@meelcnmel
|
Uzun bir dersten sonra amfiden çıkmıştık. Şimdi de Olcay'ın ısrarıyla kafeteryada olan Ufuk'un yanına gidecektik. Her ne kadar şu an köşeme çekilip ders çalışmak istesem de onu kırmadım ve bunu kabul ettim. Olcay ne kadar acıktığına dair olan cümleleri sarf ederken zonklayan başımdan dolayı onu dinlemekte güçlük çekiyordum. Derste bir kalemle topladığım saçlarımı açtım ve gözlüğümü düzelttim. O sırada gözlerim birini buldu. İlk önce yanıldığımı düşünsem de hayır, yanılmamıştım. Gayette doğru görüyordum. Kenan'dı. Arabasına yaslanmış sigarasını içiyordu. Üzerinde şirketten geldiği belli olan bir takım vardı yine. Zaten heybetli olan bedenini de daha heybetli gösteren siyah bir kaban giymişti. Gözlerindeki güneş gözlüğü, arada ne kadar mesafe olursa olsun kendini belli eden yeşil gözlerini örtmüştü. Bakışları ara sıra etrafta dolaşıyor ama buraya uğramayı ihmal ediyordu. Başını eğdi ve elindeki telefonda bir şeyleri tuşladı. Telefonu kulağına götürdüğünde az önce dersten çıkarken açtığım telefonum çalmaya başlamıştı. İstemsizce gözlerim telefonun ekranına kaydı ve hiç düşünmeden aramasını reddettim. Ona baktığımda kaşlarını çattığını görmüştüm. "Aaa, enişte değil mi o?" Kaşlarımı çatıp bakışlarımı Olcay'a çevirdim. "Ne eniştesi be?" Gözlerini Kenan'dan alıp bana baktı. "Değil mi?" "Değil, Olcay." Tekrar Kenan'a döndüğümde bu sefer göz göze gelmiştik. Yani galiba öyle olmuştu. Güneş gözlüğünden bunu anlayamıyordum. "Git sen, geliyorum." dediğimde Olcay beni onaylamış ve yanımdan uzaklaşmıştı. Adımlarımı Kenan'a doğru yönelttiğimde gözlüğünü çıkarmış ve baştan aşağı beni incelemişti. "Ne işin var burada?" dedim, fazlasıyla sert bir tavırla. Aramızda kalan birkaç adımı da kapatıp tam karşısında durduğumda gözlerini gözlerime çıkardı. "Seni almaya geldim." Kaşlarım havalandı. "Hangi sıfatla?" Parmakları arasındaki sigarayı yere attı ve pahalı ayakkabılarının ucuyla ezdi. "Konuşalım mı biraz?" "İstemiyorum." Derin bir nefes aldı ve dudaklarını ıslattı. "Maran, lütfen." dediğinde kıstığım gözlerimle ona baktım. "İstiyorsan bir daha görüşmeyiz ama bu şekilde olmasın bu. Telafi etmeme izin ver." Dudaklarımda alaylı bir sırıtış oluştu. "Ücretimi mi vereceksin? Ederim ne kadar peki?" dediğimde bakışları sertleşti. İlk defa onu bu kadar sinirli görmüyordum fakat o genelde hep alaycı olurdu ve bunu garipsemekten kendimi alıkoyamıyordum. Ayrıca fazla ürkütücü görünüyordu ama geri adım atmadım. "Nasıl konuşuyorsun sen böyle?" dedi, hafifçe sesini yükselterek. "Aaa! Ne oldu? Dün bunu sen söylememiş miydin bana?" dedim, sahte bir şaşkınlıkla. "Ben sana böyle bir şey söylemedim. Ayrıca," derken derin bir nefes alıp gözlerini yumdu. "Şu ağzını topla!" Gözlerini geri açtığında alev alev yanan gözleriyle karşılaştım. "Hiç yakışmıyor, hiç." "Bana yakışan şeyleri sen daha iyi bilirsin." "Maran!" Yükselttiği sesiyle bahçedeki birkaç göz bize dönmüştü. "Kapat şu çeneni!" dedi, dişlerinin arasından. "Ne oluyor burada? Maran?" Aramıza giren sesle ikimizin de bakışları oraya döndü. Sinan'dı. Göz devirdim. "Bir sen eksiktin amına koyayım. Gel, çekinme!" dediğimde beni duymamış gibi Kenan'a kilitlenmişti. Bakışlarımı Kenan'a çevirdiğimde onun da Sinan'dan farklı bir yanı olmadığını gördüm. Biraz daha bu şekilde bakışırlarsa hiç hoş şeyler olmayacaktı. Aslında birbirlerinin kafasını gözünü dağıtsalar fena olmazdı ama bunu yapmadım ve olaya el attım. "Hadi, çek arabanı sen de." dedim, kamyoncu dayı edasıyla elimi havaya kaldırarak. Hiçbir şey söylemedi, dönüp bir tepki bile vermedi. "Kenan!" Bakışları bana döndüğünde elimle 'naş' işareti yaptım ama o anlamamazlıktan geldi. "Arabaya bin." "Pardon?" "Arabaya..." dedi ve elini hafifçe kaldırıp arkasında kalan arabayı gösterdi. "Bin." Çenemi hafifçe kaldırdım. "Bundan sonra anca rüyanda." dediğimde daha da sinirlendiğini fark ettim. Gözlerindeki alev, harlanmıştı. "Ne oluyor ya cidden?" diyen Sinan'a baktım. Bize doğru birkaç adım attı ve sütlü kahveyi andıran gözlerini Kenan'a dikti. "Nasıl konuşuyor bu herif seninle?" dediğinde bu sefer de Kenan'a bakmıştım. Şu an boomerang'tan farksızdım. Kenan'ın sert bakışlarını Sinan'a çevirip dudaklarını araladığını fark ettiğimde elimi Sinan'ın göğsüne koyup onu nazikçe geri çektim. "Tamam Sinan. Uzatma!" Başını bana doğru hafifçe eğdi. "Ama Ma-" "Ufuk'la Olcay kafeteryadalar. Ben de geleceğim şimdi." deyip onu kibar bir şekilde kovduğumda bakışları benimle Kenan arasında birkaç kez daha gidip gelmişti. Nihayet ikna olup gittiğinde oflayarak Kenan'a döndüm. "Hadi, sen de!" Başını iki yana salladı. "Arabaya bin, gidelim." dediğinde daha sakin görünüyordu ama emin değildim. Her an patlayabilirmiş gibi duruyordu. "İstemiyorum Kenan, zorlama." Sıkıntılı bir nefes verdi ve yüzünü sıvazladı. "Çabucak kestirip atabiliyorsun. Sana böyle bir şeyin imasını yapmadım, yapmam da. Sadece bir soru sormuştum ve saçma sapan yerlere çektin." Kaşlarım çatıldı. "Saçma sapan mı?" Başını hafifçe geriye attığında ademelmasının hareketinden yutkunduğunu anladım. Tekrar gözlerini gözlerime diktiğinde ona hoş bir şekilde baktığım söylenemezdi. "Bebeğim," dedi, birden. Bu bir an kaşlarımın normal haline gelmesine neden olsa da çabucak kendimi toparladım. Ellerini bana doğru uzattı ve belime yerleştirdi. "Çok haklısın, özür dilerim. Benim hadsizliğim tamamen." derken küçük bir kız çocuğunu kandırmaya çalışıyor gibiydi. "Affedecek misin beni?" Ondan uzaklaşmak için geriye doğru bir adım attım fakat buna izin vermedi ve beni kendine çekti. "İşlerim var." dedim, konuyu değiştirerek. "Ne işin var?" "Sanane?" dedim, fazlasıyla gıcık bir tavırla. "Çok güzel görünüyorsun bugün." dedi, bariz bir şekilde beni umursamayarak. "Yılışma." Elini göğsüne koyup onu itmeye çalıştım ama kıpırdamadı bile. Bir elini belimden çekti ve saçlarımla oynamaya başladı. Büyük ihtimalle bipolardı. "Akşam yemek yiyelim mi?" "İşlerim var." dedim, az önceki gibi. Uzun uzun gözlerime baktı. "Ne işin var?" Resmen birbirimizi tekrar ediyorduk. "Vizelerim başlıyor, bir süre müsait olmayacağım." "Peki." "Görüşürüz sonra." deyip hızlıca yanından ayrılmayı planlarken beni durdurdu ve dudaklarını yanağıma bastırdı. Bu benim için o kadar beklenmedikti ki bir an ne yapacağımı şaşırarak gözlerimi etrafta gezdirdim ve daha sonra Kenan'a döndüm. Bu basit öpücük, benim sinir sistemimi altüst etmiş, karnımdaki tenyaların kolbastı oynamaya başlamasına neden olmuştu. "Affettin mi beni?" Dudaklarımı büzerken omuz silktim. "Bilemiyorum." Eli saçlarımda dolanırken gözleri de gözlerimdeydi. "Senin şu nazın beni bitiriyor." "Model bu maalesef." diye yanıtladığımda güldü ve elimi tuttu. Sargılı elimi tuttuğundan dolayı bir an kaşları çatıldı ve bakışlarını eğip, avcuna hapsettiği elime baktı. "Ne oldu eline?" derken sesi, ondan beklemediğim bir şekilde endişeli çıkmıştı. "Önemli bir şey değil ya." dedim, kısık bir sesle. "Burktum herhalde bilmiyorum." Gözlerini gözlerime çıkarıp birkaç saniye bana baktı. "Dün bir şeyin yoktu." Dudaklarım arasından sıkıntılı bir nefes verdim. Herkes de bunu söylüyordu. "Arabada, kapıya çarpmıştım gece." Ona hatırlattığım o an, gözlerine bir pişmanlığın oturmasına neden olduğunda bakışlarımı yumuşatmamam gerekiyordu. Ona hala kırgındım ve bu, bir süre devam da edecekti. "Benim yüzümden oldu yani." diye mırıldandığında dudaklarımı birbirine bastırdım. "Canın acıyor mu?" derken bileğimi kaldırıp dudaklarına yaklaştırmıştı. Yapacağı şey, kalbimin gereksiz bir şekilde hızlanmasına sebebiyet verirken az önce yumuşamaması için çaba gösterdiğim bakışlarım da yumuşamıştı. Bu iş, hiç iyi bir yere gitmiyordu. Dudaklarını, sargılı bileğimin üzerine bastırdığında nefesimi tuttuğumu bile yeni fark ediyordum. Bu adamın bana iyi gelip gelmediği konusunda araftaydım. "Özür dilerim." dedi, baş parmağıyla bileğimi okşarken. "Hastaneye gidelim, bir baktıralım." Başımı iki yana salladım. "Gerek yok, gerçekten. Daha iyi şu an." Sıkıntılı bir tavırla gözlerini etrafta gezdirdiğinde ondan nasıl uzaklaşacağımı düşünüyordum. Aslında basitti ama bunu yapmak istemiyordum. "Derslerin bitti mi?" Cıkladım. "Bugün programım yoğun." "Dersin bitince haber ver, seni gelip alırım." Zorlukla onun kolları arasından çıktığımda ondan uzaklaşmama rağmen o kokusu hala burnumdaydı. Belimde olan elleri boşluğa düşerken buna fırsat vermeyerek ellerini kabanının cebine koydu. "Gerek yok," dedim, bir kez daha. "Arabamla geldim." "Sorun bu mu sadece?" Omuz silktim. "Hayır, bu bir sorun değil. Sadece bir süre seni görmek istemiyorum." "Maran-" Kaşlarımı kaldırdım ve elimle onu durdurdum. "Patron bensem kurallarıma uymak zorundasın." Bir süre öylece bana baktı ve ardından ağırca başını sallayarak yaslandığı arabadan doğruldu. Ben de onun geçmesi için geriye doğru iki adım attım. "Pekala," dedi, dudaklarını ıslatıp. "Eve geçtiğinde haber ver bana, mutlaka." Başımla onu onayladım. "Görüşürüz." "Görüşürüz." Arabaya binip gözden kaybolması beş saniyeyi bulduğunda hâlâ olduğum yerdeydim. Sanırım en iyisi bir an önce kendime oyalanacak bir şeyler bulmalıydım. 🐤🐤🐤 |
0% |