52. Bölüm

•XXXXXII•

melek şendur
meelcnmel

Deniz dalgalarının sesi kulaklarıma ulaşırken uykudan bir türlü arınamayan bedenim de tam anlamıyla yatağa gömülmüştü. Açık camdan içeri doğru esen rüzgâr çıplak bacaklarıma vurduğunda üşüdüğümü iliklerşme kadar hissetmiş ancak kıpırdama zahmetinde bulunup üzerimden kayan beyaz yorganı düzeltmemiştim.

Dakikalar önce uyanan zihnim bütün bu olan biteni algılarken gözlerimi açmakta epey zorlanıyordum. O kadar huzurlu ve sessiz bir anın içerisindeydim ki bunun tadını sonuna kadar çıkarmalıydım.

Bir dakika.

Sessiz mi demiştim?

Fark ettiğim bu şeyle beraber gözlerimi hızla açtığımda yanı başımdaki boş beşikle karşılaştım. Bu sessizlikten olan bitenin zaten farkında olmam gerekiyordu ama hayır, Olcay'ın yokluğunu ilk kez fark etmemiştim.

Hızla yerimden doğrulup odanın içerisini gözlerimle taradığımda ne ona ne de Kenan'a dair en ufak bir şeye bile rastlamamıştım. Kapısı kapalı olan koskoca odada tek başımayken dışarıdan gelen dalga sesleri dışında evin içerisinde çıt bile çıkmıyordu. Bu yüzden kaşlarım hafifçe çatılırken yavaşça ayağa kalkıp dağılan saçlarımı karıştırdım ve işte tam o an yatağın boş olan tarafındaki büyükçe beyaz kutuyla karşılaştım. Yatağın yarısı kadarını kapsayan kutuyu daha yeni fark ettiğimde ellerimle gözlerimi ovalamıştım. Bu kutu, henüz yeni uyanan bedenimde bir merak oluştururken önce komodinde duran telefonumdan saati kontrol ettim. Bu esnada da bana gelen bir bildirimin olup olmadığına bakmıştım fakat hayır, hiçbir bildirimim yoktu ve öğlen olmak üzereydi.

Uzun zaman sonra deliksiz ilk kez bu kadar iyi bir uyku çekmiştim.

Bakışlarım yatağın diğer tarafındaki kutuya döndüğünde üzerindeki beyaz zarfı buradan seçebiliyordum ve bunun yine Kenan'ın o tatlı oyunlarından biri olduğuna adım kadar emindim.

Dudaklarımda oluşan gülümsemeyle beraber yatağa çıkıp dizlerim üzerinde kutuya doğru ilerledim ve siyah kurdelenin arasına sıkışmış olan beyaz zarfı elime aldım. Beyaz zarf, birkaç dal küçük beyaz çiçeklerle mühürlenmişken köşelerinde de küçük inciler vardı. Bu epey özenilmiş jest, kaşlarımın havalanmasına neden olurken büyük bir dikkatle zarfı açtım. Zarfı açıp içerisinden yine beyaz olan kartı çıkardığımda bunun bir düğün davetiyesi olduğunu tam o anda idrak edebilmiştim. Tam ortada yer alan isimlerimize baktığımda hemen altında da bugünün tarihi yazılıydı.

Kalbim hızla çarpmaya başladığında dudaklarımdaki gülümseme de genişlemişti. Heyecanla elimdekileri kenara bırakıp kutunun üzerindeki kurdeleyi çözerek kutunun kapağını kaldırdığımda bir çocuktan farkım yoktu. İstediği bir oyuncağın alınmasının verdiği o heyecan içimdeydi ve her hareketime bu yansıyordu.

Kutunun içerisinde yer alan beyaz elbiseyi çıkarıp incelemeye koyulduğum an kutunun içerisinde olan bir çift ayakkabıyla beyaz şakayıkların olduğu o gelin çiçeğini de yine o an fark ettim. Gözlerim kutudan ayrılıp elimde tuttuğum elbiseye döndüğünde bu ince askılara ve göğüs dekoltesine sahip olan uzun bir elbiseydi. Göğüs ve etek kısmında güpür detayları mevcuttu.

Gerçekten hoş ve tam olarak benim tarzımı yansıtan bir elbiseydi.

Ben kutunun içerisindekileri incelerken odanın kapısı önce tıklatılmış, ardından da biri tarafından açılmıştı. Bakışlarım heyecanla kapıya döndüğünde görmeyi pek beklemediğim biriyle karşılaştım.

Kızıl, dalgalı saçları at kuyruğu şeklinde toplanmışken yüzünde o eksik olmayan sıcak gülümsemesi vardı. "Uyanmışsınız, gelin hanım?" dedi, sorarcasına.

Bu, dudaklarımdan bir kıkırtının dökülmesini sağladığında elimdeki elbiseyi kutunun içerisine bırakıp ayaklandım. O da içeri doğru bir adım atıp kapıyı arkasından kapattığında onun da üzerinde ince askılı renkli bir elbise vardı. Bedenini saran uzun elbisenin yaka kısmında bolca çiçek detayı varken elbisenin etek ve bel kısmında da bu yoğundu. Açıkçası hoş bir elbiseydi. Ona da oldukça yakışmış, beyaz tenine hoş bir uyum sağlamıştı.

"Günaydın," dedim, gülümseyerek. O, bana doğru yanaşıp önce yatağın üzerindeki kutuya, ardından da bana bir bakış attı.

"Günaydın," dedi ve hemen ekledi. "Çok vaktimiz yok, seni hızlıca bir hazırlamamız gerekiyor." dediğinde bakışları arkamda kalan banyoya dönmüştü. "Ama önce senin kendine bir çeki düzen vermen gerekiyor tabii.." derken hızla ellerimle saçlarımı düzelttim. O beni incelerken bu yaptığıma gülmüştü.

"Ben bir banyoya gireyim, beş dakikaya çıkarım." diyerek hızla banyoya girip kapıyı arkamdan kapattığımda banyo tezgâhına doğru yönelip yüzümü yıkamış ve dişlerimi fırçalamıştım. Ardından da yüzüme bir maske uygulamış, bu esnada da saçlarımı bir fırça yardımıyla taramıştım. Aradan geçen dakikaların ardından yüzümü yıkayıp göz altı bantlarımdan birini kullandığımda saçlarımı da mandal bir tokayla topladım. Banyodaki işlerimi bitirip oradan çıktığımda Bige de hangi ara odaya getirdiğini bilmediğim eşyaları çıkarıyordu. Büyük makyaj çantasındakileri odanın terasında bulunan küçük yuvarlak masanın üzerine yerleştirirken bakışlarıyla beni kontrol etmişti. "Geldim," dedim, ona doğru ilerlerken. Tabii onun yanına gitmeden önce odaya hızlıca bir çeki düzen vermiş, bu esnada o da hazırlıklarını bitirmişti.

"Saçlarınla başlarız önce," dedi, beni sandalyeye oturturken. Tabii masayla sandalyeyi odanın bir köşesine yerleştirmiş hatta masanın üzerine de büyükçe bir ayna koymuştu. Gerçekten epey hazırlıklı gelmişti. Masanın üzerinde envai çeşit makyaj malzemesi varken saçlarım için de birkaç bigudi çıkarmıştı. "Bana güvenebilirsin, iyi bir kuaförümdür.." dediğinde güldüm.

"Abin mi çağırdı seni?" diye sordum merakla. Başını salladı, çantanın içerisinden bir şeyler çıkarırken.

"Evet," diye yanıtladı beni. "Aslında dün akşam üzeri Yiğit'le beraber geldik." dediğinde tüm bu olanlardan habersiz olduğum için şaşırmıştım.

"Abin ne işler çeviriyor?" diyerek onun ağzından laf almaya çalıştığımda bana pek bir şey söylememiş, sadece gülerek geçiştirmişti. Tabii ben içten içe meraktan kudursam da bana hiçbir şey söylemeyeceğini bildiğim için daha fazla soru sormamıştım. "Olcay nerede, aşağıda mı?"

"Olcay abimleydi," Gözlerim kısıldı.

"Abin nerede?"

"Aşağıdalar," dedi, gülerek. Bakışlarım değişirken o da saçlarıma güzel bir fön çekmeye başlamıştı bile. Dakikalarca saçlarımla ilgilenirken ara ara sohbet etmiş, son konuşmamız hiç yaşanmamış gibi o eski sıcaklıkla kaldığımız yerden devam etmiştik. Açıkçası ne o ne de ben bu konuyu açmadığımız için bunu konuşmaya gerek duymamıştım.

O, fön çektiği saçlarımı tek tek kalın bigudilere sardıktan sonra onu beklemeden yüzüme iyi bir güneş kremi sürmüştüm. Yüzümü iyice nemlendirip onun yapacağı makyaj için hazırladığımda aradan ne kadar zaman geçmişti bilmiyordum ancak saçlarım epey uzun sürmüştü. Makyajımın o kadar uzun sürmeyeceğine emindim çünkü benim çok ağır makyajlar yapmadığımı biliyordu. Bu yüzden de yüzüme önce ince yapılı bir fondöten, ardından da göz altlarıma kapatıcı geçmişti. O, tüm bunları yaparken yine de ona uyarılarda bulunuyordum. Aşırı fazla hissettiğim noktalarda onun işine karışsam da bu söylediklerime uyuyordu.

En sonunda göz makyajıma başladığında göz kapaklarıma şeftali tonlarında bir far sürmüştü. Ardından da jilet gibi bir eyeliner çekip gözlerimi daha çekik gösterirken geri kalanını ben hâlletmiştim. Kirpiklerimi kıvırıp rimelle onları renklendirdiğimde son olarak o da ten rengime uyum sağlayan bir allık geçmişti. Masada duran çeşit çeşit highlighter'lardan seçtiğim birini de göz pınarlarıma, burnumun ucuna ve elmacık kemiklerime çok hafif olacak şekilde geçtiğinde ben de kahve tonlarındaki bir dudak kalemiyle dudaklarımı çerçeveledim. Ardından da yine aynı tonlarda olan bir ruju da dudaklarıma yedirdiğimde makyajım bitmiş sayılırdı.

"Çok güzel oldun," diyen Bige'yi, aynadaki yansımasından takip ettiğimde bakışlarımız kesişti, hayran dolu bakışlarıyla karşılaştım. Haberi yoktu ama benden kat kat daha güzeldi.

"Sen benden daha güzelsin," dediğimde gülmüştü. Bu esnada makyajımı sabitlemesi için bir spreyi yüzüme biraz uzaktan olacak şekilde sıktım.

"Tamam şimdi sen üzerini değiştir, sonra da saçlarını açarız.." derken aynadan beni son kez kontrol etmişti. "Ama önce bir şeyler atıştır, abim sonra bana kızmasın karısını aç bıraktım diye." dediğinde bu sefer gülen ben olmuştum. Eş zamanlı olarak da kapı biri tarafından tıklatıldığında ikimizin de bakışları o tarafa döndü. Bige'nin onayıyla kapı biri tarafından açıldığında gelen kişi genç bir kadındı. Üzerinde beyaz bir gömlekle siyah kumaş bir pantolon varken yemeğimin geldiğini anlamıştım. O, bir oda servisini andırmayacak şekilde bana servis açarken kendimi bir prenses gibi hissediyordum.

"Teşekkürler," diyen Bige, benden önce davranarak genç kadına teşekkür ettiğinde düşüncelerimden anca sıyrılabilmiş ve o sırada da genç çalışan da odadan çıkmıştı. "Ay sen yemeğini ye, ben de şu makyajımı tazeleyeyim. Fotoğraf çekeceğiz o kadar, gelinin yanında çok sönük kalmayalım.." dediğinde dudaklarımda bir sırıtış oluştu. O, bir diğer sandalyeyi çekip aynayı hafifçe kendine doğru çevirdiğinde ben de çatal bıçağımı elime aldım.

"Sen de yesene bir şeyler?"

"Sen uyanmadan önce sağlam bir kahvaltı yaptık, o yüzden tıka basa doluyum şu anda.. Seni uyandıracaktım ama abim kıyamadı sana." dediğinde sevimlice gülümsedim.

O, makyajını yaparken ben de bir şeyler atıştırmış ve bu esnada da sohbetimize kaldığımız yerden devam etmiştik. Ona düğünle alâkalı telaşlarını sormuş, bu konuda bolca konuşmuştuk. Gelinliğine geçtiğimiz haftalarda karar verdiğini ve provalara gittiğini söylemişti. Hatta bir sonraki provasına beni de davet etmiş, gelinliğini sırf bu yüzden bana göstermemişti. O da bizim yaptığımız gibi düğün sonrasında minik bir eğlence düzenleyecekti. Bunu da nerede yapacaklarını henüz kesinleştirmemişti ancak düşünme aşamasındaydı.

Bir şeyler atıştırıp açlığımı bastırdığımda önce banyoya, ardından da elbisemi alarak giyinme odasına geçmiştim. O hâlâ makyajıyla uğraşırken ben de giyinmiştim. Elbisenin bedeni bana tam olmuş, üst kısmı bedenimi tamamen sarmıştı. Boy aynasındaki görüntümü incelediğimde açıkçası hâlimden memnundum ama öncesinde şu saçlarımı açmam ve rujumu tazelemem gerekiyordu.

Elbisenin eteklerini tutarak odaya geçtiğimde Bige'nin gözleri bana dönmüş ve alıcı gözle beni incelemişti. "Kuğu gibi oldun," derken gülen gözleriyle beni süzüyordu. "Abim bayılacak."

"Güzel oldu mu?" diye sorduğumda bana deliymişim gibi baktı. Bu esnada da az önce kalktığım yere oturmuş ve o da aynayı bana doğru çevirmişti.

"Ay saçmalama," diye bir tepki verdi bana. O ayaklanıp yanıma gelirken ben çoktan kafamdaki bigudileri çıkarmaya başlamıştım. O da bana yardım ederken bu dakikalarımızı almış, en sonunda onlardan kurtulmuştum. Bir volüm kazanan saçlarım harika görünürken onun planı saçlarımı toplamaktı ama öncesinde benim fikrimi de almıştı. Ona katıldığımı belirttiğimde ince bir taraf yardımıyla saçlarımı geriye doğru alıp ensemde özenli fakat bir o kadar da salaş bir at kuyruğu şeklinde topladı. Bu esnada ben de perçemlerimi hafifçe yana doğru ittirip onlara bir çeki düzen vermiştim.

En son saçlarıma sabitleyici sprey sıkıp saçlarımı bitirdiğinde ben de rujumu tazelemiştim bile. Ardından saati kontrol ettiğimde ben fark etmeden aradan epey vakit geçmişti. Hatta öyle ki zamanın nasıl aktığını anlamamıştım.

Bige, kutunun içerisinde olan ama benim fark etmediğim birkaç takı kutusunu bana getirip masaya bıraktığında onu izliyordum. "Beğendiklerini takalım, boynun çok boş kaldı." derken bir yandan beni inceliyor, bir yandan da takılara göz atıyordu. Ben de onunla beraber takıları kontrol ettiğimde boynum için ince bir kolye seçmiştim. O kolye boynumdaki boşluğu da göğüs dekoltesini de dolduracaktı. Yine sade ama şık olan bir çift küpede karar kılıp onları da taktığımda hazır sayılırdım. "Çok güzel oldun," dedi, yeşil gözlerindeki ışıltılarla beni izlerken.

Dudaklarımda geniş bir gülümseme oluşurken onun bana uzattığı sandaletlerimi giymeye koyulmuştum. "Kenan'ı görmek istiyorum," dediğimde bana imalı bir bakış attı.

"Siz ne kadar sabırsız bir çiftsiniz yahu?" dedi, hayretle. "İneceğiz birazdan, görürsünüz birbirinizi." dediğinde bu tavrı beni güldürmüştü. Ardından ayağa kalkıp kendime çeki düzen verdiğimde benim çok sık kullandığım ve bu yüzden de artık tenimle özdeşleşmiş parfümden de birkaç fıs sıktım. Son olarak çiçeğimi de bana verdiğinde benim için kapıyı açmış, önden ben çıkarken o da hemen arkamdan odadan çıkmıştı.

"Demek sürpriz buydu?" dediğimde bu onu eğlendirdi. Bu sırada da eteklerimi hafifçe tutarak merdivenlerden iniyordum. "Senin haberin var mıydı?"

"Tabii ki," diyerek yanıtladı beni.

Beraber merdivenleri indiğimizde evin giriş holünde beni bekleyen kişiyi görmüştüm. O, bir o yana bir bu yana volta atarken Bige'nin az önce bizi neden sabırsız bir çift olarak nitelendirdiğini anlamıştım. Bu, beni güldürürken son basamağı da yavaşça indim. Onun bakışları yavaşça önce merdivene, ardından da bana döndüğünde dejavu yaşıyordum. Birebir aynı şeyleri yaklaşık iki yıl öncesinde yaşamıştık. Yalının merdivenlerini aynı bu şekilde kalbim ağzımda atarak inmiştim.

Her şey daha dün gibiydi.

Yeşil gözleri gözlerime değdiği an olduğu yere adeta çakıldığında ne o ne de ben yerimizden kıpırdayabiliyorduk. Bakışlarımız birbirine öyle bir kenetlenmişti ki hareket etme kabiliyetimizi yitirmiştik adeta.

Üzerindeki takımıyla yine hep olduğu gibi heybetli görünürken ellerini kumaş pantolonunun cebinden yavaşça çıkarmıştı. O da tıpkı benim gibi baştan aşağı beni incelerken yeşil gözlerindeki hayranlık dolu o ifadeyi yakalamıştım. Muhtemelen aldığı elbisenin bana bu kadar yakışacağını o da tahmin etmemişti.

Adımlarına yön verebildiği ilk an, kalbim yerinden çıkacakmış gibi atmaya başladığında ben de ona doğru hareketlendim. Biz birbirimize doğru yaklaştığımız her an sanki görünmez bir ip bizi birbirimizden uzaklaştırıyormuşçasına aramızdaki mesafe daha da uzuyor gibiydi.

En sonunda aramızdaki mesafe kapandığında gözleri sadece çok kısa bir an benden uzaklaşmıştı. O, Bige'ye bir bakış attığında hiçbir şey söylemesine gerek kalmadan Bige yanımızdan geçerek evden çıkmıştı. Bu sırada da yeşil gözleri tekrar gözlerimi buldu ve bir süre orada kaldı. "Çok güzelsin," dedi, hülyalı bir tonda. Yüzümde dakikalardır eksilmeyen o gülümsemeden dolayı artık çeneme bir ağrı girdiğinde buna rağmen gülümsemeden duramıyordum. Uyandığımdan beri o kadar çok gülümsüyordum ki bu bedenime bir yan etki yapmıştı.

Gözlerim onun gözlerinden ayrılmazken elini kaldırıp boştaki elimi nazikçe tuttu. Elim onun avucu içerisinde kaybolurken tuttuğu elimi kaldırıp bir öpücüğü bana bahşetmişti. Midemdeki kelebekler alt üst olurken derin bir nefes alma ihtiyacı hissettim. Bana bunları ilk kez yapmıyordu ama bedenim de onun bu tavırları ve jestleri karşısında böyle tepkiler vermeye devam ediyordu. "Seni öpebilir miyim?" diye sorduğunda bu sorusu beni bir anlığına şaşırtmıştı. Genelde bunları yaparken benden izin almazdı ama bakışlarından da anladığım üzere şu an bana dokunmaya kıyamıyordu. Sanki kırılgan bir bebekmişim gibi davranıyordu.

"İzin mi alıyorsun?" derken gülmüştüm. Bu, onu da gülümsetirken bana doğru yarım adım atıp aramızdaki mesafeyi sıfıra indirdi. Elimi bırakmadı ve diğer elini kaldırıp çeneme dokundu yavaşça. Gözleri yüzümün her bir köşesinde gezinirken onu bekliyordum.

"Sadece şimdilik.." dedi, fısıltıyı andıran o baştan çıkarıcı sesiyle. "Günün sonunda bu kadar kibar olmayacağım." dediğinde sözlerinin altında yatan anlamlar bedenimi harekete geçirmişti. Bir anda öyle şeyler söylüyordu ki ne yapacağımı şaşırıyordum.

O, bir kelime dahi etmeden dudaklarını dudaklarıma örttüğünde kalbimin ortasındaki mehter takımı iyice coşmuştu. Küçük bir öpücükle bir anda yerle bir olduğumda çiçeği tuttuğum elimi kaldırıp onun omzuna doladım. Ayağımdaki düz tabanlı ayakkabıdan dolayı boy farkımız yine ortadayken neyse ki onu öpebilmem için başını hafifçe bana doğru eğmişti.

Alt dudağımı usulca kavradığında ikimiz de kendimize sahip çıkmaya çalışıyorduk. Aslında normal bir zamanda beni böyle nazik bir şekilde öpmezdi ki kendini zor tuttuğu da her açıdan belli oluyordu. Kaskatı kesilmiş bedeninden daha fazlasını yapmak istediğini anlayabiliyordum ve benim de ondan çok bir farkım yoktu.

"Rujumu bozacaksın," dediğim an ondan ilk olarak ben uzaklaşmıştım çünkü kendime daha fazla işkence etmeye niyetim yoktu.

"Bozmam rujunu falan," diye mırıldanırken bu sefer eli belime dolanmıştı sıkıca. Bana doğru hareketlendiğinde ona müsaade etmedim.

"Bir daha yukarı çıkıp tazeleyemem," dediğimde bana boyun eğmek durumunda kalmıştı. Onun benden uzaklaşmasını beklerken dudaklarını boynuma taşıdı. Oraya hafif bir öpücük bıraktıktan sonra benden uzaklaşmıştı. Dudaklarımdaki gülümsemeyle onun güzel yüzüne bakarken kolunu bana doğru uzattı. İşte tam o an bir müzik sesi kulaklarıma ulaştığında onun koluna girmiştim. "Benden habersiz bana düğün mü organize ettin?"

Bu sorum onu güldürdüğünde evin uzun holünde ilerliyorduk. "Küçük bir tören diyelim," diyerek düzeltti.

"Evliyiz biz zaten biliyorsun değil mi?"

"Nikâh tazelemek şarttı," dediğinde kıkırdamıştım.

Onunla beraber evden çıktığımızda bahçede karşılaştığım görüntü harikaydı. Kendimi bir masaldan fırlamış gibi hissederken bahçedeki organizasyonu inceliyordum. Beyaz çiçeklerden oluşan görkemli bir geçit bahçenin tam ortasındayken bu yol deniz kıyısına kadar devam ediyordu. Geçidin iki yanında da bulunan beyaz boyalı sandalyeler ikişerli şekilde gruplanmış ve bu yerler de dolmuştu. Oturan davetliler aslında çok yakından tanıdığım insanlardı ama gözüm bu ihtişamda öyle bir dönmüştü ki göz göze geldiğim insanlara sadece koca gülümsememle karşılık verebiliyordum. Aslında çok fazla kişi yoktu fakat öyle bir organizasyondu ki bu küçük topluluk bana koca bir kalabalık gibi gelmişti.

Çoğunlukla ortak arkadaşlarımız varken bir an gözüme Olcay bile ilişmişti. Onu gördüğüm an şaşırsam da gülen yüzüyle karşılaştığımda Kenan'ın onu buna nasıl ikna ettiğini açıkçası merak etmiştim kısa bir an. O bana havadan bir öpücük gönderirken kucağında duran kızımı da tam o an fark etmiştim. Üzerindeki beyaz tatlı elbiseyle benden rol çalmıştı.

"Kenan kızımıza bak.." diyerek heyecanla konuştuğumda onun bakışları da Olcay'ı buldu. Ben, yine doldurduğum gözlerimle Olcay'a bakarken oldukça eğleniyor gibiydi. Ona heyecanla el salladığımda o da minik elini kaldırıp benim taklidimi yapmıştı. İşte tam o an babaannemi ve Defne Teyze'yi de fark ettiğimde Olcay'ı gördüğüm andaki şaşkınlığım iki katı arttı. Babaannemi burada görmek benim için o kadar şaşırtıcıydı ki onunla göz göze geldiğim an ne yapacağımı bilememiştim. Kenan onu nasıl olmuştu da ikna etmişti?

Babaannem yüzündeki gülümsemeyle bana bakarken elimi uzatıp onun elini tutmuştum. O elimi sıkıca tutarken bakışlarım da çoktan puslanmıştı bile.

Herkes ama herkes buradaydı. Çok yakın arkadaşlarımız ve ailelerimiz. Hepsi buradaydı.

Yolun sonunda bulunan küçük bir masayı gördüğümde nikah memurunu da tam o an görmüştüm. Küçük beyaz platformun üzerinde, masanın hemen yanında dururken bulunduğumuz durum beni güldürdü. Sırf nikâh tazelemek için bu kadar büyük bir organizasyon planlanmıştı ve açıkçası kendimi deli gibi hissediyordum.

Ses sisteminden yayılan Sezen'in sesi tüm kumsalda adeta yankılanırken buna alkış sesleri de eklenmişti. Biz nikâh memurunun da bulunduğu o beyaz platforma çıkana kadar bu alkış tufanı devam ederken yüzümde silinmeyen koca bir gülümseme vardı. Onun kolundan çıkmıştım ancak bu sefer elini tutmaya devam ettim. Masanın bir ucundaki nikâh memuru bizim bu mutluluğumuzu gülümseyerek izlerken, "Keskin ve Kaya çiftinin bu mutlu gününde onlarla birlikte olduğunuz için öncelikle siz misafirlerimize teşekkürler. Bu iki genç evlenmek için belediyemize başvurdular ve evlenmeleri için hiçbir ters durum görmedik." dediğinde bakışlarımı Kenan'a doğru kaldırmış, aynı anda bakışlarımız birbirini bulmuştu. Ben gülerken o da dudaklarındaki o tatlı gülümsemeyle mavi gözlerime baktı. "Şimdi şahitlerimizi buraya davet ediyorum. Maran Kaya hanımefendinin şahidi, Olcay Toralı ve Kenan Keskin beyefendinin şahidi Kılıç Daner'miş."

Olcay'la Kılıç aralarındaki koca mesafeyle arka arkaya bize doğru gelip masanın diğer ucundaki yerlerini aldığında kimliklerini masaya bıraktılar, ardından nikâh memuru gülümseyerek bana döndü. "Sevgili Maran Kaya; hiçbir baskı altında kalmadan kendi hür iradenizle Kenan Keskin'i, hastalıkta sağlıkta, iyi günde kötü günde eşiniz olarak kabul ediyor musunuz?"

Önümde duran mikrofonu elime aldım ve dudaklarıma götürdüm. "Evet!" dedim, büyük bir şenlikle tıpkı dün geceki gibi. Bu, bizi heyecanla izleyen tüm davetlilerin gülmesine neden olurken bakışlarım Kenan'a dönmüş ve onun da güldüğünü görmüştüm.

"Peki ya siz, Kenan Keskin? Hiçbir baskı altında kalmadan kendi hür iradenizle Maran Kaya'yı, hastalıkta sağlıkta, iyi günde kötü günde eşiniz olarak kabul ediyor musunuz?"

Kenan, daha az önce benim masaya bıraktığım mikrofonu eline aldı, tuttuğu elimi baş parmağıyla hafifçe okşarken. "Evet!"

Bizim mutluluğumuza ve heyecanımıza ortaklık eden davetlilerimizden bir kez daha koca bir alkış tufanı koptuğunda erkek memur, "Öyleyse belediyenin bana verdiği yetkiye dayanarak sizleri karı koca ilan ediyorum!" dedi.

Kalbim hızla çarparken nikâh memurunun bize uzattığı dosyayı imzalamak için elimi Kenan'ın elinden çekmek durumunda kaldım. Dudaklarımdaki gülümsemeyle içinde Kaya soyadımın da geçtiği imzamı attığımda dosyayla kalemi Kenan'a uzattım. O da imzasını atıp dosyayı şahitlere verdikten sonra gülerek ona dönmüştüm. "Ayağına basacağım!" Ayağına basmak için başımı yere eğdiğimde benden kaçmıştı. "Ya!" diyerek bağırdığımda nikâh memuru bile bizim bu hâlimize gülüyordu.

"İyi tamam," dedi, pes ederek. O, tekrar bana yanaşırken gülüyordu. Bununla beraber iki ayağına da basarak yükseldiğimde elleri belime dolanmıştı. Eş zamanlı olarak dudaklarımız da birbirine kavuştuğunda içimde dehşet bir heyecan vardı. O kadar güzel bir güne uyanmıştım ki tepedeki güneş bile sanki bunun için programlanmış gibiydi. Kimseyi yakmıyor, rahatsız etmiyordu. Hafif bir esinti varken hava bile bugün ayrı güzeldi.

Etrafımızdaki insanlara aldırış etmeden öpüştüğümüzde bu aslında çok kısa sürmüştü. İçeride bana sunduğu o masum öpücükten hiçbir farkı yoktu ancak daha duygu yüklüydü.

Onun dudaklarından ayrıldığım an bu sefer yanağıma bir öpücük bıraktığında beni de aşağı indirmişti. Bu esnada nikâh memuru bizi son kez tebrik ettikten sonra bana evlilik cüzdanımızı verdi. Daha sonra şahitlerimizle sarıldığımızda öncelikle Kılıç bana doğru hamle yapmıştı.

"Tebrik ederim," dedi, bana sarılırken. "Çok mutlu ol fıstık." dediğinde birbirimizden uzaklaşmıştık. O Kenan'a yönelirken ben de Olcay'la kucaklaştım.

"Umarım çok mutlu olursun güzelim benim," derken sırtımı sıvazladı hafifçe. O, yanağıma bir öpücük kondurduğunda birbirimize sıkıca sarılmıştık.

"Senin buna nasıl ikna olduğunu o kadar merak ediyorum ki," dediğimde güldü. Birbirimizden uzaklaştığımızda kahverengi gözleri üzerimdeydi. Onun da üzerinde siyah, ipli ve vücudunu saran uzun bir elbise vardı. Sarı saçlarını ensesinde sıkı bir topuz yapmıştı ve oldukça şık görünüyordu.

"Son anda geldik," dediğinde bunu bilmesem de az çok tahmin etmiştim. Çünkü Kenan'ın özellikle babaannemi ikna etmesi çok zordu. Hele o nasıl ikna olmuştu hiç bilmiyordum. "Konuşuruz, anlatırım sonra aşkım. Tadını çıkar sen.."

Onlar davetlilerin arasına karışırken rahatlatıcı klasik müzik çalmaya başlamıştı. "Bana bu dansı lütfedecek misin?" diyen sesle beraber bakışlarım ona doğru döndüğünde eş zamanlı olarak elini de bana doğru uzattı. Heyecanla onun elini tuttuğumda önce o, ardından da onun yardımıyla ben bulunduğumuz platformdan inmiş ve davetlilerin yakınındaki o boş alanda dans etmeye başlamıştık. İnsanlar bizi izliyor, fotoğraflarımızı çekip videoya alıyorlardı.

Sol elimi sağ eliyle yakalamış, büyük avucuyla elimi hapsetmişti. Bir diğer eli belimdeydi, ben ise onun omuzundan tutunuyordum. "Bir masalın içindeymişim gibi hissediyorum," dedim, onun güzel yüzüne bakarken.

"Her şey gerçek," dedi, beni uyandırmak istercesine. "Alış buna, bundan sonra böyle bir hayatımız olacak.." dediğinde gülmüştüm.

"İnanmıyorum sana..nasıl organize etmişsin herkesi, her şeyi?" derken bakışlarım ondan kısa bir an ayrılmıştı. "Babaannemi nasıl ikna ettin?"

"Onları ikna etmek için epey uğraştım aslında," dediğinde buna şüphem yoktu. Üstelik Korhan'la olan kavgaları da çok tazeydi. "Zor oldu ama senin için değerdi."

Gözlerim etrafta gezinirken bir kişinin eksik olduğunu aslında fark etmiştim. Benim için onu davet etmemiş, burada olmasını istememişti. "Baban?"

"Onu görmek istemediğini biliyorum," dediğinde bakışlarım ona döndü. Yeşil gözleriyle karşılaştığımda bakışları yumuşacıktı. "Sadece mutlu ol istedim."

Bakışlarım yoğunlaşırken elimi kaldırıp çenesine yasladım. "Sana o kadar aşığım ki.."

"Ne tesadüf," dedi, şakayla karışık bir tonda. Bu, beni güldürürken, "Ben de sana aşığım.. Çok hem de."

Alt dudağımı hafifçe dişlediğimde içimdeki yoğun duygulara sahip çıkmaya çalışıyordum. Ona olan sevgim gözlerimden okunurken kalbimin gümbürtüsünü herkes dışarıdan duyabiliyordu. Bana hissettirdiği her şey tıpkı onun gibi eşsizdi.

Tek dileğim bu mutluluğumuzun da bu hissettiklerimizin de sonsuza kadar böyle kalmasıydı.

 

☄️☄️☄️

"Yapma,"

Kıkırtılarım odanın içerisinde yayılırken beyaz yorganı kafama kadar çekip ondan kaçmıştım. Güldüğüm için nefes nefese bir hâlde olduğumdan dolayı yüzümün de cayır cayır yandığını hissediyordum. Kalbim ritmini kaybederken bunun tüm sorumlusu oydu. Dakikalardır beni gıdıklıyor, huylandığımı bilmesine rağmen rahat durmuyordu. Onun yüzünden neredeyse kalp krizi geçirecektim.

Beyaz yorganı hafifçe indirip ona baktığımda yeşil gözleriyle karşılaştım. O, beni izlerken yorganı tamamen indirmiştim. Sanırım artık buna bir son vermişti.

Başımı çevirip beşiğinde uyuyan Olcay'ı kontrol ettiğimde onun bizim yaptığımız şımarıklıklardan ruhu duymuyordu. O kadar derin bir uykudayken bunun tadını çıkarmalıydım ancak bugün dönmemiz gerekiyordu. Hem de sabah saatlerinde dönmeyi planlıyorduk ama Olcay hâlâ uyanmadığı için onu bekliyorduk. Bütün gece doğru düzgün uyumamış, bizi de bir türlü rahat bırakmamıştı. Dün akşam davetliler gittikten sonra maalesef baş başa kaldığımız anlar sadece birkaç dakikayla sınırlıydı. Tabii Kenan sırf bu yüzden sabaha kadar kafayı yemişti. Bu hâlleri beni güldürse de en son Olcay'ı uyutamayacağımızı fark ettiğinde odanın terasına çıkıp kendine bir sigara yakmıştı. Olcay'ın yanında hiç sigara içmezken Olcay onun sabrını epey zorlamıştı.

Bakışlarımı huzurla uyuyan Olcay'dan alıp ona çevirdiğimde aynı şeyi düşünmüş olmalıydık. İkimiz de böyle olunca bir saat bile doğru dürüst uyuyamamıştık ve böylelikle de sabahı etmiştik.

Gözlerim onun yaramaz bir ifadeyle parıldayan yeşil gözlerinde gezinirken, "Olmaz," dedim, bir çırpıda. "Hazırlanmamız gerek, yola çıkacağız.. Bir sürü işim var ve bir saat bile uyumadım Kenan." derken çoktan yerimde doğrulmuş ve yataktan kalkmaya yeltenmiştim. Ancak bu sadece boş bir çaba olarak kalmıştı. O, elini bir kanca misali bileğime dolayıp beni yatağa çektiğinde ona karşı koymadım. Bedenim onun çıplak tenine yaslandığında derin bir nefes alma ihtiyacı hissettim.

"Olcay uyanana kadar vaktimiz var," dedi, arsızca. Eli belime dolanırken sırtımın yumuşak yüzeyle buluşmasını sağladı. Dudaklarımdan bir kıkırtı dökülürken adeta üzerime çullanmıştı. Gece benim çıkardığım kıyafetleri yerde atılı hâldeyken aslında benim elbisemi de o çıkarmıştı ancak maalesef bu kadarla sınırlı kalmıştı. Ben üzerime saten, şortlu bir pijama takımı giysem de o da üzerini giymeye gerek duymamıştı. Üzerinde sadece tek bir parça varken geceden beri bulduğu her fırsatta bana yanaşıyordu. Olcay'ın bizi uyutmaması bir yana bir de içimizde atılmayı bekleyen o enerji de vardı. Hatta öyle ki dokunduğum bedeni kaskatı kesilmişti. Kesinlikle kendini ve beni rahatlatmadan bu araba yolculuğuna çıkmayacaktı.

"Uyanacak şimdi, sanki bilmiyorsun." derken çoktan tek eliyle üzerimdeki gömleğin düğmelerini çözmeye başlamıştı. Onu hızla çıkarıp attığında siyah dantelli sütyenimle kaldım. Ardından şortumu da çıkardığında sadece iç çamaşırlarımla kalmıştım. Onun o hınzır ifadesi hâlâ oradayken eli de hafifçe çıplak belimi okşuyordu.

"Naz yapma," dedi, dudaklarıma doğru. Bununla beraber gözlerimi bayarak güldüğümde çenemi öptü. Gözlerim onu takip ederken dudaklarını tenimin üzerinde sürükleyerek dudaklarımla aynı hizaya geldi. "Sen de istiyorsun biliyorum."

Bakışlarım pembemsi dudaklarındayken bedeninin tamamı neredeyse üzerimdeydi. Ellerimi kaldırıp boynuna sardığımda bir anda dudakları dudaklarıma kapanmış, ince kıkırtım öpüşmemiz arasında kaybolmuştu. O, dudaklarımı hırçınca öperken elimi vücudunda kaydırarak üzerinde tek parça olan boxer'ına doğru uzandım.

Alt dudağını kavrayıp tutkulu bir öpücüğü ona bahşettiğimde beyaz yorgan üzerimizden usulca sıyrıldı, çıplak tenlerimiz tek bir vücut hâline geldi. O, dudaklarını sürükleyerek sütyenimden taşan göğüslerime indiğinde günlerdir ikimizin de beklediği şeydi bu. Birbirimize dokunmak için delirirken aramızdaki bu çekimin sona ermeyeceğini biliyorduk.

Göğüslerime bıraktığı ıslak öpücüklerle beraber alt dudağımı hafifçe dişlerim arasına aldığımda tek eliyle sütyenimin askılarını bir çırpıda indirip kopçasını açtı. Bedenlerimiz arasına giren kumaş parçasını aramızdan hızla çekerken, "Sakın," dedim, nefes nefese. "Kenan sakın yapma.."

"Yapacağım," derken gözlerimin içine baka baka ağzını göğüs ucuma sürüklemişti. Önce dişlerini dolgun etime geçirdiğinde dudaklarımdan bir inilti koptu. Ardından da dilini tenimde hissettiğimde bedenimin yavaş yavaş gevşediğini hissediyordum. İşte tam o an sütüm geldiğinde durmadı, akan bir iki damla sütümü hiç kaçırmadığında zevkten bayılmak üzereydim ama bunu yapmaması gerekiyordu. O, o kadar yaramaz bir adamdı ki onu hiçbir şekilde durduramıyordum. "Güzelmiş.." dediğinde kıkırdamama engel olamamıştım.

Aynı şeyi diğer göğsüme de yapıp dakikalarca sadece göğüslerimle ilgilendiğinde bundan inanılmaz derecede keyif aldığını biliyordum. Hatta sadece o değil, ben de keyif alıyordum. O dudaklarının her zerreme temas etmesini istiyordum. O, aklımı okumuşçasına öpücüklerini aşağılara sürüklediğinde ellerim onun kaslı sırtına yaslanmıştı. Ben heyecanla onu beklerken bu anı bozacak bir şey tabii ki olacaktı.

Başucumdaki beşikten yayılan ağlama sesi hareketlerimizin durmasına neden olurken bir anlık öfkeyle tırnaklarımı hafifçe sırtına geçirmiştim. Olcay'ın ağlayışlarını duyarken delirmemek adına derin nefesler almaya başladım. Bu esnada Kenan da yavaşça doğrulup gözlerini yumduğunda sabrının zorlandığını biliyordum. Biz ne zaman yakınlaşsak bu yaşanıyordu ve gerçekten delirmek üzereydim.

"Hay sikeyim ya," diyerek kendi kendine mırıldandığında Olcay'ın beşiğinde hareketlendiğini göz ucuyla görmüştüm. Kenan bedenini yan tarafıma doğru devirip sertçe yüzünü sıvazlarken ben de elimi uzatıp yatağın üzerinde duran sütyenimi elime aldım. Onu bir çırpıda giyip beşiğinde ayaklanmış Olcay'a dönmüştüm. O hâlâ ağlarken beşiğinin ahşap kenarına tutunmuş bana ihtiyaçla bakıyordu. İşte bu bakış, benim bakışlarımın yumuşamasına neden olurken bana uzattığı kollarına karşılık onu hızla kucağıma aldım.

"Tamam anneciğim," diye mırıldandım, başını göğsüme bastırırken. "Tamam ağlama, buradayım bak.." derken ayağa kalkmıştım. Odanın içerisinde dolaşmaya başladığımda Olcay da aradan geçen birkaç dakikanın ardından susmuştu. Bu esnada bakışlarım yatakta uzanan ve bizi izleyen Kenan'a dönerken, "Ne? Niye öyle bakıyorsun?"

"Çok güzelsin ondan," dediğinde dudaklarım yukarı kıvrıldı. O, yavaşça yataktan kalkarken, "Duşa giriyorum." demiş ve ikimizi de öperek banyoya girmişti. Onun ardından ben de kendime gelmeye çalıştığımda açıkçası bu imkânsızdı. Ancak ve ancak bu mesele onun tarafından çözülebilir, ikimiz de rahatlığa kavuşabilirdik.

Bakışlarım Olcay'a dönerken, "Biz de banyo yapalım mı çiçeğim?" derken henüz yeni uyandığı için durgundu. Onun yanağına koca bir öpücük bırakıp eşyaları da alt kattaki banyoda olduğu için beraber aşağı indik. Onunla direkt banyoya girip onun için suyu ayarladığımda üzerindeki beyaz atleti çıkarmıştım. Bezini de çıkarıp suyu onun belini geçmeyecek şekilde ayarladıktan sonra onu küvete bıraktım. Bu esnada ben de üzerimdekilerden kurtulmuş ve küvete girmiştim. Beraber bir güzel banyo yaptığımızda dakikalar sonra uykusundan arınıp suyla oynamaya başlamıştı.

Onunla banyoda epey keyifli vakit geçirdikten sonra ben de bornozumu giyip onu havluya sardım. Beraber yatak odasına çıkıp onu yatağa bıraktığımda ona giyecek bir şeyler getirmek için giyinme odasına geçmiştim. Kenan giyinirken bakışları aynadan beni takip etti. Bavulun içerisinden Olcay'a birkaç parça kıyafet aldığımda bakışlarının üzerimde olduğunu hissediyordum.

"Olcay'a bir şeyler yedireyim çıkarız," diyerek ona döndüğümde bedenini bana doğru çevirmişti.

"Tamam," dedi, beni incelerken. Ona ne var der gibi baktım.

"Ne bakıyorsun öyle ya?" Omuz silkti.

"Hiç." dediğinde ona daha fazla soru sormadan odaya geçtim. Yatağın ortasında havluya sarılmış bir vaziyette yatan Olcay'ın yanına gidip elimdeki bebek yağıyla onun vücudunu iyice nemlendirdiğimde ona ait olan bebek kremini de vücuduna sürmüştüm. Ardından onu giydirip babasına emanet ederek tekrar giyinme odasına geçerken önce çıkardığım iç çamaşır takımını giyip tıpkı Olcay'a yaptığım gibi kendi nemlendiricilerimden biriyle vücudumu nemlendirdim. Birden fazla bakım kremini vücuduma sürüp güzel kokuların etrafımı sarmasına neden olduğumda beyaz askılı bir bluzle kot şortu üzerime geçirdim. Nemlenen saçlarıma çeşitli serum ve krem sürüp mandal bir tokayla gelişigüzel topladıktan sonra cildime güneş kremi uygulamış ve sadece dudaklarımı nemlendirerek makyajdan kaçmıştım. Son olarak da parfümümü sıkıp eşyalarımı toplamaya koyuldum. Kendimin ve Olcay'ın tüm eşyalarını toplayıp odaya da çeki düzen verdikten sonra terasın kapısını da kapatmış, bavulumla çantamı alarak aşağı inmiştim.

Aşağı indiğim an mutfaktan gelen sesler ve kokular beni karşıladığında derin bir iç çekip eşyaları kapının önüne bıraktıktan sonra mutfağa geçtim. Koku git gide yoğunlaşırken, "Boyoz kokusu alıyorum,"

Bakışlarım ada tezgâhın üzerine özenle yerleştirilmiş kahvaltılıklarda dolaşırken aradığımı bulmuştum. "Senin için aldırdım, gel.." dediğinde heyecanla ona doğru ilerledim. O, ada tezgâhın etrafındaki taburelerden birini benim için çektiğinde o kadar acıkmıştım ki bunun için ona teşekkür bile etmemiştim. Benden uzaklaşmadan önce boynuma bir öpücük bıraktığında gülümsedim. "Portakal suyun," derken önüme koca bir bardak dolusu portakal suyunu da bırakmıştı.

"Bu hizmet sadece bu tatile mi özel?" dediğimde güldü. Bu sırada da tam karşıma geçmiş ve mama sandalyesinde oturan Olcay'ın karnını doyurmaya koyulmuştu. Beraber onun için güzel bir balkabağı çorbası yapmıştık ve bunu da sevmişti.

"Değil," diyerek beni yanıtladığında tabakta duran boyozlardan birini elime aldım. Ondan koca bir ısırık alırken bunun bana bayağı iyi geldiğini söyleyebilirdim. "Karıma kahvaltı hazırlamamı hizmet olarak mı nitelendiriyorsun?"

"Her sabah isterim bu arada,"

"Bunun için önce beraber yaşamamız gerekiyor sevgilim," diyerek imayla konuştuğunda bu durumdan hoşlanmadığını biliyordum ama beni de bu konuda darlamak istemiyordu.

Gözlerim onun üzerinde gezinirken hareketlerim de yavaşladı. Elimdekini tabağıma bırakıp çatalımı elime aldığımda Olcay'ın çorbasının soğumasını beklerken onun eline salatalık tutuşturmuştu. "Tamam ev bakalım işte," dediğimde bakışları bana döndü. "Sahil tarafında bakalım ama.. Olcay seviyor denizi izlemeyi."

"Yalıda büyümesini istiyordun?" dedi, sorarcasına. Evet, ona günler önce böyle söylemiştim.

"Yeni sayfa açmadık mı? Olcay'a da güzel bir oda yaparız hem," derken Olcay'ın beni izleyen gözlerine bakmış ve ona havadan bir öpücük göndermiştim.

"Karar verdin yani?" diye sorduğunda başımla onu onayladım. O, bir süre emin olmak istercesine beni incelerken ben de tabağımı dolduruyordum. "Eminsin?"

"Eminim," Bana baktı güzel gözleriyle. "Şu aralar yoğun olacağım ama sen araştır işte aşkım.. Sonra da bana gösterirsin beraber gidip bir bakarız, hangisini beğenirsek de tutarız."

"Sen kararını verdiysen ben hâllederim, seni yormam böyle şeylerle." dediğinde şirince gülümsedim. Onun gözleri kısılırken erkeksi kıkırtısı mutfağı doldurmuştu. Elini uzatıp çenemi hafifçe sıktığında ona şımarıklık yapma vaktim gelmiş sayılırdı."Hadi kahvaltını yap," dedi, ilgiyle. "Fıstığımın da karnını doyuralım," derken Olcay'a dönmüştü. "Sonra yola çıkarız."

"Sen de ye bak çok güzel," derken elimdeki boyozu ona doğru uzattım. O genelde böyle yağlı ve karbonhidratlı şeyleri çok fazla tüketmez hatta neredeyse hiç tüketmezdi. Beyefendi fazla sağlıklı besleniyordu.

"Güzelim ben yemiyorum biliyorsun," dediğinde ona attığım bir bakışla beraber beni kırmamış, ona uzattığım boyozdan küçük bir ısırık almıştı.

"Nasıl yemiyorsun ya? Çok güzel bunlar," dedim ve hemen ekledim. "Trabzon'da götürüyordun mantıları börekleri.. Boyoza gelince mi yemiyorum diyorsun?"

"Başladın yine memleketçi söylemlere," dediğinde güldüm. O, Olcay'a çorba içirirken ben de hem kendimi hem onu besliyordum. "Boyoz seviyorum tabii ki ama yemiyorum, sağlık önemli sonuçta."

"Kafayı bozdun zaten sağlıkla.." diyerek mırıldandığımda beni duymamıştı. "Bu arada babaannenlerle görüşüyor musun?" Ben babaannesini ve halalarını annemle babamın cenazesinde görmüştüm. Önce mezarlıkta karşılaşmış, ardından da eve baş sağlığına gelmişlerdi.

"Görüşüyorum," dedi, başını sallayarak. "Ama Trabzon'a en son seninle beraber gitmiştik, epey oldu yani.. Önümüzdeki günlerde gelirler düğün için."

"Abinler?"

"Onlar da yarın gelecek," diyerek cevapladı beni. "Akşamüstü burada olurlar, öyle konuşmuştuk."

"Olcay'ı biliyorlar mı?" dediğimde güldü.

"Biliyorlar," dedi, sevimli bir şekilde. "Ben pek kimseye söylememiştim ama annemle Bige işte.. Sağ olsunlar dedikodu ağlarını uluslararası geliştirdiler." dediğinde gülmüştüm. "Hepsi çok merak ediyor Olcay'ı."

"Babaannen üzülmüştür, erkek torun istiyordu." derken aslında babaannesi üzüldüğü için içten içe mutluydum. Bütün huyları bana benzeyen bir kız doğurmuştum.

"Aksine," dedi, kaşları havalanırken. "Olcay'ı görmek için gün sayıyor."

"Bak sen Kiraz Hanım'a?" dedim, şakacı bir tavırla. "Bilmiyor tabii, tıpatıp bana benzeyen bir kızım olduğunu.." Güldü keyifle. Bu söylediklerim onu eğlendirmişti. "Kafayı yiyecek kadıncağız."

"Bana benziyor yalnız,"

"Tip olarak evet," dedim, portakal suyuma uzanırken. "Başka hiçbir huyunu almamış zaten."

"Bir dahakine artık," dediğinde kaşlarım havalandı.

"Yok öyle bir şey, hiç heveslenme.." dedim, bir çırpıda. "İlk ve sondu bu, aldığım kiloları vereceğim diye canım çıktı benim. Üstelik hâlâ özgür bir anne değilim, şarap içemiyorum yahu!"

"Olcay'dan önce de istemiyorum diyordun ama bak dünyalar güzeli bir kızımız var," derken Olcay'ın yanağına tatlı bir öpücük kondurmuştu.

"Bir tanesiyle başa çıkamıyoruz, dün geceyi hatırlatayım istersen?" dediğimde bu söylediğim onu bu fikirden caydırmaya yetti. Bakışları değişirken, "Ben de öyle düşünmüştüm."

"Her şeye bir cevabın var maşallah," Kirpiklerimi kırpıştırarak gülümsedim. "Benim prensesim bana yetiyor zaten.." derken Olcay'a çevirmişti bakışlarını. O, ağzındaki lokmayı yerken ellerini çırptı. Koca yeşil gözleri babasının üzerindeyken heyecanla ona bir kaşık daha uzatmasını bekliyordu. "Değil mi aşkım?" dedi, oldukça tatlı bir şekilde. Ardından elindeki kaşığı kâsenin içerisine daldırırken Olcay onu çok anlıyor gibi gülmüştü.

"Ba," dedi, ellerini çırpmaya devam ederken.

"Baban kurban olsun sana," derken ona kaşığı uzattı. Olcay heyecanla ağzını açtığında gülmüştüm. Bir insan yemek yerken nasıl bu kadar heyecanlanabilirdi anlamıyordum. "Allah'ım nasıl güzel yemek yiyor bu kız ya?"

"Bizden böyle bir şey çıkacağını düşünür müydün?" diye sorduğumda o da bana ortaklık ederek güldü.

"Bu kadarını tahmin etmemiştim,"

Bakışlarım Olcay'a dönerken onun bir kez daha babasına ne kadar benzediğini fark etmiştim. Üstelik bir de yan yana oturuyorlardı. "Resmen kocamı doğurmuşum.. Hamilelikte çok baktım fotoğraflarına ondan herhalde."

"Ben yokken fotoğraflarıma mı bakıyordun?" diye sordu keyifle. Bu, gözlerimi baymama neden olurken dudaklarımda da bir gülümseme vardı.

"Bilmiyorsun sanki baktığımı," derken bakışlarımı ondan çekmiş ve tabağıma çevirmiştim.

"Bilmiyordum," derken ses tonundan sırıttığını anladım. Kirpiklerim altından ona bir bakış gönderdiğimde gerçekten de sırıttığını görmüştüm. "Her şeyi sildiğini düşünmüştüm ben oysa."

"Çok fazlaydı, üşendim." dediğimde kahkahası evin duvarlarında yankılanmış, kulaklarımın şenlenmesini sağlamıştı.

"Ya?" dedi, oyunbaz bir tınıda. "Ondan yani, başka bir şey yok?" Güldüm.

"Of sus, kahvaltını yap hadi!" dedim, elimi hafifçe sallayarak. "Doyamadın aşk itiraflarına.."

O, bu söylediklerime gülerken ikimiz de bir daha konuşmamıştık. Beraber güzel bir kahvaltı yapmış, Olcay'ın da karnını doyurduktan sonra etrafı toplayarak evden çıkmak için hazırlanmıştık. Beraber evden çıktığımızda eşyalarımı o taşımış, ben de Olcay'ı alarak arabaya binmiştim. O, eşyalarımızı bagaja yerleştirirken kısacık tatilimizin bitiş yolculuğuna hazırlanıyorduk. Şu iki gün o kadar çabuk geçmiş ve bana o kadar iyi gelmişti ki kendimi iki gün öncesine kadar oldukça iyi hissediyordum. Fakat dün gece bir gram uyku uyumadığım için öncesinde eve gidip uyuyacak, yarın erkenden de o yoğun iş tempoma geri dönecektim.

Açıkçası bu tatilden sonra tekrar o tempoya dönmek benim için zor olsa da maalesef ki yapacağım bir şey yoktu. Babama layık bir şekilde çalışıp çabalamalı, bana verdiği koltuğunun hakkını vermeliydim.

Hem de en iyi şekilde.

 

☄️☄️☄️

Kucağımda ağlayan Olcay'ı sakinleştirmeye çalışırken olduğum yerde volta atıyordum. Onu susturmak için dakikalardır yapmadığım şey kalmamıştı ve artık delirmek üzereydim.

İşten yeni gelmiştim ve geldiğimden beri huysuzdu. Hatta öyle ki babaannemin anlattığına göre tüm gün böyle huysuzluk yapmıştı. Şirkette bütün gün fırsat buldukça evi arayıp her zamanki gibi onu kontrol ettiğimde de bana aynı şeyleri söylemişti. Onun bu huysuzluğunun nedenini bir türlü anlayamasam da artık endişelenmeye başladığımı söyleyebilirdim.

Karnı toktu ve görünürde de hiçbir şeyi yoktu. Bir ara ateşi olduğundan şüphelenmiştim fakat ateşi falan yoktu. Gayet iyiydi.

Bakışlarım onun kızarık gözlerinde gezinirken saçlarını okşadım hafifçe. "Annem niye ağlıyorsun sen ya?" dedim, arkamda kalan koltuğa otururken. Bu esnada da Olcay elindeki oyuncaklarla yanımıza gelmişti. Bu, Olcay'ın en sevdiği oyuncaklardı.

Olcay'ın yaşlı gözleri teyzesine dönerken bir an susar gibi olmuştu. Bu esnada evi kapısı çaldığında Korhan'ın geldiğini az çok tahmin edebiliyordum çünkü dakikalar önce onunla konuşmuştuk. Belki o Olcay'ı susturabilirdi. Olcay ona bayılıyordu ve susmaması imkânsızdı.

"Aşkım Olcay'ı alır mısın?" derken o da bana doğru hareketlenip Olcay'ı kucağımdan itirazsız bir şekilde aldı. Bununla beraber Olcay ağlamaya devam ettiğinde derin bir nefes almış ve uzanarak orta sehpada duran telefonumu almıştım. Babaannem de o çok sevdiği koltuğunda otururken gözlüklerinin ardındaki bakışları Olcay'ın üzerinde huzursuzca geziniyordu.

"Bir yeri mi ağrıyor acaba? Hastaneye götürelim mi Ahu?" diyerek tereddütle konuştuğunda Korhan'ın sesi kulaklarıma ulaşmıştı. Kapının oradan sesi gelirken telefonumu açtım. Şu ana kadar babasını aramamam hataydı zaten.

"Hiçbir şeyi yok ki babaanne," dedim, sıkıntıyla. Ardından Olcay'a bir bakış attığımda yırtınırcasına ağlıyordu. O esnada Korhan salona girdiğinde epey neşeli görünüyordu fakat Olcay'ın böylesine ağladığını fark ettiğinde önce ona, ardından da bana bir bakış atmıştı.

O, salona inen birkaç basamağı yavaşça inerken, "Ne oldu?" dedi, merakla. Bakışları Olcay'a döndü, onun yaşlarla dolu yüzüne baktı. "Niye ağlıyor?" derken bilmiyorum dercesine elimi hafifçe salladım. Bu sırada o da Olcay'a doğru yönelmişti. Olcay onu fark ettiği an teyzesinin kollarında çırpınmaya başladı. Ağlamaya devam ederken Korhan onu kucağına aldığında sadece saniyeler içinde sustu.

Bu, rahatlıkla omuzlarımı düşürmeme neden olduğunda Olcay da babaannem de buna alışık olduğu için bu duruma şaşırmamışlardı. Korhan ukala bir şekilde gülümsediğinde gözlerimi baydım. "Cazibe diyorlar buna.. El kadar bebe bile anlıyor farkındaysan."

"Ba,"

Olcay'ın ağzında yuvarladığı kelimelerin içerisinden en anlaşılırı bu olurken bakışlarım yumuşadı, onun yaşlı gözlerine baktım. O, Korhan'ın göğsüne sokulurken onun babasını özlediğini hepimiz anlamıştık tabii ki. Kenan onu her gün gelip görse de bu artık ona yetmiyor, daha fazlasını istiyordu. Babasına artık alışmıştı ve onu özlüyordu.

Korhan'ın az önceki keyifli ifadesi yavaşça değişirken Olcay'ın saçlarını okşuyordu. Kenan'dan bahsedildiği an çatılan kaşları yine devreye girmişti. "Şerefsiz herif, gelmiyor mu kızını görmeye?" dediğinde benim de o yumuşacık ifadem değişmiş, kaşlarım derince çatılmıştı.

Nikâhtan sonraki gün Çeşme'den döndüğümüzde babaannemle epey sohbet etmiştik ve o bile Kenan'a karşı eskisi kadar yumuşak olmasa da bana saygı duyacağını söylemişti. Bizim birbirimizi sevdiğimizi biliyordu ki sırf bunu gördüğü için de böylesine yumuşamıştı. Fakat sadece Korhan hâlâ ona karşı aynıydı ve bundan rahatsızlık duymaya başlamıştım.

"Düzgün konuş," diye çıkıştım ona. O beni umursamazken ortam bir anda gerilmişti. "Geliyor tabii ki ama alıştı artık ona.. Birkaç saat yetmiyor artık, babasını istiyor."

"Ne baba ama?" dediğinde bir hışımla yerimden kalkıp ona doğru ilerlemiştim. "Çocuğundan haberi bile olmayan baba.." derken Olcay'ı onun kucağından alıp salondan çıktım. Olcay aynı hızla tekrar ağlamaya başladığında kapıyı açıp evden çıkmıştım hızlıca. Kapıyı sertçe kapatırken benim de gözlerim dolmuştu. Olcay'ın huysuzluğu da bunun tuzu biberi olurken çok geçmeden yaşlar gözlerimden boşalmaya başladı.

Adımlarım bahçede olan salıncağa yönelirken Olcay'la başa çıkamıyor, onunla beraber ben de ağlıyordum. Tabii bu bir çözüm olmadığından dolayı az önce onu aramak için elime aldığım telefonumun ekranını aydınlattım buğulu gözlerimle. Sadece saniyeler içerisinde numarasını tuşlayıp telefonumu kulağıma yasladığımda ilk çalışta telefon onun tarafından açıldı, o güzel sesi telefonun ucundan duyuldu.

"Ben de tam yanına geliyordum," diyen o neşeli sesini duyduğumda sözlerini tamamlamasına engel olan şey Olcay'ın ağlayışı olmuştu. "Neden ağlıyor?" diye sordu merakla.

"Seni istiyor," diyerek onu yanıtladığımda benim ağladığımı da anlamış, duraksamıştı.

"Sen niye ağlıyorsun?" derken ses tonunun değiştiğini çok net hissetmiştim. Onun neşesi kaybolurken ses tonundan kaşlarını çattığını bile anlayabiliyordum.

"Olcay çok huysuzdu bütün gün, bana da bulaştı." dediğimde burnumu çektim. "Aşkım tamam ağlama ne olur ya.." derken Olcay başını göğsüme gömmüştü.

"Beş dakikaya oradayım," dediğinde ona hiçbir şey söylemeden telefonu kapattım. Oturduğum yerden kalkarken telefonumu kumaş pantolonumun cebine yerleştirmiş ve kucağımdaki Olcay'la bahçede yürümeye başlamıştım. Çok geçmeden de Kenan'ın arabası büyük demir kapının ardında görünmüştü. Aradan beş dakika bile geçmemişti ama buradaydı.

Demir kapı yavaşça açılırken arabayla bahçeye girdi. Bu esnada da süs havuzunun etrafında Olcay'la dolaşıyorduk. Akan su onun dikkatini çekerken susmuştu ama gözleri hâlâ yaşlıydı.

Kenan arabasını park edip arabadan indiğinde adımlarımı usulca ona doğru sürükledim. Eş zamanlı olarak Olcay onu gördüğünde tıpkı Korhan'a yaptığı gibi kollarını heyecanla çırpmıştı. O, babasının kollarına atıldığında onu daha fazla zapt edememiştim. "Fıstığım," dedi, içli bir şekilde. Onun yanaklarını öperken Olcay da minik ellerini onun yeni traş olduğu belli olan çenesine yasladı. "Çok mu özledin babayı?"

Onun bakışları bana dönerken ağladığım için kaşları çatıktı fakat buna rağmen sağ kolunu bana doğru uzatıp kolları arasına girmemi sağlamıştı. Ellerim beline dolanırken başımın üzerine bir öpücük bıraktı. Eli hafifçe belimi okşarken ben de başımı onun boynuna gömmüştüm. "Neden ağladın?" diye sordu bir kez daha. "O söylediğine inanmadım çünkü."

Aslında yalan söylememiştim. Olcay'ın bu huysuzluğu beni de huzursuz etmiş ve bana bulaşmıştı. Ancak Korhan'ın söyledikleri de tuzu biberi olmuştu tabii ki. Onun Kenan'ın adı her geçtiğinde böyle kırıcı davranması açıkçası zoruma gidiyordu. Üstelik bu söylediklerine ister istemez ben de alınıyordum. Babaannem onu uyarsa da kendini tutabildiğini söyleyemezdim. Onların da hâlâ birtakım endişeleri olsa da Kenan'ın sevgisine de bana verdiği o değere de inanıyorlardı ki buna gözleriyle de şahit olmuşlardı.

"Yalan söylemedim," dedim, burnumu çekerken. Ardından başımı geriye doğru çektim. "Sabahtan beri huzursuz, ne yapacağımı bilemedim."

"Beni niye aramadın?" derken çatık kaşlarının altından bana hoş baktığını söyleyemezdim. Ona göre Ocay'la ilgili bir şey olduğunda hemen telefona sarılıp onu aramam gerekiyordu ki bu konuda biraz haklıydı da ama ben de onun işte olduğunu bildiğim için onu aramamıştım. "Maran ben sana ne dedim?"

"Ya tamam, sen de üstüme gelme!" diyerek ona çıkıştığımda kolları arasından da çıkmış, ondan uzaklaşmıştım. Bu esnada kısa bir an duran ağlamalarım tekrar baş göstermiş, yaşlar hızlıca akmaya başlamıştı. O, benim bu garip ruh hâlimi şaşkınlıkla izlerken tüm biriktirdiklerimi onun karşısında dökmem hoş değildi. Hem de o, böyle havadan nem kapan bir adamken.

"Sen de mi?" dedi, şüpheyle. Ben, ne söylediğimin çok sonradan farkına vardığımda kaşları mümkünmüş gibi daha çok çatıldı. "Biri sana bir şey mi söyledi?" derken kendini dizginlemeye çalıştığı belliydi.

"Hayır," dedim, hızla başımı iki yana sallayarak. "Önemli bir şey değil, Korhan'la atıştık biraz sadece ama o yüzden değil gerçekten-"

Lafımı kesen şey, onun yerinden hareketlenmesi olurken elimi uzatıp koluna tutundum sıkıca. "Maran bırak," dedi, sakince. Buğulu gözlerim onun adını duyar duymaz yanmaya başlayan yeşil gözleri arasında mekik dokuduğunda hızla gözlerimi silip kendime gelmeye çalıştım. "Ne dedi sana? Ne söyledi de seni böyle ağlatmayı başardı?"

"Hiçbir şey," dedim, hızlıca. "Yemin ederim onun yüzünden ağlamadım," dediğimde bakışları uzunca gözlerimde gezindi. Bu esnada gözlerinde çabucak başlayan yangın aynı şekilde çabucak sönmemişti. Oradaydı.

"Neden ağladın o zaman?" dedi, sorgularcasına. "Anlat bana, çözeyim hemen ama ağlama böyle.." derken aslında dışarıdan bakıldığında çok agresifti ancak sadece benim görebildiğim o yumuşak tarafıyla söylemişti bunları.

"Yetişemiyorum," diyerek konuştuğumda neyden bahsettiğimi anlamamış, bakışları bu yüzden anlamsızlaşmıştı. Omuzlarım düşerken bakışlarımı ondan uzaklaştırıp bahçenin diğer köşesinde gezdirdim. Gerçekten de hiçbir şeye yetişemiyordum. Şirkette o kadar fazla iş vardı ki bir yandan onlarla başa çıkmaya çalışıyor, bir yandan da iki projeye aynı anda koşturuyordum. Günün bir kısmında şantiyeye gidip oradaki işlerle ilgilendikten sonra koştura koştura şirkete gidiyor, başka bir projenin çizim aşamasını tamamlamaya çalışıyordum. Bunlar da yetmiyormuş gibi şirketteki sorunlarla uğraşıyordum. Üstelik koskoca şirkette tek yönetici olduğumdan dolayı bunlarla başa çıkmak zorunda olan tek kişiydim. Tabii bunların yanında en az babam kadar iyi olmaya çalışıyordum ama başarabildiğim söylenemezdi. "Ne Olcay'a ne işlerime.. Hiçbir şeye yetişemiyorum, yetemiyorum. Bok gibi bir anneyim."

İşte tüm birikmişliklerimi sadece birkaç cümlede ona döktüğümde bakışları eski yumuşaklığına kavuşmuş, kaşları normal hâline gelirken elini uzatıp bir kez daha hiç düşünmeden beni kolları arasına almıştı. Güvenli kolları arasına girdiğim an gözyaşlarım tekrar akmaya başladığında bir bebekmişim gibi sırtımı sıvazlıyordu hafifçe. "Değilsin," dedi, o sakinleştirici sesiyle. Ardından saçlarım arasına bir öpücük bırakıp çenesini başımın üzerine yasladığında ellerim sıkıca beline dolanmıştı. "Değilsin, duydun mu beni? Sen harika bir annesin," dediğinde ağlamalarım iç çekişlere dönüşmüştü.

Bir süre hatta uzunca bir süre o şekilde onun kolları arasında ağladığımda beni susturmaya çalışmadı. Sadece ağlamama izin vermiş ve ben de ona içimi dökmüştüm. Koca bahçenin ortasında beni göğsünde dinlendirirken çıtı bile çıkmamıştı.

"Eşyalarını topla, bana gidiyoruz." diyerek aradan geçen dakikaların ardından bu sessizliği bozduğunda başımı hafifçe geriye doğru çekip gözlerine baktım. "Sana en başında söylemiştim, burada kalmana gerek yoktu. Teklifimi kabul etmedin ama bu konuda ısrarcı davranacağım.. Burada kalmanı istemiyorum."

"Evle alakalı bir sorun yok," dedim, gözlerimi silerken. "Sadece her şey üst üste geldi."

"O herifin canını sıktığına eminim ama," dediğinde ona hiçbir şey söylemedim. "Beni dinle ve gidip eşyalarını topla. Hem Olcay da huzursuz olmasın artık.."

"Kenan.."

"Maran," dedi, sözümü kesip. "Lütfen birbirimizi yormayalım, olur mu?"

Yeşil gözlerinde gördüğüm kararlılıkla beraber dudaklarımı birbirine bastırdığımda ona daha fazla karşı koyacak cesareti de gücü de kendimde bulamamış ve ona arkamı dönerek eve doğru yönelmiştim. O esnada evden çıkan Olcay'la karşılaştığımda adımları durdu. Kapıyı kapatmadan önce beni beklemiş, ona doğru yanaşmamı beklemişti. "İyi misin?" dedi, ona ulaştığımda. Gözleri yüzümde kısaca gezinirken başımla onu onayladım. Eve girdiğimde o da peşimden gelmişti. Ben merdivenleri tırmanıp odaya çıkana kadar da peşimden gelmeyi sürdürdüğünde sesi çıkmıyordu. Odamdaki bavulu toparlayıp eşyalarımı içerisine yerleştirirken, "Gitmeyeceksin herhalde, Maran?"

"Olcay durmuyor, görüyorsun." derken komodinde ve banyoda olan tüm eşyalarımı toplamıştım.

"Korhan'ı mı takıyorsun gerçekten?" derken o da Korhan'a sinirlenmiş gibiydi. "Beş dakikaya kalmaz gelir özür diler o, bilmiyor musun sanki? Bunun için babaanneni üzmeye değmez."

"Korhan umurumda değil, Olcay için gidiyorum." dedim, bavulumu kapatırken. Ardından da Olcay'ın kalan eşyalarını çantama doldurduğumda aşağıda da birkaç oyuncağı kalmıştı. Onları aşağı indiğimde alacağımı aklımın bir köşesine not ettiğimde çantamı omzuma asıp bavulu da alarak tekrar Olcay'la beraber aşağı indim. Ondan istediğim üzere Olcay'ın salonda kalan oyuncaklarını bana getirirken bu sefer arkasında babaannem de vardı. Ben Karlos'un tasmasını bağlarken bir an bile beklemeden koştur koştur bahçeye çıktı.

"Nereye gidiyorsun?" dedi, beni görür görmez. Halbuki ona Olcay söylemişti bile. "Korhan'la konuşurum ben, gidemezsin hiçbir yere."

"Babaanne," derken Olcay'ın elindeki eşyaları alıp çantaya sıkıştırmıştım. "Korhan'la bir alakası yok, Olcay artık babasını istiyor." dedim, yavaşça. "Onunla baş edemiyorum tek başıma, görmüyor musun? Hem eninde sonunda evime gidecektim zaten.."

"Burası da senin evin, Ahu." dedi, alınmış gibi. "Kenan mı istemiyor burada kalmanı?"

Onun bu sözleriyle beraber, "Açıkçası ikimiz de istemiyoruz," dediğimde babaannem bunu duymayı beklemediği için kısa bir an şaşırdı. "Olcay için, başka bir nedeni yok.. Birbirleriyle kısıtlı vakit geçiriyorlar ve Olcay onu göremeyince huzursuz oluyor, onu düşündüğüm için gidiyorum." derken ona doğru uzanıp sarılmıştım. "Hem buradasın artık zaten, Olcay'ı her gün getiririm sana.." derken tonton yanaklarını öptüm.

"Hiç olmadı bu Ahu, hiç.." derken kollarını bana sarmıştı. O, bana sarılırken gitmemem için daha fazla bir şey söylememişti çünkü Olcay için gitmem gerektiğinin farkındaydı. Bütün gün onun ne kadar huzursuz olduğunu kendi gözleriyle görmüştü.

Onunla ve Olcay'la vedalaşıp evden çıktığımda babaannem Olcay'ı görmek istemiş ve benimle gelmişti. Babası onun pusetini arka koltuğa yerleştirirken babaannem de Olcay'la vedalaşıyordu. Onu dakikalarca öpüp kokladıktan sonra onu bana vermişti. "Kızlarımı sakın üzme," dediğinde bu sözlerinin muhattabı Kenan'dı. "Sana bir kez daha güvendim ama bu güvenimi boşa çıkarırsan yapacaklarımdan ben sorumlu olmayacağım."

Babaannemin son sözleri bu olurken Kenan onun bu söylediklerini dinlemişti dinlemesine ama tek kelime dahi etmemişti. Babaannemle vedalaşıp arabaya bindiğimizde biz bahçeden ayrılana dek arkamızdan bakmıştı. Tabii günler sonra onn yanından ayrılmak buruk hissetmeme neden olsa da bu ayrılık eninde sonunda olacağından dolayı erken yaşanması ikimiz açısından da iyi olmuştu.

"Daha iyi misin?" diye sorduğunda evden ayrılalı epey olmuştu. O süre boyunca ikimiz de konuşmamış ve sessiz kalmayı tercih etmiştik.

"İyiyim," dedim, başımı hafifçe sallarken. Bakışlarımı yoldan alıp ona çevirdiğimde onun da bakışları bana döndü.

"Babaannen istediğinde gelip görebilir Olcay'ı biliyorsun değil mi?" dediğinde bir kez daha başımı sallamıştım. "Bunu söylememe gerek bile yok zaten."

"Biliyorum aşkım," derken uzanıp elini tuttum. "Biliyorum.."

O, birbirine kenetlenen ellerimizi kaldırıp elimi öptüğünde hayatımın geri kalan döneminde de şu anki gibi huzurlu olmak istiyordum. Artık hayatımda büyük problemler olmasını istemiyordum çünkü yorulmuştum. Daha fazlasını kaldıracak ne gücüm ne de enerjim vardı.

"Şimdi eve gidelim," dediğinde zaten az bir yolumuz kalmıştı. Yolun hemen sonunda onların arazisi bizi karşılıyordu. "Güzel bir duş alıp dinlen, biz de aşkımla yemek hazırlarız.." derken Olcay, kendisinden bahsedildiğini anlamış gibi pusetinde çırpınmaya başlamıştı. Saatlerdir kıyameti koparan kendisi değilmiş gibi. "Açsın değil mi?"

"Aslında bir şeyler atıştırmıştım,"

"Sormadım say," diyerek bana karşılık verdiğinde hafifçe güldüm. Bu esnada arazinin geniş kapıları yavaşça açılmıştı. İçeri girerken Olcay'ın bakışları da camdan dışarıdaydı. O, merakla etrafı incelerken burayı tanıdığını anlamıştım. Daha önce babası onu buraya getirmişti.

"Annenler evde mi?" diyerek merakla konuştuğumda beni cevapladı.

"Daha gelmemişlerdir, özellikle annem yoğun şu sıralar.." derken arazinin içerisinde ilerliyorduk. "Abimle Firuze de evde mi bilmiyorum, Bige'nin saçma sapan alışverişlerinden birindelerdi en son." dediğinde onun evine yaklaşmıştık. Arabayı yavaşça yanaştırıp park ederken emniyet kemerimi çıkardım. Beraber arabadan indiğimizde ben Olcay'la Karlos'u almış, o da bagajdan eşyalarımızı çıkarmaya koyulmuştu. Bu esnada evin anahtarını bana verdiğinde onun için önden ilerleyip anahtar yardımıyla eve girdim. Anahtarını portmantoya bırakırken Olcay da meraklı gözlerle etrafı inceliyordu.

"Güzel mi?" dedim, onun saçlarını geriye doğru yatırırken. "Beğendin mi babanın evini?" Ben Olcay'la ilgilenirken Kenan da bu sırada eşyalarımızı yukarı çıkarmıştı. O, tekrar aşağı indiğinde ben de Karlos'un tasmasını çıkarmış ve kapının önünde onun patilerini temizlemiştim. Karlos koşarak yanımdan geçtiğinde Olcay da onun peşinden paytak adımlarla ilerlemeye başladı. "Oy ne güzel yürüyor benim kızım?"

"Eşyaları odaya bıraktım," diyen Kenan'a bakışlarımı çevirdiğimde son basamağı da inmişti. "İstediğin gibi yerleşirsin.." dediğinde çöktüğüm yerden yavaşça kalktım. Bu esnada o da tam karşımda durmuş ve ellerini belime dolamıştı. "Hadi gül biraz," dedi, asık suratımı incelerken. "Söz veriyorum, her şey çok güzel olacak."

"Kenan," dedim, ihtiyaçla. Eş zamanlı olarak kollarımı onun boynuna dolayıp başımı göğsüne yasladığımda elleri hızla saçlarımı bulmuştu.

"Sevgilim," dediğinde gülümsedim hafifçe.

"Seni çok seviyorum,"

Mırıltı hâlinde çıkan sesim ona ulaşırken sıcak nefesi saç diplerime çarpıyordu usulca. "Ben de seni çok seviyorum." dedi, saçlarımı okşarken.

Güçlü kolları bedenime daha sıkı dolandığında başımı iyice göğsüne gömüp bu huzurun tadını çıkarmaya çalıştım. Onun güven veren kolları arasında bütün sorunlarım çözüm bulurken endişelerim de diniyordu. Üstelik sadece tek bir hareketiyle bunu yapabiliyordu.

Göğsünden yayılan sıcaklık beni ısıtırken kalbim yine onun için çarpıyordu.

Ve bu böyle devam edecekti.

 

☄️☄️☄️

Bölüm : 05.09.2025 19:57 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...