Yeni Üyelik
2.
Bölüm

•II•

@meelcnmel

Elimdeki telefonun ekranına boş boş bakarken bir yandan da akşamki yemek için hazırlanıyordum. Bana kalsa bu kadar detaya gerek yoktu ama annemi kırmak istememiştim. Yaklaşık iki saat önce annemin güzellik salonuna gelerek kendime güzel bir cilt bakımı ve masaj yaptırmıştım. Gerçekten gençleştiğimi hissediyordum.

Bir yandan pedikür yapılırken bir yandan da saçlarım yapılıyordu ve bu süreçte de yerimde sürekli rahatsızca kıpırdanıyor, onların bana içten içe sövmelerine neden oluyordum. Annem de yan koltukta oturan bir kadının makyajıyla ilgilenirken gözlerimi tekrar telefonuma çevirmiştim. O esnada da Olcay'dan gelen mesajla telefonumun ekranı aydınlandı.

Olcay, Sinan'ın da bulunduğu grupta en yakın arkadaşımdı. Onunla diğerlerinden farklı olarak çocukluktan beri arkadaştık ve aramızda çok özel bir bağ vardı. Şu zamana kadar da hemen hemen aynı okullara gidip aynı eğitimleri almıştık. Hâlâ da öyleydi. Sadece annemle babamın yanında takındığım o çocuksu tavrı, onun yanında da rahat bir şekilde takınabiliyordum. O da bana her şekilde uyum sağlıyor ve güzel anılar biriktirmemizi sağlıyordu. O, benim kız kardeşim gibiydi.

Olcay TORALI: Sinan hiç çekilmiyormuş, çok iyi anladım şu an.

Olcay TORALI: Kafa dinleyelim diyerek çıktık dışarı ama keşke çıkmasaydık!Ş​​​​​​

Olcay TORALI: Şimdi Ufuk'la benim eve geçiyoruz, işin yoksa sen de koş gel hadi.

Okuduğum mesajlarla birlikte kıkırdamaya başladığımda annemin de gözleri bana dönmüştü.

"Sonunda gülebildin." Annemin bu isyanına karşılık ona öpücük attığımda o da gülmüştü.

Ahu Maran KAYA: Evde değilim şu an..

Ahu Maran KAYA: Ufak bir saçmalığın içine çekildim, onu halledip koşa koşa geleceğim.

Telefonu kapatıp masanın üzerine bıraktığımda seçmem için önüme koyulan ojelere baktım. Hiç düşünmeden kırmızının can alıcı tonunda karar kıldığımda saçlarımdaki bigudiler açılmıştı. Sıkıntıyla ofladığımda bu saçmalığın bir an önce bitmesini umuyordum. İri bukleler halinde olan saçlarım dağıtılırken aynadaki aksimi izliyordum. Aslında hoş olmuştum. Bu, beni bu gece mutlu etmeye yetebilirdi.

Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyordum fakat çoktan hazırdım. Parmaklarım arasındaki sigaradan derin bir nefesi içime çekerken dudaklarımdaki ruj, beyaz filtreye bulaşmıştı.

Salonun dışındaki oturma alanında oturmuş, sigaramı içerken bulunduğum durumdan pek memnun olduğum söylenemezdi. Sanırım annem de değildi çünkü şu an bana onaylamaz bakışlar atmaktaydı. Dakikalardır tepemde dikilerek telefonda babamla konuşuyor bir yandan da beni süzüyordu. Kapıda duran siyah araba ve yanında duran yakışıklı korumamın da gözleri etrafta dolaşsa da dikkati buradaydı. Sanırım onu da kendime aşık etmiş olmalıydım.

Derin bir nefes alıp sigarayı söndürdüm ve masadaki telefonumu alıp içeri girdim. İçimden bütün küfürleri arka arkaya sıralayarak merdivenleri tırmandım. Üst kattaki lavaboya ulaştığımda kapıyı açarak içeri girdim ve arkamdan kapıyı kilitledim. Bugün kaçıncı kez olduğunu bilmediğim bir şekilde bir kez daha oflayarak lavabo tezgâhını kaplayan koca aynadan kendi yansımamı dikkatle incelemeye başladığımda görüntümden oldukça memnundum ama kesinlikle gideceğim yere gitmek istemiyordum.

Genellikle kullandığım düz saçlarımın aksine bu sefer dalgalı siyah tutamlar omuzlarımdan dökülürken yüzümde de ağır sayılmayacak bir makyaj hâkimdi. Üzerimdeki kalın askılı, kare yaka ve bileklerime kadar uzanarak üzerime oturan bej elbise de vücudumu sıkıca sarıyordu. O adam bu gece bana gerçekten aşık olabilirdi.

'Ego kaçağı var!'

İç sesime göz devirerek bir süre daha orada oyalanarak vaktin geçmesini beklemeye başladım fakat zaman, oldukça yavaş ilerleyerek sinirlerimle oynamıştı.

En sonunda dayanamayarak lavabodan çıktım ve aşağı inerek askıda duran, elbisemle aynı renk olan uzun kabanımı alıp giydim. Köşede duran berjerden de siyah Dior çantamı aldığımda hazırdım. Kabanımın içerisinde kalan saçlarımı çıkarıp omuzlarımdan dökülmesini sağladığımda annem de içeri girmişti. Son yarım saattir yaptığı gibi bir kez daha alıcı gözle beni incelerken masanın üzerinde duran ruju alarak yanıma geldi.

"Rujunu tazeleyelim, gel." Aynayla arama girerek elini çeneme yasladı ve elindeki ruju dudaklarımla buluşturdu.

"İngiltere prensiyle tanışacağımı sanmıyorum, anne. Bu kadarına gerek yok!" Güldü.

"İyi çocuk aslında. Çok beğeniyorum karakterini," Ağzımı açacağım sırada bana ters ters bakarak elindeki ruju sürmeye devam etti. "Hem senin de kibar, naif erkeklerden hoşlandığını düşünüyorum. Yakışıklı da! Daha ne olsun?"

O, rujun kapağını kapatıp geri çekildiğinde elindeki ruju alıp çantama atmıştım.

"Ne kadar kibar ve naif olduğunu birazdan göreceğim." diyerek topuklu ayakkabılarımın üzerinde ilerlemeye başladığımda annem, bana seslenerek adımlarımı durdurmamı sağlamıştı. Ona doğru döndüm.

"Araba kapıda bekliyor. Turgay'ların mekânında olacaksınız zaten." Başımı salladım. Bunları zaten biliyordum. "Maran, sakın ters ters davranma çocuğa." diyerek bana uyarıcı bir bakış attığında derin bir nefes aldım.

"Tamam, anne. Üzmem prensesimizi."

Son sözlerim bunlar olurken daha fazla orada durmayıp annemle vedalaştım ve salondan çıktım. Kapıda bekleyen arabaya şöyle bir baktığımda kendi arabamla gitmek istediğimi fark ettim ama babamı sinirlendirmeyip korumamın benim için açtığı kapıdan arabaya bindim. Bir süre sonra araba, karanlığın çökmekte olduğu sokakta ilerlerken arkama yaslanarak telefonumu elime aldım ve saati kontrol ettim. Gitmem gereken saatten fazlasıyla geç bir saatti. Bu dudaklarımda bir sırıtışın oluşmasına neden olurken elime bir şey geçmeyeceğinin farkındaydım ama en azından Kenan denen herif bana gıcık olacaktı. Yani öyle düşünüyordum, umarım öyle de olurdu.

Ben bunları düşünürken arabanın kapısı açıldı. Kafamı kaldırıp camdan dışarıya baktığımda oldukça şık bir mekânın önünde olduğumuzu görmüştüm. Koltuğa bıraktığım çantamı alıp arabadan indiğimde arkamdan gelen korumayla birlikte mekânın çift kanatlı kapısına doğru ilerlemeye başlamıştık. Kapıda duran ve üzerinde siyah bir takım olan adamın bakışları bana dönerken tam o anda mekânın kapısı biri tarafından açılmıştı. Görevlinin de başı hafifçe oraya doğru çevrilirken ben de birkaç adım atarak tam kapının önünde durdum. Kapıyı açan uzun boylu genç adamın üzerinde de bir takım mevcutken laciverte çalan gözleri benim gözlerimi buldu ve hafifçe gülümseyerek duruşunu düzeltti.

"Hoş geldiniz Maran Hanım." dedi, ona yakışan bir kibarlıkla. Ben bu yakışıklı adamı süzerken o, elini ileri doğru uzatarak bir adım geriye doğru attı ve geçmem için yol açtı. "Buyurun, Kenan Bey de sizi bekliyordu." Bakışlarımı ondan çekip korumama döndüm ve başımla arabayı işaret ettim. İsmi Bora olan korumam beni ikiletmeyip yanımdan ayrıldığında ben de mekâna girerek yanımdaki yakışıklıyla gösterdiği yoldan ilerlemeye başladım. O da bir adım gerimde yürüyor ve bana eşlik ediyordu.

Bir koridora girdiğimizde yüzüme vuran renkli ışıklarla bir an nerede olduğumu sorguladım. Bunu yanımdaki adam da fark etmiş olacak ki bana baktı. "Kenan Bey, gelmeyeceğinizi düşünerek bar kısmına geçmişti." dediğinde kaşlarım havalandı. O kadar bekletmiş miydim gerçekten?

Çok yüksek olmayan fakat çok da kısık olmayan müzik kulaklarıma dolduğunda eş zamanlı olarak kendimi henüz tek tük insanın bulunduğu ve bara benzeyen ama bar kadar ciddiyetsiz de durmayan bir yerde bulmuştum. Gözlerim etrafta dolaşırken bir yandan da beni Kenan denen herife götürdüğünü söyleyen ve adını henüz bilmediğim adamı takip ediyordum.

"Abi?" Bar taburelerinin bulunduğu yere yaklaştığımızda abi diye hitap ettiği ve sadece bir adım ilerisinde duran adam başını hafifçe çevirerek ona doğru dönmüştü. Yanımdaki adam birkaç adım daha atarak onun yanına ulaştığında ben de onun arkasında kalmıştım ve şu an beni göremiyordu. Sanki adamla tanışacak olan ben değilmişim gibi de onlardan bayağı uzak duruyordum.

"Efendim Yiğit?" Adının Yiğit olduğunu öğrendiğim adamı bir kez daha süzdüğümde başını oynatarak beni göstermişti.

"Maran Hanım geldi."

Kenan denen herif adeta ışık hızıyla iri vücudunu bana doğru çevirdiğinde bir süre onu inceledim. Buradan da seçebildiğim ve renkli ışıkların aydınlattığı yeşil gözleriyle tıpkı benim yaptığım gibi o da beni süzüyordu. Koyu kahve saçları dağılmış ve bir iki tutamı gelişigüzel alnına dökülmüştü. Kemikli yüzünü çevreleyen kirli sakallar ve siyah tişörtünün açıkta bıraktığı kollarını kaplayan dövmelerle annemle babamın efendi diyerek tanımladığı çocuktan çok uzaktı.

Dudaklarım alayla yukarı kıvrılırken gözlerimi üstünde gezdirdim. Benim aksime ciddiyetsiz bir şekilde giyinmişti ve bu alayla yukarı kıvrılan dudaklarımın bir çizgi hâline gelmesine neden oldu. Ne yani, benimle yemek yemeyi bu kadar mı umursamamıştı? Ne kadar hadsiz bir adamdı böyle?

Siyah tişörtünün açıkta bıraktığı ve dövmelerle kaplı olan kollarına bakarken bir serseriden farkı olmadığını düşünüyordum. Elindeki viski bardağını tezgâha bırakıp bana doğru bir iki adım attığında ben de ona doğru birkaç adım atmıştım. Topuklu ayakkabılarımın zeminde bıraktığı tok ses beni baştan aşağı bir kez daha süzmesine neden oldu.

"Hoş geldin." derken elini de bana doğru uzatmıştı. Kollarındaki dövmeler sadece kollarında kalmakla bitmemiş, parmaklarına kadar da uzanmıştı. Gözlerimle onu incelerken ben de elimi ona doğru uzattım.

"Hoş buldum." Çenemi hafifçe kaldırıp gözlerine baktığımda onun da gözlerime büyük bir dikkatle baktığını görmüştüm. Ellerimiz birbirinden ayrıldığında diliyle dudaklarını ıslattı ve elini az önce Yiğit'in de yaptığı gibi geçmem için öne doğru uzattı.

"Gelmeyeceğini düşünmüştüm." Onun gösterdiği yoldan, geldiğim yolu tekrar yürümeye başladığımda arkamdan geldiğini biliyordum.

"Gelmeyecektim zaten." dedim, kendi kendime fakat duyduğunu bilmiyordum. Kısa bir an güldüğünü işittiğimde omzumun üstünden ona baktım. Evet, gülmüştü.

"Neden geldin o zaman?" derken koridora çıkmış ve bar kısmını arkamızda bırakmıştık. Karanlık koridoru aştığımızda bir asansörün önünde durmuştuk. Asansörün tuşuna basıp bakışlarını tekrar üstümde gezdirdi. Omuz silktim.

"Aile baskısı." dedim, hafif alaycı bir tavırla. Onun da kaşları alayla havalandığında asansör çabucak gelmişti. Geçmem için bekleyip arkamdan o da asansöre bindiğinde benim tarafımda olan tuşlara uzanıp herhangi bir tuşa bastı. Aramızda bir sessizlik oluşurken bir an önce buradan çıkıp Olcay'a gitmek istiyordum. Evdeyken bile daha fazla eğleneceğime emindim.

Çok geçmeden asansörden indiğimizde aşağıdakine göre kısa olan bir koridordan geçmiştik yine. Kulaklarıma ulaşan çatal bıçak seslerinden anladığım kadarıyla yemek katına ulaşmıştık. Beni, o katın terasına çıkarıp bir masaya yönlendirdiğinde ona uydum ve masaya doğru ilerledim. Teras, içerisi kadar dolu değildi hatta neredeyse boş sayılırdı. İçerisinin tıka basa olması ama terasta tek bir insanın bile olmaması dikkatimi çekerken onun sesi, düşüncelerimden sıyrılmamı sağladı.

"Maran'dı değil mi?" dediğinde kaşlarımı çatarak ona baktım. Beni bu kadar önemsenmeye değer görmemiş miydi? Adımı bile bilmiyordu yahu!

"Senin neydi?" dedim, ben de çantamı masaya bırakıp sandalyeyi çekerken.

O, karşıma geçerken yaptığım şeyi fark ederek hafifçe güldüğünde üzerimdeki kabanı çıkardım. Bununla birlikte bir kez daha beni alıcı gözle incelerken aynı zamanda da bana doğru elini uzatıp elimdeki kabanı aldı ve birkaç adım ilerimizdeki Yiğit'e verdi. Yiğit, yanımızdan ayrılırken de onu gıcık etmek için sorduğum soruyu yanıtlamıştı.

"Evet," Bize doğru yaklaşan garsonu gördüğümde arkama yaslanıp bacak bacak üstüne attım. Bakışları arada sırada bana uğruyor, uzun uzun beni inceliyordu ve bunu sadece beş dakika içerisinde çok sık yapmıştı. Göz göze geldiğimizde başını garsona doğru çevirdi.

"Hoş geldiniz Kenan Bey," dedi, genç çalışan bakışlarını bana çevirmeden önce. "Maran Hanım." Hafifçe gülümsedim. Önümüze menüleri bırakıp tekrar gözden kaybolduğunda Kenan'ın aksine ben menüye uzanmıştım. Mümkünse hiç konuşmayıp yemeğimi yemek daha sonra da siktir olup gitmek istiyordum. Şimdiden sıkılmaya başlamıştım. Gözlerini de üstümden ayırmıyordu zaten. Tekrar göz göze geldiğimizde bu sefer gözlerimi kaçırmadım ve dik dik baktım. O da gözlerini benden ayırmadığında elimdeki menüyü kafasına fırlatmayı düşünüyordum. Niye bu kadar çok bakıyordu ki?

Yeşil gözlerini gözlerime dikerek, "Ne içersin?" diye sorduğunda yanlış görmüyorsam dudaklarında hafif bir gülümseme vardı ama gözlerimin yanıldığına emindim.

"Şarap olur.." dedim, tekrar menüyü incelemeye başlamadan önce.

"Kırmızı? Beyaz?"

"Kırmızı, lütfen." dediğimde her ne kadar bakmasam da küçük bir el hareketiyle garsonu çağırdığını biliyordum. Birkaç dakika içerisinde, az önce de masaya gelen genç çalışan elindeki buz dolu kovayla yanımıza gelmişti. Sanki Kenan'ın bu talimatını bekliyormuş gibi küçük bir işaretle ne istediğini anlamıştı. O, kadehlerimizi doldururken dakikalardır boş boş baktığım menüyü kapattım ve arkama yaslandım.

"Karar verebildin mi bari?" dedi, önündeki sigara paketinden bir dal çıkarırken. O benim aksime menüye hiç dokunmamıştı.

"Hayır," Uzanıp kadehimi aldım ve arkama yaslandım. "Sen ne önerirsin?" dedim, kadehteki şarapla neredeyse aynı renk olan ojelerime bakarak. Onun da bakışları ellerime düştü fakat aynı hızla tekrar gözlerime çıktı.

"Balık sever misin?" Başımla onu onayladığımda gözlerini benden alıp yanımızda duran garsona baktı. Yine sadece bakışlarıyla anlaştıklarında garson yanımızdan uzaklaşmıştı. Masanın üzerinde duran çakmağa uzanırken kısa bir an bana baktı. "Rahatsız olmazsın değil mi?" dedi, fazla kibar bir şekilde. Pekâlâ, bu hoşuma gitmişti.

"Olmam. Hatta ben de içerim." derken çantama uzanmıştım. Kaşları şaşkınlıkla havalanırken paketin içerisinden bir dal sigara çıkarmış ve yakmıştı. Ben de ona uyup bir sigara yaktığımda sesi kulaklarıma doldu.

"Sen küfür de ediyorsundur şimdi." dedi, alayla. Güldüm.

"Evet. Duymak ister misin?" dedim, fazla gıcık bir şekilde. O da benimle uğraşmaktan fazla zevk almış olacak ki hafifçe gülmüştü. Sanırım onu eğlendirmiştim. Çünkü dakikalardır benim aksime gayet gülüyordu. Eğlensindi çünkü bu ilk ve son olacaktı.

"Çok kabasın." dedi, gülüşü gülümsemeye dönüşürken.

"Evet, öyleyim. Arkana bakmadan kaç o yüzden." Sigarasından bir nefes daha çekip dirseklerini masaya yasladı.

"Sırf arkama bakmadan kaçayım diye böyle davrandığının farkındayım, Maran." derken gözleri yüzümün etrafını turlamıştı.

Zekiydi. Sırf gıcık etmek için kaba bir şekilde davranıyordum. Umurumda da değildi.

Ona cevap vermeyip sigaramı içmeye devam ettim. O da daha fazla konuşmamış sessizce sigarasını içmişti. Elimdeki sigarayı söndürdüğümde Kenan'ın ikimiz adına sipariş ettiği balıklar da gelmişti. Gerçekten leziz görünüyordu ve daha tatmadan bu adamla aynı fikirde olduğum için kendime sinirlenmiştim. İkimiz de garsona teşekkür ettikten sonra Kenan, bitirmiş olduğum kadehimi yenilemişti.

"Teşekkür ederim." dedim, mırıldanarak.

"Afiyet olsun." dediğinde çoktan çatalımdaki yumuşacık eti ağzıma atmıştım. Tadı beni anında mest ederken bıçak yardımıyla bir parça daha kesmiştim.

"Beğendin mi?"

"Şaşırtıcı ama evet." dediğimde kirpiklerinin altından bana ters bir bakış attı. "İtalya'da yaşıyormuşsun sanırım?" dedim, zamanın bu şekilde geçmeyeceğini fark edip.

"Evet ama kısa bir süreliğine döndüm." Şarabımdan bir yudum alırken o da önündeki balıkla ilgileniyordu.

"Ne zamandır oradasın?" Başını kaldırıp birkaç saniye bana baktı ama bu esnada da sorumu yanıtlamayı ihmal etmedi.

"Birkaç yıldır orada yaşıyorum. Üniversiteyi bitirir bitirmez master için gitmiştim. Uzun bir süredir de oradaki şirketle ilgileniyorum." dedi ve kadehinde kalan şarabı içip daha sonrasında kadehini doldurdu.

"Ne okudun?" İstemsizce onunla etmeye başladığım bu sohbet beni içine çekerken çatalımı tabağımın kenarına bıraktım.

"Koç Üniversitesi Ekonomi bölümü mezunuyum." dediğinde şaşırmıştım ama tabii ki bunu belli etmedim. Bir derece yapmasa asla o okula giremezdi. Belki de sadece ön yargılı olmamam gerekiyordu. "Sen ne okudun?"

"Hâlâ okuyorum." dedim, onu düzelterek. Yüzünde bariz bir şaşkınlık oluşurken devam ettim. "Ege Üniversitesinde mimarlık okuyorum, son senem." Biçimli kaşları hafifçe çatıldı.

"Kaç yaşındasın sen?" dedi, çenesiyle beni göstererek.

"Google ne güne duruyor?" Göz devirdiğinde güldüm. "22." diyerek yanıtladım onu. "Sen?"

"28." Kaşlarım havalanırken dudaklarım da yukarı kıvrılmıştı.

"Olgun erkekleri severim." dediğimde ağır ağır dirseklerini masaya yaslayıp öne doğru eğildi.

"Öyle mi?"

"Öyle." dedim, tekrar beni süzmeye başladığında. Diliyle dudaklarını ıslattı ve kısa bir an bakışlarını benden çekti. "Sevgilin var mı?"

"Yok." Sinan'la aramızdaki ilişki biteli çok oluyordu fakat Sinan, ne zaman bir araya gelsek sanki ilişkimiz hâlâ devam ediyormuş gibi davranıyordu ve bu bana bir süre sonra şizofren olup olmadığını düşündürtmüştü. "Senin var mı, kız arkadaşın?" Cıkladı.

"Fazlasıyla bekârım." Masada duran kadehime uzanıp büyük bir yudum aldığımda konuyu değiştirdi. "Kendinden bahset biraz, Maran." dediğinde doğrulduğum yerden tekrar arkama yaslanmıştım.

"Ne öğrenmek istiyorsun?" Bir kez daha güldüğünde gözlerim kısıldı. Güzel bir gülüşe sahipti.

"Aslına bakarsan öğrenmek istediğim şeyi az önce öğrendim."

İnce bir kıkırtı, boş terası doldurduğunda bu gülüşün sahibinin ben olduğunu çok sonradan fark etmiştim. Tabii bunu fark ettiğimde de ifademi değiştirmemiş hatta cilveli bir tavır takınmıştım. Şarabı fazla mı kaçırmıştım?

"Neymiş o?"

Neyden bahsettiğini tabii ki anlamıştım ve yapmaya çalıştığı bu kelime oyunu, gereksiz bir şekilde beni eğlendirmişti. Sikeyim, onunla sadece formaliteden bir akşam yemeği geçiriyordum. Buraya gelirken olduğum ruh hâlini hatırladığımda şu anki tavrımla uzaktan yakından alakası olmadığını fark ettim.

Soruma karşılık dudaklarında minik bir gülümseme yer edinirken bana cevap vermeyi es geçmişti. Henüz onu tanımayan ben bile bu gülümsemeden birçok anlam çıkarabilirdi.

"Seni dinliyorum," dedi, elini çenesine yaslarken. Yeşilleri beklemediğim bir ilgiyle bana yönelirken doğruyu söylemek gerekirse şaşkındım. "Bildiğim kadarıyla şirkette de çalışıyormuşsun."

"Evet," Sözlü onayım yetmemiş gibi başımla da onu onayladım. "Hatta birçok çizim benim elimden çıkıyor diyebilirim." Kaşlarını kaldırdı.

"Öyle mi? Güzel olduğun kadar başarılısın da yani?" Sözleri beni gülümsetirken gözlerimi ondan çektim. Buraya gelirken bu adamla flörtleşeceğim aklımın ucundan bile geçmemişti ve biz şu anda resmen açıkça flörtleşiyorduk. Dakikalar önce onu defalarca tersleyen sanki ben değildim.

"Şu an benimle flörtleşmeye mi çalışıyorsun sen?" dedim, gözlerim şüpheyle kısılırken. Sadece omuz silkmekle yetindiğinde gözlerinde oluşan eğlence pırıltılarına şahit olmuştum.

"Bu bir randevu değil mi zaten?"

"Evet ama birbirimizi tanımaya çalıştığımızı sanıyordum." İki yana çekilmiş olan dudaklarımdan dolayı beni ciddiye alır gibi bir hâli yoktu ama bundan rahatsız da olmamıştım.

Ağırca başını sallayarak beni onayladı. "Ben de seni daha fazla tanımak istiyorum."

"Neden?"

"Neden bu şansı geri tepeyim?"

"Beni şans olarak mı görüyorsun?"

"Belki de."

Hâlâ yarısı dolu olan kadehimi elime alıp dudaklarıma yasladığımda amacım, gülüşümü bastırmaktı. Çapkın mıydı yoksa gerçekten ilgisini mi çekmiştim bilmiyordum ama sohbetin gidişatı beni fazlasıyla eğlendiriyordu.

Kadehte kalan içkiyi tek dikişte içip bir yenisini daha doldururken gözlerini üzerimden ayırmadı. "Kısa bir süreliğine döndüm demiştin," Beni onaylayan birkaç mırıltı çıkardığında devam ettim. "Ne zaman dönüyorsun?"

"İki hafta sonra."

"Bu kadar çabuk mu?" Bu tepkime gülecek gibi olduğunda gülmemiş, muzip bir ifadeyle bana bakmıştı.

"Ne kadar kalmamı istersen o kadar kalabilirim." Güldüm.

"Hmm," Cilveli bir tavırla dirseklerimi masaya yasladım ve ona doğru eğildim. "Bir de çapkınız yani? Bu durumda da bu, ilk ve son yemeğimiz oluyor."

O muzip ifadesi dağılırken onu keyifle izlemiştim.

"Şu an aksini savunsam bile inanmayacaksın değil mi?" dediğinde cıkladım. "Pekâlâ." Derin bir nefes alarak arkasına yaslandığında dudaklarında minik bir tebessüm vardı.

Geri kalan dakikalarda ikimiz de birer sigara yakmış ve kadehlerdeki şarabı yudumlamıştık. Ara ara benimle sohbet etmeye çalışsa da ona verdiğim cevaplar onu pek tatmin etmiyor ve kısa süreliğine de olsa susuyordu. Aslında komikti. Beni içten içe güldürmüştü fakat ona gerçek bir gülüşü bahşetmeyi düşünmüyordum.

Esen rüzgârla birlikte yerime sindiğimde kabanımı çıkardığım için pişman olmuştum. Ara sıra böyle aptallıklarım olabiliyordu.

Bulunduğum yerde bir hareketlilik hissederken başımı kaldırıp karşımda oturan Kenan'a baktım. Eş zamanlı olarak da terasın cam kapısı açıldığında bu sefer de başımı oraya çevirmek zorunda kalmıştım. Yiğit, elindeki gri şalla yanıma doğru gelirken kaşlarım havalandı. Bakışlarımı Kenan'a çevirdim. Dirseğini oturduğu sandalyenin kol kısmına dayamış, parmaklarını da şakaklarına yaslamıştı. Kirpiklerinin altındaki gözleri tıpkı geçtiğimiz dakikalardaki gibi yine benim üzerimdeyken omuzlarıma bırakılan şalla birlikte gözlerimi ondan ayırmak zorunda kaldım.

"Teşekkür ederim." dedim, Yiğit'e hafifçe gülümserken. O da bana, başını hafifçe eğip karşılık verdi ve tekrar yanımızdan ayrıldı.

"Üşüdüğünü niye söylemedin?" Kısık sesle sorduğu soru, bir kez daha gözlerimizi birleştirdiğinde omuz silktim.

"Hava birden soğudu," dedim, kısa bir an gökyüzüne bakıp. "Sen üşümedin mi?" Üzerinde sadece siyah bir tişört vardı ve ben üşüdüysem o da üşümüş olmalıydı. Birkaç saniye onu süzdüğümde hiç de üşüyormuş gibi bir hâlinin olmadığını görmüştüm.

Cıkladı. "Alışkınım bir nevi," Anlamsız bakışlarımı fark edip duraksadı. "Karadeniz havasını soluyan biri sana bunu derdi zaten."

Yüzümde bariz bir şaşkınlık oluşurken bir kez daha onu incelemekten kendimi alıkoyamamıştım. Ne yani bu adam Karadenizli miydi? Hem de bu tipe sahip biriyken?a

Omuzlarımdaki şala daha çok sarılırken, "Karadenizlisin yani?" dedim, hayretle.

"Evet," Gözlerini kısarak bana baktı. "Sen İzmirlisin ama. Değil mi?" Onu onaylamam için gözlerime baktı.

"Evet," Gülümsedim. "Baban benden bahsetmiş anladığım kadarıyla?" Yüksek sesle güldüğünde boş terasın duvarlarında hoş bir tını bıraktı. Aynı zamanda benim kulaklarımda da öyle.

"Hayır, sadece tahmin ettim. Babam sadece şirketteki durumundan bahsetmişti. Başka şeyler de söylemiş olabilir ama onu dinlemeyerek büyük eşeklik ettiğimi şimdi fark ediyorum."

"Çapkın olduğun kadar abazasın da yani? Pekâlâ." dedim, onu taklit ederek. Erkeksi bir kıkırtı boğazının gerisinden yükseldiğinde yerinde doğruldu.

"Üşüdün sen. İçeri geçelim mi?" Bu teklifini geri çeviremezdim çünkü gerçekten hava soğumuştu.

"Olur." dediğimde o kalkmamı beklerken çantamdan rujumu çıkardım ve telefonun kamerasını açıp sürmeye başladım. Göz ucuyla onun gözlerini devirdiğini görmüştüm ama ona aldırmadım ve büyük bir dikkatle rujumu sürmeye devam ettim. Dudaklarımı birbirine sürterek ruju iyice dağıttığımda bütün odağını bana vermiş bir şekilde beni izlediğini biliyordum. Son kez kendimi kontrol edip telefonumu kapattım ve ruju çantanın içerisine attım. "Gidebiliriz." dedim, yerimden kalkarken. Hemen ardımdan o da yerinden kalktı ve beraber yürümeye başladık. Bize doğru gelen Yiğit'i ve elindeki kabanımı fark ettiğimde adımlarımız yavaşlamıştı. Yanımıza ulaştığında hafifçe gülümsedi ve ceketi bana uzattı.

"Buyurun, Maran Hanım." dediğinde üzerimdeki şalı ona uzatarak elindeki ceketimi aldım ve göz kırptım.

"Seninle buyurun, hoş geldiniz dışında başka şeyler konuşalım bir gün." dedim, çapkın bir tavırla. Yiğit bir şaşkınlık yaşarken gözleri yanımda duran Kenan'a daha sonra da tekrar bana kaymıştı.

"Sağ ol Yiğit." dedi, Kenan araya girerek. Yiğit yanımızdan uzaklaşırken o da beni asansöre yönlendirmişti. Bunu yaparken de bana dokunmadan sadece eliyle geçmem için müsaade etmişti.

"Koruman Miss Turkey yakışıklısı falan mı?" Kısık bakışlarını bana çevirdiğinde bakışlarında hafif bir alay sezmiştim fakat umursamayıp benim için açtığı yoldan geçerek asansöre binmiştim. En alt kata bastığında ona baktım. "Senden yakışıklı valla. Sen onun korumasıymış gibi duruyorsun." dedim, çok komikmiş gibi gülüp. Sinirleneceğini düşünerek söylediğim şey onu sinirlendirmemiş aksine dudakları yukarı kıvrılmıştı.

"Doğru." Söylediği şey beni şaşırtmıştı fakat bunu belli etmemiştim. Egoist birine benziyordu ama bu tezimi de çöp etmişti.

'Herkes sen değil çünkü.'

Herkes ben olamaz zaten.

Asansörden indiğimizde tekrar o koridoru geçip bara ulaşmıştık. Bu sefer daha doluydu ama herkes kendi halinde takılıyordu.

"Ne içersin?" dedi, bar tezgâhına ulaştığımızda. Çantamı tezgâha bırakıp taburelerden birine oturdum.

"Votka enerji!" dedim, onu umursamayıp barmene doğru. O da sol tarafımda kalan tabureye oturduğunda başka bir barmaid, Kenan'ın önüne viski kadehini koymuştu. Burada herkes daha o konuşmadan ne istediğini anlıyordu ve bu biraz da olsa şaşırmama neden oluyordu. Her ne kadar burada yaşamasa da bir otoriteye sahipti. Belki de babasından dolayı böyleydi. Bilemiyordum.

Barmen içeceğimi önüme bıraktığında gözlerimi etrafta gezdirdim. Kırmızı ledlerle aydınlatılmış mekânın bir kısmında bilardo masası vardı ve birkaç kişi orada takılıyordu. Bir köşe de geniş kırmızı koltuklarla dizayn edilmişti ve belli bir kısım da orada oturmuş gayet eğlenerek sohbet ediyorlardı. Ortada bir pist vardı. Sahnenin ortasında birkaç direk konumlanmıştı ve ben bunu şimdi görmüştüm.

Önümdeki bardağı kavrayıp tek dikişte içtiğimde daha canlı hissetmeye başlamıştım. Birden elimdeki bardak çekildiğinde bakışlarımı oraya çevirdim.

"Yavaş iç, sarhoş olacaksın. Uğraşamam seninle." dediğinde ona ters ters baktım.

"Ay sanki uğraş diyen oldu!" dedim, çirkef bir tavırla. Yüksek sesli müzikten dolayı o da kaşlarını çatmış, ne dediğimi anlamaya çalışıyordu.

"Ne?" dedi, en sonunda.

Gür kirpiklerini kırpıştırarak yeşil gözleriyle anlamsızca bana bakarken sağ taraftan yansıyan kırmızı ışık da gözlerine gölgeler düşürüyordu. Yeşilin bu tonuyla ilk defa karşılaşıyordum ve açık söylemek gerekirse gözleri çok güzeldi.

"Yok bir şey." dedim, gözlerimi ondan alıp barmene dönerken. "Bir tane daha!" Barmen arkasını dönüp içeceğimi hazırlamaya başladığında tekrar Kenan'a döndüm.

"Bence seni artık evine göndermeliyim." dedi ve cebinden telefonunu çıkardı.

"Daha yeni geldim ama? Sen misafirlerine böyle mi davranıyorsun?" dedim, sahte bir kırgınlıkla. Birkaç saniye gözlerime baktı. Gözleri yüzüme düşen saçlarıma kaydığında boşta olan elini hafifçe havaya kaldırdı ve bir süre sadece gözlerime baktı. Orada ne gördü bilmiyordum ama en sonunda elini uzatıp saçlarımı geriye doğru itti. Sıcacık parmakları boynuma hafifçe değdiğinde bu ufacık temasın bana hiçbir şey hissettirmemesi gerekiyordu. Hem de onu henüz tanımıyorken.

"Açık olacağım," dedi, uzun bir süre sonra. "Bu şekilde tanışmamış olsaydık seninle takılırdım." Gözleri tekrar gözlerime değdiğinde kadehini eline almıştı. "İzmir'in kızları güzel oluyormuş."

"Hayır canım. Ona biz Maran Kaya farkı diyoruz." dedim, egom devreye girdiğinde. Başını bıkkın bir tavırla iki yana salladı ve içkisini tek dikişte içti. Kadehi barmene doğru ittiğinde genç çalışan sanki bu anı bekliyormuş gibi uzanıp kadehi aldı ve viski doldurmaya başladı. Önüme döndüğümde içkimin çoktan yenilenmiş olduğunu gördüm. Bu sefer küçük bir yudum alıp çantama yöneldim ve içerisinden telefonumu çıkardım. Tam o an çalmaya başlayan telefonumun ekranına baktığımda Sinan'ın aradığını gördüm. Göz devirdim. Birkaç saniye açıp açmamak arasında kalsam da ona haddini bildirmeyi amaçlayarak aramayı hızla yanıtladım.

"Ne demiştim en son ben sana?" Mekândaki müzik birden durduğunda öfkeli çıkan sesimi de kontrol edememiştim. "Hasta mısın nesin?"

"Maran," dedi, sabırla. "Bir kere de normal bir şekilde aç şu telefonu, lütfen. Sadece konuşmak istiyorum ya, yapma böyle!"

"Ben de sadece yakamdan düşmeni istiyorum." Yanımda oluşan hareketlilikle birlikte başımı çevirdim ve Kenan'ın gözleriyle karşılaştım. Gülüyordu.

"Maran..." dedi, Sinan'ın telefonun ucundaki sesi. "Neredesin sen?"

"Hayırdır? Sen bana hesap mı soruyorsun?" derken tırnaklarımla kadehin üzerine ritmik bir şekilde vuruyordum.

"Hesap sormuyorum, sadece bir soru soruyorum. Neredesin?"

"Sanane yahu sanane?" deyip ayağa kalktım ve barı arkamda bırakarak koridora çıktım. "Bittiğinin farkında değil misin Sinan? Sustu. Aramızda bir sessizlik oluşurken devam ettim. "Aramızda duygu adına hiçbir şey yoktu zaten. Bunu neden anlamak istemiyorsun? Bu yaptığın beni rahatsız etmekten başka bir şey değil! Lütfen arama beni artık."

"Seni seviyorum." Sanki görecekmiş gibi başımı iki yana salladım.

"Sen beni sevmiyorsun, Sinan. Beni aldatıp daha sonrasında bana, beni sevdiğini söyleyemezsin. Eğer öyle olsaydı hem bana ve Didem'e saygı gösterirdin hem de beni bu şekilde rahatsız etme hakkını kendinde görmezdin." Derin bir nefesi içime çekerken omuzlarım çöktü. Bu herife laf anlatmak beni çok yoruyordu. "Son kez söylüyorum. Lütfen beni arama, sorma, rahatsız etme." diyerek telefonu suratına kapattım ve sinirlerimin yatışması için kendime bir süre zaman tanıdım.

Didem, arkadaş grubumuzda da bulunan yelloz bir kızdı. Her bir araya geldiğimizde yanlarında olmama rağmen Sinan'a kur yapmaktan çekinmiyordu. Bunu yaparken Sinan'ın da farkında olmasına rağmen hiçbir tepki vermemesi ve üstelik gülerek tepki vermesinden de aralarında bir şey oluşmaya başladığını düşünmüştüm. Ta ki Olcay, onları bir bar tuvaletinde yakaladığını söyleyene kadar sadece düşünmekle kalmıştım. Bunu öğrendiğim an gerçeklik payını sorgulamamıştım. Çünkü zaten gözle görülür bir şeydi ve ben bunu çoktan fark edip ayrılmıştım da.

Sinan'a karşı bir şey hissettiğimden birlikte değildik. Sadece babamın da söylediği gibi ben mantık evliliği istiyordum ve Sinan'ın buna uygun olduğunu düşünmüştüm. Tabii bu onu tanımadan önceydi. Hâlâ mantık evliliğinde ısrarcıydım. Aşk gibi saçmalıklarla uğraşacak kadar salak değildim.

Birkaç dakika sonra düşüncelerimden sıyrıldığımda tekrar bara geçtim ve az önce kalktığım yere tekrar oturdum. Telefonumu tezgâha bırakıp Kenan'ın bakışları eşliğinde içkimi içtim.

"Sormalı mıyım?" dediğinde biten kadehi sertçe masaya bıraktım ve dudaklarımı yalayıp ona döndüm. "Bir sorun yok değil mi?"

"Takılmak mı istiyorsun?" dedim, sorusunu es geçerek. Tek kaşı havalanırken gözlerinden de şaşkınlığı okunuyordu.

Onunla sadece tek bir geceliğine vakit geçirmem büyük bir soruna yol açar mıydı? Yeşilin hiç rastlamadığım o tonuna daha yakından bakmak?

Sanmıyordum.

"Anlamadım?" Ağır ağır başımı sallarken gözlerimi de kısa bir an etrafta gezdirmiştim. Tezgâha bıraktığım çantama yöneldim.

"Gidelim."

 

🐤🐤🐤

Loading...
0%