "Ona soruyorum ama kaçıyor benden. Barıştınız mı?"

Demek ki annesine boşanma dilekçesini imzaladığını söylememişti.

Bige'nin bakışları da bana dönerken iki çift gözün hapsindeydim. İkisi de bana merakla bakarken söyleyeceklerim belliydi. "Hayır, iyiyiz böyle."

'Yalanın batsın.'

İç sesimin söylediklerini umursamayarak bakışlarımı Olcay'a çevirdiğimde onların birbirine baktıklarını göz ucuyla görmüştüm. Onlara mesafeli davranmamıştım fakat yine de eskisi gibi de mesafesiz olmamam bu soruyu sorma cesareti vermişti. Açıkçası buna kızmamıştım çünkü oğlunun hayatını merak etmesi en doğal hakkıydı. Ona boşanmaktan vazgeçtiğimi de söyleyebilirdim ama Kenan anladığım kadarıyla ona boşanma hakkında pek bir şey söylememişti. Bu yüzden de tadını kaçırmak istemedim.

"En son bir boşanma konusu olmuştu," diyerek düşündüklerimi dile getirdiğinde bu kadına nasıl cevap vereceğimi düşünüyordum. Hem boşanmaktan vazgeçmiştim hem de oğlundan uzak durmam gerektiğini düşünüyordum. Tamamen saçma sapan bir duygu karmaşası içerisindeyken nasıl olacaktı da ona bunu anlatacaktım? "Boşanacak mısınız?"

"Olabilir." dediğimde bu onun daha çok kafasını karıştırdı.

Biçimli kaşları çatılırken, "Olcay ne olacak?" dedi, merakla.

"Olcay bir baba eksikliği hissetmiyor şu anda," dediğimde Olcay henüz küçük olduğu için bunun gerçekten farkında değildi. Evet, Kenan'ı gördüğünde ona gülücükler saçıp onun kucağına atılıyor olabilirdi ama o yokken bunun farkında da olmuyordu. "Hem Kenan zaten istediği zaman gelip görüyor onu.."

"Olur mu öyle şey canım?" dedi, Defne Teyze şaşkınlıkla. "Sonsuza kadar böyle mi olacak yani? Olcay şu an küçük olduğu için bir şeylerin farkında olmayabilir ama bir iki yıl sonra babasının eksikliğini fark edecek, o birkaç saat ona yetmemeye başlayacak.. O zaman ne yapmayı düşünüyorsunuz? Ebeveynler çocuk gelişiminde ne kadar önemli, en az benim kadar bunu bildiğini düşünüyorum Maran."

"Kenan'la mutlu değiliz, Defne Teyze." dedim, samimiyetle. Dudaklarımda bir gülümseme vardı ama oturup ağlamak geliyordu içimden. "Birbirimize hayatı zehir ediyoruz, bunun Olcay'a yansıması daha kötü olacak. O yüzden şu an iyiyiz."

"Kenan seni çok seviyor ama," dediğinde sessizce derin bir nefesi ciğerlerime doldurdum. "Sen ne dersen onu yapmaya hazır, ona bağırıp çağırsan bile gıkı çıkmaz.. Kenan'ın sana olan davranışlarını sen biliyorsun, sana ne kadar aşık olduğunu da yine en iyi sen biliyorsun. Ben mutsuz olacağınızı düşünmüyorum."

"Ama mutsuz oluyoruz," diyerek karşılık verdim bu sözlerine. "Hem sorun sadece bu değil. Kenan beni kandırdı aylarca.. Ona olan güvenim kırıldı, nasıl toparlayacağım?"

"Abim çok üzgün, Maran." dedi, Bige de ilk kez sohbete dahil olarak. "Sen gidince perişan oldu, haftalarca eve uğramadı. Sonra da tüm eşyalarını toplayıp İtalya'ya döndü çünkü burada sensiz yapamadı." İri gözleriyle bana bakarken dizlerim üzerinde kenetlenen ellerimle oynuyordum. "Koskoca adamın bebek gibi ağlamasını aşamayacağım, kusura bakma. Haklı olabilirsin bu söylediklerinde ama abim hiçbir suçu olmadığı bir konu yüzünden senin tarafından en ağır şekilde cezalandırıldı."

Söyledikleri, göğsümün üzerine bir şeyin oturmasına neden olurken nefes bile alamamıştım o an. Bu sözlerini kendi içimde tekrarlarken göğsüme bir bıçak saplanmış gibiydi.

"Biz beraber yapamıyoruz,"

"Hayır, beraber her şeyin üstesinden geliyordunuz siz." dedi, Bige. "Abim seninle mutsuz olsa bile gözleri parlıyordu ama sen gittiğinden beri gözlerindeki o parıltı yok oldu. O kadar donuk ve ifadesiz bakıyor ki artık.." dediğinde bunun farkındaydım. Eskisi gibi bakmıyordu ve söylediği gibi gözlerindeki parıltı yok olmuştu.

"Ne yani, benim hayatımda hiçbir şeyin değişmediğini mi düşünüyorsun?" dedim, gülerek fakat bu keyifsiz bir gülüştü. "Ailemi kaybettim, Bige." dediğimde yumuşak bakışlarına hüzün oturmuştu. "Tek başıma kaldım ve ayakta durmak zorundayım. Üzerinden neredeyse iki yıl geçmiş olacak ama acım ilk günkü gibi taze. Hiçbir şey göründüğü gibi değil.. Milyon dolarlık kıyafetlerimi giyip çantalarımı taktığım için iyi olduğumu sanmasın kimse."

"Tabii ki öyle söylemek istemedi Bige," diyerek Defne Teyze aramıza girdiğinde kızına da bir bakış atmıştı. Elimi hafifçe salladım önemi yok dercesine.

"Gerçekten problem değil," dedim, dudaklarımdaki gülümsemeyle. "Söylediklerinde kötü niyet sezmedim zaten."

"Maran'cığım," dedi, Defne Teyze. O, koltukta hafifçe öne doğru kayıp elini dizime yasladığında gözleri gözlerimden ayrılmıyordu. "Herkes ikinci bir şansı hak eder ve bence Kenan'a bir şans vermelisin. Seni çok seviyor. Üstelik sana duyduğu bu sevgi bir oyundan ya da yalandan ibaret değil. Ben oğlumun liseli ergenler gibi aşk acısı çektiğine şahit oldum, bana da rol yapacak hâli yok ya?" dediğinde bakışlarımı kucağıma doğru eğmiştim.

Olcay'ın ağlayışı bir anda bu sohbeti böldüğünde oturduğum yerden yavaşça kalkmıştım. Bu aralar dişinden dolayı epey sıkıntı çekiyor, sürekli huysuzlaşıyordu. Bu süreçte de o gülen yüzünü zar zor görüyordum.

Ona doğru ilerlediğimi gördüğü an kollarını ağlayarak bana doğru kaldırdığında onu hızla kollarım arasına aldım. "Ne oldu annem?" derken onun yaşlarla bezenmiş gözlerine bakıyordum. "Niye ağlıyorsun, söyle bana?" dedim, ilgiyle. O, gözlerini ovuşturup ağlamaya devam ettiğinde masanın üzerinde duran oyuncaklardan birini alarak yerime oturdum. "Bak babaanne bize ne almış?" dediğimde ağlaması kısa bir an durdu, elimdeki oyuncağa doğru uzandı. O, tekrar oyununa dönerken başı da göğsüme yaslanmıştı. "Diş çıkarıyor, huysuz bu aralar."

"Kenan söyledi," dedi, Defne Teyze de onu ilgiyle izlerken. "Ateşlenmiş kuzucuğum.."

"Evet," dedim, onaylayarak. "O günden sonra ateşi çıkmadı ama canı acıyor işte." derken Olcay'ın başının üzerine bir öpücük kondurmuştum.

"Kenan'a çok benziyor," Güldüm başımı sallarken.

"Çok." derken Olcay'ı inceledim bir süre. Yeşil gözleri ve pembemsi dudaklarıyla babasının bir kopyasıydı gerçekten de. "Kenan'a da çok çabuk alıştı, görünce tanıyor hemen." dediğimde bu Defne Teyze'nin gülmesine neden oldu. "Olcayto," dedim, bakışlarım onun üzerindeyken. "Babaanneye gidelim mi?" diyerek ona sorduğumda iri yeşil gözleri önce beni ardından da onu sevgiyle izleyen babaannesini bulmuştu. O, sessiz kalsa da bunu şu anki huysuzluğuna yormuş ve onu babaannesinin kucağına göndermiştim. Bir süre onun kucağında hiç sesi çıkmazken sırtını Defne Teyze'nin göğsüne yaslayıp oyuncağıyla oynamaya devam etti.

"Çok tatlı, ısıracağım şimdi.. Dişlerim kamaşıyor resmen." diyen Bige'ye hak verirken ben de Olcay'ı ısırmamak için zor duruyordum.

"Kılıç söyleyince başta bir anlamadım," dedi, Defne Teyze. Onun yüzünü güldüren şey Olcay olurken, "Anladığımda da bir süre kendime gelemedim." dediğinde güldüm. O anı tahmin edebiliyordum. "Tabii bu esnada Kenan neredeyse Kılıç'ı öldürecekti, zor tuttuk." derken artık gülüşüm bir kahkahaya dönüşmüş, onlar da bana eşlik etmişti.

"Sonra annem saatlerce ağladı, abime de bir güzel trip attı söylemediği için." dedi, Bige. O da bu yaşananlara gülerken, "Sonra öpüşüp barıştılar, annem bu sefer sorulara başladı.. Adı ne, kaç aylık, kaç yaşında, kız mı erkek mi?" dediğinde dudaklarımdaki gülümsemeyle beraber elimi çeneme yaslamıştım.

"Keşke yanında olsaydık," dedi, Defne Teyze de. Gerçekten buna üzülmüş gibiydi. Buraya geldiği zaman Olcay'la beni karşısında bulduğunda neredeyse ağlayacak kıvama gelmişti. "Çok üzülüyorum buna.. Ne senin yanında olabildik ne de Olcay'ın."

"Bu sizin suçunuz değil, ben gitmek istedim sadece." Omuz silktim hafifçe. "Babaannemle olmak istedim bir süre."

"Bir daha gitme," diyen Defne Teyze'ye baktım. Oldukça içten gelen bir istekti bu. "Gitmeyin, üzmeyin beni daha fazla."

"Abim bu sefer bırakmaz sizi bir kere." Bige'nin bu sözlerinin gerçeklik payının tabii ki farkındaydım. Kenan sadece bir kez gitmeme izin vermişti ve bunu bir daha yapmayacaktı, biliyordum.

"Sen çalışırken evdeki çalışanlar Olcay'la ilgileniyormuş sanırım." dedi, Defne Teyze. Onu başımı sallayarak onayladığımda ekledi. "Aklın kalıyorsa eğer Olcay'ı bize bırakabilirsin, biz de evde olmuyoruz ama Sevda çok güzel ilgilenir onunla. Eftal'le Alaz'a da o bakıyordu biliyorsun."

"Aslında Kenan Melinda'yla konuşacaktı bunun için.. Ben bir şekilde idare ediyorum ama o kabul etmedi bunu. Pek içine sinmedi sanırım." dediğim esnada telefonumun melodisi tüm salonu doldurmuş, masanın üzerinde duran telefonuma doğru uzanmıştım. Arayan Kenan'dı. Doktorum olan. "Pardon," dediğimde Defne Teyze önemi yok dercesine başını sallamış ve Olcay'la ilgilenmeye devam etmişti. Ben de yerimden kalkıp salonun bahçeye açılan kapısından dışarı çıktığımda aramasını yanıtlamıştım. "Efendim?"

"Nasılsın, ne yapıyorsun?" dedi ve ardından hemen ekledi. "Olcay nasıl oldu?"

"İyiyim, Olcay da biraz huysuz bu aralar.." derken gülmüştüm hafifçe. Ardından omzumu bahçe duvarına yaslayıp gözlerimi havuzun yüzeyine diktiğimde hava felaket sıcaktı. "Sen nasılsın, ne yapıyorsun?"

"Çalışıyorum ama çıkacağım birazdan hastaneden." derken onu can kulağıyla dinliyordum. "Müsait misin, vaktin varsa bir şeyler yapalım akşama.." dediğinde düşündüm birkaç saniye. Bir programım yoktu ancak bugün Kenan döndüğü için akşam gelip Olcay'ı görmek isteyebilirdi. Gerçi onu görmek istediği zaman önce beni arıyor ve öyle geliyordu.

"Müsaitim akşam," dedim, düşünceli bir sesle. "Ama Olcay'ı bırakamam, sahilde yürümeyi kabul ediyorsan akşam görüşebiliriz."

"Uygundur benim için, Olcay'la hasret gideririz biraz." dediğinde güldüm yine. Olcay onunla oyun oynamaya bayılıyordu.

"Tamamdır, akşam görüşürüz o hâlde?"

"Görüşürüz."

Onunla olan telefon konuşmamız saniyeler içerisinde sonlanırken tam arkamı dönmüştüm ki Bige'yle karşılaşmıştım. O, kollarını göğsünde birleştirmiş tıpkı az önce benim yaptığım gibi omzunu duvara yaslamış beni dinliyordu. Onu gördüğüm ilk an biraz bocalasam da daha sonrasında beni dinlediğini fark ederek kaşlarımı hafifçe çattım. "Sevgilinle mi konuşuyordun?" dediğinde onun da geçen gün Kenan'la yayınlanan o fotoğraflarımızı gördüğünü anlamıştım ki görmemesi imkânsızdı. Büyük ihtimalle de tıpkı abisi gibi onun sevgilim olduğunu düşünüyordu. "Abimi neden istemediğin şimdi anlaşıldı."

Bu söylediği gülmeme neden olduğunda içimden bolca sabır diliyordum. "Sevgilim falan yok benim, ne saçmalıyorsunuz siz abi kardeş?" diyerek tepki göstersem de gülüyordum çünkü komikti.

"O adamla mı birliktesin gerçekten?" dediğinde kollarımı göğsümde birleştirip derin bir nefes aldım. "Yani bilemiyorum.. Abimden sonra çıtayı düşürmüşsün gibi geldi bana."

"Ne abiymiş ya?" dedim, abartıyla. "Dümdüz herif işte, özel bir şeyi yok yani abinin. Abim de abim.." derken oflamıştım bıkkınlıkla.

'Dümdüz herif mi? Çarpılacaksın..'

Bence de.

"Neden onu affetmek istemiyorsun bir türlü?" dedi, merakla. Yeşil gözleri kısılırken, "Anlayamıyorum, çok aşıktın ona. Başka birine mi aşık oldun, ne oldu? Onu affetmemenin başka bir açıklaması olamaz gibi geliyor."

"Abinin bana ne yaptığını unuttun herhalde sen? İnanamıyorum sana ya, bir kez bile benim de haklı olduğumu söylemiyorsun. Haklıyım kusura bakma," dedim, kaşlarım çatılırken. "Hayatımın şokunu yaşadım, ihanete uğramış gibi hissettim. Kalbim paramparça oldu benim, nasıl kolayca affedebilirim onu? Benimle sırf hayatınız kurtulsun diye evlendiğini öğrendim, ne tepki vermemi bekliyordunuz anlamıyorum?"

"Yok öyle bir şey, saçmalıyorsun." derken onun da kaşları çatılmıştı. "O videoyu hepimiz izledik senden sonra.. Tabii ki çok şaşırdık, abimle babama tepki gösterdik hepimiz. Hiçbirimizin bundan haberi yoktu ama sen bizi de suçladın. Annemi cenazede bile istemedin, nasıl üzüldü?" dediğinde dilimle dudaklarımı ıslatıp boğazımı hafifçe temizledim. "O dönem hiçbirimiz abimle de babamla da konuşmadık. Abim zaten eve uğramıyordu bile, seninle beraber yaşadığı o evden çıkmadı uzunca bir süre.. Sadece babam vardı ve o da bizimle konuşup gerçekleri anlatmak için çırpınıyordu. Babamın düşündüğü şey tabii ki yanlıştı ve sonradan o da farkına varıp utandı kendinden. Anlattı her şeyi, abim kabul bile etmemiş o teklifini. Videonun devamında bu da var ama ne hikmetse sana gönderilen o videoda bu kısım kesilmiş! Şirketin kamera kayıtlarından kendim gidip araştırdım, o videoyu bulana kadar durmadım çünkü ben, senin düşündüğünün aksine ilk günden beri senin arkanda durdum. Ama o videonun orijinalini bulup izlediğimde abimin sandığın kadar suçlu olmadığını anladım. Gidip abimle konuştum, seninle iletişime geçmek istediğimi söyledim ama kabul etmedi. Kendisinin sana defalarca onu dinlemen için yalvardığını fakat senin onu dinlemek istemediğini söyleyip beni bu fikirden vazgeçirdi. Defalarca seninle iletişime geçmeye çalıştım, bunu fark ettiğinde de bana kızdı çünkü sen gitmiştin! Üstelik ondan bebeğini saklayarak gitmişsin!"

Onun bu sözleriyle beraber bakışlarımı ondan uzaklaştırıp bahçenin diğer köşesine çevirdiğimde söyleyecek pek bir şeyim yoktu. Bu konuyu artık konuşmak istemiyor hatta rafa kaldırmak istiyordum. Ancak bunu bir türlü aşamıyordum, Kenan'ın gelip bana tüm gerçekleri kanıtlarıyla beraber anlatması gerekiyordu. Ona karşı olan duygularımı bastırmak artık zorlaşmışken Bige bana bunları söylememeliydi.

Aramızda bir sessizlik oluşurken salonun bahçeye açılan kapısında kucağındaki Olcay'la beraber Defne Teyze göründü. O, kulağına yaslı olan telefonunu indirip bir bana bir de Bige'ye baktığında Bige de sessizleşmişti.

"Moda evinde sorun varmış gidip bir bakmam gerek," derken elindeki telefonu kumaş pantolonunun cebine sıkıştırıp bana baktı parıldayan gözleriyle. "Bir dahakine sen gel, yemek yiyelim beraber. Uzun zaman oldu, doyamadım da sana.." dediğinde gülümsedim içten bir şekilde. Onun bakışları Olcay'a dönerken güldü. "Bu fıstığa da öyle." dedi, Olcay'ın tombul yanaklarını öperken.

"Ben de sizi bekliyorum her zaman, istediğinizde gelip görebilirsiniz Olcay'ı..." dediğimde Olcay'ı benim kollarıma yavaşça bıraktı.

"Turgay da çok görmek istiyor Olcay'ı," dedi, temkinli bir şekilde.

"Müsait olduğunuz bir zamanda Kenan getirir tabii, vakit geçirirsiniz birlikte." derken onlar önde, ben arkada içeri geçmiştik. Onlar eşyalarını alıp kapıya doğru yöneldiklerinde onları takip ediyordum. Onlarla -en azından Defne Teyze'yle- uzunca vedalaşıp onları yolcu ettikten sonra içeri geçmiş, salona geçerken ayağımdaki topukluları çıkarmakla uğraşıyordum. Tabii kucağımdaki Olcay'la bu zor olsa da başarmış, kendimi kanepeye bırakıp uzanmıştım. Olcay'ı da göğsüme yatırırken elimi kaldırıp bileğimdeki saati kontrol ettim. "Aşkım kızım, acıktık mı?"

"Ma-ma."

"Bildiğin başka bir şey yok zaten," dedim, kendi kendime. "Tek bildiğin kelime bu." dediğimde beni anlamış gibi gülmüş, ellerini kaldırıp dudaklarına örtmüştü. Bu, onu ısırma isteğimi arttırırken çıplak kolunu kaldırıp canını acıtmayacak şekilde onu ısırdım. "Benim doğurduğum o kadar belli oluyor ki.. Nasıl güzelsin sen ya?" derken uzandığım yerden yavaşça doğruldum. O kadar yorgundum ki bu saniyelerimi almıştı.

Onunla beraber salondan çıkıp mutfağa geçtiğimizde Nilgün ablayla Jale de mutfakta bir şeylerle uğraşıyordu. Onlar başta istediğim bir şey olup olmadığını ısrarla sorsa da onları geri çevirip Olcay'ı mama sandalyesine oturtmuştum. Bizim için bir şeyler hazırlarken aklım aslında yatağımdaydı. Bir an önce onun karnını doyurup ona banyo yaptıracak ve beraber uyuyacaktık. Yani planım bu yöndeydi ve Olcay da buna uymak zorundaydı.

Onunla bir güzel yemek yiyip sonrasında da güzel bir uyku çekecektik.

En azından yorgunluğumu atabilmem adına bu şarttı.

🌪️🌪️🌪️

Önümde yavaşça ilerleyen bebek arabasını sürerken içinde uzanıp sessizce etrafı izleyen çocuğumu sık sık kontrol ediyordum. Hava hafifçe eserken onun üzerinden sıyrılan ince örtüyü düzelttim.

Ona iki saat öncesinde banyo yaptırdığım için temkinli davranıyordum çünkü hava esintiliydi. Üstelik hava o kadar değişkendi ki onun tekrar hasta olmasını istemezdim. Bunun için de epey dikkatli davranıyordum.

Saatler önce Olcay'la beraber bir şeyler yiyip ona banyo yaptırdıktan sonra bir süre uyumuş, açıkçası güzel bir uyku da çekmiştik. Bu tatlı uyku bana çok iyi gelirken şu anda da kendimi iyi hissediyordum. Sahilde yürürken hafifçe esen rüzgâr, hâlâ nemli olan saçlarıma vuruyordu. Toplu saçlarımdan yüzüme doğru düşen perçemlerim hafifçe savrulduğunda elimle onları kulağımın arkasına doğru ittim.

"Hava güzel gibi sanki?" diyen Kenan'ı başımı sallayarak onayladığımda o da yanımda yavaş adımlarla yürüyordu. Normalde sohbetimize pek doyum olmazdı ancak şu an hava o kadar güzeldi ki bu anı bozmak istemiyorduk ikimiz de. Sahilde tek tük insan vardı ve oldukça sessizdi. Deniz de dalgalarını usulca kıyıya çarparken gerçekten konuşarak bunu berbat etmek istemiyordum.

"Evet," dedim, onu sesli de onaylayarak. Ardından arabasında uzanan Olcay'a baktım. O da epey memnun görünüyordu. "Şuna bak, sesi çıkmıyor!" dediğimde Kenan da onun hâline bakıp gülmüştü. Adımlarımız yavaşlarken bir bank bulup oturmuş, arabayı da önüme çekmiştim. Onun üzerini düzeltip emziğini ağzına tıkıştırdığımda her an uyuyabilir gibi bir hâli vardı. Özellikle böyle arabalı yolculuklarda uykusu yoksa bile hemen gözleri kapanıyordu. "Baba gelmedi seni görmeye," derken saçlarını okşuyordum.

"Şaşırmadı mı Olcay'ı öğrenince?" diyen Kenan'a doğru bakışlarımı çevirdiğimde o da Olcay'ı seyrediyordu benim gibi.

"Hayatının şokunu yaşadı adam," dedim, gülerek. Onun bakışları bana dönerken, "Ama Olcay garip bir şekilde çabucak alıştı ona.." dediğimde elindeki telefonunu aramızdaki boşluğa bıraktı.

"Çocuk işte, anlamıştır mutlaka.." dediği esnada üzerimdeki kısa taytın cebine koyduğum telefonum titremeye başlamıştı. Sohbetimiz bölünürken telefonumu çıkarıp arayan kişiyi kontrol ettim. Kalp kalbe karşı olmalıydı ki bunu hissetmişti.

Üçüncü çalışta aramasını yanıtlayıp telefonu kulağıma yasladığımda gözlerim de Olcay'a döndü. "Efendim?"

"Nasılsın, ne yapıyorsun?" diyen tok sesi kulaklarıma ulaştığında bebek arabasını bir ileri bir geri hafifçe oynatıyordum. Olcay'ın gözleri neredeyse kapanmak üzereydi.

"Sahildeyim, oturuyorum öyle.. Sen?" dediğimde duraksadığını çok net hissetmiştim.

"Tek başına mı?"

"Hayır," diyerek onu yanıtladığımda telefonun ucundan bir nefes verdiğini işittim. Bu, gözlerimi devirmeme neden olurken Kenan da yanımdan uzaklaşıp kendine bir sigara yakmıştı. Olcay'ı rahatsız etmemek adına bunu hep yapıyordu.

"Kızım nerede?" dedi, ses tonu değişirken. Başta yumuşacık olan sesi şimdi değişmiş, tavırlı bir hâl almıştı.

"Kızın da yanımda," dedim, Olcay'ı izlerken. "Görmeye geleceksen gelme çünkü uyumak üzere. Geç kaldın yani."

"Geleceğim tabii ki," dediğinde bunu sadece Olcay'ı görmek için yaptığını sanmıyordum. Sırf yalnız olmadığımı anladığı için kıskançlıktan gelecekti. "Eve geliyordum ben ama sahildeymişsin madem.. Beş dakikaya oradayım."

"Olcay uyuyacak,"

"Onu rahatsız etmem."

"Adam gibi davranacaksan gel o zaman," dediğimde görmesem de kaşlarını çattığını anlamıştım. "Şu an seni çekemem, yorgunum zaten."

"Yorgunsun ama elin herifiyle sahilde oturuyorsun." diyerek bana laf soktuğunda dudaklarım arasından derin bir soluk bırakıp telefonu suratına kapattım. Ardından telefonu tekrar cebime sıkıştırdığımda sinirlerim yine tepeme çıkmıştı. Bu adama kafa göz dalmak istiyordum. Hem benden boşanmak istediğini söylüyor hem de beni kıskanıyordu.

Biraz ötemde sigarasını içen Kenan'a bir bakış atıp arabanın içerisinde uyuklayan Olcay'a döndüm. Gözleri artık tamamen kapanmış, huzurlu bir uykuya kendini yine teslim etmişti. Dişinden dolayı hâli yoktu ve böyle sürekli uyku hâlindeydi. Canı yandığı için belirli aralıklarla uyanıyordu ve bu yüzden de oturduğu yerde uyuyakalıyordu.

Çok geçmeden tanıdık adım sesleri kulaklarıma ulaştığında arkamda kalan ve her adımında ezdiği çimlerin sesini duyuyordum. Onun geldiğini sadece kokusundan anladığımda dönüp ona bakmadım ve sadece yanıma gelmesini bekledim. Neredeyse bir haftadır onu görmüyor olsam da bir meraklı gibi davranmayacaktım.

Onun adım sesleri yaklaşıp yanıma gelene dek ona bakışlarımı çevirmediğimde en sonunda bunu yapmak zorunda kalmıştım. "Yine bu lavuklasın yani? Hiç şaşırtmıyorsun beni," diyerek de daha ilk saniyeden yine başladığında ona cevap vermedim. O da beni umursamadan bebek arabasına doğru hafifçe eğildiğinde Olcay bıraktığım gibiydi. Mışıl mışıl uyurken evden çıkmadan önce ona sağdığım sütünü içiriyordum.

"Sen önce kendine bak," dedim, gıcık bir tavırla. "Çocuğunu görmeye bu saatte mi geliyorsun?" dediğimde bana bir bakış attı. Yeşil gözleriyle günler sonra buluştuğumda gözlerimi onun gözlerinden ayırmamıştım.

"Şehir dışındaydım ya Maran?" dedi, bana aynı şekilde karşılık vererek. "Anca geldim, eve bile geçmedim." dediğinde çenemi hafifçe dikleştirip bakışlarımı ondan çektim.

"Kenan Bey," diyen başka bir ses aramıza girdiğinde bu Doktor Kenan'dı. Demek sigarasını bitirmişti. O, yanımıza doğru adımlarken Kenan'ın bakışları benden yavaşça ayrıldı ve ona doğru döndü. Yeşil bakışları onunkilerle temas ettiğinde doktorum ona elini bile uzatmıştı tokalaşmak için. "Merhaba, nasılsınız?" dedi, fazlasıyla kibar bir şekilde. Ancak Kenan onun uzattığı elini tutmamış, tokalaşmamıştı. Bununla beraber öteki Kenan da elini usulca indirdiğinde bakışları bana döndü ve ona boşver dercesine başımı sallayarak karşılık verdim.

"Sizi görene kadar iyiydim," diyerek Kenan gayet açık sözlü bir şekilde onu yanıtladığında diğerinin kaşları havalandı şaşkınlıkla. Onun bu kadar açık olmasını beklemiyor olmalıydı.

"Kenan," diyerek gözlerimi usulca doktoruma doğru çevirdiğimde bir çift yeşilin daha bakışlarını üzerimde hissetmiş, aynı anda iki kişi bana yanıt vermişti.

"Efendim?" dedi, ikisi aynı anda. Bu, bir süre duraksamama neden olurken bakışlarımı bu sefer Kenan'a doğru çevirmiştim. Onun gözleri de üzerimde gezinirken ona seslenmediğimi anladığında bir süre gözleri ikimizin arasında gidip geldi ve en sonunda dudaklarını sertçe birbirine bastırdı.

"Kenan işten geldi, gergin biraz. Seninle alakalı değil, onun genel tavrı bu." dedim ve ekledim. "Huysuz yani." dediğimde o artık Kenan'ı az da olsa tanıdığı için tabii ki bu sözlerime inanmamıştı fakat ortamın gerginliğinden dolayı bana ayak uyduracaktı.

"Yoo," dedi, beni bozarak. Yeşil gözleri bana uğradı önce. O, Olcay'ın biberonunu benim yerime tutarken, "Gergin falan değilim iyiyim ben." derken bakışları artık Kenan'ın üzerine sabitlenmişti. "Neden seni sürekli karımın yanında görüyorum?" diyerek direkt konuya girdiğinde kollarımı göğsümde birleştirip ayak ayak üstüne atarak arkama yaslanmıştım.

"Arkadaşız biz, aramızda öyle sandığın gibi bir şey yok." dediğinde bunu aslında çok içten söylemiş hatta gülmüştü ama Kenan'ın ona olan önyargısı büyüktü.

"Biliyoruz o arkadaşlıkları," dedi, huysuzca.

"Kendinden biliyorsun herhalde?" diyerek ona karşılık verdiğimde başını hafifçe oynatıp bakışlarını üzerime dikti. Yeşil gözlerinde alev topları yatarken onun bu kıskançlıklarına bayılıyordum ama bilmese de olurdu.

"Biz de öyle başlamıştık ya?" dediği an bu skoru eşitlediğinde ifademin değişmesini keyifle izledi. "Günün her anı beraberdik ama herkese beni arkadaşın olarak tanıtıyordun." dediğinde bu anı hatırlamıştım. İlk tanıştığımız zamanlar gittiğimiz bir mekânda sohbet ederken Olcay'larla karşılaşmıştık ve orada onunla aramda bir şeyler olmasına rağmen onu arkadaşım olarak tanıtmıştım. "Siz de öyle mi yapıyorsunuz?" derken bakışları benden ayrıldı, karşısında dikilen ve sessiz kalmayı tercih eden Kenan'a döndü. "Yatıyor musunuz?"

Bu sorusuyla beraber elimi utançla alnıma yaslayıp yerin on kat dibine geçmek istediğimde büyük bir sessizlik olmuştu. Ben onun beni rezil edeceğini bildiğim için tüm bunlara şaşırmazken Kenan epey şaşırmış gibiydi. Tabii ki onun yerinde kim olsa aynı tepkiyi verirdi.

"Yok öyle bir şey," dedi, hızlıca. Gözlerinin bana uğradığını hissettiğimde utançtan yüzüne bakamıyordum bile. "Maran'la aramızda hiçbir şey olmadı, olmayacak da."

"Ne işin var karımın yanında?" diye sordu bir kez daha.

"Arkadaşız,"

"Siktirtme lan arkadaşlığını," diyerek adeta kükrediğinde aslında bağırmamıştı ama bağırsa daha az etkili olurdu. Öylece durmasına rağmen ürkütücü durmayı başaran tek kişi olabilirdi. "Hep öyle olur zaten, bütün kadınlarla arkadaşsınız. Hâlbuki koynuna almak için gün sayıyorsun-"

"Yeter!" diyerek onun sözlerini sertçe kestiğimde artık susmak zorunda kalmıştı. Beni yeterince utandırmış, arkadaşımın yüzüne bakamayacak hâle getirmişti zaten. "Keşke senden boşanmaktan vazgeçmeseydim!" dediğim an bakışları hızla bana döndüğünde yerimden hızla kalktım. Onun bakışlarını üzerimde hissederken elinden Olcay'ın biberonunu sertçe çekip almış, bebek arabasını hareketlendirip yanlarından ayrılarak aksi istikamete doğru yürümeye başlamıştım.

Öfkeyle dolan gözlerimden birkaç damla yaş arka arkaya süzüldüğünde onları arkamda bırakmıştım. Yaşadığım şu birkaç dakika o kadar korkunç ve utanç vericiydi ki kendimi bir süre eve kapatmayı düşünüyordum. Kalbim yine kırılmış, bütün kadınlığımı resmen üç kuruşluk etmişti.

Ağlayarak sahil yolunu bitirip ıssız yolda yalıya doğru yürürken bu mesafe çok az olduğundan dolayı evin o büyük kapısını buradan görebiliyordum. Beni fark eden Bora, kapıları benim için açtırdığında karşı yoldan buraya doğru gelen arabayı fark etmiştim. Metalik gri tonlarında olan Range Rover'ı önümde durduğunda bunu umursamadım ve bahçeye girdim. Bu esnada Bora bana yardım etmiş hatta Jale'yi de çağırarak Olcay'ı almasını rica etmişti. Jale Olcay'ı, Bora da bebek arabasını alarak eve doğru ilerlemeye başladıklarında arkamı dönüp kapının ardında beni bekleyen kişiye döndüm. Açık camdan dolayı göz göze geldiğimizde hiç düşünmeden arabadan inmiş, ben de yerimden hareketlenmiştim.

"Maran," dediği an onun suratının tam ortasına kafamı gömmem bir olurken acı dolu iniltisi tüm sokakta yankılanmış, hafifçe sendeleyerek sırtını arkasında kalan arabasına çarpmıştı. O, elini kanayan burnuna götürdüğünde bu sefer ellerim sertçe yakalarına tutundu.

"Seni bir daha burada görmeyeceğim," dedim, tıslarcasına. Gömleğinin yakalarını kavrayan ellerimi sıkılaştırırken benden bunu beklemiyor olacaktı ki şaşkın görünüyordu. "Duydun mu beni? Bir daha seni görmek istemiyorum!"

Yeşil gözleri, öfkeyle yanan gözlerim arasında gezinirken elinin tersiyle kanayan burnunu sildi. "Boşanmaktan vaz mı geçtin? Doğru mu bu?"

"Vazgeçmiştim ama artık bir önemi kalmadı," dedim, hiddetle. Ellerimi ondan yavaşça uzaklaştırırken şu an aslında onu öldürmek istiyordum. "Dava düştü ve ben yeni davanın açılmasını talep edeceğim. Ne kadar büyük bir hata yaptığımı az önce fark etmemi sağladın, teşekkür ederim!"

"Maran-"

"Sesini duymak istemiyorum!" diye bağırdığımda ıssız sokakta seslerimiz adeta yankı yapıyordu. "Senin yüzünü görmek istemiyorum artık. Ben senin yaptıklarını daha ne kadar görmezden gelmeye çalışacağım?" derken yaşlı gözlerimden elimde olmayarak yaşlar süzülüyordu. "Daha ne kadar gururumu kırabilirsin söylesene Kenan?"

Bakışlarına şefkat otururken gözlerini gözlerimden ayırmadı bir süre. Eli yüzüme doğru hareketlendiği an onun elini ittiğimde gerçekten kalbim kırılmıştı. Hem de bir kez daha.

"Özür dilerim, konuşalım bir lütfen." dediğinde sesinde de bakışlarında da mahcubiyet vardı ama olan olmuştu.

"O adam benim arkadaşımdı ya," dedim, ağlamaklı bir sesle. "En zor zamanımda yanımda olan insanlardan biriydi, nasıl bakacağım şimdi ben onun yüzüne? Söyle, nasıl bakacağım?" derken boğazım yırtılırcasına bağırıyor, beni anlamasını umuyordum ama o taş kafalı herifin tekiydi. "Yatmıyoruz merak etme, kimse sikmiyor beni için rahat olsun!" dediğimde gözleri kısa bir an arkamdaki bir noktaya kaymış, ardından da gözlerimle tekrar temasa geçmişti. Konuşmuyor, hiçbir şey söylemiyordu. Sadece beni dinlerken beni anlamasını umuyordum. "Kadınlığımı da gururumu da iki paralık ettin. Senden hiç beklemezdim," dedim, inanamıyormuş gibi. "En büyük hayal kırıklığımsın." dediğimde konuşmaya yeltendi ilk kez fakat onu elimle durdurdum. "Bir daha buraya gelme, şirkete de gelme istemiyorum. Kızını göreceğin zaman da evden birini yollar aldırırsın, sakın gelme buraya! Bu sefer gerçekten bitti, Kenan. Duydun mu? Bitti!"

"Maran," diyen sesini umursamayarak arkamı dönüp hızlı adımlarla bahçeye girdiğimde dönüp ona bakmamıştım. "Özür dilerim, yapma bana bunu!" diyerek arkamdan bağırdığında demir kapının kapanan sesini duydum.

Onu bir kez daha ardımda bırakarak eve girdiğimde ne yazık ki bu sefer üzgün değil, öfkeliydim.

Pişman da değildim.

Sadece ama sadece öfke vardı.

🌪️🌪️🌪️

Çalan kapı zili salonda yankılanırken kucağımda duran bilgisayarı indirip ayağa kalktım. Bu esnada da mutfaktan çıkan Nilgün ablayı elimle durdurmuştum kapıya ilerlerken.

"Sen işine bak ablacığım, ben bakıyorum kapıya." diyerek onu tekrar mutfağa gönderdiğimde çıplak ayaklarımla salona inen iki basamağı hızla çıkıp geniş koridordan geçtim. Bu esnada kapı bir kez daha çaldığında koridoru aşıp kapıyı açtım. Karşımdaki manzaraya birkaç saniye bakakaldığımda gelen Olcay'dı ancak yanında genç bir çocuk vardı. Üzerindeki formaya ve elindekilere baktığımda onun kurye olduğunu anlamıştım.

"Maran Keskin?" dediği an Olcay'la aynı anda göz devirdiğimizde o içeri geçmiş, ben de kuryeyle baş başa kalmıştım.

"Değil," dedim, ters bir tavırla. "Maran Kaya olacak."

Genç çocuk elindeki dosyaya bir bakış atıp kaşlarını hafifçe çattığında elimi salladım ne var dercesine. Elinde bir buket çiçek varken onun kimden geldiğini biliyordum. Neredeyse iki haftadır her gün evime çiçek gönderiyor, ben de onları çöpe atıyordum.

"Ver ver, benim." dediğimde bana garip bir bakış atıp elindeki buketi elime tutuşturdu. Ardından da bir kalem uzatıp dosyayı bana doğru çevirdiğinde gösterdiği yeri imzalayıp ona iyi günler dileklerinde bulunarak içeri geçmiştim. Elimdeki pembe şakayıklara bir bakış attığımda onların arasında bir not vardı. Notu zarfından çıkarıp okuduğumda benim için hiçbir anlam ifade etmemişti.

Özür dilerim, affet beni.

Mutfağa girip elimdeki çiçeği notuyla beraber metal çöp kovasına attığımda Nilgün abla bana deliymişim gibi bakmıştı. Ben aynı hızla mutfaktan çıkıp salona geçtiğimde Olcay da yerde oyun oynayan adaşının yanındaydı.

Onunla o günden sonra sadece bir kez konuşmuş ve benden özür diledikten sonra aramız düzelmişti ancak onun aşk hayatı epey karışık olduğu için fazla görüşemiyorduk. Kılıç'la, çiftlikteki konuşmalarından beridir konuşmuyorlardı ve ben ikisini de konuşmak için istekli görmüyordum. Yani en azından Olcay'ı.

"Naber?" derken az önce kalktığım koltuğa oturup bağdaş kurmuştum. O da tıpkı benim gibi yerde otururken bakışları bana döndü, omuz silkti.

"İyidir," dedi, elindeki oyuncak ayıyla oynarken. "Yeni mi bu?" derken neyden bahsettiğini geç anlamıştım. "Kız yeni oyuncak mı aldın?" diyerek Olcay'a baktığında güldüm.

"Babaannesi almış," dediğimde Olcay onların buraya geldiğini bildiği için şaşırmamıştı. "Anlat bakalım ne var ne yok? Barışmadınız mı Kılıç'la?"

"Küs değiliz ki," derken oturduğu yerde hafifçe kayıp sırtını koltuğa yasladı. "Konuşuyoruz falan ama eskisi gibi değil. Sihirli bir değnek bize dokunmuş gibi.."

"Benim yüzümden aranız bozuldu," dedim, bakışlarımı ellerime indirirken. "İstersen Kılıç'la konuşurum, hâllederim yani."

"Ay saçmalama be," diyerek bana çıkıştığında elini salladı boşver dercesine. "Bizim durumumuz epeydir böyle, sana çaktırmadım sadece." dediğinde kaşlarım hafifçe çatılmıştı. "Senin de derdin başından aşkındı, anlatmadım bir şey."

"İnanamıyorum sana Olcay," dedim, hayretle. "Benden gizledin mi yani? Ne zamandır kötü aranız?"

"İşte Amerika'dan beri.." dediğinde gözlerimi kocaman açarak ona baktım. O, bu bakışlarımı umursamayarak omzunu silktiğinde onu üzgün değil de yorgun görmüştüm bu sefer. "Sürekli kavga ediyorduk ama artık etmiyoruz bile çünkü yorulduk. Bence o da sıkıldı bu durumdan ama söylemiyor. Yapamıyoruz yani."

"Saçmalama, Kılıç aşık sana."

"Aşık falan değil bana," dedi, kaşlarını çatarak. "Korhan gibi bakmıyor bana, hissedemiyorum bunu. Onunkisi basit bir sevgi sadece." dediğinde kaşlarım havalandı, bir süre onu izledim sessizce.

"Korhan ne alaka?" dedim, ona kirpiklerimin altından bir bakış gönderirken. "Nereden esti?"

"Örnekti sadece."

"Tabii canım," dediğimde elindeki oyuncak ayıyı bana fırlatmış, ben de gülerek yakalamıştım. "Bence senin aklında kaldı, o aşk itirafından sonra normal tabii.."

Bu sözlerim, onun bir süre sessiz kalmasına neden olurken Karlos da ayaklarımın dibinde durmayı bırakıp yanıma tırmandı ve başını dizlerime yasladı. Elimi kaldırıp onun tüylerini okşarken Olcay anca konuşabilmişti.

"Bilmiyorum," dedi, düşünceli bir sesle. "Yani Korhan kalbimi çok kırmıştı evet ama.." dediğinde onu dinliyordum.

"Ama?" Ofladı.

"Bilmiyorum." Güldüm.

"Onu az önce söylemiştin,"

"Kılıç'la ot gibiyiz zaten aylardır.. Buraya döndüğümüzde bir süre gidip onda kaldım, belki birbirimizi özlemişizdir eskisi gibi oluruz diye. Başta iyiydi yalan yok. İlk günler her şey güzeldi ama sonra tekrar başa döndük. Sebepsizce kavga ediyoruz, ortada hiçbir şey yok. Sürekli benimle olan adam şimdi tek başına gece dışarı çıkıyor, arayıp haber bile vermiyor. Söylesen kalkıp kendine bir bardak su almaya üşenir ama kalktı Alaçatı'ya gitti adam ya!"

"Oturup bir konuşun, uzak kalmak iyi gelmiştir belki." dediğimde düşünür gibi oldu.

"Bilmiyorum Maran," dedi, elindeki ayıcığı Olcay'a verirken. "Ben sıkıldım sanırım, yoruldum yani.. Tüketti beni bu ilişki."

"Gerçekten bunları mı düşünüyorsun yoksa.."

"Gerçekten bunları düşünüyorum." dediğinde ona baktım birkaç saniye.

"Ne yapalım biliyor musun?" dedim, yerimde hafifçe doğrulurken. Onun bakışları bana dönerken Karlos'un başının üzerine tatlı bir öpücük bırakmıştım. "Olcayto'yu babaannesine gönderiyorum, yarın gidip onu alacağım. Bir saate kadar evdeki çalışanlardan biri gelip onu alacak.. Yanisi baş başa kalacağız. Bu akşam kız kıza takılıyoruz, itiraz istemiyorum." derken Karlos'u kucağımdan kaldırmış, ardından da ben kalkarak Olcay'a yönelmiştim. "Çiçeğim gel seninle bıcı bıcı yapacağız.. Teyzesi sen de gel bize yardım et hadi."

Olcay'ı kucağıma alıp teyzesiyle beraber üst kata çıktığımızda onu direkt banyoya sokmuş, suyu ayarlayarak onu küvete bırakmıştım. Suyu da onun belini geçmeyecek şekilde ayarladığımda Olcay'ın da yardımlarıyla onu bir güzel yıkamış, misler gibi olmasını sağlamıştım. Ardından beraber banyodan çıkıp onun odasına geçtiğimizde onun için güzel ciciler çıkarıp üzerini giydirdim. Ardından bilekleri dantelli olan o sevimli çoraplarıyla birlikte babetlerini de giydirdiğimde saçlarını iyice kurutup çeşit çeşit tokalarından birini seçerek toplamıştım.

"Tipe bak," dedi, Olcay. "Nasıl güzel bu kız ya?" derken ona doğru uzanıp yanağına koca bir öpücük bırakmıştı. Gülerek onları izlerken Olcay'a da bir çanta hazırlıyordum. İçerisine pijama ve yedek bir iki kıyafet koyup birkaç tane de bez koyduğumda sevdiği oyuncaklarını da yerleştirmiş, emziğiyle su dolu biberonunu da çantaya atmıştım. Defne Teyze bu sabah aradığında sağdığım sütü de mutfağa bırakmıştım ve onu aşağı indiğimde çantaya koyacağıma dair aklımın köşesine not ettim.

Son olarak çantasına eksik olan şeyleri koyup tekrar aşağı indiğimizde Olcay bu sefer teyzesinin kucağındaydı. Ben mutfağa geçerken şortumun cebindeki telefonum titremiş ve hızla çıkarıp kontrol etmiştim.

Kenan KESKİN: Kapıdayım.

Kaşlarım çatılırken dudaklarım arasından bir nefes vermiş, telefonumu kapatıp tekrar cebime atarken Olcay'ın sütünü alarak mutfaktan çıkmıştım. Tamı tamına iki hafta önce ona, onu görmek istemediğimi ve buraya gelmesini istemediğimi söylemiştim fakat o, tüm bunlara rağmen buraya mı gelmişti?

Kapının önünde beni bekleyen Olcay'a yöneldiğimde suratımın hâlini fark etti. "Ne oldu?" dedi, merakla. Elimdeki çantayı omzuma asıp Olcay'ı kucağından yavaşça aldığımda ona olup biteni telefonda anlattığım için her şeye hâkimdi.

"Kenan gelmiş," dediğimde gözlerini devirdi. "Aynen öyle." dedim, hoşnutsuzca. Ardından bakışları Olcay'a döndüğünde uzanıp onun yanaklarına birer öpücük bırakıp onunla vedalaştı. Bu esnada ben de yeşil terliklerimi ayağıma geçirip kapıyı açarak evden çıktığımda hava güneşliydi. Hatta haddinden fazla sıcak olduğu için Olcay bile bunalıyordu.

Büyük adımlarla patika yolu bitirip yalının büyük kapısına ulaştığımda açıkçası onu görmeye hazır değildim. Hatta onu gerçekten görmek istemiyordum.

Dudaklarım arasından sıkıntılı bir nefes verirken demir kapı da yavaşça açılmış, onun arabası görüş açıma girmişti. Birkaç derin nefes alıp kapıya çıktığımda o da arabadan indi. Bakışlarımı ona hiç değdirmeden yanıma gelmesini beklediğimde Olcay da onu görür görmez kollarımda çırpınmaya başlamıştı bile.

'Nankör bu kız ya..'

Dost mu düşman mı belli değil.

Çatık kaşlarım altından Olcay'ı süzerken bir çift bakışı üzerimde hissediyor ama karşılık vermiyordum. Onun kokusu ciğerlerime dolduğu an bana yaklaştığını anlamış, sırf kokusunu daha fazla solumamak için nefesimi bile tutmuştum.

"Aşkım kızım," diyen sesini duyarken bakışlarım şaşkınlıkla ona döndü. Onun bakışları Olcay'ın üzerindeyken aramızda kalan üç adımlık mesafeyi kapatıp onu hızla kucağına almıştı. Bunu Olcay'a ben söylüyordum ve onun yanında hiç söylememiştim. "Naber?" derken küçük elini avucuna hapsedip onun tombul elini öptü. Dudaklarında onun yarattığı bir gülümseme varken gözlerinin ondan ayrılıp bana dönmesi çok uzun sürmemişti. Yeşil gözleriyle doğrudan girdiğim bu temas çok ani olduğunda omzumda asılı olan çantayı indirip ona uzattım. İki hafta içerisinde her gün ama her gün Olcay'ı görmüş, saatlerce onunla ilgilenmişti. Tabii bunların hepsi ben işteyken olduğu için ben evde yokken gelip gitmesi sıkıntı olmuyordu ama ben evdeyken buraya gelmemesi gerektiğini ona daha önce söylemiştim.

"Bir eksik yok ama eğer olursa ara beni, gönderirim Bora'yla." derken onun gözlerine bakmıyordum. Onun bakışları da benden bir saniye bile ayrılmıyordu. "Ha bir de sütünü sadece uyurken içiyor, emziğini de koydum.."

"Maran," derken çantayı elimden usulca almış, ben de Olcay'a yanaşıp kokusunu içime çekerek bir öpücük bırakmıştım yanağına. Bu gece ilk kez onsuz uyuyacaktım ve bu benim için şu an bile zorken bu geceyi nasıl bitireceğimi bilmiyordum.

"Özle anneyi tamam mı?" dedim, onun üzerini düzeltirken. Kısacası Kenan yokmuş gibi davranıyordum çünkü tam aksini yaparsam kavga edeceğimiz kesindi.

"Maran," dedi, bir kez daha. Bu, derin bir nefes almama neden olduğunda ona bakmamakta ısrarcıydım.

"Konuşmak istemiyorum, git hadi." dedim, buz gibi bir tavırla. Yeşil gözleri gözlerime değdiğinde bakışları kısaca saçlarıma uğradı. Daha dün kuaföre gidip uzayan saçlarımı kestirmiş ve de boyatmıştım. Açık kahve tonlarında olan saçlarıma şaşırtıcı bir şekilde alışmıştım.

"Ama ben konuşmak istiyorum," dedi, mahcubiyetin kokusunu aldığım sesiyle. "Lütfen konuşalım, oturalım bir yerde.. Yemek yiyelim akşam, olmaz mı?" dediğinde ona öyle bir bakış atmıştım ki onu reddedeceğim gayet açıktı.

"Sen benimle dalga geçiyorsun herhalde?" derken kollarımı göğsümde birleştirdim. "Senin yüzünü bile görmek istemiyorum diyorum, oturup seninle yemek mi yiyeceğim bir de?"

"Aptallık ettim biliyorum," derken söylediklerini vurguluyordu. "Seni kıskanıyorum ve sonuç olarak saçma sapan şeyler yapıyorum. Bana ne oluyor bilmiyorum Maran," dedi, açık bir şekilde. "Sadece seni istiyorum, hepsi bu."

"Maalesef canım elimizde kalmadı," dediğimde bu, onun ifadesinin değişmesine neden oldu. Dudakları hareketlenirken bakışlarını benden çekmişti kısa bir an. "Seni affetmeyeceğim, boşuna yorma kendini."

"Hayır, kendimi sana affettireceğim." dediğinde burnumu kırıştırdım. Onu affetmeyecektim. "O geceyi telafi edeceğim, göreceksin."

"Benden uzak dur yeter, başka bir şey istemiyorum." dedim, gıcık bir tavırla. "Hadi git, çocuk yandı güneşten." derken bakışları Olcay'a döndü. Olcay, güneşten gözlerini kısmış, yüzünü de buruşturmuş etrafa bakarken yanakları çoktan al al olmuştu. Bu, Kenan'ı güldürürken kızaran yanağını öptü.

"El salla bakalım anneye," dediğinde Olcay'ın kıstığı gözleri bana dönmüş, elini kaldırarak hafifçe sallamıştı. Bu tatlığı karşısında alt dudağımı hafifçe dişlediğimde kendime engel olamayarak güldüm.

"Görüşürüz annem," derken elimi uzatıp yanağını sıkmıştım. "Bir şey olursa ara beni, yeri değişince huysuzlanıyor çünkü."

"Ararım," dedi, bakışları bana dönerken. "Görüşürüz." dediğinde onu sadece başımla onaylamıştım. O, yanımdan uzaklaşıp Olcay'ı arabaya bindirdikten sonra kendisi de binmiş, ben de bu esnada içeri geçmiştim. Kapı arkamdan kapanırken eş zamanlı olarak güçlü motor sesi kulaklarıma ulaştı.

Patika yolda ilerlerken bu gecenin benim için zor geçeceği şimdiden belliydi.

Yalnız ve zor bir gece geçirecektim.

🌪️🌪️🌪️

Elimdeki telefonumun ekranını dolduran fotoğrafa bakarken dudaklarımda da engellemeye çalıştığım bir gülümseme vardı. Dün geceden beri sürekli olarak bu fotoğrafı ağzım kulaklarımda bir şekilde inceleyip duruyordum.

Ekrandaki görüntüde bana bakmakta olan yeşil gözleri incelerken derin bir iç geçirmiştim. O, yatakta uzanırken göğsünde yatan kızım da tatlı bir uykudaydı. Odadaki loş ışık onun yeşil gözlerine vururken alt dudağımı hafifçe dişlemiştim. "Allah'ın cezası," diye mırıldandım kendi kendime. "Çirkin herif." diyerek telefonu hızla kapatıp masaya ters şekilde koyduğumda derin bir nefesi ciğerlerime doldurdum.

Bu adamı hem öldürmek hem de delicesine sevmek istiyordum.

İkisi de korkutucu isteklerdi.

Dün gece bana gönderdiği bu fotoğraf tüm sistemimi alt üst etmişken dün geceden beri kendimi bu fotoğrafı incelerken buluyordum. Hatta ileri gidip orada ben de olabilirdim diye düşünüyor, saçma bir şekilde bunun hayalini de kuruyordum.

Aynanın karşısında üzerimi düzeltip az önce düzleştirdiğim saçlarıma bir bakış attığımda masada duran iki küçük tokayı alarak saçlarımı iki yandan tutturmuştum. Makyajımı yapıp evden çıkmam ve benim için önemli olan bir iş yemeğine yetişmem gerekiyordu. Çünkü biraz daha oyalanırsam geç kalacaktım.

Dakikalarca makyajımla uğraşıp kendime hafif bir makyaj yaptıktan sonra saçlarımdaki tokaları da çıkarmış, takılarımı takarak son kez aynada kendimi kontrol etmiştim. Gayet iyi göründüğüme kanaat getirdikten sonra üzerimi giyinirken hazırladığım çantamı elime almış, telefonumu da alarak odadan çıkmıştım. Televizyondan yankılanan ses merdivenlerin başından duyulurken bu Olcay'dı. Sabahtan beri televizyonun karşısındaki koltukta pinekliyor, oradan kalkmıyordu.

Merdivenleri bitirip aşağı indiğimde benim için şaşırtıcı olmayan bir görüntüyle karşılaşmıştım. O ve Olcay, koltukta uzanırken ikisi de televizyona odaklanmış görünüyordu. Bu, gülümsememe neden olurken topuklu ayakkabılarımın zeminde bıraktığı tok sesle beraber onlara doğru ilerlemiştim. Beni ilk fark eden Olcay olduğunda beni alıcı gözle inceledi.

"Fıstık olmuşsun," dediğinde elimle saçlarımı savurdum hafifçe. Bu, onu güldürürken koynunda uzanan kızıma doğru eğilip başının üzerine tatlı bir öpücük bıraktım.

"Bu uyur şimdi zaten baksana," dedim, saçlarını okşarken. "Geç olmadan gelirim, bir şey istersen ara beni." derken onun da yanağını öpmüştüm.

"Keyfine bak aşkım, aklın kalmasın burada."

Onunla vedalaşıp evden çıktığımda telefonuma adeta bildirim yağıyordu. Bununla beraber arabamın kapısını açarken telefonumun ekranını aydınlatıp bildirimleri göz ucuyla kontrol etmiştim. Ben arabaya binip çantamı yan koltuğa bıraktığımda gözlerim ekranda geziniyordu. Okuduğum şeyleri başta pek anlamasam da internette yine benimle ilgili bir şeylerin döndüğünü düşünerek merakla X'e girdim. Gündemi buradan takip ettiğim için çok sık kullanıyordum.

Uygulama açıldığı an direkt gündemi kontrol ettiğimde bu sefer orada ben yoktum ancak çok yakından tanıdığım başka biri vardı.

Kaşlarım çatılırken işaret parmağımı ekranda hafifçe kaydırıp önüme serilen fotoğraflara bakmıştım.

Kenan'dı bu. Üstelik yanında tanımadığım bir kadın vardı.

Uzaktan çekilmiş olan fotoğrafta ikisi bir mekânda yemek yiyordu ve yan yana oturuyorlardı. Karşılarında oturan iki kişi daha varken onları da tanımıyordum ama gözlerim sadece yanındaki genç kadında takılı kalmıştı. İkisi kahkahalarla gülerken kadraja yakalanmışlardı ve neyin bu kadar komik olduğunu bilmiyordum.

Dudaklarım arasından derin bir nefes verip ekranı kaydırmaya devam ettiğimde aynı fotoğraftan yüzlercesi paylaşılmış, üstüne saçma sapan şeyler yazılmıştı. Fakat benim dikkatimi çeken tek şey bu kadındı. Daha önce Kenan'ın yanında da görmemiş, ismini dahi duymamıştım ancak bir haber sitesinde aynı fotoğrafın üzerinde ismini gördüğüm an zihnim geçmişe gitti.

Olcay'ı hastaneye götürdüğümüzde onu arayan kadındı.

Gözde'ydi.

Sayfayı kapatıp bu sefer de Instagram'a girdiğimde aynı haber yine önüme düşmüş fakat bu sefer bununla oyalanmayıp arama kısmına girerek onun ismini aratmıştım. Hemen ilk başta hesabı çıkarken Bige'nin de ortak arkadaşımız olduğunu gördüm. Bu, beni şaşırtmazken bir an duraksamama engel olamamıştım.

Onun hesabını hızla tararken fotoğraflarına uzun uzun bakıyordum. Beline kadar uzanan sapsarı saçlara ve mavi gözlere sahipti. Açıkçası güzel bir kadındı.

Maalesef güzeldi.

Onun hesabından hızla çıkıp telefonumu kapatarak ara bölmeye bıraktığımda içimde kendini gösteren bir duygu vardı. Bu duyguyu uzun zamandır tatmamıştım ama adını da unutmamıştım.

Kıskançlık, hiç de iyi bir duygu değildi. Hem öfkeyi hem de sevgiyi içinde barındırırken şu an en ağır basan öfkeydi.

Bu da en tehlikelisiydi.

🌪️🌪️🌪️

Bölüm : 29.07.2025 11:07 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...