

Ahu Maran Kaya
🌪️🌪️🌪️
Etraftaki koşuşturmanın içerisine karıştığım anda kucağımdaki Olcay'ı yere indirirken bir yandan da kulağıma yasladığım telefonla konuşuyordum.
"Şimdi çıktım bahçeye, gelip alır mısın Olcay'ı Kenan?" derken kaşlarım çatıktı. Elini sıkı sıkıya tuttuğum Olcay'la beraber bahçede yürümeye başladığımızda gözlerimle bir yandan etrafı tarıyordum.
Sabahın erken saatlerinden beri bir sürü şeyle uğraştığım yetmiyormuş gibi bir de düğüne yetişmek için iki ayağım bir pabuca girmişti. Bugün yoğun bir programım olduğundan dolayı şirketteki işlerimi iptal edememiştim. Bu yüzden de eve gidip hazırlanmam epey geçe kalmıştı. Şirketteki ve şantiyedeki işlerimi hızlıca hâlletmeye çalışıp kuaföre gitmiştim ve uzun zamandır ihmal ettiğim saç bakımımı yaptırmış, üzerine saçlarımı da ani bir kararla boyatmıştım. Kahve tonlarındaki saçlarımı kumrala dönük bir tonda boyatmıştım ve şu an kendimi farklı biri gibi hissediyordum. Hiç olmadığım biriydim ve yalan söyleyemeyecektim, bu saç rengi beni epey genç göstermişti. Açıkçası böyle bir günde böyle bir riske girmem pek akıl kârı değildi ancak sonuç beni şaşırtmış, saçlarımın yeni rengini beğenmiştim. İşlerimi hâllederek eve geçip hazırlandığımda elimden geldiğince acele etmeye çalışmıştım çünkü orada vaktinde olmazsam Bige'nin beni öldüreceğini biliyordum. Bu yüzden de bunun için çabalamış, daha o hazırlıklarını sürdürürken düğünün yapılacağı o alana ulaşmıştım. Kır düğünü yapmayı tercih etmişlerdi ve organizasyon da epey başarılı olmuştu.
Bakışlarım etrafta dolanırken aslında Kenan'ı arıyordum. Bana bahçede olduğunu söylemişti ama onu göremiyordum. Üstelik geldiğimden beri Olcay'la uğraşıyordum ve onunla daha fazla baş edemediğim için babasına göndermeye karar vermiştim. O, koca gözleriyle etrafı incelerken elimi sıkı sıkıya tutmuş, küçük adımlarla yanımda yürüyordu. Aslında onunla Sevda abla ilgileniyordu ancak beni istemişti. Şimdi de benden sıkılmıştı ve babasını istiyordu.
Bakışlarım en sonunda bir erkek topluluğu arasında onu bulduğunda dudaklarım arasından bir soluk bırakmıştım. "Tamam geliyorum şimdi," derken ona sigara uzatan Kılıç'ı eliyle geri çevirmişti. "İçme şunu, kızım geliyor." dediğinde çatık kaşlarım normal hâline döndü, dudaklarım bir gülüş için hareketlendi.
"Tamam gördüm seni, kıpırdama." diyerek telefonu onun suratına kapattığımda kulağına yaslı olan telefonu indirip sanki orada olduğumu biliyormuşçasına başını direkt olduğum yere çevirmişti. Onu, sabah evden ayrıldıktan sonra gün içerisinde hiç görmemiştim ve bu değişimden habersizdi.
Yeşil gözleriyle karşılaştığım an bu kısa sürmüş, bakışları elimi tutan küçük kızını bulmuştu hızlıca fakat çok değil, sadece birkaç saniye içinde bakışları tekrar bana döndü. Hatta bana değil, saçlarıma döndü. Saçlarımı uzun uzun incelediğinde kaşları müthiş bir yavaşlıkla çatılmıştı. Bu, içten içe beni güldürse de birazdan bunun için bana kızacağını biliyordum. Saçlarıma dokunmamdan nefret ediyordu ve henüz saç rengime bile alışamamışken şimdi yine saçlarımı boyatmıştım.
Elini tuttuğum Olcay, "Ba," diyerek elimi bıraktığında küçük adımları üzerinde babasına doğru ilerlemeye başlamıştı. Onun bu heyecanı beni gülümsetirken Kenan'ın gözleri hâlâ üzerimdeydi ancak ona doğru paytak adımlarla koşmaya çalışan kızını fark etti. Ona yaklaştığı ilk anda eğilip onu kucağına aldığında bakışları saçlarımdan zorlukla ayrılmış ve bedenimi tamamen saran pullu, dekolteli uzun elbiseyi incelemişti. Kahve tonlarındaki elbisem boyundan bağlamalıyken göğüs ve sırt dekoltesine sahipti. Fön çektirmiş olduğum saçlarımdan da perçemlerim yüzüme doğru dökülürken açıkçası görüntümden memnundum.

Onların yanına vardığımda Kenan saçlarıma bir bakış attı. "Bu hanımefendi kim?" dedi, Kılıç. Bu, beni güldürürken boştaki elini bana doğru uzatmış ve elimi tutarak nazik bir öpücüğü bana bahşetmişti. "Çok şıksınız, geline ayıp oluyor.." dediğinde Kenan'ın ona ters ters baktığını gördüm.
"Aman efendim, teşekkür ederim." dedim, ona ayak uydurarak.
"Bırakacak mısın artık?" diyen Kenan, Kılıç'ın tuttuğu elime ithafta bulunduğunda onun bu kıskançlığı karşısında başımı iflah olmazsın dercesine iki yana sallamıştım.
"Mağarandan çıkma sen kardeşim, tamam mı?" diyen Kılıç elimi bıraktığında diğer herkes de gülmüştü. Mahzendeki herkes buradayken birkaç iltifat daha toplamıştım ancak Kenan hiç sesini çıkarmamıştı. Sadece öylece duruyor, ara ara bana kaçamak bakışlar atıyordu. Saçlarımdan gözlerini alamazken alışamadığını görüyordum.
"Beğenmedin mi?" diye sorduğumda amacım onu delirtmekti. Sonuçta bu değişimden hoşlanmadığını biliyordum.
Bakışları bana dönerken Olcay da diğerlerine cilve yapıyor, kendini onlara öptürüp bolca öpücük topluyordu. "Bilerek yapıyorsun değil mi?" dedi, gözleri kısılırken. O, bedenini bana doğru çevirirken ellerimi kaldırıp gömleğinin yakalarını düzeltmeye koyulmuştum. Güzel kokusu ciğerlerime dolarken takımının içinde o kadar iyi duruyordu ki onu kuytu köşeye çekememek benim için zordu. "Bundan hoşlanmadığımı biliyorsun, bilerek yaptın."
"Yakışmamış mı ama?" diye sorduğumda bakışları yine saçlarıma uğradı. "Herkes çok beğendi, bence sen de beğendin ama huysuzluk yapıyorsun." Evet öyleydi, herkes çok beğenmişti. Buraya geldiğim an direkt Defne Teyze'yle karşılaşmıştım ve bayılmıştı. Daha sonrasında halalarından da aynı tepkiyi aldığımda buna Firuze ve Bige de eklenmişti. Hepsi beni öve öve bitirememişti.
"Daha ben alışamamışken," Başını iki yana salladı hafifçe. "Delirteceksin beni."
"O değil de," dedim, yakasını düzeltirken. Gözlerim yeşil gözlerine tırmanırken bakışları üzerimdeydi. "Aşırı taş olmuşsun, ne yapsak?" derken diğer herkesin ilgisi Olcay'ın üzerinde olduğu için bizi duymaları imkânsızdı. Üstelik bahçede yayılan o keman sesi kulaklarımıza ulaşırken sadece birbirimizi duyuyorduk. "Yukarıdaki odalardan birine kaçalım mı?"
Bakışları gözlerimde takılı kalırken çatık kaşları düzelir gibi oldu. Bu taktiğim işe yararken bakışlarını kısa bir an benden çekip etrafta gezdirdi. Göğsü aldığı bir nefesle şiştiğinde bu teklifimin onu delirttiği açıktı. "Şimdi mi?" dedi, gözleri dudaklarıma düşerken.
"Birkaç dakika ortadan kaybolsak kimse fark etmez bence," dediğim an bu planımızın suya düşmesi de bir olmuştu. Zaten düşmese şaşardım.
"Kenan," diyen bir ses aramıza girdiğinde ikimizin de bakışları sesin geldiği yöne döndü, Defne Teyze'yle karşılaştık. Onu gördüğüm an ellerimi Kenan'ın üzerinden çektiğimde bize doğru yanaşmıştı. "Bige'nin çiçeği yok ortada. Evde unutmuşuz, gidip alabilir misin?"
"Yiğit nerede?" dedi, hoşnutsuzca. Aklı ona yaptığım teklifte kalmıştı.
"O da Bige'nin aksesuarlarını almaya gitti az önce.. Hadi oğluşum, Bige'nin kaprisleriyle uğraştırma beni."
Kenan derin bir nefes alıp bakışlarını bana çevirdiğinde ben de başımı hafifçe ona doğru kaldırmıştım. Yeşil gözlerinden okunan duyguları sadece ben anlarken kollarımı göğsümde birleştirdim. "Tamam," dedi, isteksiz bir şekilde. "Tamam gidiyorum, başka bir şey var mı?" dediğinde Defne Teyze ona Bige'nin evinin anahtarını vermişti. Ardından Defne Teyze ona çabuk olmasını söyleyip yanımızdan ayrıldığında bakışlarımız tekrar birbirini buldu. "Bunu unutmayacağım, gelince görüşeceğiz." dediğinde dudaklarımda bir hareketlilik oluşmuştu.
"Tamam," dedim, cilveli bir şekilde. "Çabuk gel.." Elini belime atıp beni kendine doğru çektiğinde dudaklarıma benim için epey etkili olan bir öpücük bırakmıştı.
"Yakışmış," dedi, benden uzaklaşmadan hemen önce. Başta neyden bahsettiğini anlamadığımda çok geçmeden saçlarımdan bahsettiğini anlamış, o da bir şey söylememi beklemeden yanımdan geçip gitmişti. Dudaklarımda bir gülümseme oluşurken başımı çevirip arkasından baktım kısa bir an. O, gözden kaybolana kadar onun arkasından baktığımda midemdeki tenyalar da çoktan halaya durmuştu. Tek bir lafıyla bütün sistemimi işte böyle alt üst ediyordu.
Kendime geldiğim ilk an çalan telefonumu yanıtladığımda bu kişi Olcay'dı. Buraya geldiğimde beni aramış ve trafiğe takıldığını söylemişti. Fakat radarıma girdiğinde onun trafiği aşabilmiş olduğunu anladım. "Gördüm ben seni," dedim, telefondaki sesine karşılık. O esnada tam kafasını kaldırdığında göz göze gelmiştik. Üzerinde uzun, kırmızı renkte straplez bir elbise varken oldukça sadeydi ancak sarı saçları onu patlatmış, o sade görüntüsünü yok etmişti.
"Gelmem ben oraya," dedi, huysuzca. Benim olduğum tarafa ters ters bakarken başımı hafifçe oynatıp Olcay'ı seven Kılıç'a baktım. Olcay onun kucağında epey mutlu gibi görünüyordu. Kızım o kadar fena bir şeydi ki gördüğü her yakışıklının kucağına gidiyordu.
"Düğün boyunca kaçacaksın yani?" dedim, alayla. O bana göz devirirken adımlarını da çoktan bana doğru sürüklemişti. Telefonu suratıma kapattığında güldüm. O, bana doğru gelirken ben de Kılıç'a doğru dönmüştüm. "Çocuğumu alayım," diyerek ellerimi ona doğru uzattığımda kucağındaki Olcay bunu istememiş, bana arkasını dönmüştü. Ben şaşkınlıkla ona bakarken Kılıç güldü. Olcay benim yüzüme bile bakmazken, "Olcay," dedim, onun ilgisini çekmeye çalışarak. "Teyzeye gideceğiz aşkım hadi gel.." dediğim an Olcay'dan daha çok Kılıç'ın ilgisini çekmeyi başarmış, bakışlarının bana dönmesine neden olmuştum. Bu esnada Olcay da yanımıza yaklaştığında bakışları benden ayrılıp ona döndü ama bu çok kısa bir andı.
"Naber Olcay?" diyen Bartu'yla beraber Olcay gülümsediğinde tam yanımda durmuştu.
"İyidir, senden naber?" derken Bartu da dakikalar önce bana yaptığı gibi uzanıp ona sarılmıştı. O, diğerleriyle de aynı seremoniyi yaşadığında sadece Kılıç'la selamlaşmamışlardı. Ne Kılıç ne de o bunun için bir çaba sarf etmişti. "Saçlarını boyatmışsın," dedi, ilgisini bana çevirirken. "Ne güzel olmuş? Çok yakışmış sana.." dediğinde saçlarımı savurdum hafifçe.
"Teşekkür ederim aşkım, o senin güzelliğin." dediğimde güldü. "Olcay'ı alayım, Bige'nin yanına çıkalım." derken tekrar Kılıç'a doğru dönmüştüm. Olcay'ı almak için bir hamle yaptığımda Olcay yine yerinden kıpırdamadı. "Şuna bak ya? Kenan görse çıldırır, erkek düşkünü oldu bu yaşta!" dediğimde hepsi gülmüştü.
"Tamam git sen, prenses benimle kalsın." diyen Kılıç'a baktım.
"Emin misin?"
"Eminim," dedi, beni yanıtlayarak. "Bir şey olursa ararım, sen keyfine bak."
"Kolay gelsin o zaman," dediğimde güldü. Biz yanlarından ayrılırken de Bartu'nun sesini duymuştum.
"Ex'inin adını taşıyan bebeyle ilgilenmek zor olmayacak mı?"
Bartu'nun söylediği bu şeyi duyduğumda Olcay'la aynı anda bakışlarımız kesişmiş, diğerlerinin de güldüğünü işitmiştik. Fakat Olcay hiçbir şey söylemedi. O, adımlarıma ayak uydururken beraber evin bahçeye açılan kapısından içeri geçmiştik. Burası Kenan'lara ait, şehrin dışında olan bir araziydi ve doğanın tam göbeğinde olan bir evdi. Bige de bu yüzden düğünü burada yapmak istemiş, müthiş bir organizasyon hazırlamışlardı.
Olcay'la beraber eve girip üst kata, Bige'nin hazırlandığı odaya girdiğimizde onun Defne Teyze'nin de ima ettiği gibi epey telaşlı olduğunu gördüm. Gelinliğini henüz giymemişti ve şu an makyajı yapılıyordu. Saçlarındaki bigudiler bile açılmamışken sürekli oflayıp pufluyor, en ufak şeyden şikayet ediyordu. Firuze de ondan bıkmış olacak ki en sonunda odanın köşesindeki koltuğa oturmuş ve kendi makyajıyla ilgilenmeye başlamıştı. Hatta Defne Teyze de Bige'yle daha fazla uğraşamadığı için odadan çıkıp onu bizimle baş başa bıraktı.
"Aşkım çok güzel görünüyorsun işte," dedi, Olcay onu rahatlatmak istercesine. Ben de koltukta, Firuze'nin yanında yarı uzanır bir pozisyonda otururken gözlerim onların üzerindeydi. "Bebek gibisin, iç bakayım şunu da kendine gel.." derken Bige'nin önündeki dolu kadehi eline tutuşturdu. Bige ona tereddütle bakarken elini hadi dercesine sallamıştı. Bu, beni güldürürken Bige de ona uyarak kadehteki şampanyayı tek dikişte bitirdi.
"Kızım sen şimdiden bu kadar heyecanlanıyorsan gece ne yapacaksın acaba?" diyen Firuze'yle beraber Bige'nin yüzü saçlarıyla aynı renk olduğunda üçümüz de aynı anda gülmüştük.
"Neden bu kadar dengesiz yengelerim var?" dediğinde ona teessüf eder gibi bakmıştım.
"Dengesiz mi olduk şimdi?" dedim, alıngan bir tavırla. "Dışarıdaki herkes biliyor gece sonunda ne olacağını.." dediğimde Bige utançtan gözlerini sıkıca yummuştu.
"Bige böyle muhabbetlerden hiç hoşlanmıyor," dedi, Olcay. Bunu söylüyordu ama Bige'yi delirtmek onun da hoşuna gidiyordu. "Lütfen gelinimizi sıkıntıya sokmayalım.." derken kıkırdamıştım. Bige'nin açılan saçları ensesinde at kuyruğu olacak şekilde toplanırken makyajı da çoktan bitmişti. Olcay'la ben onu izlerken Firuze de kendi makyajını tazeliyordu. Tam o esnada odanın kapısı biri tarafından tıklatıldığında içeri Kenan girmişti. Onun gözleri önce Bige'ye, ardından da bana değdiğinde onun bu saatte oluşan trafikte nasıl bu kadar hızlı gidip geldiğini anlamaya çalışıyordum.
"Abi," diyerek heyecanla yerinde doğrulan Bige'yle beraber odanın içerisinde adımlamaya başladığında gözlerim onun üzerindeydi. "Getirdin mi çiçeğimi?" derken Kenan'ın elindeki gelin çiçeğiyle ünlü bir markanın logosunun basılı olduğu karton poşeti inceledim.
"Getirdim," dedi, elindekileri masaya bırakırken. "Başka bir şeyi unutmadın inşallah? O kadar yolu gitmem bir daha, haberin olsun." dediğinde Bige gülmüş, poşetin içerisindeki takılarını kontrol etmişti.
"Teşekkür ederim abiciğim," diyerek kollarını ona doğru uzattığında Kenan da kız kardeşini kucaklamış, onun yanağına bir öpücük kondurmuştu. Bige'nin bileğindeki pırlanta bilekliği ona, hediye etmişti ve ben bu ana şahit olmasam da Bige'nin hediyesini ona verirken fark etmiştim. Onun için özel bir tasarım yaptırmıştı ve bundan haberim vardı. Teslim aldığı ilk an bana göstermiş, ben de çok beğenmiştim. O, bir bileklik hediye ettiği için ben de Bige'ye yakışacak pırlanta bir set tercih etmiştim ve gerçekten de çok yakışmıştı.
"Olcay nerede?" dediğinde göğsümde bağladığım kollarımı çözdüm.
"Aşağıda, Kılıç'la beraber. Koparamadım onu bir türlü.." derken ayaklanmıştım. O, kapıya yönelirken ben de peşine takıldım. "Bir bakayım ona, aşağıdayım ben." diyerek kızlara doğru döndüğümde beni onaylamışlardı.
Beraber odadan çıkıp merdivenleri indiğimizde tam bahçeye çıkmıştık ki karşılaştığım kişi adımlarımın yavaşlamasına neden oldu. Oğluna vermekten çekinmediği yeşil gözleriyle direkt olarak temasa geçtiğimde geçmişten esen şiddetli bir rüzgâr yüzüme doğru çarptı, saçlarım hafifçe uçuştu.
Hatırladığım birkaç anı zihnimdeki yerini alırken tamı tamına iki yıl önce hissettiğim o korkunç duygular da bedenimi esir almıştı.
Hâlâ aynıydı. Hâlâ o heybetini koruyor, sadece bakışlarıyla etrafı yönetiyordu. Turgay Keskin, benim bıraktığım gibiydi.
Bakışları gözlerimden uzunca bir süre ayrılmadığında gözlerim onun etrafını aramıştı kısa bir an. Babam sürekli onun yanında olurdu böyle zamanlarda. Birbirlerinin yanında olur, birbirlerine destek olurlardı ancak şu an sadece tek başınaydı. Tıpkı benim gibi. Tek ortak noktamız buyken görünürde gayet iyiydi ancak o derin bakışları hüzünlüydü. Tıpkı benim gibi.
Bakışları benden ayrılıp Kenan'a döndüğünde Kenan'ın bakışlarını çok kısa bir an üzerimde hissetmiştim ancak tekrar babasına döndü. "Ben de seni arıyordum," dedi, o tok sesiyle. Demek benimle konuşmaya cesareti yoktu, sadece kaçamak bakışlar atacak ve birbirimizden kaçacaktık. "Kemal Bey seni soruyor, gel bir görün adama.." dediğinde bakışlarımı onun üzerinden çekmiştim. Bu esnada da Kenan'ın bakışları tekrar bana döndüğünde elini sırtıma yasladı yavaşça. Sıcacık parmakları, birden buz kesen tenime yaslanırken ensemden aşağı bir ürperti inmişti.
"Babaanneni gördüm az önce," diyerek bakışlarımın ona dönmesine neden olurken, "Sen git, ben Olcay'ı alıp gelirim şimdi." dedi, o yumuşacık sesiyle. Gözlerim onun yeşil gözleri arasında mekik dokurken başımı salladım usulca.
"Tamam," dedim, buğulu gözlerimi kırpıştırarak. Ardından onun yanından hızla ayrılıp bahçede ilerlemeye başladığımda gözlerimin önünü göremez olmuştum. Bir anda, çok hızlı bir şekilde yine zayıf anımdan yakalanmıştım ve kendimi böyle bir ortamda bırakmamam gerekiyordu. Onu gördüğüm an aklıma sadece o kötü zamanlar geliyor, en önemlisi de canımdan çok sevdiğim babamı hatırlıyordum. Hoş, zaten onu hiç unutmuyordum.
Dolan gözlerimi kırpıştırıp bakışlarımı havaya doğru hafifçe kaldırdığımda bir yandan da etraftaki insanları yararak koca bahçede ilerliyordum. Tabii ki bu gece onca zamandan sonra onunla karşılaşacağımı biliyor, bundan bu kadar zaman boyunca boşu boşuna kaçtığımı biliyordum. Ne de olsa kocamın babasıydı ve aynı arazinin içerisinde birkaç adım ötemde olmasına rağmen ondan günlerdir kaçıyordum. Çünkü biliyordum ki onunla karşılaştığım an babamı hatırlayacak, o olmasa da onun o hoş sesini işitecektim. Tıpkı az önce olduğu gibi onu etrafta bir yerde arayacaktım.
Islanan kirpiklerimi bir kez daha kırpıştırıp makyajımı bozmamaya gayret göstererek gözlerimi sildiğimde babaannemi Defne Teyze'nin yanında bulmuştum. Hatta yalnız da değillerdi, uzun masada Farah ve Cevher Hala da varken Kiraz babaanne de yanlarındaydı. Onları gördüğüm an kendime çeki düzen verip yüzüme bir gülümseme yerleştirdiğimde Korhan da görünürde yoktu. Yoksa gelmemiş miydi?
"Babaannem," diyerek cıvıldadığımda babaannemin mavi gözleri beni buldu ve yüzünde koca bir gülümseme meydana geldi. Onunla aramda olan mesafeyi kapatıp boynuna sarıldığımda pamuk elleri çıplak sırtıma yaslanmıştı. "Oy çok özledim seni," dedim, içli bir şekilde. Eş zamanlı olarak o da yanaklarımı öptüğünde ben de geri kalmamış, tonton yanaklarını öpmüştüm. Üzerindeki siyah takımıyla ve toplu beyaz saçlarıyla gerçek bir kraliçeyi andırıyordu.
"Hiç ziyaret etmiyorsun beni ama," diyerek daha ilk dakikadan bana laf soktuğunda güldüm. Ondan yavaşça uzaklaşırken, "Torunum nerede?" derken gözleri etrafı aramıştı kısaca. O, ellerimi sıkıca tutarken onu sadece bir haftada çok özlemiştim.
"Torunun yakışıklıları gördü, dibi düştü.." dediğimde hepsi gülmüştü çünkü Olcay saatlerdir alandaki bütün yakışıklı heriflerle oyun oynamıştı. "Kılıç'laydı, Kenan onu alıp gelir birazdan."
"Kenan nerede?" diyen Defne Teyze'yi hızla yanıtladım.
"Babası çağırdı, iş konuşuyorlar sanırım." dediğimde Defne Teyze bıkkınlıkla başını sallamıştı. Onunla aynı fikirde olduğum için hiçbir şey söylemediğimde bakışlarım tekrar babaanneme döndü. "Korhan gelmedi mi?" diye sordum merakla.
"Korhan'la beraber geldik ama o bir kadınla konuşuyor," dediğinde kaşlarım çatıldı. Babaannemin bakışları benden ayrılıp arkamdaki bir noktaya dönerken, "Bak orada.." demiş ve başımı arkaya doğru çevirmeme neden olmuştu.
Gözlerim kalabalığı es geçip karşılıklı konuşan iki kişiyi bulduğunda Korhan'ın yüzü bana dönüktü ve karşısındaki kadını tanıyordum. Siyah kısa saçları omuz hizasındayken onu elbisesinden tanımıştım. Esvet'ti.
Çatık kaşlarım normal hâline dönerken gri takımının içerisindeki Korhan'ı inceledim kısaca. İlgiyle karşısındaki Esvet'i dinlerken ne konuştuklarını merak ediyordum doğrusu. Ne de olsa onunla bir zamanlar görüştüğünü biliyordum ancak bana Olcay'ı unutamadığı için onunla bir ilişkiye başlamadığını söylemişti.
"Beğendin mi kadını, nasıl?" diyerek hınzırca konuştuğumda babaannem güldü.
"Yakışıyorlar," dediğinde aslında haklıydı. Esvet gerçekten etkileyici bir kadındı ve Korhan gibi karizmatik bir adamla oldukça yakışıyorlardı. Ama Olcay'la daha çok yakıştığı kesindi. "Şu yavrum da mutlu olsun, yaşı da geçiyor artık.."
Babaannemin bu sözleri beni güldürürken biz kendi aramızda konuşuyorduk. Diğerleri başka bir şey konuşurken bizim konuştuğumuz tek şey Korhan'ın aşk hayatıydı. "Olcay'la yapmaya çalışıyorum ama hanımefendi depresyonda malûm."
"Rahat bırak çocukları, isterlerse olur zaten." dediğinde somurttum. Eğer onları beklersek Korhan bu gidişle ölene kadar Olcay'ı bekleyecek, Olcay da evde kalacaktı.
"Oy kimler gelmiş?" diyen Olcay, tam da bunun üzerine geldiğinde ikimizin de bakışları sesin geldiği yöne doğru dönmüş, onunla karşılaşmıştık. Olcay yüzündeki kocaman gülümsemeyle bize doğru gelip babaanneme sıkıca sarılırken babaannem de gülerek onu kucakladı. "Randevuyla görüyoruz seni resmen!" dediğinde kıkırdadım.
"Ayol siz gelmiyorsunuz beni görmeye," diyen babaanneme teessüf eder gibi baktığında bakışlarımı Korhan'a çevirip onu kontrol etmiştim. O, hararetli bir şekilde Esvet'le konuşurken meraktan çatlayacaktım. Yoksa tekrardan görüşmeye mi başlamışlardı?
Olcay; masadaki herkesle tek tek selamlaştığında Kiraz Babaanne onu çok sevdiği için ona sıkı sıkı sarılmış, hâlini hatrını da sormuştu. Onlar birkaç gün önce gelmişlerdi ve açıkçası aynı arazinin içerisinde olmamıza rağmen pek görüşememiştik. Ben, Kenan'ın babasıyla karşılaşmaktan kaçındığım için onlara gitmemiştim ancak benim evde olduğum bir vakitte onları yemeğe davet edip bolca hasret gidermiştik. Kiraz Babaanne'den hiç beklemediğim bir sıcaklıkla beni karşıladığında Olcay'ı görür görmez kalbinden vurulmuştu adeta. Onun için getirdiği oyuncak ve giysilerle beraber ona adının yazılı olduğu altın bir künyeyi de hediye etmişti. Aynısından Olcay ilk doğduğunda babaannem de hediye etmişti fakat artık ona olmadığı için geçenlerde kapalı çarşıya, onu Olcay'ın bileğine göre yaptırmaya göndermiştim.
"Daldın," diyen sesle beraber bakışlarımı daldığı noktadan çektiğimde Olcay'ın kahverengi gözleriyle karşılaştım. "Niye dertlendin yine?"
"Korhan'ı kaçırdın, ona yanıyorum." dediğimde neyden bahsettiğimi anlamadığı için kaşları hafifçe çatıldı. "Esvet'le konuşuyor, bak.." derken bakışlarımı tekrar Korhan'ın olduğu yöne çevirmiş, o da beni takip etmişti. İşte tam o anda Korhan'ın bakışları karşısındaki Esvet'ten ayrıldığında direkt olarak bizi buldu. Onunla göz göze geldiğim an kocaman gülümsediğimde bakışları benden ayrılıp Olcay'a dönmüştü.
"Erkekler yine şaşırtmıyor," dedi, Olcay da. O, bakışlarını ondan çekip yanıma oturduğunda güldüm. Bu esnada Korhan da bakışlarını bizden uzaklaştırıp tekrar Esvet'e dönmüştü. "Bak ağlıyordu Olcay diye ama şimdi başka kadından ilgi dileniyor.. Hep böyle bunlar, uzak duracaksın."
"Abartma be, dümdüz sohbet ediyorlar işte.." dediğimde umursamazca omuz silkti. "Sen de bir karar versen adam önüne bakacak."
"Ben karar falan vermek istemiyorum, kafam rahat böyle." derken tıpkı benim gibi bacak bacak üstüne atıp arkasına yaslanmıştı. "Ağzımın payını aldım artık yeter. Önce Korhan, şimdi Kılıç.. Bitti artık, hiçbir erkeğe selam bile vermeyeceğim."
"Evde kalırsın o zaman."
"Kalırım, ne var?" Gözlerimi devirdiğimde Kenan'ın, kucağındaki Olcay'la beraber buraya doğru geldiğini görmüştüm. Heyecanla yerimde doğrulduğumda Olcay'ı kucağından indirdi. Olcay, elindeki birkaç dal olan renkli çiçeklerle bana doğru paytak adımlarla ilerlerken dudaklarımda geniş bir gülümseme oluşmuştu.
"Aşkım," diye cıvıldadığımda dudaklarındaki gülüşle bana doğru koşmaya başladı. Öne doğru hafifçe eğilip kollarımı onun için açtığımda herkesin dikkatini çekmişti. Küçücük boyu ve tombul vücuduyla yeşil elbisesinin içerisinde fark edilmeyecek gibi değildi zaten. Aramızda çok kısa bir mesafe kaldığında onu kolundan tutarak kendime doğru nazikçe çekmiştim. Bu esnada babası da peşinden geliyordu. "Bana mı bunlar?" derken elindeki çiçekleri yavaşça almıştım. Burnuma doğru yaklaştırıp onları kokladığımda o ferah kokusu ciğerlerime doldu. Bakışlarım Olcay'a dönerken onu tek bir hamlede kucağıma alıp yanaklarını öptüm. "Kurban olurum kız sana," diyerek onu bağrıma bastığımda Kenan'la aramızda olan mesafe kapanmış, o direkt babaanneme yönelmişti. Babaanneme sarılıp onun hâlini hatrını sorarken sohbetleri koyulaşmıştı.
Ben Olcay'ı öpücüklere boğup onu dakikalarca sevdiğimde ilerleyen dakikalarda babaannemin kucağına gitmişti. O, babaannemin eline doğduğu için ona olan sevgisi en uç seviyedeydi. Bu yüzden onu görür görmez tanıyor, hemen kucağına atılıyordu.
"Abiciğin nerede, göremiyorum onu?" diyen Kenan'a, omzum üzerinden bir bakış attığımda güneş gözlüklerinden dolayı yeşil gözlerini göremiyordum. O dakikalar önce arkama geçmiş, ellerini de sandalyeme yaslamıştı. Ses tonu iğneleyiciyken yapmacık bir şekilde gülümsedim. Korhan'dan hoşlanmıyordu.
"Geliyor işte," diyerek çenemle Korhan'ın olduğu tarafı gösterdiğimde gerçekten de bize doğru geliyordu. "Dayak yemeyesin yine, dikkat et?" dediğimde bana ters ters baktığını hissedebiliyordum.
"Kaşınıyorsun," dediğinde parmaklarımı çenesine yaslamıştım.
"Kaşısana beni," Yüzüme baktı uzun uzun.
"Buralardayım bir şey olursa.." derken doğruldu yavaşça. Gözlerim güneşten dolayı kısılırken onu inceledim.
"Küstün mü?"
"Hayır," dedi, beni yanıtlayarak. "Abini dövmemek için gidiyorum sadece." dediğinde Olcay bunu duymuş hatta gülmüştü. Ben de gözlerimi devirdiğimde bir tatsızlık çıkmaması için onun gitmesine izin verdim.
"Tamam," derken elimi yaklaşması için hafifçe salladım. "Gel öpeyim bir tane." dediğimde bana yaklaşmış, yanağını öpmüştüm. Ardından yanağına bulaşan ruj izini temizlerken, "Kaybolma bir yere."
"Buradayım," diyerek yanımdan ayrıldığında Korhan'ın yanından geçip gitmiş hatta aralarında kötü bir bakışma geçmişti. O, yanımıza geldiğinde yerimden kalkıp ona sarıldım.
"Naber fıstık?" dediğinde onunla evden ayrıldığımdan beri görüşmediğimiz için uzunca sarılmıştık. Aslında son görüşmemizde pek hoş ayrılmamıştık fakat bunu ikimiz de konuşup tadımızı kaçırmayacaktık.
"İyidir, seni sormalı?" derken birbirimizden ayrıldık. "İyi görünüyorsun valla, hemen kızları kapmışsın." dediğimde bana uyarıcı bir bakış atmış, ardından o ela gözlerini arkamda kalan Olcay'a çevirmişti kısa bir an.
"Yok öyle bir şey, karşılaştık sadece." dediğinde öyledir dercesine başımı salladım.
"Aynen canım, gördük." dediğimde iflah olmazmışım gibi başını sallamıştı. "Ne konuştunuz anlat!"
"Kızım ne meraklısın sen ya?" diyerek beni geçiştirdiğinde yanımdan geçmiş ve Olcay'la selamlaşmıştı fakat bana sarıldığı gibi ona sarılmamış, uzaktan selamlaşmışlardı. Olcay, masanın bir diğer ucunda oturduğu için diğerlerinden epey uzaktalardı. Bu yüzden Korhan rahatça onun yanına oturmuş, benim de onları gözetlememi sağlamıştı. Ben, az önce kalktığım yere tekrar otururken onları dinlemiyormuş gibi yapıyordum. "Canın sıkkın gibi.."
"Yo değil," diyen Olcay'ı dinlerken bakışlarım onların üzerinde değildi ancak tüm ilgim onlardaydı. "İyiyim."
"Sevgilin nerede?" diye sorduğu an, favori çiftimin bu büyük buluşmasını heyecanla dinliyordum. Korhan'ın ses tonunda sezdiğim o ima ve kıskançlığı iliklerime kadar hissetmiştim ve bunu Olcay'ın hissetmemesi saçmalık olurdu.
"Bilmem," dedi, umursamazca. "Ayrıldık biz." dediğinde Korhan bunu bilmediği için kısa bir an sessizliğe gömülmüşlerdi. Bakışlarımı yavaşça onlara doğru çevirdiğimde Korhan'ın buna şaşırdığı belliydi ancak içten içe sevindiğine emindim.
"Gerçekten mi?" diyen Korhan'la beraber Olcay'ın bakışları ona döndüğünde gözlerimi onlardan almam zordu. Hiç konuşmasalar dahi aralarında geçen bakışma oldukça duygu yüklüydü. Olcay'ın tarafında neler olduğunu pek bilmesem de Korhan'a karşı boş olduğunu düşünmüyordum. Ona sorduğumda bunu inkâr etse de ne de olsa ona bir zamanlar aşıktı. Korhan'dan da bahsetmeme hiç gerek yoktu çünkü tek bir bakışıyla bile her şeyi belli ediyordu.
"Sevindiğini gizleseydin bari," dedi, açık sözlülükle. Olcay'ın bu sözleri, Korhan'ı mahcup etmezken aksine dudaklarında etkileyici bir gülümseme oluşmuştu. Pekâlâ bu, çoğu kadını etkileyebilecek bir gülümsemeydi. Olcay'ın ona aşık olduğu dönemlerde onun gülümsemelerine büyük bir hayranlık duyduğunu Korhan bilmiyor olabilirdi ancak ben biliyordum.
"Kusura bakma pek gizleyemeyeceğim," dedi, Korhan da. Bu, gülümsememe neden olurken bakışlarımı onlardan hızla çektim. "Hak etmiyordu o herif seni zaten." dediğinde kaşlarım havalanmıştı. Olcay'ın gülüşü kulaklarıma ulaşırken bileğimdeki saati düzeltiyordum.
"Sen mi hak ediyorsun beni?" dedi, alayla. Fakat onu tanıdığım için bunun hoşuna gittiğini biliyordum.
Korhan onun bu alay dolu tavrına hiç aldırmadı, güldü. "Belki de."
"Sevgilin, başka bir kadınla flörtleştiğini biliyor mu bari?" dediği an aralarında kısa bir sessizlik olduğunda heyecandan şuraya bayılacaktım. Olcay, Korhan'ı mı kıskanmıştı yoksa şu an ben mi öyle anlamak istiyordum?
"Sevgilim olduğundan tam şu anda haberim oldu," Korhan'ın sözleri gülüşümü bastırmama neden olurken, "Kimmiş sevgilim, henüz tanışmadık da kendisiyle?"
"Esvet'le birliktesin sanıyordum?" dedi, sorarcasına. Evet Olcay da Korhan'la Esvet'in hâlâ görüştüğünü sanıyordu çünkü Korhan, Esvet'le olan iletişimini kestiğinde bundan benim haberim olmuştu ve bu yaşanalı da epey uzun zaman olmuştu. O dönem Amerika'ya yeni gitmiştim.
"Hayır yok öyle bir şey," diyerek yanıtladı onu. "Kimse yok hayatımda, seni bekliyorum biliyorsun."
"Daha çok beklersin."
"Ne kadar beklemem gerekiyorsa beklerim tabii."
Onların bu tatlı atışmasını can kulağıyla dinlerken bir kez daha nasıl dehşet bir uyuma sahip olduklarını fark etmiştim. Onların bir an önce birbirlerine kavuşması gerekiyordu ve bunun için gerekirse çöpçatanlık yapacaktım. Olcay'ın günlerdir asık olan yüzünü güldürmüş, keyfini yerine getirmişti ve bence de onu hak eden tek kişi Korhan'dı.
İlerleyen dakikalarda Bige'yi kontrol etmek için masadan kalktığımda o ikisini baş başa bırakmış, yanlarından ayrılarak eve doğru adımlamaya başlamıştım ki eskiden beraber iş yaptığımız yabancı bir yatırımcımızla karşılaşmıştım. Onun Kenan'la konuştuğunu gördüğüm an göz göze gelmiş, koca gülümsemesini bana sunmuştu. Babam bu adamla çok fazla iş yapmıştı ve en son onunla babamın vefatından önce şirkette karşılaşmıştık. Orta yaşlarda, karizmatik bir adamdı ve İspanyoldu. Onunla daha üniversiteye yeni başladığım dönemde, babamın şirketinde tanışmıştım. O dönemden beri de sıklıkla karşılaşmış, samimiyeti ilerletmiştik ancak görüşmeyeli uzun zaman oluyordu.
"Hola!" (Merhaba.) diyerek şakıdığında Kenan'ın bakışları onu takip etmiş ve beni bulmuştu. Onlara doğru yavaşça adımlarken Turgay da oradaydı. Hatta Gediz abi de. "Wow, con ese cabello estás causando un incendio!" (Vay be, bu saçlarla adeta yangın çıkarıyorsun!)
Evet, işte bu sözleriyle Kenan çoktan onu radarına almıştı bile!
"Oh, gracias!" (Teşekkürler.) diyerek ona, onunki gibi bir neşeyle karşılık verdiğimde bana sarılmak için bir hamle yaptı. Ben de onu geri çevirmezken ne çok sıcak ne de çok soğuk bir kucaklaşma yaşanmıştı aramızda. "Ha pasado un tiempo," (Uzun zaman oldu.) derken ellerimi nazikçe tutmuş ve ben ondan uzaklaşırken beni incelemişti.
"Sí," (Evet.) dedi, boğuk sesiyle. İkimizin de yüzünde koca birer gülümseme varken Turgay'ın orada olmasını bile umursamıyordum. "Te has vuelto aún más bella.." (Daha da güzelleşmişsin.) dediği an Kenan'ın bakışları benden ayrılmış, başını ağırca ona doğru çevirmişti. "Mi belleza! Cómo estás?" (Güzelim, nasılsın?)
"Estoy bien, tú?" (İyiyim, sen nasılsın?) "O sigues soltero?" (Yoksa hâlâ bekar mısın?) dediğimde attığı kahkaha, çalan klasik bir müziğin melodisine karışmıştı. Bu, beni de gülümsetirken parmağında bir yüzüğün olmayışı bana bir cevap olmuştu. O da tıpkı benim gibi bakışlarını ellerime indirdiğinde Kenan ona ters ters bakıyordu. Yani gözlüklerinden dolayı bunu anlamıyordum ama emindim ki bu samimiyetten hoşlanmamıştı.
"Soy soltero," (Bekarım,) Yüzüklerimi fark ettiğinde kaşları havalandı. "Pero te casaste." (Ama sen evlenmişsin.)
"Sí," diyen başka bir ses aramıza girdiğinde bu Kenan'dı. "Ella es mi esposa." (O benim eşim.) dediği an Antonio'nun şaşkınlığı beni güldürmüştü hatta diğerlerini de öyle. Tek gülmeyen kişi Kenan'dı ve o da kaşlarını çatmıştı bile. "No la toques, soy un hombre celoso, hombre." (Ona dokunma, ben kıskanç bir adamım dostum.)
"Waow," diyerek bir tepkiyi ortaya koyduğunda Kenan'ın eli de belime dolanmış, beni kendine doğru hafifçe çekmişti."No me mires así, su belleza marea a todos." (Bana öyle bakma, güzelliği herkesi şaşkına çeviriyor.) dediğinde Kenan'ın dudaklarında hafif bir gülümseme oluştu.
"Me pertenece," (Bana ait.)
"Malım sanki," dediğimde bunu Antonio anlamamıştı ancak Kenan da dahil olmak üzere Turgay ve Gediz abi anlamıştı. O ikisi bizden ilgisini çektiğinde Antonio dönüp Turgay'a bir şeyler söyledi. Kenan'la evli olduğumu öğrendiği için epey şaşkındı.
"Ben mal mıyım peki?" diyerek bana karşılık verdiğinde neyden bahsettiğini anlamıştım. Birkaç gece önce onunla sevişirken bana ait olduğunu söylemiştim ve bunun hoşuna gittiğini de biliyordum. "İspanyolca bildiğini bilmiyordum." dediğinde ona ne sandın dercesine bakmıştım.
"Tabii ki biliyorum," dedim, burnumu kırıştırarak. "Nasıl, beğendin mi?"
"Bayıldım," diye fısıldadı kulağıma doğru. Burnunu saçlarıma gömüp başımın üzerine bir öpücük bıraktığında tekrar Antonio'nun ilgi odağı olmuştum.
"No sabía nada de esto," (Bundan haberim yoktu.) dedi, hayretle. "Se ven súper bien juntos, hacen una pareja increíble. Qué suertudo eres!" (Beraber harika görünüyorsunuz, inanılmaz bir çift olmuşsunuz. Ne şanslısın ama!) diyerek Kenan'a takıldığında elini de onun koluna yaslamıştı. "Ya tienen un bebé?" (Bebeğiniz var mı?)
"Sí, tenemos una hija hermosa, es nuestra princesita." (Evet, çok güzel bir kızımız var, o bizim prensesimiz.) dedim, büyük bir neşeyle. Antonio, yüzümüzdeki koca gülümsemeleri aynı neşeyle izlerken ben de elimi Kenan'ın beline sarmıştım.
"Ah, tengo que ver a esa pequeña brujita sí o sí!" (Ah, o küçük cadıyı kesinlikle görmeliyim!) dediğinde kıkırdadım. Bu tabir Olcay'a gerçekten de cuk oturmuştu çünkü o gerçek bir cadıydı.
İlerleyen dakikalarda onunla olan sohbetimiz derinleşse de korktuğum o noktaya değinmemiş, babamdan bahsetmemişti. Ben de konunun buraya gelmemesi için epey çabalamış ve en sonunda da onunla vedalaşarak yanından ayrılmıştım. Zaten Turgay'la daha fazla aynı ortamda kalmak istemezken bu gecenin nasıl son bulacağını merak ediyordum.
Umuyordum ki olaylı bir şekilde sonlanmazdı.
🌪️🌪️🌪️
"Olcay?"
Bağırışım evin içerisinde yankılanırken önümde uzanan son basamağı da inip gözlerimi salonun her köşesinde gezdirdim. Mutfakta da salonda da hiç kimse yokken Karlos'la Azman da miskince yatıyordu.
Birkaç adım atıp salonun bahçeye açılan kapısından dışarıyı kontrol ettiğimde kimseyi görememiştim. Kaşlarım havalanırken sabahlığımın kuşağını bağlayıp evin içerisinde yavaşça adımlamaya başladım. Yaklaşık yarım saat kadar önce uyanmış ve güzel bir duş alarak ayılmaya çalışmıştım. Tabii uyandığımda ne Kenan'ı ne de Olcay'ı yanımda görebilmiştim ama o ikisinin beraber olduğuna emindim.
Alt kata inen merdivenlerin başından aşağıyı kontrol ettiğimde birkaç tıkırtı kulaklarıma ulaşmış, merdivenleri yavaşça inmeye başlamıştım. Alt katta Kenan'ın spor yaptığı bir alan varken bu saatlerde genellikle spor yaptığını biliyordum. Bu yüzden de sesleri takip edip aşağı indiğimde Olcay'ın da Kenan'la beraber olduğunu görmüştüm. Kenan spor yaparken Olcay da dün gece ona sağdığım sütü içiyor, bir yandan da babasını izliyordu. Bu görüntü beni güldürürken kollarımı göğsümde birleştirip onlara doğru ilerledim. Olcay, Kenan'ın koşu yaptığı banda çıkmak için bir hamle yaptığında Kenan onu tek hamlede kucağına almıştı çünkü bunu yapmasa Olcay düşebilirdi.
"Rahat mı dursak artık?" dedi, elindeki biberonuyla onu izleyen kızına karşı. Bununla beraber sırıtmaya başladığımda beni görmüyordu çünkü arkası dönüktü. "Yoruldu baba çünkü de.."
Dudaklarımdan dökülen kıkırtıyla beraber başını hafifçe oynatıp bana baktığında yeşil gözleriyle karşılaşmıştım. Adımlarımı onlara doğru yöneltip kollarımı Olcay için açtığımda gerçekten de yorulmuş gözüküyordu. "Gel bakalım küçük cadı," diyerek ona doğru uzandığımda Olcay itiraz etmemiş, kucağıma atılmak için bir hamle yapmıştı. Bu esnada Kenan da önündeki tuşlardan birine bastığında yavaşladı. Olcay kucağıma gelirken onun yanağına koca bir öpücük bırakmıştım.
"Günaydın," diyen babası koşu bandından indiğinde aramızdaki boy farkı biraz olsun kapanmıştı.
"Günaydın birtanem," derken ikimiz de aynı anda birbirimize doğru uzanmış, onun dudaklarına tatlı bir öpücük bırakmıştım. "Erkencisiniz bakıyorum da?" dedim, bakışlarımı Olcay'a çevirirken. O, masum bir şekilde sütünü içmeye devam ederken saçlarını okşadım hafifçe.
"Hanımefendi alarm kuruyor resmen," diyerek Olcay'a bir bakış attığında kıkırdamıştım. Olcay gerçekten de her sabah aynı saatte uyanıyor, bizi de uyandırıyordu fakat bu sefer ben uyanmamıştım.
"Acıkmış mı benim aşkım?" diyerek ilgimi ona doğru çevirdiğimde Olcay'ın koca yeşil gözleri bana döndü. "Gel kahvaltı hazırlayalım beraber, babacık da duş alsın.. İşe gidecek çünkü." Bakışlarım ona döndü tekrar. "Hadi koş, geç kalma sonra."
"Sen gitmiyor musun?" derken beni incelemişti. Üzerimde sadece lacivert, saten bir sabahlık vardı. Duştan çıkıp sadece iç çamaşırlarımı giymiş ve içimdeki meraka engel olamayarak aşağı inmiştim. Daha hazırlanmak için vaktim vardı ne de olsa.
"Gideceğim, vaktim var daha."
"Tamam, beraber çıkarız." derken elindeki havluyla terini silmiş, ben onu onayladığımda da yanımdan geçip gitmişti. O, yukarı çıkarken ben de kucağımdaki Olcay'la beraber merdivenleri tırmandım. Beraber yukarı çıkıp mutfağa geçtiğimizde onu mama sandalyesine oturtup elindeki boş biberonu almıştım. Ardından da buzdolabına yönelip bütün kahvaltılıkları çıkardığımda ekmekleri de kızartmaya başlamıştım hızlıca. Ekmekler kızarırken ben de Olcay'ın kahvaltısını hazırlamaya başladım.
Dakikalarca mutfakta oyalanırken son olarak Kenan'ın kahvesini de yapıp masaya koymuştum. Olcay, onun için hazırladığım tabaktaki salatalığı kemirirken kahvaltısını yaptıktan sonra ona banyo yaptırmayı aklımın bir köşesine not ettim. Ona banyo yaptırıp Defne Teyze'lere bırakacaktık çünkü bugün artık Kenan'ın işe gitmesi gerekiyordu. Bir haftadan fazla süredir evde, Olcay'la ilgilense de bugün önemli bir toplantısı olduğunu biliyordum. Benim de işlerim biraz olsun hafiflemişti ve bu yüzden henüz işe gitmem için de vaktim vardı.
"Aşkım gel," dedim, merdivenlerden inen Kenan'a. "Kahven soğudu." derken ben de masaya oturmuştum. Bu esnada onu incelemeyi ihmal etmedim. Üzerinde lacivert tonlarında bir gömlek varken siyah takımının ceketini koltuğun ucuna bırakıp masaya oturdu. Uzun zamandır onu ev hâliyle görmeye alıştığım için bir an gözüme garip gelmişti ancak bu hâline ayrı bir bayılıyordum. İş adamı hâline büründüğü anlarda yaşını tam anlamıyla gösteriyor, olgunluğuna olgunluk katıyordu.
"Akşam yemeğini dışarıda yiyelim mi?" diyerek bir teklifte bulunduğunda az önce hazırladığım bol sebzeli yeşil içeceği yudumluyordum. "Bayağıdır çıkmıyoruz dışarı."
"Olur," dedim, u harfini uzatarak. Elimdeki bardağı bırakıp önümdeki kâseyi elime alarak bacaklarımı kendime doğru çektim. Kaşığımı kâsenin içerisindeki yulaf karışımına batırırken beni inceliyordu.
"Maran," dedi, gözleri üzerimde gezinirken. Bakışlarımı ona çevirdiğimde, "Düzgün şeyler ye, bırak şunu.."
"Ne var ya?" dedim, kaşığımı hafifçe sallayarak. "Güzel işte.."
"Zayıfladın çok," dediğinde kendimi incelemiştim. Bacaklarım daha da incelmiş, göbeğim tamamen yok olmuştu ki bu da yaptığım sporların hakkını verdiğimi gösteriyordu. "Al şunu." diyerek bana, elindeki kızarmış ekmek dilimini uzattığında benim için üzerine bal sürdüğünü görmüştüm.
"Yemem ben onu, glüten var onda.."
"Yiyeceksin, gel.." derken uzanıp elindeki ekmeği ağzıma tıktı. Ekmek fazlaca büyük olduğu için yarısı dışarıda kalmıştı. O, benim bu hâlime gülerken ben de büyük parçayı koparıp ekmeği elime aldım. "Yarasın sevgilime.."
"Ben mutluyum böyle, kilolu olmak istemiyorum!" diyerek homurdandım.
"Kilolu değilsin," dedi, beni düzelterek. "Ayrıca olsan ne olur? Her hâlinle çok güzelsin."
"Gördük canım o gün," derken tabağımın yanında duran peçeteyi elime almıştım. "Arkadaşın beni yerin dibine sokup sokup çıkardı.. Nasıl inceliyordu vücudumu görmedin mi?" dediğimde gözlerini baydı. Gözde'yi yemeğe davet edeli neredeyse bir haftadan fazla olmuştu fakat ben hâlâ onu konuşuyordum.
"Şaşırmıştır, ondan incelemiştir seni." dedi, kahvesini yudumlarken. "Çocuk da var ya.. E gençsin de daha, minyonsun küçük gösteriyorsun falan."
"İyi niyetine hayran kaldım gerçekten," dediğimde güldü ama bu söylediklerinde ciddiydi. Zaten bunları Gözde de söylemişti ama o akşamki yemekte ara ara beni iğnelediğini unutamıyordum. "Ne tatlı adamsın ya sen?" derken elimde yarısı duran ballı ekmeği uzanıp onun ağzına tıkmıştım. "Oy aşkım, şifa olsun.."
Çenesine dökülen kırıntıları elimle silkeleyip ondan uzaklaştığımda ben de tekrar kaşığımı elime almıştım. Onun ters bakışları eşliğinde kahvaltımı yaparken ara ara bana kendi elleriyle yediriyordu. Ona itiraz edebilirdim ancak o kadar tatlı bir adamdı ki kahvaltı boyunca onu geri çevirememiştim.
Kahvaltımı bitirip Olcay'ın da doyduğuna emin olduktan sonra onu alarak yukarı çıkmış, direkt olarak banyoya girmiştik. Olcay için suyu ayarlayıp onun üzerindekileri çıkararak onu küvete bıraktığımda heyecanlanmış, kıkırtıları banyonun fayanslarında yankılanmıştı. Banyo yapmaktan çok hoşlanıyordu ve suyla oynamaya da bayılıyordu fakat havuza ya da denize girerken korkuyor, kendini geri çekiyordu. Çeşme'deyken Kenan onu alıştırmak için birkaç kez denese de korkusunu biraz daha yenmişti ama hâlâ korktuğunu biliyordum.
Ona güzelce banyo yaptırıp saçlarını da kuruttuğumda odaya geçmiş, onu yatağa bırakarak onun için birkaç parça kıyafet çıkarmıştım. Onu giydirmeden önce, ona özel aldığım yağ ile vücudunu nemlendirdiğimde sessizce yatağın ortasında yatıyor, kımıldamıyordu. Ben tüm bunları ona yaparken inanılmaz keyif alıyor, sesini hiç çıkarmıyordu.
Çıkardığım açık mavi tonlarındaki bir takımı ona giydirip kuruttuğum saçlarını da yine aynı renklerdeki tokalarla topladıktan sonra beyaz çoraplarıyla beraber mavi sneaker'larını giydirmiştim. "Gel bakalım, sana çanta hazırlayalım.. Babaanneye gideceğiz!" dediğimde gülüp ellerini çırpmaya başladı. Kıkırdayarak onu kucağıma alıp giyinme odasına geçtiğimde Olcay'a küçük bir çanta hazırlamış ve içerisine ihtiyacı olabilecek bir sürü şey koymuştum. Bu esnada odanın kapısının açıldığını duyduğumda Olcay'ın sevdiği bir iki oyuncağı da çantanın içerisine dolduruyordum.
"Aşkım," diyen sesi duyduğum an bakışlarımı omzumun üzerinden kapıya doğru çevirdiğimde bunu bana değil de kızına söylediğini anlamıştım. Olcay, giyinme odasındaki koltukta oturup elindeki peluş oyuncakla oynarken babasını görür görmez dişlerini göstererek gülmeye başlamıştı. Kenan, dizleri üzerinde çöküp kollarını çok hafifçe iki yana açtığında Olcay çoktan yerinden hareketlenmişti. "Gel bakalım babacığa.." dediğinde güldüm. Normalde bunu ona ben söylerdim ve bu onu delirtirdi ama şimdi bakıldığında alışmışa benziyordu. Olcay, sürünerek koltuktan inip ayakkabıları üzerinde ona doğru koşturmaya başladığında hazırladığım çantayı kapının önüne, yere bıraktım. O, babasının kolları arasına girdiğinde Kenan onun güzel kokusunu derince soluyup birkaç öpücük kondurmuştu o tonton yanaklarına. "Mis kokulu prensesim benim.."
"Pabucum dama atıldı vallahi," diyerek onların bu saadetini bozduğumda yanlarından geçip duştan çıktığımda koltuğun üzerine bıraktığım kıyafetlerime yönelmiştim. Bu esnada Kenan'ın gülüşünü işittim. "Varsa yoksa prenses."
O, Olcay'ı kucağına alarak doğrulduğunda ben de sabahlığımın kuşağını çözmeye çalışıyordum. "Kıskanma hemen," dedi, yanıma yanaşırken. O, yanağıma bir öpücük kondurup gönlümü aldığında istemsizce gülümsemiştim. "Hadi sen hazırlan, biz aşkımla aşağıdayız." dediğinde onu onayladım.
O, Olcay'ın çantasını da alarak odadan çıktığında ben de sabahlığımı çıkarıp koltuğun üzerinde duran acı kahve tonlarındaki takımımın kumaş pantolonunu üzerime geçirmeye koyulmuştum. Ardından da ona ait olan yeleği giydiğimde aynada kısaca kendimi inceleyip makyaj masama yöneldim.

Duştan çıkmadan önce saçlarımı kuruttuğum için çekmecede duran maşamı fişe taktığımda onun ısınmasını beklerken ben de vücudumu ve yüzümü nemlendirmiştim. Gerdanımdaki kolyelere birkaç tane daha ekleyip gümüş saatimi bileğime taktığımda parmağımı da gold kaplama olan birkaç yüzükle donattım. Ardından ısınan maşayla beraber saçlarımı güzelce maşalayıp dalgalarımın bozulmaması için birkaç serum da sürdükten sonra nemlendirdiğim yüzüme ince yapılı bir kapatıcı uygulayıp hızla göz makyajıma başlamıştım. Abartısız, her zamanki makyajımı yaptığımda son olarak küpelerimi de taktım. Maşalı buklelerimi ellerimle dağıtıp daha doğal bir hâle getirdikten sonra parfümümden birkaç fıs sıkıp siyah topuklularımı ayağıma geçirmiştim. Yine aynı renk olan bir çantanın içerisine birkaç eşyamı koyup şarjda olan telefonumu alarak aşağı indiğimde Olcay'la Kenan'ın Karlos ve Azman'la ilgilendiğini gördüm. Birlikte onların mama kaplarını doldururken Olcay da Karlos'un tüylerini okşuyordu minik elleriyle.
"Hazırım," diyerek önümde uzanan birkaç basamağı da indiğimde Kenan'ın bakışları bana dönmüştü. O, önce Olcay'ı Karlos'tan koparıp koltuğun ucunda duran takımının ceketini üzerine geçirdiğinde ben de kendimi aynadan kontrol etmiş, birkaç dakika daha kendimle ilgilenmiştim.
"Güzelsin güzel, çatlatacaksın aynayı." dediğinde kıkırdamış, ona doğru dönmüştüm. O, eğilip Olcay'ı kucağına alırken kapının önünde duran Olcay'ın çantasını da aldı. Ardından da elini uzatıp portmantodan hem evin hem de arabanın anahtarını aldığında beraber evden çıkmıştık. "Sen geç arabaya, ben Olcay'ı bırakıp geleyim."
"E ben de geleyim," dedim, omzumdaki çantayı düzeltirken. "Ver çantasını bana.." dediğimde itiraz etmiş, elime sadece anahtarları tutuşturmuştu. Beraber, evin birkaç adımlık ilerisindeki Defne Teyze'lerin bahçesine geçtiğimizde kapı da Defne Teyze tarafından açıldı. O, bizi görür görmez kocaman gülümsediğinde Kenan'ın kucağındaki Olcay'ın gülüşleri bahçeyi doldurdu.
"Oy kuzucuğum," diyen Defne Teyze ona doğru ellerini uzattığında Olcay da onun kucağına gitmek için çırpınmış, Kenan onu annesinin kucağına göndermişti. "Mis gibi de kokarmış.." derken Olcay'a birkaç öpücük armağan etti. Bu esnada Kenan Olcay'ın çantasını da annesine teslim ettiğinde Defne Teyze'nin bakışları bize döndü. "Hadi gelin siz de, kahvaltı yapalım."
"Kahvaltı yaptık biz anneciğim," diyerek Kenan onu benden önce yanıtladığında elimi uzatıp Olcay'ın yüzüne düşen bir tutamı geriye doğru ittirdim.
"Yemeğe de gelmiyorsunuz," dedi, Defne Teyze alıngan bir tonda. Kenan yeşil gözlerini annesinin gözlerine diktiğinde bu bakışma birkaç saniye sürmüş, Defne Teyze'nin bakışları kısaca bana dönmüştü. "Baban yüzünden değil mi?" diye sordu ona.
"Anne," diyerek uyarıcı bir tınıda konuştuğunda bunu daha fazla sürdürmemek adına Olcay'ın yanağına bir öpücük bırakıp onunla vedalaşmıştım. "Konuşmayalım bunları artık."
"Akşam geliriz yemeğe." dediğim an ikisinin de bakışları bana dönmüş, dikkatlerini çekebilmiştim. Pekâlâ, bu hiç hoşuma gitmiyordu ama babasını görmezden gelebilirdim neticede. Düğünde de böyle yapmıştım ve bunu bu geceliğine de yapabilirdim.
"Dışarı çıkacaktık?" dedi, Kenan da. Aslında bunu sorarcasına söylese de ben onun bunu bahane ettiğini anlamıştım. Sırf benim için ailesiyle daha az görüşüyordu ve bunun benim yüzümden bu şekilde olmasını istemiyordum.
"Başka bir zamanda çıkarız yine," dediğimde yeşil gözleri gözlerim arasında mekik dokudu. Bundan hoşnut değildi. "Geliriz akşam, hem babaannenler ne zamandır burada ama doğru düzgün bir araya gelemedik. Ayıp olmasın insanlara."
İlerleyen dakikalarda Defne Teyze ve Olcay'la vedalaşmış, beraber onun yanından ayrılarak Kenan'ın park hâlinde olan arabasına binmiştik. O sürücü koltuğuna, ben de yan koltuğuna geçtiğimde ikimiz de sessizdik ama bu sessizliği onun bozacağını biliyordum.
Tam da tahmin ettiğim gibi olurken, "Benim adıma niye karar veriyorsun?"
Bu sorusuyla beraber bakışlarım ona dönerken koca arazide ilerlemeye başlamıştık. "Yemek yiyeceğiz alt tarafı bir saat falan.. Takılmasak mı bu kadar?" dediğimde çatık kaşlarının altındaki bakışları mavi gözlerimi buldu.
"Sırf annemi kırmamak için böyle bir şey söyledin," dediğinde bu doğruydu. Ben de babasını görmeye bayılmıyordum sonuçta. "Bunu yapmak zorunda değilsin, hayır diyememek neden senin için bu kadar zor?"
"Anneni kırmak istemedim." dedim, mırıltıyla. "O da haklı sonuçta, ailecek bir arada olmak istiyor. Bizim dışımızda herkes orada farkındaysan."
"Ben ev buldum," dedi, bir anda. Bakışlarım ona dönerken, "Hafta sonunu falan beklemeyeceğim, taşınalım bir an önce. Sonrasında da kimseyi görmek zorunda kalmayacaksın."
"Bana söylememiştin bunu," dediğimde kaşlarım hafifçe çatılmıştı.
"Elimizde birkaç seçenek vardı ama bunu beğeneceğine eminim." dedi, düz bir sesle. Tüm keyfinin kaçtığının farkındaydım ve güne eksi puanla başlamıştık. "O yemeğe de gitmeyeceğiz," diyerek son sözlerini sarf ettiğinde aslında artık çok geçti. Annesine akşam gideceğimizi söylemiştik ve bundan sonrasında da arayıp gelmeyeceğimizi söylemek büyük ayıptı. Üstelik Olcay oradaydı ve onu almaya gittiğimizde her türlü içeri girmiş olacaktık.
Onu daha fazla sinirlendirmemek adına çenemi kapattığımda bir daha hiç konuşmamıştı. Ben de onun bana sinirli olduğunu bildiğimden dolayı ona hiç dokunmamış, yolculuğumuza aynı sessizlikle devam etmiştik.
🌪️🌪️🌪️
"Ha ne cüzeldur bu uşak?"
Babaannenin sözleri beni güldürürken onun kucağında uslu bir şekilde oturan Olcay'a baktım. Dakikalardır orada çıtı çıkmıyor, hâlinden memnun görünüyordu.
Evet, Kenan'ın gitmemekte direndiği ama bizim kavga dövüş buraya geldiğimiz o yemekteydik. Buraya geleli yaklaşık bir saat oluyordu ve yemek masasının başında oturan Turgay'ı görmezlikten geliyordum. Yani en azından deniyordum. Onun bakışlarıyla ara ara karşılaşsam da yokmuş gibi davranmaya çalışıyordum. Tabii tüm bunların farkında olan Kenan da hemen yanımda, sol tarafımda oturuyordu.
Bugün evden onun arabasıyla beraber çıktığım için şirketten ayrılırken de gelip beni almış, bütün gün bir kez bile beni aramadığı gibi buraya gelene kadar da tek kelime etmemişti. Beraber eve geçerken ona sabah annesiyle konuştuğum yemek konusunu açmış, sonrasında da bir güzel kavga etmiştik. Sonuç olarak da şimdi buradaydık. Geldiğimizden beri benimle tek kelime etmiyordu ama şükür ki en azından yanımda oturuyordu. Sanki dakikalar önce bağıra çağıra kavga etmemişiz gibi de tabağımı kendisi doldurmuştu ve beni elleriyle beslemeye de devam ediyordu.
"Sessizsiniz," dedi, Gediz abi. Diğerleri aramızda bir şey olduğunu anlamış mıydı bilmiyordum ama o, Kenan'ın memnuniyetsizliğinden çok şey anlamış gibiydi.
"Yo değiliz," dedi, Kenan da. "Sizi dinliyoruz işte.. Alaz nerede bu arada?" diyerek üzerimizdeki ilgiyi çabucak dağıttığında başarılı olmuştu.
Firuze güldü. "Uyuyor."
Onun bu söylediğine ben de güldüğümde bu cevaba hiç şaşırmamıştım çünkü çocuk doğduğundan beri sürekli uyuyordu. Bu da aramızda bir espri konusu olduğu için o da gülmüştü.
"Amca," diyen tatlı bir ses kulaklarıma ulaşırken bu Eftal'di. Salonda oyuncaklarıyla oynamaktan sıkılmış olacak ki çözümü Kenan'da bulmuştu. O, küçük adımları üzerinde yürüyüp yanımıza geldiğinde onu inceledim bir süre. Sarıya dönük kahve saçları özenle örülmüşken koca gözleri hâlâ aynıydı. O henüz dört yaşındaydı ama ben onu en son gördüğümde küçücük bir bebek olduğu için her seferinde onu böyle incelemekten kendimi alıkoyamıyordum. Onu her kucağıma aldığımda tıpkı onun gibi güzel bir kızım olmasını istemiştim ve gerçekten de Olcay onun kadar güzel bir kız olmuştu. Saç renkleri bile aynıydı.
"Amca ne kızım ya?" dedi, Kenan. Bu, beni olduğu gibi herkesi güldürürken Eftal hepimize tek tek bakmıştı. "Kim öğretiyor sana bunları? Cadaloz annen mi yoksa gıcık baban mı?" dediğinde Eftal onu anlamamıştı ancak gülüşler şiddetlenmişti. Firuze ona kötü kötü bakarken Eftal'i kucağına alıp dizinin üzerine oturttu. "Ne oldu, söyle bakayım?"
Bakışlarım onlardan ayrılıp kısa bir an Olcay'a döndüğünde onun koca gözleri de babasının üzerindeydi. Eftal'i kucağına aldığı an ona kilitlenmiş, Kiraz babaannenin kucağında duramamaya başlamıştı. Kıskançlık genimi en iyi şekilde ona aktarmıştım.
Babaanne onu kucağından indirirken, "Ben okuldakilere senin Superman olduğunu söyledim ama bana inanmadılar.." dedi, masumca. Eftal'in bu sözleri, masum tavrıyla birleştiğinde bu sefer gülenlere Kenan da eklenmişti. Sabahtan beri beş karış suratla dolanan adam, el kadar çocuğun söylediklerine güldüğünde gülenler arasında ben de vardım ancak kıskanmamış değildim. Bütün gün bana tavır yapmış, bir kez bile aramamıştı ve üstelik eve geldiğimizde de kavga etmiştik. Bana kaşlarını çatarken şu kadarcık çocuğun söylediği şeye gülüyordu.
"İnanmazlar tabii aşkım nasıl inansınlar?" dedi, Firuze. "Gerçek değil ki o."
"Hayır gerçek," dedi, Eftal de. Bu esnada da Olcay koştur koştur yanımıza gelmiş, babasının kucağına tırmanmaya çalışmıştı. Kenan onun bu çabasını fark ettiğinde elimde olmadan onları sırıtarak izliyordum.
"Kıskandı," dedim, onu izlerken.
Kenan gülerken, "Gel aşkım sana da yer var," dedi, onu kucağına alırken. Onu da diğer dizine oturttuğunda bana yer kalmamıştı. Sanırım bana yer yoktu.
Olcay koca yeşil gözlerini Eftal'in üzerine diktiğinde gülmekten çatlamak üzereydim. Elimi uzatıp onun saçlarını okşarken bilmiyordu ki babasının ilk prensesi Eftal'di. "Evet fıstığım, seni dinliyorum." diyen Kenan ilgisini Eftal'e çevirdiğinde ben de bakışlarımı Farah Hala'ya çevirmiştim.
"Dicle nasıl, ne zamandır görmüyorum onu?" dediğimde Farah Hala gülümsedi genişçe.
"Dicle iyi, kocaman kız oldu.. O babasında kalıyor şu an, o yüzden getirmedim ben de." Evet, ikizlerle Zilan da yoktu. Zilan'ın okulu açıldığı için gelememiş, ikizler de işlerle ilgilenmek için orada kalmıştı. "Aslında çocuklar da gelmek istiyordu ama işler yoğundu biraz."
"E olsun, biz geliriz bir dahakine." dedim, sevecenlikle. "Özledim oraları.."
"Gelin tabii canım," dedi, Cevher Hala da. "Bu sayede Kenan da kendi memleketini görmüş olur belki." dediğinde güldüm. Kenan tüm bunları duymamıştı çünkü Eftal'in anlattığı şeyleri can kulağıyla dinliyordu.
"Eftal yine rehin aldı adamı," diyen Firuze'ye güldüğümde başını iflah olmazmış gibi iki yana salladı. "Günlerdir bunu anlatıyor evde, taktı kafayı.. Amcamı arayalım gelsin, onlara göstereceğim diyor." dediğinde gülmekten artık çeneme ağrı girmişti. Şu son bir saat içerisinde o kadar çok gülmüştüm ki başıma bir şey gelmesinden korkuyordum. "Kızım bıraksana Kenan'ı. Bak yemek yiyor amcan hadi.."
"Amca deyip durma Allah aşkına ya." diyen Kenan hayıflanırcasına konuştuğunda Firuze de sinsice gülmüştü. "Sanki elli yaşındayım, amca diyor!"
"E amca değil misin? Amca diyecek tabii!"
"Boşver sen ananı," diyerek Kenan, Eftal'e döndüğünde Eftal başını salladı. Dudaklarımdan bir kıkırtı dökülürken, "Söz, okula da geleceğim." derken onun saçlarının arasına bir öpücük bırakmıştı. "Nasıl dalga geçiyorlarmış benim fıstığımla?" dediğinde aslında bir bakıma o da Eftal'le dalga geçiyordu. Dudaklarında bir sırıtış varken onun yanaklarını ısırmamak için zor duruyordum.
"Bu nereden çıktı ki?" dedim, merakla Firuze'ye dönerken. Firuze abartılı bir şekilde göz devirip elindeki çatalı hafifçe salladı.
"Kenan'ın bir tişörtü var," derken aklıma gelen o tişörtle beraber gülümsemeye başlamıştım. "Üzerinde Superman baskısı var, oradayken üzerinde gördü. Adamı Superman sanıyor şimdi."
Dudaklarımdaki gülümsemeyle bakışlarımı Kenan'a çevirdiğimde onun da yeşilleri bana dönmüş, bana bir gülümseme bahşetmişti. Bu gülümseme oldukça anlamlıyken ikimizin de aynı şeyleri düşündüğüne emindim.
Firuze'nin bahsettiği tişörtü Kenan'a, evlendiğimiz ilk dönemlerde ben almıştım. Gri bir tişörtün üzerinde Superman baskısı vardı ve bu, ikimizin arasında bir espri olduğu için ona hediye etmiştim. Ona, benim Superman'im olduğunu söylerken bunun bir ispatı olması gerektiğini düşünmüştüm kendimce. Ki ona da çok yakışmış, ona olan bu hitabımla beraber üzerine tam anlamıyla oturmuştu. Demek hâlâ o tişört ondaydı.
"Superman zaten benim kocam," derken elimi kaldırıp onun çenesine yaslamıştım. "Özür dilerim Eftal'ciğim ama benim Superman'im, maalesef." dediğimde Eftal hariç herkes gülmüştü.
Bir süre Eftal mızmızlandığında ona şaka yaptığımı söyleyerek gönlünü almaya çalışmış, en sonunda da başarılı olmuştum. O, bu sefer de babasına giderken Olcay da Kenan'ın kucağına iyice yayılmıştı. Onun bu kıskançlığı beni güldürürken babasıyla beraber yemek yemiş, yemek boyunca da onun kucağından ayrılmamıştı. En sonunda yemek faslı bitip salondaki koltuklara geçtiğimizde yemek masasında yarım kalan sohbetlere devam ediliyordu. Şu an aramızda olmayan tek kişi Bige'ydi ve onlar da balayına, yurt dışına gitmişlerdi fakat bildiğim kadarıyla önümüzdeki hafta dönüyorlardı.
"Maran," diyen bir ses kulağıma çalınırken bakışlarım bir noktada dondu hatta çok kısa bir an nefes almayı bile bıraktım. Salondaki sesler kulağıma uğultu hâlinde gelirken bir an yanlış duyduğumu bile düşünmüş, kulağımdaki halka küpeyle oynamaya devam etmiştim. Ta ki bir daha aynı sesi duyana kadar.
Bakışlarım oldukça ağır bir şekilde ona doğru dönerken oğluna vermekten kaçınmadığı yeşil gözleriyle karşılaştım. Tam gözlerimin içine bakarken diğerleri bizi duymuyor, hararetli bir şekilde sohbete devam ediyorlardı. Ona düz bakışlarımla bakarken bilmiyordum farkında mıydı ama gözlerimde sadece geçmiş vardı. Ona her baktığımda geçmişi hatırlamalıydı.
Yeşil gözleriyle uzunca gözlerime baktığında koltuğunda tamamen doğruldu. "Konuşabilir miyiz?" dedi, o ağırlığını belli eden sesiyle. Düz bakışlarımla ona bakmaya devam ederken çekingen değildi. Kendinden emin bir duruşu vardı her zaman olduğu gibi. "Bunun için vakit bulmuşken.."
"Benim seninle konuşacak hiçbir şeyim yok." dedim, keskin bir şekilde. Bu esnada bahçedeki Kenan'ın bakışlarının bana döndüğünü görmüştüm. Turgay'ın hemen arkasındaki camdan bakışlarımız kesiştiğinde babasıyla konuştuğumu görmüş olmalıydı. Az önce telefonu çaldığı için bahçeye çıkmıştı fakat abisiyle konuştuğuna bakılırsa telefon konuşmasını bitirmiş görünüyordu.
"Böyle fevri olma lütfen," dedi, yumuşak bir ses tonuyla. O, bana her zaman kızıymışım gibi davranmıştı ve şirketteki son konuşmamızdan sonra bana gard almış gibi görünmüyordu. Aksine karşılaştığım bakışları hep şefkat doluydu. "Sadece konuşmamız gerektiğini düşünüyorum, ben de dahil hiç kimse bu durumdan hoşnut değil. Ömrümüzün sonuna kadar birbirimizden kaçacak hâlimiz yok ya?" derken uzlaşmaya çalıştığı belliydi. "Hem Adnan-"
"Babamın adını ağzına alma." dedim, sakince.
Yılmadı, derin bir nefes alıp dirseklerini dizlerine yaslayarak öne doğru hafifçe eğildi. "Çalışma odasına geçip orada konuşalım sakince.. Ben tartışmak değil uzlaşmak istiyorum lütfen." dediğinde bir süre onun karizmatik yüzüne baktım. Orta yaşlarını geçmiş bir adamdı fakat kesinlikle yaşlı değildi. Beyazların düşmüş olduğu koyu kahverengi saçları ve kirli sakallarıyla gerçekten karizmatik bir adamdı. Oğulları da onun birer kopyasıydı.
"Sana, uzlaşabileceğimizi düşündüren nedir?" dedim, alayla. Bu esnada Kenan'ın bakışları hâlâ üzerimizdeydi. Dışarıda, bahçede abisiyle konuşuyordu ancak gözleri buradaydı. "Babama ihanet ettin. Onun kızını kendi çıkarın için kullanmak istedin sen!" dediğim an sesimi çok hafifçe yükseltmiş olacaktım ki herkesin bakışları bize dönmüştü. Turgay'ın bakışları benden ayrılıp kısa bir an ailesine döndüğünde Kenan da söylediklerimi duymuş olacak ki açık kapıdan içeri girdi. Kaşları çatılmış, bakışlarını babasının üzerine dikmişti.
"Ne oluyor?" dedi, sert bir sesle. Bakışları bana döndüğünde aslında onların aksine sakindim. Rahatça koltukta oturuyor, kulağımdaki küpeyle oynuyordum. Benim dışımda herkes gerilmiş, ortamdaki hava değişmişti.
"Bir şey olduğu yok," dedi, Turgay. "Konuşuyoruz sadece."
"Yeri mi baba?" dedi, Kenan. O, bize doğru yavaşça birkaç adım atıp babasına bakmayı sürdürdüğünde bacak bacak üstüne atmış oturuyordum. "Bunu konuşacak zaman mı şu an?"
"Tamam bir şey yok," dedim, omuz silkerek. Ardından hafifçe doğrulduğumda bana bir bakış attı.
"Tamam, gidiyoruz hadi.." diyerek başını hafifçe oynatıp kalkmam için bana bir işaret verdi.
"Saçmalama," dedi, Defne Teyze araya girerek. "Tatsızlık istemiyorum, kimse de bir yere gitmiyor." dediğinde Kenan ona çevirdi bakışlarını.
"Tatsızlık olmaması adına gitsek iyi olur zaten." dediğinde derin bir nefes alıp dudaklarımı ıslattım. "Hadi Maran.. Olcay hadi babacığım gel..." derken Olcay da sanki ortamın gerginliğinin farkındaymış gibi Firuze'nin kolları arasına iyice gömülmüştü. Ben de yerimden kalkmaya yeltendiğimde Turgay tekrar konuştu.
"Abartıyorsun şu an," dedi, Kenan'a. Kenan ona düz bakışlarıyla bakarken ben de kalkmıştım. "Konuşacağız alt tarafı, çözmek istiyorum artık şu meseleyi çünkü bıktım!" diyerek çıkıştığında bakışlarım alaylı bir hâl almıştı. "Daha ne kadar böyle devam edecek?"
"Aranıza girmeyeceğim," dedi, Kenan da. "Maran seninle konuşmak isterse konuşur ama istemiyor, anlıyor musun? Daha fazla zorlama çünkü artık kaldıramıyorum. Kavga gürültü istemiyorum."
"Hayır, bana ne anlatabilirsin o kadar merak ediyorum ki." dedim, aynı tavrı sürdürerek. "Açıklaman ne olabilir, nasıl telafi edeceksin bu yaşananları anlamıyorum?"
"Kenan'ı affettin," dedi, birden. Bu, duraksamama neden olduğunda Kenan'ın bakışları kısıldı. "Onu affettin ama beni affedemiyorsun."
"Ben değil babam seni affetmiyor babam!" diyerek ona çıkıştığımda bu sözlerimi beklemiyor olacak ki yeşil gözleri üzerimde takılı kalmış, babamın lafı geçtiği an gözlerine hüzün çökmüştü. Zaten gözlerinde hüzün yatıyordu bunu görüyordum. "Babam çok yakın dostunun ona böyle ihanet ettiğini öğrendi ve ondan hesap bile soramadan öldü!"
Bağırışım evin duvarlarında yankılanırken kimseden çıt çıkmıyordu. Herkes sessizdi ve kimse ağzını açıp da tek kelime edemiyordu. Ortamdaki gerginlik elle tutulacak cinstendi.
Gözlerimin önü birden puslandığında yine ağlayacağımı anlamış ve kendime bir süreliğine müsaade etmiştim. Onun karşısında ağlamamak için gözlerimi kırpıştırdım ve bu lanet histen kurtulmaya çalıştım. Bu hâle gelmem için babamın isminin geçmesi bile tek başına yeterdi.
"Adnan'la biz çok iyi dosttuk-"
"Babamın adını ağzına alma!" diyerek onun sözünü sertçe kestiğimde sağ elimin işaret parmağı da ona doğru havalanmıştı tehditkâr şekilde. "Sana, onun adını ağzına alma dedim! Kirletme onun adını!"
"Maran tamam," diyen Kenan, benimle konuşma cesareti gösterdiğinde ona bakmıyordum. Dolu gözlerim babasının yeşillerindeyken onun da gözlerinin dolduğunu görmüştüm. "Yeter, lütfen." dedi, dizginlemeye çalıştığı sesiyle. "Yoruldum yeter!"
"Babanı mı koruyorsun?" dedim, hiddetle. "Ne de olsa suç ortağın, değil mi?" dediğim an bana olan bakışları değiştiğinde kalbinin kırılma sesini buradan duyabilmiştim. O, bu söylediklerime inanamıyormuş gibi gözlerini kırpıştırıp bakışlarını mavi gözlerime dikerken ne söylediğimin de farkına varmıştım böylelikle.
Bakışlarımı onun bakışlarından hızla çekip Firuze'ye doğru yöneldiğimde herkes şaşkınca bizi izliyordu. Aslında şaşkın değillerdi, biz buraya gelirken tüm bunların yaşanacağını hepimiz biliyorduk.
Onun kucağından Olcay'ı alıp salondan hızla çıktığımda topuklularımın zeminde bıraktığı tok ses tüm evi adeta inletiyordu. Dolu gözlerimden arka arkaya birkaç damla yaş akarken evden çıkmadan önce Olcay'ın çantası gözüme ilişmişti. Onu alıp evden çıktığımda kapıyı da çarptım. Evin kapısı gürültüyle kapanırken bahçede büyük adımlarla ilerliyordum. Olcay kucağımdayken çıtı çıkmıyor, ben ağlarken bana sessizce ortak oluyordu.
Avucumun içerisinde hapsolan anahtarımı kapıya takıp sola doğru çevirdiğimde kapı açılmış, hızla içeri girip kapıyı arkamdan kapatmıştım. Olcay'ı kucağımdan indirip çantasını da portmantoya bıraktığımda yavaşça yere oturup gözyaşlarım arasında topuklularımı çıkarmaya koyuldum. Buğulu bakışlarımla önümü görmeye çalışırken gözyaşlarım hızla akıyordu. Ayakkabımın tokasını açmaya çalışırken o kadar takatim yoktu ki en sonunda uğraşmayı bırakmıştım.
Belki de Kenan bu kadar tepki göstemekte haklıydı ve o yemeğe gitmek için ben ısrar etmiştim. Yani bu gece olanların hepsi benim suçumdu. Eğer oraya gitmeseydik dışarıda baş başa bir yemek yiyip evimize dönecektik fakat şu an kendimi o kadar berbat hissediyordum ki kapının önüne çökmüş ağlıyordum. Elimden gelen tek şey buyken zihnimden hiç silinmeyen babamın hatıraları yine gözümün önüne doluşmuştu. Onun sesi kulaklarımda oldukça gerçekçi bir şekilde yankılanırken kalbim de ilk günkü gibi acıyla kasılmıştı. Babamın ismi geçtiği her an acı çekiyor, o yaşananları hatırlıyordum.
Peki babam şu an yaşasaydı onu affeder miydi?
Turgay onun çok yakın dostuydu ve tüm bu olanları görmezden gelip onu affeder miydi?
'Sen Kenan'ı affettin ama babasını affedemiyorsun. Kenan'dan ayrılma sebebin aynı şeydi ve şu an onunla tekrar berabersin.'
Turgay'ı affetmem gerektiğini mi söylüyorsun?
'Aynı okay üzerine Kenan'dan boşanmak istedin, ona büyük bir nefret duyarak ülkeyi terk ettin ve şu an yine ona söndün. Onu affedip ona inandın ama babasını dinlemiyorsun bile.'
İç sesimin söyledikleriyle beraber kafam allak bullak olurken salondan gelen tıkırtılar kulaklarıma ulaşmış, başımı hafifçe oynatarak salonu kontrol etmiştim. Açık bahçe kapısından içeri girmiş olan Kenan beni fark ettiğinde gözlerimizin bağlantısı kesilmedi, üzerindeki takımının ceketini usulca omuzlarından sıyırıp koltuğa bıraktıktan sonra bana doğru adımlamaya başladı. Bu esnada ıslak kirpiklerimi kırpıştırıp bakışlarımı ondan uzaklaştırırken Olcay'ın salonun girişinde Karlos'la oynadığını görmüştüm.
Ben tekrar elimi topuklu ayakkabılarıma götürüp onları çıkarmak için az önceki gibi bir çabaya giriştiğimde bana engel olan başka bir şeydi bu sefer. Kenan, önümde çöküp ellerini ellerimin üzerine koyup nazikçe uzaklaştırırken onun güzel yüzünü inceliyordum. Az önce onun da kalbini kırmıştım. Sivri dilim yine devreye girmiş, benden bağımsız birkaç kelime etmişti.
Ben onu izlerken o bir kez bile gözlerini bana değdirmeden topuklu ayakkabılarımın tokalarını yavaşça açmış, onları ayağımdan çıkarmıştı. Ardından yeşil gözleri benim yaşlı gözlerime döndüğünde ona yaptığım haksızlıktan dolayı gözlerim bu kez onun için dolmuştu. "Özür dilerim," dedim, çatallı sesimle. Dudaklarım küçük bir çocuk gibi öne doğru hafifçe büzülürken sakince yere oturmuş, kollarını bedenime dolayarak beni kendine doğru çekmişti. İşte bu, ağlamalarımın şiddetlenmesine yol açarken başım onun boyun girintisine yaslandı, gözyaşlarım ipeksi tenini ıslattı. "Özür dilerim," dedim, bir kez daha. "Çok özür dilerim."
O, bir yandan saçlarımı şefkatle okşayıp öte yandan da sırtımı sıvazlarken sıcaklığı bana iyi geliyordu. Güçlü kolları arasında her zaman olduğu gibi kendimi güvende hissediyordum. "Şşh," diye fısıldadı o sakinleştirici sesiyle. Sıcak nefesi saç diplerime çarparken kollarım sıkıca onun bedenine dolanmıştı.
Daha fazla konuşmadı. Ne o ne de ben tek kelime bile etmezken kapının önüne oturmuş, bütün gece boyunca onun kolları arasında ağlamıştım.
🌪️🌪️🌪️
Avuçlarıma dolan soğuk suyu yüzüme çarpıp kendime gelmeye çalışırken kendimi halsiz hissediyordum. Dakikalar önce uyanmama rağmen zihnim hâlâ uyuyor, beni de uyuşuk bir insana çeviriyordu.
Soğuk suyu birkaç kez daha yüzüme çarpıp göz altlarıma birer bant yapıştırdıktan sonra dişlerimi fırçalamaya koyuldum. Bu esnada aynadaki görüntümü inceliyordum. Tüm gece boyunca ağladığım için kızarmış gözlerim pek sağlıklı görünmezken göz altlarımda da doğru düzgün uyumadığımdan dolayı mor halkalar oluşmuştu. Bu soluk yüzümü birazdan makyajla toparlayacaktım fakat ruh hâlimi nasıl düzeltebileceğimi bilmiyordum. O kadar bitkin ve yoegun hissediyordum ki bu sadece fiziksel değil, aynı zamanda ruhsal bir sorundu. Ruhen de iyi hissetmiyordum fakat iyi hissetmeliydim. İlgilenmem gereken bir kızım ve de bitmek bilmeyen işlerim vardı.
Banyoda dakikalarca kendimle ilgilenip yüzüme çeşit çeşit maske uyguladıktan sonra onlardan arınmış, rafta duran nemlendiricimle yüzümü nemlendirerek banyodan çıkmıştım. Banyodan çıkıp direkt giyinme odasına geçtiğimde Kenan da üzerini giyiyordu. O, benden çok daha önce uyanmış ve belki de hiç uyumamıştı. Uyandığım vakit onu yanımda da odada da görememiştim fakat aşağıdan gelen mis kokulara bakılırsa erkenden kalkıp kahvaltı hazırlamıştı.
Bakışlarım onun üzerinde gezinirken üzerinde eşofmanı dışında bir şey yoktu. Benim geldiğimi de fark etmiş ancak dönüp bakmamıştı. Arkası dönük bir şekilde dolabın kendine ait tarafını kurcalarken çıplak ayaklarımı zeminde ilerleterek ona doğru sürükledim. Dün geceden sonra hiç konuşmamıştık ve ondan birkaç kez daha özür dilediğimi hatırlıyordum. Fakat o hiçbir şey söylememiş, sadece bana sarılarak yanımda olduğunu belli etmişti. Kolları arasında ağlamama müsaade ederken bıkmadan usanmadan gözyaşlarımı da silmişti.
Adımlarımı ona doğru sürükleyip kollarımı arkadan onun çıplak beline doladığımda burnum hafifçe tenine sürttü. "Konuşmayacak mısın benimle?" dedim, bir kedi gibi ona sokulurken.
"Günaydın," dedi, düz bir sesle. Rafta üst üste duran tişörtlerinden beyaz polo yaka olanı eline aldığında benden yavaşça uzaklaşmıştı. Bu, boşluğa düşmeme neden olurken dünden beri yaş akıtmaktan yorulmayan gözlerim yine doldu.
"Anladım, konuşmayacaksın." dedim, titrek sesimle. Bakışlarım onun bana dönük olan sırtında gezinirken dövmeleri görüş açımdaydı. Bu ses tonumla beraber hareketleri durduğunda birkaç adım gerilemiştim. "Küstün mü bana?"
Bedenini oldukça ağır bir şekilde bana çevirirken yeşil gözleri de gözlerime çıktı, bir süre soluk yüzümü inceledi. "Hayır, küsmedim sana.." dediğinde dolu gözlerim onunkilerden ayrıldı, etrafta gezindi kısaca.
"Konuşmuyorsun ama benimle," dediğimde elindekini bir kenara bırakıp tamamen bana dönmüştü. "Biliyorum bana kırgınsın-"
"Maran gerçekten konuşmak istemiyorum," dedi, o yumuşak sesiyle. Bakışlarım tekrar onu bulurken, "Sıkıldım bu meseleden, hani kapatmıştık? Hani artık konuşmayacaktık? Görmüyor musun ikimize de zarar veriyor, ailemize zarar veriyor, benim aileme zarar veriyor.. Ya sana zarar veriyor Maran," dediğinde kurumuş dudaklarımı ıslattım, gözlerimden birer damla yaş aktı. "Seni mutlu etmek istiyorum ben, böyle söylemiştim hatırlıyor musun? Peki neden mutlu olamıyoruz biz? Benden nefret etmeye devam mı edeceksin?" Başımı iki yana salladım hızlıca.
"Senden nefret etmiyorum ben," dedim, ona yaklaşırken. Ellerimi onun çenesine yasladığımda benden uzaklaşmadı. "Kenan ben seni çok seviyorum, bilmiyor musun? Öyle düşünmediğimi biliyorsun, hiç düşünmeden söylenen şeylerdi.. Öyle düşünsem seninle tekrar evlenir miydim?"
"Sana çok kırgınım," dedi, kaşları havalanırken. "O yüzden şu an konuşmak istemiyorum, birbirimizi daha fazla kırmayalım. Senin daha fazla üzülmeni istemiyorum, konuşmayalım bunu artık.. Geç kalıyorum, hazırlanıp çıkacağım hemen." derken benden uzaklaşmış, ellerim boşluğa düşerken kıyafetlerini de alıp yanımdan geçerek gitmişti.
Söylediklerini sindirmek benim için zor olurken gözlerimi hızla silip ona doğru döndüm. Benim üzülmemi istemediğini söylemişti ama bu yaptığı beni üzmüyor mu sanıyordu?
"Şu tavırlarınla beni üzmediğini mi sanıyorsun yani?" dedim, kendimi tutamayarak. Onun yeşil gözleri bana dönerken, "Dün gece neden yanımdaydın o zaman? Madem bana kırgındın, neden tüm gece yanımdan ayrılmadın? Bana acıdın mı sen?"
"Neden sana acıyayım? Acınacak bir hâlde misin sen?" dediğinde derin bir nefesi ciğerlerime doldurmuştum. Bana böyle davranmamalıydı. Evet, yaptığım çok büyük bir hataydı ama düşünmeden konuşmuştum. Üstelik bunun için tüm gece özür dilemiştim.
"Neden yanımdaydın?" dedim, bir kez daha. "Bana kırgın olmana rağmen yanıma geldin, tüm gece bana sarıldın. Şimdi neden aynısını yapamıyorsun?"
"Yine yanındayım," derken ellerini hafifçe iki yana açmıştı. "Yine seninleyim ama bunları artık konuşmak istemiyorum. Dönüp dolaşıp aynı yere geliyoruz, başka yaptığımız hiçbir şey yok.. Lanet olsun, özür dilerim senden tamam mı?" derken karşısında savunmasızdım. "Biliyorum hiçbir zaman unutmayacaksın, hep hatırlayacaksın bunu. Babama da bana da unutturmayacaksın tüm bu olanları. Sen dün gece hiçbir şeyi öylesine söylemedin." dediğinde işaret parmağı da bana doğru havalanmıştı. "Hâlâ bana o gözle bakıyorsun biliyorum.. Bir şansım olsa sana yemin ederim telafi ederdim ama elimden hiçbir şey gelmiyor."
Gözlerim onun gözlerinde dolanırken giyinme odasının ortasına bir sessizlik çökmüştü. "Saçmalıyorsun," Başımı iki yana salladım. "Kenan sana dair şüphelerim olsa neden yanında olayım? Neden bu hayatı kabul edeyim, söylesene? Seni seviyorum," derken ona doğru adımlayıp hiç düşünmeden kollarımı boynuna dolamıştım. Parmak uçlarımda yükselirken gözlerimden akan birkaç damla onun tenine düştü. "Seni çok seviyorum, söyleme bana bunları.." Başımı onun boynuna gömerken boynuna sıkıca sarılmış, küçük bir çocuk gibi ondan bir hamle beklemeye başlamıştım fakat ikimiz de susuyor, bu sessizliği bozmuyorduk. Ben ona sarılırken en sonunda hareketlenmiş, kollarını bedenime dolamıştı. Bu, onun için atan kalbimin hızla çarpmasına neden olurken burnumu mis kokulu boynuna yasladım. Kokusu ciğerlerime dolarken parmakları, üzerimdeki askılı bluzün açıkta bıraktığı belime gömülmüştü. Vücudundan yayılan sıcaklıkla baş başa kaldığımda ona dair tek şey şu an düzenli nefes alış verişleriydi. "Küsme bana," dedim, burnumu çekerken. "Yemin ederim öyle düşündüğüm için söylemedim, nasıl öyle düşünürüm?"
"Tamam," dedi, mırıltıyla. "Tamam konuşmayalım bunları, lütfen." derken elleri dalgalı saçlarım arasında kaybolmuştu. "Sadece seninle mutlu olmak istiyorum, ağlamanı istemiyorum, beni sev istiyorum.. Güzel bir hayatımız olsun, üzülmeyelim daha fazla."
"Elimden geleni yapacağım söz veriyorum," dedim, ağlamaklı sesimle. "Yeter ki bana böyle uzak olma.." dediğimde eli çıplak sırtıma yaslanmıştı.
"Sana uzak olamıyorum, görüyorsun." dediğinde yaşlı gözlerimle hafifçe güldüm. Geri çekilip onun o güzel yüzüne baktığımda eli bu sefer de yüzüme tırmanmış, yüzümü avuçlamıştı. Yeşil gözleri kızarık gözlerimde dolanırken, "Ağlama," dedi, yaşlarımı silerken. "Toparla kendini, seni böyle görmek istemiyorum." diyerek son sözlerini sarf ettiğinde onu başımla onaylamıştım.
Gözlerimi silip ondan yavaşça uzaklaştığımda söylediğini yapmak için odanın içerisindeki banyoya tekrar döndüm. Kapıyı arkamdan kapatıp vir süre kendimi aynada incelediğimde söylediğini yapmak zorundaydım çünkü bu en başta bana olmak üzere ikimize de zarar veriyordu. Belki de tüm bunları atlatmak için tekrar bir doktora görünmeliydim. Kendimi toparlamazsam ilişkimiz zarar görecekti ve ben bunun olmasını istemiyordum.
Onunla artık mutlu olmak istiyordum.
🌪️🌪️🌪️
Instagram: @theprangalar
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 8.8k Okunma |
816 Oy |
0 Takip |
55 Bölümlü Kitap |