Yeni Üyelik
5.
Bölüm

•V•

@meelcnmel

Elimdeki kahveden bir yudum alırken gözlerim gri bulutlardaydı. Bir araya gelmiş, birazdan yağacak olan yağmurun haberini veriyorlardı. Bu havaları çok seviyordum. Benim için antidepresan etkisindeydi.

Tam iki dakika önce yaktığım sigaradan bir nefes çektim. Dudaklarım arasından çıkan duman havaya karışırken hoyrat bir rüzgâr da bana tepki verirmişçesine öyle bir esti ki elimdeki sigara yere düşmüştü. Topuklu botlarımın ucuyla sigarayı söndürüp elimdeki kupayı masaya bıraktım. Kollarımı göğsümde birleştirdim ve ceketimi yanıma almadığım için kendime bir küfür savurdum. Birkaç dakika önce aşağıda bunaldığım için şirketin terasına çıkıp hava almak istemiştim. Aslında iyi de gelmişti.

Arkamdan yaklaşan adım seslerini duyduğumda eş zamanlı olarak omuzlarıma da bir ceket bırakılmıştı. Omzumun üzerinden arkaya doğru baktığımda bir çift yeşil gözle karşılaştım. Az önce gayet huzurlu hissederken onu görmemle birlikte bütün sinirlerim anında altüst olmuştu. Beni okula bıraktığından beridir bir daha onu görmemiştim. Açıkçası görmemeyi de tercih ederdim.

"Üşümüşsün." derken benden uzaklaşmak için geriye doğru bir adım atacaktı ki omuzlarıma bıraktığı ceketi alarak göğsüne sertçe bastırdım.

"İstemez, kalsın." Gözleri, bu sert tavrımla birlikte yüzümü turladığında uzatmadan elimdeki ceketi aldı.

"Yine formundasın anlaşılan."

Benden uzaklaşarak kalçasını masaya yasladı ve hangi ara masaya bıraktığını bilmediğim kupayı alıp tekrar bana döndü.

"Seni gördüğümde bütün sinir sistemim altüst oluyor. O yüzdendir." dedim, fazlasıyla gıcık bir tavırla.

O da bana sadece gıcık bir sırıtış göndermekle yetindiğinde içinde kahve olduğuna emin olduğum kupayı dudaklarına yaklaştırdı. O, kahvesini içerken ben de her karşılaşmamızda yaptığım gibi onu süzmüştüm. Geniş vücudunu saran beyaz gömleği ve siyah kumaş pantolonuyla yine o iş adamı hâline bürünmüştü. Siyah çerçeveli kemik gözlüğü de yine olduğu yerdeydi. Bu gözlüğü ben taktığımda bana daha çok yakıştığına emindim.

"Kolyeni vereceğim, merak etme." dediğinde gözlerimi gözlerine çıkardım. Tamamen vücudumu ona doğru çevirdim ve birkaç adım atıp aramızdaki mesafeyi kapattım.

"Onu zaten senden alacağım, emin olabilirsin." dedim, keskin bir dille. "Sike sike vereceksin o kolyeyi." Bu kaba tavrıma karşılık kaşlarını kaldırarak hayretle bana baktı.

"Ne kadar edepsiz bir kızsın." Cıkladı. "Çok ayıp, hiç yakışmıyor gerçekten." Alayla güldüm.

"Bana, yatağına girmem için şantaj yapıyorsun ve bu sana yakışıyor, öyle mi?" Sarf ettiğim kelimeler, onun alaylı ifadesinin dağılmasına neden olurken kaşlarını çatarak bana baktı. Bu, beni içten içe hayrete düşürürken bunu ona belli etmedim. Şu ana kadarki karşılaşmalarımızda alaylı bir şekilde davranmasına kolaylıkla alışmış olacaktım ki kaşlarını çatması bana oldukça ürkütücü gelmişti. Kaşlarını çatınca bu kadar korkutucu görünmesi de ayrı bir korkutucuydu zaten!

"Senden öyle bir şey istediğimi nereden çıkardın?" Sert sesi, dudaklarımdaki alay dolu gülümsemenin yavaşça solmasına yol açarken ifadesi de sertleşti. Elindeki kupayı masaya bırakırken tak diye bir ses çıkmıştı ve bu hafifçe irkilmeme neden oldu. "Oradan bakınca öyle birine mi benziyorum, anlamadım?"

"Ne istiyorsun o zaman?" dedim, birden sesimi yükseltip. "Bunun için dolanmıyor musun peşimde?"

"Aptal mısın kızım sen?" Bu tavrıyla birlikte kaşlarımı çattım.

"Düzgün konuş benimle!"

Çatık kaşları düzelirken burnundan sıkıntılı bir nefes verdi ve gözlerini kısa bir an yağmaya başlayan yağmura doğru çevirdi.

"Sadece seni, normal bir şekilde tanımak istiyordum tamam mı? Amacım kötü değildi ama demek ki bunu düşündürecek bir şey yapmışım."

Kurduğu cümlenin başı daha çok ilgimi çekerken gözlerimi kısarak ona baktım. Beni tanımak istediğini mi söylemişti yoksa ben yine yanlış mı anlamıştım?

Şaşkınlıkla birkaç kez gözlerimi kırpıştırdığımda sözlerine devam etti. "Hem sana zorla bir şey yaptıracak değilim. O kolyeyi sana her türlü verecektim zaten. Ki vereceğim de. Sen de bundan emin olabilirsin."

Çenemi hafifçe kaldırdım ve gözlerinin içine baktım. "Yine de yaptığın hoş değil. Kolyemi aldın resmen!"

Başını hafifçe geriye doğru atıp sabır dolu bir nefes verdiğinde ters ters ona baktım. Bir de bunalıyordu yani?

"Kolyeni falan aldığım yok! Evde düşürmüşsün ve ben, onu günler sonra buldum."

Bir kez daha beni şaşırttığında elini ceketinin cebine koyup kolyemi çıkardı. Bir ona bir de elindeki kolyeme bakarken elimi tutup kaldırdı ve kolyemi avcuma bıraktı. Gözlerim, bu sefer de onun yeşillerinde takılı kalırken düşündüğüm tek şey kolyemi yanında taşıyor olmasıydı.

Vücudumdaki bütün kan yanaklarıma hücum ederken yerin yedi kat altına girdiğimi de hissediyordum. Az önce söylediğim hoş olmayan sözler beni bir kez daha utandırırken buna, ona kolyem için söylediğim şeyler de eklenmişti. Ne olursa olsun bu, hoş değildi.

Ben, utançtan kıpkırmızı kesilirken o da bir şey söylememi beklemeden terastan çıktı. Alt dudağımı ağzımın içinde yuvarlayıp derin bir nefes aldığımda gözlerim, elimdeki kolyeyi buldu. Tamam, benim için bu kolye önemli bir değere sahipti ama abartmış olabilir miydim?

Birkaç saniyeliğine kendimi onun yerine koyduğumda kendimi daha kötü hissetmiştim. O, kim olursa olsun ben böyle biri değildim ve bu şekilde davranmamam gerekirdi. Üstelik beni tanımak istediğini söylemişti. Söyledikleri, zihnimde tekrar tekrar yankılanırken parmak uçlarıma kadar kızardığımı hissedebiliyordum.

Kesinlikle ondan özür dilemeliydim.

🐤🐤🐤

Önünde olduğum beyaz kapıyla bakışırken içimdeki ses arkama bakmadan arabama binip, siktir olup gitmemi söylüyordu. Birkaç saat önce şirketten çıkmıştım ve eve geçip üstümü değiştirmiştim. Bütün gün boyunca Kenan'dan bugün için özür dilemeyi planlamıştım. Çünkü ona çok büyük ayıp etmiştim ve bence bu yaklaşımı kimse hak etmezdi. Şu an ise kapısının önündeydim ve Kenan'ın gelmesini bekliyordum ama sorun o değildi. Ya beni burada gördüğünde kovarsa?

Bu düşünceyle kaşlarım çatıldı. O kimdi ki beni kovacaktı? Öyle bir şey yapamazdı!

'Yapabilir de.'

İç sesime ilk kez hak verirken aralık dudaklarım arasından sıkıntılı bir nefes bıraktım. Bugün karşımda o tavra büründüyse şu an beni evinden de kovabilirdi.

En sonunda arkamı dönüp gitmeye karar verdim. Daha fazla orada durmayıp birine rezil olmamak için arkamı dönüp bir adım atmıştım ki bahçeye giren arabayla birlikte adımlarım durdu. Yanan farlar, gözüme gözüme girerken yakalandığımı anlayıp ofladım.

Araba tam önümde durduğunda birkaç saniye içerisinde gözlerimi rahatsız eden farlar da sönmüştü. Her ne kadar arabanın içini görmeye çalışsam da camlar film kaplı olduğundan hiçbir şey göremiyordum.

Arabanın iki kapısı da aynı anda açıldığında ilk önce Kenan, hemen ardından da kızıl saçlı bir kadın arabadan inmişti. Kızıl saçları omuzlarından dökülen uzun boylu ve fazlasıyla güzel olan kadını gördüğümde dudaklarımı birbirine bastırdım. Gözlerim Kenan'la tanımadığım bu kız arasında mekik dokurken bu sessizliği bozan Kenan olmuştu.

"Maran?" dedi, şaşkınlıkla. "Ne işin var burada?"

Gözlerimi kısa bir an onun üzerinde gezdirdim. Vücuduna yapışan beyaz atletle üzerine geçirdiği kareli salaş gömlek ve yırtık pantolonuyla söylememe gerek var mıydı bilmiyordum ama birkaç saat önceki hâlinden çok farklıydı. Sikeyim ki ona bu da yakışmış, onu olduğundan çok genç göstermişti. Boynundaki dövmeleri de bana göz kırparken gözlerimi ondan çektim.

"Maran mı?" Araya giren o ince sesle birlikte tekrar o kadına doğru dönmek zorunda kalmıştım.

"Geleceğini bilmiyordum. Neden haber vermedin?" dedi, Kenan da bana doğru adımlayarak.

"Gidiyordum zat-" Kızıl saçlı kız tekrar araya girdiğinde lafım yarıda kalmıştı.

"Sonunda şu meşhur Maran'la tanışabileceğim!" dedi, büyük bir sevinçle. Buna anlam veremediğimde boş bakışlarla kıza baktım. O da bana doğru birkaç adım atmış ve aramızdaki mesafeyi kapatmıştı. Gözlerim Kenan'a kaydığında göz devirdiğini gördüm. "Bige, ben." dedi, elini bana doğru uzatırken. "Kenan'ın kız kardeşiyim." dediğinde kaşlarım şaşkınlıkla havalandı. Bir kız kardeşi olduğunu bilmiyordum. Zaten onun hakkında genel olarak hiçbir şey bilmiyorum denebilirdi.

Ben de elimi ona doğru uzatarak avuçlarımızın birbirine temas etmesine neden olduğumda hafifçe gülümsedim. "Maran, ben de ama sanırım zaten bunu biliyorsun?"

Onu daha yakından incelediğimde tıpkı Kenan'ınki gibi yemyeşil gözlere sahip olduğunu fark etmiştim. İri gözleri, oldukça düzgün burnu ve ne dolgun ne de çok ince olan dudaklarıyla gerçekten çok güzeldi.

"Evet!" derken güldü ve bana hayranlıkla baktı. "Gerçekten çok güzelmişsin." dediğinde mahcup bir şekilde gülümsedim.

"Teşekkür ederim. Sen de öylesin, gerçekten." Gözlerim tekrar kızıllığını kıskandığım saçlarına kaydı. Sanırım doğal saçlarıydı ve cidden çok hoş duruyordu.

"Babam çok bahsetti senden. Evdeki konumuz sensin günlerdir." Güldüm.

"Gerçekten mi?" Hevesle başını salladı. Dudakları bir şey söylemek için aralandığında Kenan ona müsaade etmedi.

"Bige," İkimizin de bakışları Kenan'a döndüğünde Bige'ye ters bir bakış attı. "Hadi güzelim, evine." dediğinde Bige gözlerini devirdi ve bana döndü.

"Memnun oldum tekrar," Gülümsedi. "Görüşürüz."

"Görüşürüz." Tekrar dönüp Kenan'a ters ters baktı ve Kenan'ın evinin hemen arkasında görünen eve doğru ilerlemeye başladı. Bununla birlikte gözlerimi kısaca etrafta gezdirdim. Burası oldukça büyük bir araziye benziyordu.

Bakışlarımı Kenan'a çevirdiğimde gözlerini, arkasından baktığı Bige'den çekip bana baktı. "Evet," dedi, kısık bir sesle. "Seni dinliyorum."

Gözleri, kısa bir an boynumdaki kolyeye kaydığında dilimi, usulca dudaklarımın üzerinde gezdirip ona baktım.

"Özür dilerim," Baskın sesim ve ettiğim özrüm, ifadesinin şaşkın bir hâl almasına sebebiyet verirken devam ettim. "Bugün söylediklerim için. Aramızda ne geçerse geçsin bu yaptığım hoş değildi. Buraya da bunu söylemek için geldim." Bahçedeki ışıkların aydınlattığı yeşillerinden garip bir ifade geçtiğinde buna anlam veremesem de çok umursamadım.

"İçeri nasıl aldılar seni?" Gözlerini benden çekip arkaya doğru baktığında benim de bakışlarım oraya dönmüştü.

Buraya geldiğimde Yiğit sayesinde içeri girebilmiştim. O da Kenan'ın evde olmadığını ama birazdan geleceğini söyleyerek benimle birlikte beklemek istemişti. Bir süre benimle birlikte beklediğinde onu işinden alıkoymamak adına yanımdan göndermiştim.

Omuz silktim. "Yiğit'le karşılaştık kapıda,"

Tekrar başını bana doğru çevirdiğinde yanağımın içini dişledim. Şu an neden bu kadar gerildiğim hakkında hiçbir fikrim yoktu.

"Buraya kadar gelmene gerek yoktu," dedi, en sonunda konuşarak. Kaşlarımı, bu kabalığı karşısında çatmamak için zor durduğumda devam etti. "Senden özür dilemeni falan istemedim. Ki buna da gerek yok." Çenesini hafifçe oynatarak beni gösterdi. "Eteğindeki taşları döktün işte."

En sonunda dayanamayarak -çok bile dayanmıştım- kaşlarımı çattığımda bu hareketimle birlikte gözleri parladı. Sanırım beni sinirlendirmek onun hoşuna gidiyordu. Gerçekten manyak herifin tekiydi.

"Hadsiz," Dudaklarımdan engel olamadığım bir şekilde kaçan bu hakaret, dudaklarının belli belirsiz yukarı kıvrılmasına neden olduğunda ona doğru yarım adım attım. Gözleri kısıldı. "Ne sanıyorsun sen kendini ya? Kalkıp gelmişim buraya kadar ama şu yaptığına bak! Alçak herif!"

"Sadece bir özür için mi buraya kadar geldin yani?" Kısık bakışları çok kısa bir anlığına dudaklarıma düştüğünde benim de istemsizce bakışlarım oraya kaymıştı. "Beni mi kandırıyorsun yoksa kendini mi?"

Benim hakaretlerimi yok sayarak bana yönelttiği bu soruyla duraksadım. Gerçekten buraya niye gelmiştim? Tabii ki ondan özür dilemek için gelmiştim ama böylesine küstah davranacağını biliyordum. O gelmeden buradan gitmem gerekirdi. Bunu yapmadığım için de kendime kızıyordum. Şu an dudaklarını dudaklarımın üzerinde hissetmek istediğim için de kendime kızıyordum.

Sikeyim.

Beni hangi ara etkisi altına almıştı?

Görüş açımdaki dudakları bir kez daha kıpırdamaya başladığında bir anda ona doğru atılıp dudaklarımı dudaklarına bastırdım. Yumuşacık dudaklarını hissettiğim o an içimden bir şey akıp giderken nefesi nefesime ortaklık etmiş, o maharetli elleri de belime dolanmıştı.

Ondan uzaklaşmam gerekiyordu.

Bunu bir daha yapmayacağıma dair kendime söz vermiştim ve ondan uzaklaşmam gerekiyordu fakat ben, gömleğinin yakalarına tutunarak onu kendime çektim. Eş zamanlı olarak adımları adımlarıma karışmış, sırtım da kapıya yaslanmıştı.

Şu an büyük bir aptallık yapıyordum ve biri bana engel olmalıydı.

Sıcacık dili, dudaklarımın arasına sinsice sızarken boğazımın gerisinden bir inilti yükseldi. Oldukça tutkulu bir öpüşmenin içerisindeyken yakalarındaki elimi indirip göğsüne yasladım. Ona temas etmemle birlikte vücudu kaskatı kesildiğinde öpüşümü derinleştirmiştim.

"Kenan?" Duyduğum kadın sesiyle birlikte hızla kendimi geriye doğru çektiğimde ikimizin de bakışları, birkaç adım ötemizde durup bize şaşkınlıkla bakan kadına dönmüştü.

Az önce tanıştığım Bige'yle tıpatıp benzerliği olan bu kadının gözleri benimle Kenan arasına gidip gelirken bugün kaçıncı kez olduğunu bilmediğim bir şekilde utançtan kızarmaya başlamıştım.

"Anne?" diyen Kenan'la da gözlerim irileşirken az önce onun öpmüş olduğu dudaklarımı birbirine bastırdım. Neden sürekli rezil olan taraf ben oluyordum?

Kenan'ın annesinin gözleri bir kez daha bana döndüğünde gözleri kısıldı ve bir süre beni inceledi.

"Sen Yıldız'ın kızı olmalısın." dedi, kendi kendine konuşur gibi. "Maran'dı, değil mi?" Hızlıca başımı salladım.

"Evet." Elimle saçlarımı geriye doğru ittirdiğimde yanaklarımın da alev alev yandığını hissediyordum.

"Ne kadar büyümüşsün böyle?" Dudaklarında bir gülümseme oluşurken eve tırmanan birkaç basamağı tırmanıp aradaki mesafeyi kapatmıştı. "Ben, Defne. Kenan'ın annesiyim. Annen tanır beni." dedi, tatlı bir gülümsemeyle.

Karşımdaki bu kadının gözleri ve gülümseyen yüzü, birkaç anının zihnime hücum etmesini sağlarken kaşlarım havalandı. Evet, bu kadın bana hiç olmadığı kadar tanıdık geliyordu.

Küçükken hep bize geldiğini ve benimle saatlerce sıkılmadan ilgilendiğini çok net bir şekilde hatırlıyordum.

"Evet," dedim, dudaklarım yukarı kıvrılırken. "Ben de hatırlıyorum sizi ama hiç değişmemişsiniz." Bu küçük iltifatım, Defne Teyze'nin bir kahkaha atmasını sağladığında benim de gülümsemem genişlemişti.

"Sen de daha bir güzelleşmişsin, fıstık gibi olmuşsun ayol!" Gülen gözleri beni bir kez daha baştan aşağı süzdüğünde bakışlarım bu sefer de Kenan'ı bulmuştu. Üzerimde olan gözlerini direkt olarak annesine çevirdi.

"Sen nereden geliyorsun böyle?" dedi, bahçede duran arabaya bakıp tekrar annesine dönerken.

"Moda evindeydim, işim geç bitti bugün. Eve geçmeden sana da bir uğrayayım dedim ama," Bakışlarındaki ima dolu parıltıları yakaladığımda kısa süreliğine çıkmış olduğum yerin dibine tekrar girmek durumunda kalmıştım. "Uğramasaymışım daha iyi olurmuş."

Bir kez daha Kenan'la gözlerimiz buluştuğunda buna bir son vermek için dudaklarımı aralamıştım ki benden önce olaya müdahale etti.

"Şirketle alakalı bir sorun vardı, Maran da onun için gelmişti." Sözlerinin ardından elini ensesine attığında Defne Teyze de bariz bir şekilde sırıtmaya başlamıştı.

"Gördüm, gördüm." dedi, başını ağırca sallarken.

"Geç oldu," Terleyen avuçlarımı pantolonuma sürttüm. "Gideyim ben artık."

"Sorunu çözdünüz mü ki?" diyen Defne Teyze'ye anlamsızca baktım.

"Ne sorunu?" Kenan'la benim aynı anda sorduğumuz bu soruyla birlikte Defne Teyze gülecek gibi oldu.

"Şirketle alakalı bir sorun var, dediniz ya hani?"

"Haa," diyerek ortaya saçma bir tepki koyan Kenan'a gülmemek için başımı eğdiğimde devam etti. "Evet, evet. Sorun falan kalmadı."

Kirpiklerimin altından onun bu şapşal ifadesine baktığımda yanaklarının kızarmış olduğunu fark ettim. Dudakları da öpüşmemizin hararetiyle aynı şekilde kızarmıştı. Şu an gözüme olduğundan fazla şirin gelmişti ama o şirin falan değildi. O bildiğin şeytandı.

Çekici bir şeytan hem de.

"Maran'cığım," Düşüncelerimden sıyrılmamı sağlayan şey Defne Teyze olurken başımı kaldırıp ona baktım. "Annenlerle konuşayım, birlikte bir yemek yiyelim bu hafta. Olur mu?"

Defne Teyze'nin bu teklifi karşısında dudaklarım birkaç kez açılıp kapanırken ona ne cevap vereceğimi kestiremiyordum. Bir yemek daha mı? Hem de aile yemeği? Kabul edeceğimi kesinlikle sanmıyordum ama bunu Defne Teyze'ye nasıl söyleyecektim?

Göz ucuyla Kenan'a baktığımda onun da gözleri, bu teklifi kabul etmemem için bağırıyordu. Kolaysa kendisi kabul etmesindi!

"Olur," dedim, gözlerimi Kenan'dan çekerek. "Ben konuşurum annemlerle." Tabii ki konuşmayacaktım.

"Tamam o zaman, hafta içi haberleşiriz." Başımı salladım.

Defne Teyze hem benimle hem de Kenan'la vedalaşarak tekrar arabasına binip arazide uzaklaştığında onun arkasından bakıyordum. Sanırım bu arazide bütün aile birlikte yaşıyorlardı. Açıkçası arazinin diğer tarafını da merak etmiştim.

"Arazinin diğer tarafında annemler oturuyor," dedi, sanki ne düşündüğümü anlamış gibi. "Onlara yakın abim oturuyor. Bige'nin evini de gördün zaten." Kaşlarımı kaldırdım.

"Abin mi var?" dedim, sadece buna takılarak.

"Evet."

"Bekâr mı?"

Kenan, gözlerini gözlerime sabitlediğinde bu soruyu da neden sorduğumu merak ediyor olmalıydı. Ben de merak ediyordum. Niye böyle bir şey sormuştum?

"Evli." dedi, söver gibi. "Çocuğu da var." Son cümlesiyle de bana vurgun üstüne vurgun yaşattığında acılı ifademi bir kenara bırakmam gerekiyordu. Çünkü bana hoş baktığı söylenemezdi. "Bekâr olsa ne yapacaktın?" Sadece iki adım atarak aramızdaki mesafeyi kapattığında başımı ona doğru kaldırmak zorunda kalmıştım.

"Aman, banane? Allah bir yastıkta şey etsin." Gözlerindeki o anlam veremediğim ifade silinirken güldü.

"Ne?" Başını hafifçe iki yana sallayıp dudaklarını yaladı. "Ne yapıyorsun sen?" dedi, bu sefer de.

"Ne yapmışım ya ben?"

"Nereden çıktı şimdi bu yemek faslı?" Omuzlarımı kaldırıp indirdim.

"Ne yapayım? Hayır diyemedim işte. Ben de meraklı değilim yani!" Bağırışımla birlikte gözlerini yumdu.

"Tamam," dedi, susmamı istercesine. "Bağırmana gerek yoktu." Ona ters ters bakmaya başladığımda geriye doğru bir adım atıp benden uzaklaştı.

"İçeri gelmek ister misin?" dedi, sesinden de anlayabildiğim bir çekingenlikle. Kullandığı bu ses tonu beni hiç olmadığı kadar şaşırtırken vücudumu hızla ona doğru çevirdim. Bunu sorarken çekinmesi bir an ne diyeceğimi bilememe neden olmuştu. Ki bulunduğumuz duruma bakılırsa onun evine de girmemeliydim zaten.

"Gitsem iyi olur aslında."

"Arabanla mı geldin?" Başımla onu onayladığımda gözleri de bahçedeki Yiğit'i bulmuş ve ona küçük bir baş hareketi yapmıştı. Bununla birlikte de Yiğit, bahçedeki siyah arabaya doğru ilerledi.

"Saat geç oldu. Yiğit bıraksın seni." İtiraz etmek için dudaklarımı araladığımda ne yapacağımı anlamış olacak ki gözlerimin içine bakarak konuşmama engel oldu. "Arabanı gönderirim."

"Buna hiç gerek y-"

"Maran." Dudaklarımı birbirine bastırdığımda gülümsedi. Aslında gerçekten kibar birine benziyordu fakat biraz öküzdü. Buna da yapacak bir şey yoktu.

"Peki."

"Bu arada," dedi, gözleri bir kez daha kolyeme kayarken. Bu da buraya kadar gelme sebebimi bana hatırlattığında kabanımın cebindeki ellerim de yumruk haline gelmişti. Az önce onu öpmüştüm, değil mi? Üstelik annesi gelmese ondan uzaklaşmaya niyetim de yoktu!

"Kolye konusunda asıl benim özür dilemem gerekiyor. Niyetim kötü olmasa da yaptığım saçmalıktı. O yüzden-" Başımı hızla iki yana salladım.

"Bence bu konuyu kapatmalıyız." diyerek lafını kestiğimde Yiğit de arabayla önümüzde durmuştu. "En iyisi unutalım gitsin."

"Ama-" Bu sefer de yapmacık bir şekilde gülümsediğimde durdu.

"Şirkette görüşürüz, Kenan!" diyerek onun yanından uzaklaşıp arabaya doğru ilerlediğimde Yiğit, arabadan inip yolcu kapısını benim için açtı. "Buyur yenge."

Yiğit'in kullandığı bu hitap şekliyle gülümseyen yüzüm soldu ve kaşlarım derince çatıldı. Benim aksime de Kenan gülmeye başlamıştı. Yenge mi demişti? Umuyordum ki yanlış duymuştum yoksa elimde kalabilirdi.

"Ne yengesi be?" diye carladığımda Yiğit'in şaşkın bakışları bir bana bir de Kenan'a uğramış, ardından da özür dileyerek 'hanıma' geri dönmüştü.

Ona kötü kötü bakarak arabaya bindiğimde ilk önce kapatılan kapının sesi daha sonra da Kenan'ın sesi kulaklarıma dolmuştu.

"Daha değil, koçum."

 

🐤🐤🐤

Loading...
0%