Yeni Üyelik
11.
Bölüm

•XI•

@meelcnmel

Günlerdir sürekli vakit geçirdiğim adam, şu an bana hiç olmadığı kadar yabancı gelirken yaşadığım şoku atlatmamın uzun süreceğini biliyordum. Sadece dakikalar içerisinde gözümde yarattığı imajı yerle bir olmuş, beni bambaşka bir çıkmaza sokmuştu.

Göğüs kafesimi zorlayan kalbim, bu sefer heyecanla değil de korkuyla atarken titreyen ellerimi yumruk haline getirdim. Yeşil ojeli tırnaklarımın avcuma battığını biliyordum ama herhangi bir acı hissetmiyordum.

Gözlerimi, kucağımdaki ellerime indirdiğimde onun kanıyla bulanmış olduğu gerçeğiyle bir kez daha karşılaşmıştım. Kurumuş kan lekeleri, bej rengi kabanıma da bulaşmış ve ortaya korkunç bir görüntü çıkarmıştı.

Hangi ara dolduğunu bilmediğim gözlerimden bir damla yaş aktığında ellerimi kaldırıp yüzüme kapattım. Gayet güzel bir günün ardından yaşadığım bu olay, o kadar gerçek dışı geliyordu ki bir an kabus gördüğümü bile düşünmüştüm.

Dudaklarımdan bir hıçkırık düştüğünde ellerimi yüzümden indirdim. "Arabam nerede?"

Yeşil gözlerin odağı ben olduğumda yumuşacık bakışları da yüzümün her zerresinde dolaşmaya başlamıştı.

"Evime gitmek istiyorum."

"Seni, evine ben götüreceğim ama şu an değil. Peşimizde ola-"

"Banane ya? Banane bundan Kenan?" diye bağırmam, onun lafını bölmeme neden olmuştu. Gözleri, dolu gözlerimdeyken dakikalar önce benim öptüğüm dudaklarını birbirine bastırdı. "Gecem mahvoldu ve sayende iş yapacağım adam, benimle çalışmak istemeyecek!" Az önce yumuşacık olan ifadesi, bu sözlerimle birlikte hızlıca dağıldığında dolu gözlerime rağmen alayla güldüm. "Ha bir de görüştüğüm adamın ne olduğu belli değil!"

"Maran-" Yüzümü buruşturup, onu susturmak için elimi hafifçe havaya kaldırdım.

"Bana açıklama yapma, lütfen." Başını iki yana sallayıp havada olan elimi, nazikçe tutup indirdi. Bununla birlikte de tutmuş olduğu elimi, onun kadar nazik olamayarak sertçe elinden kurtardım. "Ben, bu gece anlayacağımı anladım."

"Yapma böyle, konuşalım. Dinle bir beni." dedi, yalvarırcasına.

"Ne anlatacaksın sen bana ya? Ne anlatabilirsin bu geceye dair? Mantıklı bir açıklamanın olduğunu hiç düşünmüyorum çünkü de."

"Haklısın, mantıklı bir açıklamam yok." dediğinde başımı çevirip ona baktım. Onun da elleri, kendi kanıyla bulanmıştı ve hiç canı acıyormuş gibi durmuyordu. Sanki buna alışkın gibiydi. "Bu tarafımla karşılaşmanı istemezdim, istemedim de."

Sözlerinin ardından arabada rahatsız edici bir sessizlik oluşurken bu sessizliği bozan şey, onun tarafındaki camın tıklatılması olmuştu. Bununla birlikte irkildiğimde elini bacağıma koyarak camı aralamıştı. Gözlerimi, camda duran adama çevirdiğimde bu kişiyi tanımadığımı fark ettim. Esmer bir adamdı. Kara gözleri, karanlıktan nasibini almış gibiydi.

Gözleri, kısa bir an bana takıldığında Kenan'a döndü. "İyi akşamlar diyecektim ama bize pek uymuyor gibi."

"Şu an sırası değil, Kılıç." Kenan'ın bacağımdaki eli beni, bu gece gördüklerime rağmen rahatlatırken bundan hiç hoşnut değildim. Onun bu karanlık tarafının varlığından haberdar olmuşken bana iyi gelmesi, isteyeceğim son şey bile olmamalıydı.

Ben bunu düşünürken sanki ne düşündüğümü anlamışçasına elini, benden uzaklaştırdı ve arabadan inip Kılıç dediği adamla birlikte arabadan uzaklaştılar. Ben de bundan istifade ederek çantamı elime alıp arabadan indim.

Onun yanında çok bile kalmıştım ve bundan sonrası için de kotamı doldurmuştum.

Kenan'ın gözleri bana dönerken onu umursamayarak arkamı dönüp geldiğimiz yola doğru yürümeye başladım. Korkuyordum fakat onun yanında kalmak istemiyordum. Eğer kalırsam onun beni koruyacağını da biliyordum ama kendinden koruyabilir miydi ondan emin değildim.

"Nereye?" diyen sesi, kulaklarıma ulaşırken onu duymamazlıktan gelip adımlarımı hızlandırdım. Gerekirse sabaha kadar yürürdüm ama burada kalmayacaktım.

"Maran!"

"Sakın gelme peşimden!" Sesim, koca ormanda yankılandığında adımlarıma karışan adım seslerini de duyabiliyordum. En az benim kadar inatçıydı.

"Beni bu hâlde bırakıp gidecek misin?"

"Benden bile sağlamsın, emin ol."

Çok yakınımdan gelen adım sesleri, toprağa bata çıka ilerlerken ben de giydiğim topuklu botlara lanet okuyordum. Topuklarım, toprağa battığından şu an çok dengesiz yürüyordum. O an, kolumda hissettiğim elle birlikte de sağlayamadığım dengem tamamen şaşmıştı. Düşeceğimi sandığım anda attığım küçük çığlık, Kenan'ın belime daha kuvvetli sarılmasına neden oldu.

"Beni bu kadar peşinden koşturamazsın." dedi, yeşillerini mavilerime dikip.

"Peşimden koşmanı da istemiyorum zaten! Bundan sonra uzak dur benden."

"Durmuyorum, durmayacağım!"

"Bağırma bana!"

İkimiz de sesimizi, gereğinden fazla yükselttiğimizde bunu ilk kontrol altına alan, Kenan olmuştu. Derin bir nefes alıp belimdeki elini gevşettiğinde ben de hangi ara onun koluna tutunduğumu bilmediğim ellerimi ondan uzaklaştırmıştım.

"Bir yere gidemezsin şu an. Bana güven, seni evine sağ salim bırakacağım ama öncesinde konuşalım!"

"Hayır, evime gitmek istiyorum." dedim, tane tane.

"Götüreceğim evine!" Az önce alçalttığı sesini tekrar yükseltirken kaşlarım derince çatıldı. "Ama şimdi değil. Araban da yok zaten, nereye gideceksin?"

Haklıydı fakat zaten ben, az önce gerekirse sabaha kadar bile yürüyebileceğimi söylemiştim. Tabii ıssız bir ormanda olmasaydık!

Gözlerimi, kısaca etrafta gezdirdiğimde simsiyah parlayan ve sadece ay ışığının aydınlattığı ormanın ne kadar ürkütücü olduğunu o an fark ettim. Sık ve koca ağaçlar dışında hiçbir şey yoktu. Ha bir de arkamızdaki o harabe ev dışında da.

"Tamam," Ona hak verdiğimi açıkça belli ettiğimde çatık kaşları yavaşça düzeldi. "Ama arabam gelene kadar. Sonrasında siktir olup gideceğim!" Kısa bir an gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı.

"Tamam," dedi, bıkkınlıkla. "Ararım şimdi Yiğit'i."

Kolları arasından kurtularak zorlukla yürüdüğüm yolu tekrar yürümeye başladım ama bu, benim için zordu. Topuklu ayakkabılarım, bana bu yolda hiç yardımcı olmuyordu.

Sadece birkaç adım attığımda belimde hissettiğim güçlü elin ardından ayaklarım yerden kesilmiş, kendimi havada bulmuştum.

Şu an Kenan'ın kucağındaydım.

Gözlerimi kırpıştırarak ona baktığımda aklımda olan tek şey, koluydu. Onu yaralayan bendim ve şu an sanki hiç canı acımıyormuş gibiydi. Yüzünde acı çektiğine dair hiçbir iz yoktu. "Ne yapıyorsun?" diyebildim sonunda. "Kendim yürürüm, bırak beni."

"Yürüyemediğini az önce çok net gördüm." diyerek bana laf soktuğunda göz devirdim.

"Kolun için söylüyorum, aptal! Canın acıyacak, bırak beni."

"Kılıç," dedi, beni umursamayarak. Kenan'ın arabasının tam arkasında duran arabaya yaslanmış olan Kılıç'a baktım. Kenan'ın ona seslenmesiyle birlikte bize doğru yürümeye başlamıştı. "Anahtar sende mi?"

"Evet." Kılıç, onu onaylayıp cebinden bir anahtar çıkardığında evin, eskimiş merdivenlerini hızlıca çıktı ve elindeki anahtarla kapıyı açtı.

"Bırak beni, Kenan." dedim, bir kez daha.

"Maran," dedi, sabırla. "Canımın acıdığı falan yok! Sen sus, o bana yeter." Bir kez daha kaşlarımı çattım.

"Az önce konuşalım diye ağlıyordun, şimdi sus diyorsun!" Kaşları, alayla havalandığında basamakları da tırmanmaya başlamıştı.

"Ağlıyor muydum?"

"Ağlamadın mı?" Alaylı ifadesini bir kenara bırakıp güldüğünde Kılıç da bizden önce eve girmiş, hemen ardından da biz eve girmiştik.

Kenan beni kucağından indirdiği an gözlerimle etrafı taradım. Evin içi de dışı gibi harabeydi. Eskimiş bir kanepe, birkaç adım attıktan sonra beni karşıladığında burada ne işimiz olduğunu merak etmiyor değildim.

Ahşap pencere pervazlarının camları farklı olarak siyahtı. Buradan baktığımda dışarıyı net görebiliyordum ama dışarıdan içerinin görünmediğine emindim. Normal camların aksine de fazlasıyla kalın bir cam kullanılmıştı ve bunun sonradan yaptırıldığı barizdi.

Ayağı kırık olan bir sandalyeye ayağım takıldığında bu sefer dengemi sağlayabilmiştim fakat Kenan, buna rağmen kolumu tutmuştu.

"Bugün bir yerini kırmadan durmayacaksın, belli." Kaşlarımı kaldırarak ona baktım.

"Bu da senin yüzünden olur zaten."

"Ödeşmiş oluruz işte." Bir kez daha bana laf soktuğunda gözlerimi devirerek yanında yürümeye devam ettim. Her adımımda gıcırdayan parkeler evin eski duvarlarında yankılanırken eş zamanlı olarak koridorun ucundaki bir odanın da önünde durmuştuk.

"Arabanın bagajında birkaç parça kıyafet var, onları getirebilir misin?" Kenan, arabasının anahtarını Kılıç'a verirken biraz onu inceleme fırsatı edinmiştim. Kılıç'ın kara gözlerinde burada olmamdan hoşnut olmadığı fazlasıyla belli eden bir ifade hâkimdi. Sanki ben de burada olmaktan çok memnunmuşum gibi!

"Getiririm de." dedi, bakışlarını benden alıp. "Konuşalım bir önce."

Kenan da Kılıç'ın bu huzursuzluğunu fark etmiş olacak ki kısa bir an bana bakıp tekrar Kılıç'a döndü.

"Konuşalım."

"Baş başa." Kenan, sıkıntılı bir nefes verip Kılıç'a ters bir bakış attı.

"Maran, yabancı değil."

Gözlerim, Kenan'ın üzerinde takılı kalırken tartıştıkları şey, kulağıma uğultu hâlinde geliyordu. Beni, yabancı görmeyip arkadaşına bile konuşturmaması bende bu gece yaratmış olduğu imajı değiştirmemişti fakat hoşuma gittiğini de inkâr edemezdim. Böyle bir adam nasıl oluyor da böyle şeylere bulaşabiliyordu onu da anlamış değildim.

O, bir saat öncesine kadar kusursuz bir adamdı.

"Kılıç," diyen sert sesi, kendime gelmemi sağladığında silkelenip aralarına girdim.

"Tamam," dedim, baskın bir sesle. "Eğer gitmem gerekiyorsa giderim. Ki zaten az önce bunu yapacaktım!" Kenan'ın çatık kaşları altındaki bakışları bana döndü.

"Saçmalama," dediğinde Kılıç, alayla gülmüştü. "Eğer gitmek istiyorsa kendisi gidebilir, sıkıntı olmaz. Değil mi Kılıç?" dedi, o delici bakışlarını bu sefer de Kılıç'a yönelterek. Kılıç'ın alaylı ifadesi yavaşça dağılırken Kenan'ın elindeki anahtarı da çekip almış, ardından da evden çıkmıştı.

"Biraz daha kalırsam aranız bozulacak." dediğimde Kenan, hiçbir tepki vermemiş ve önünde durduğumuz odaya girmişti.

"Hem beni bırakmıyorsun hem de bana trip yapıyorsun ya!" diye carlayarak peşinden odaya girdiğimde omzunun üzerinden bana baktı.

"Trip falan yapmıyorum." dedi, kesin bir dille. "Hem seni de hiçbir yere bırakamam. Eminim hâlâ etrafta dolanıyorlardır ve etrafta birini bile görseler kim olursa olsun acımayacaklarını da biliyorum." Vücudunu bana doğru çevirdiğinde kollarımı göğsümde birleştirerek ona bakmıştım. "O yüzden bu gece benimlesin." Dudaklarım alayla yukarı kıvrıldı.

"Senin daha tehlikeli olduğuna eminim." O da, tıpkı benim gibi güldüğünde aramızdaki mesafeyi en aza indirmişti.

"Sen," dedi, kısık bir sesle. "Benden de o adamlardan da daha tehlikelisin."

Yeşil gözlerini gözlerimden çekerek dudaklarıma indirdiğinde aklından geçenleri biliyordum.

Gözlerimi kırpıştırarak yana doğru bir adım attım ve onun önümdeki heybetli bedenini es geçerek koca odayı incelemeye başladım. Açıkçası bulunduğumuz anı kendime hatırlatmaya çalışıyordum denebilirdi.

Koca odada sadece eskimiş bir yatak ve bir çalışma masası dışında hiçbir şey yoktu. Odanın bir köşesinde olan bir başka kapıya doğru ilerlediğimde oranın banyo olduğuna emindim.

'Aferin, Sherlock!'

İç sesime göz devirerek aralık kapıyı ittirdiğimde Kenan'ın da arkamdan geldiğini biliyordum. İçerisi tahmin ettiğim gibi normal bir banyoydu.

Bir kısımda geniş bir küvet varken diğer kısımda da bir lavabo tezgâhı vardı. Mavi, küçük fayanslarla kaplı alan, sadece lavabo tezgâhının bulunduğu duvar kısmıydı. Geri kalan duvarlar gri renkliydi. Geri odaya dönmek için bir adım atmıştım ki Kenan, benden önce banyoya girmiş, beni de beraberinde sürüklemişti.

"Ne yapıyorsun?" dedim, ona ters ters bakıp.

Lavabo tezgâhının bulunduğu yere ilerleyip üzerindeki aynayı kaldırdığında ne yaptığını anlamaya çalışıyordum. O, mavi fayanslardan birine dokunduğu an birden bulunduğumuz yerde dönmeye başlamıştık. Gözlerim, yerinden çıkacakmışçasına irileşirken geriye doğru bir adım attım. Bu gece yaşadığım şeylerin bir kısmına alışık olsam da şu an yaşadığım şey, hiç normal gelmemişti.

Birden durduğumuzda bulunduğumuz yerin, az önceki banyo değil de başka bir yer olduğunu fark ettiğimde şaşkınlığım iki katı artmıştı. Arkamı dönüp baktığımda sadece az önceki lavabo tezgâhının orada olduğunu ve onun dışında hiçbir şeyin az önce gördüklerimle alakası olmadığını fark etmiştim.

Elimi kaldırıp fayanslara dokunduğumda şaşkındım. Sanki düz bir duvar gibiydi. Az önce Kenan, sadece küçük bir dokunuşla beni başka bir yere getirmişti.

Elimi duvardan çekip gözlerimi etrafta gezdirdiğimde taş duvarlarla yapılmış geniş bir alanla karşılaşmıştım. Burası harabe değil, oldukça hoş bir yerdi. Önümdeki iki basamağı yavaşça indim.

İki kahverengi geniş, deri koltuk karşı karşıya dururken ortada da bir sehpa vardı. Ondan biraz uzakta geniş bir masa daha varken etrafında da sandalyeler diziliydi. Onun tam arkasında büyükçe bir kitaplık vardı. Kitaplar renk renk dizilmişti ve oldukça düzenli görünüyordu. Kitaplığın bulunduğu duvarın tam çaprazında koca duvarı kaplayan beyaz bir tahta vardı. Üzerine bir projeksiyon indirilmiş olsa da tahtada siyah kalemle yazılan şeyler olduğunu görmüştüm.

Bir başka köşede duran koca müzik kutusu dikkatimi çektiğinde onun arkasındaki geniş bir alanda mutfağın olduğunu görmüştüm. Mutfak tezgâhının arkasında yine genişçe bir ada tezgâh vardı. Onun üzerinde iki kupa varken önlerinde de bar tabureleri vardı.

Oraya doğru usulca ilerlediğimde kupalardan birinin ağız kısmında kırmızı bir ruj lekesi olduğunu görmüştüm.

"Buraya tek gelen ben değilim herhalde?" diyerek ilk sözlerimi sarf ettiğimde erkeksi kıkırtısı, taş duvarlara çarpmıştı. Sanırım ilk kelimelerimin bunlardan ibaret olması, ona komik gelmişti.

"Sana, buraya gelen tek kişi olduğunu düşündüren ne oldu?" dediğinde kaşlarım çatılmıştı ama ona arkam dönük olduğu için bunu görmüyordu. Buraya başka bir kadın daha gelmişti. Bu umrumda değildi ama az önce Kılıç'a yaptığı savunmayla o kadar özel olmadığımı anlamıştım.

"Kız atmak için makul bir yer." Kokusunu daha yakından soluduğum bir anda kollarını iki yanımdan uzatarak ellerini ada tezgâha yaslamış, beni bugün bir kez daha köşeye sıkıştırmıştı.

Burnunu, saçlarımda hissettiğimde kısık sesi de kulaklarıma doldu. "Burada geçireceğim dakikalara ortak olacak tek kadın sensin, emin ol." Alayla güldüm.

"Anca rüyanda görürsün." Onu iterek kollarının hapsinden kurtulduğumda etrafı incelemeye devam etmiştim. O da, kalçasını tezgâha yaslayarak beni izlemeyi tercih etti.

Gözlerim, bir kez daha o duvara kaydığında bazı şeyleri anlamaya çalışıyordum. "Nasıl yaptın bunu, anlamıyorum."

"Seni etkiledim mi yoksa?"

"Sen değil, burası etkiledi."

"Çok yalancısın." Bakışlarımı, tavana asılmış olan kum torbasından alarak ona döndüm.

"Asıl yalancı olan sensin, unuttun mu?" diyerek onu susturduğumda yüzündeki o eğlenceli ifade yok olmuştu. "Haftalardır beni kandırıyorsun. Gözümde, sanki çok mükemmelmiş ve tek uğraşı işi olan bir adammış gibi bir imaj yaratıp beni öyle bir kandırdın ki buna sen bile inandın."

Yeşillerine oturan ciddiyetle gözlerime bakarken aramızda hatırı sayılır bir mesafe vardı.

"Seni kandırmadım." dedi, keskin bir tonda. "Yalan da söylemedim. Hatta Maran," dediğinde beklentiyle kaşlarımı kaldırdım. "Sana hiçbir şey söylemedim."

"Neden söylemediğini şimdi anlıyorum." Başımı ağır ağır salladım. "Neden hiçbir şey anlatmıyor oluşunu. Neyse ki sadece birbirimizi tanımaya kalkışmıştık!"

"Beni tanımak istemiyor musun artık?" Bir kez daha alayla güldüğümde dudaklarımdan hah diye bir nida dökülmüştü.

"Sence?" Kaşları çatıldığında yaslandığı yerden doğruldu.

"Beni dinlemiyorsun ki!" dedi, sesini hafifçe yükseltirken. "Konuşmama bile izin vermiyorsun."

"Ne anlatacaksın sen ya?" dedim, ona doğru adımlayıp. "Nasıl çalıp çırptığını mı anlatacaksın?" Kaşları mümkünmüşçesine daha da çatıldı.

"Çalmadım!"

"Ödünç (!) aldığını söylemiştin!"

"Eğer ben almasam onlar, senin tabirinle çalacak ve bütün değerleri yok edeceklerdi!" Güldüm.

"Hadi oradan, Kenan ya!"

"Sen bana niye güvenmiyorsun ya, ben anlamıyorum?" derken ellerini hafifçe iki yana açmıştı. "Benimlesin; benimle zaman geçiriyorsun, o çok sevdiğin yıkılmaz kurallarını benimle çiğniyorsun ama bana güvenmiyorsun, öyle mi?" Gür sesi kulaklarıma güçlü bir şekilde ulaşırken kendine tek nefeslik bir zaman tanıdı. "Biliyor musun?" dediğinde taş duvarların çıkardığı ses, onu durduramamıştı. "Asıl güvenilmez olan sensin. Çünkü ne yaptığın belli değil!"

Sözleri de yaptıkları gibi beni bir şaşkınlığa uğratırken aralık dudaklarım, birkaç kez açılıp kapandı. Güvenilmez olduğumu düşünmesi, kalbimi mi kırmıştı?

Galiba.

Peki ben de az önce onun güvenilmez olduğunu söylediğimde kalbini kırmış mı oluyordum?

Pekâlâ, evet.

Benim şu an nasıl kalbim kırıldıysa onun da o denli kalbi kırılmıştı. Yeşil harelerinde saklayamadığı bir kırgınlık vardı fakat buna rağmen haksız değildim. Ona güvenmemem, özellikle bugünden sonra oldukça olağan bir şeydi.

Bana, kendini başka biri gibi göstermişti.

'Sana kendini hiçbir zaman göstermemişti, bunu unutuyorsun.'

İç sesimin söylediği, beni düşünceden düşünceye sürüklerken az önce bizim indiğimiz basamakları bu sefer Kılıç inmişti. Gözleri, şaşkınlıkla bizim üzerimizdeydi.

"Bir şeyi mi bölmüş bulundum?" dediğinde yeşillerin kuyusundan anca çıkabilmiştim.

İşte tam o an, nerede olduğumuzu ve ne yaşadığımızı hatırlamıştım.

O, bana göre değildi.

Ben, ailemden dolayı olsa bile bu tür şeylerden uzak duran bir insanken bir de böyle biriyle ilişki mi yaşayacaktım? İyiydi, hoştu ama her şey bu geceye kadardı.

"Getirdin mi?" dedi, sanki az önce benimle tartışan o değilmiş gibi Kılıç'a doğru ilerlerken. Kılıç, başını sallayarak onu onayladı.

"Yiğit'i de aradım, atlatmış adamları." diyen Kılıç'a göz ucuyla baktığımda elindeki kıyafetleri de karşımdaki koltuğa bırakmıştı. "Buraya geliyor o da."

"Ben onu aramayı unuttum." dedi, Kenan da cebinden telefonunu çıkarıp.

"Boşuna arama, gelir şimdi zaten." Kenan, Kılıç'a bir bakış atıp telefonu tekrar cebine koydu.

"Yiğit arabanı getirir şimdi ama güneş doğmaya başladığında yola çıkmak daha doğru olur." diyen Kenan, Kılıç'ın koltuğa bıraktığı kıyafetleri alıp bana doğru gelmeye başladığında gözlerine bakmıyordum. "Sadece birkaç saat katlanabilirsin herhalde? Biz çıkalım, üstünü değiştir sen."

"Gerek yok iyiyim böyle." deyip çantamı masaya bıraktım ve koltuğa oturdum.

"Keyfin bilir." Elindekileri bordo renkli deri berjere bırakıp Kılıç'la birlikte kapıya ilerlemeye başladığında gözlerim ondaydı. Birden adımları durduğunda hızla önüme döndüm. Gözlerinin ağırlığını üzerimde hissettiğimde ona bakmamak için büyük çaba sarf ediyordum. "Sakın ortalığı karıştırayım deme!" dediğinde göz devirmeme engel olamadım. Beni iyi tanımıştı. "Eğer lavaboyu kullanmak istersen de alt kata inebilirsin. Onun dışında ortalıkta çok dolanma, hiç sevmem."

Sözlerinin ardından Kılıç'la beraber çıktıklarında sıkıntıyla oflayıp başımı geriye atarak koltuğa yasladım. Burada kalırken boş saatlerimi değerlendirmem gerekiyordu. Bundan sonrasında ona nasıl yaklaşacağımı düşünmeliydim fakat önce şu kanlı ellerimi yıkasam iyi olacaktı.

Gözlerim, kurumuş kan lekelerinin bulunduğu ellerimdeyken aklım da onun yarasındaydı. Eğer onu yaraladığımı bilmesem gayet sağlıklı biri olduğunu düşünürdüm. Çünkü öylesine umursamaz öylesine olağan karşılamıştı ki bunu, az önce tartışırken ona sormayı bile akıl edememiştim.

Oturduğum koltuktan kalkıp dakikalar önce incelerken gördüğüm merdivenlere hızlıca ilerledim ve yine aynı seri hareketlerle basamakları indim. Merdivenleri inmeyi bitirdiğimde kendimi bir koridorda bulmuştum. Koridor karanlık değildi ama tavandaki ışıklardan biri de yanıp sönüyordu.

Adımlarım biraz daha ilerlediğinde iki kapının karşılıklı olduğunu görmüştüm. Onlardan biraz ötede, tam karşıda bir kapı daha vardı. Bakışlarımı, omzumun üstünden arkaya çevirdiğimde az önce indiğim merdivenlerin yan tarafında da bir koridor olduğunu fark ettim.

Herif resmen labirent yapmıştı.

Önünde bulunduğum kapılardan birine doğru ilerledim ve elimi, kapının kulpuna koyarak aşağı indirdim. Ben, kapının açılmasını beklerken o kapı açılmadı. Birkaç kez daha denedim fakat kilitliydi. Bu sefer de arkamdaki kapıyı açmaya kalkıştığımda oranın da kilitli olduğunu anladım.

Merakımı gideremeyerek diğer kapıya ilerleyip o kapıyı açabildiğimde kısa bir an sevinmiştim ama bu çok sürmedi. Çünkü girdiğim yer lavaboydu.

Üst kattaki lavabodan oldukça farklıydı. Orası fazlasıyla pis ve eskiyken burası tam aksiydi.

Çok oyalanmayarak suyu açtım ve ellerimdeki o kan lekelerinden kurtulmaya çalıştım. Kan lekeleri kuruduğundan biraz uğraşmam gerekmişti fakat sonunda ellerimi, kandan arındırmıştım.

Başımı kaldırıp aynadaki yansımama baktım. Siyah, düzleştirdiğim saçlarım hâlâ aynıydı ama yüzüm için aynı şeyi söyleyemeyecektim. Ağlamadığım için de makyajım olduğu yerde duruyordu ama ben arka planda neler olduğunu görebiliyordum.

Avuçlarımdaki suyu açıkta olan yakama ve boynuma çarpıp kendime gelmeye çalıştım bir süre. Bunu birkaç kez yaptığımda soğuk su bedenime iyi gelmişti.

Banyoda işim bittikten sonra oradan çıktım. Merdivenlere doğru ilerlediğimde aklım bu sefer de hemen önümde uzanan başka bir koridora kaymıştı. Alt dudağımı dişleyerek merdivenlerin başına doğru baktım. Kimse görünmüyordu, ses de gelmiyordu.

Merakıma yine yenik düşerek merdivenleri es geçtiğimde o koridorun sonunda bir merdiven daha karşılamıştı beni.

"Neyse ki spora başlamama gerek kalmadı!"

Kendi merakıma küfrederek o merdivenleri de indiğimde tam karşıda demir bir kapı vardı. Hatta iki kapı vardı. Demir kapının arkasında da başka bir kapı vardı.

Gözlerim, meraklı bir ifadeyle etrafta gezinirken burada, o kapılardan başka hiçbir şey olmadığını anlamam uzun sürmemişti. O kapıya doğru ilerleyip demirlere dokunduğumda burayı aydınlatan o cılız lamba da yanıp sönmeye başlamıştı. Lambanın söndüğü o, bana fazlasıyla uzun gelen bir aralıkta hızla arkama döndüm. O karanlık beni korkutmuştu.

Elimin altındaki demir kapıyı yoklarken aslında kapıyı açmayı hedefliyordum çünkü burada ne olduğunu merak ediyordum. Bu kadar gizli tutulan şeyleri merak ediyordum.

"Ne yapıyorsun burada?"

Duyduğum sesle birlikte kalbim yerinden çıkacakmış gibi atmaya başladığında ben de irkilmiştim. Bir kez daha arkaya döndüğümde Kenan'la karşılaştım. O, buraya inip ortalığı kurcalamaya kalkacağımı tabii ki biliyordu!

"Ortalığı kurcalama, ortalıkta dolanma," dedi, arkamdaki kapıya kısa bir bakış atıp. "Demiştim sanki? Ne yapıyorsun sen?"

Omuz silktim. "Lavaboyu kullanabilirsin demedin mi?" Alaylı ifadesi büyüdü.

"Lavaboyu kullandın zaten, Maran." dedi, bilmiş bir ifadeyle. "Saçlarındaki o küçük su damlalarını görebiliyorum." Yeşilleri, ben boynuma su çarparken bundan nasibini almış olan saçlarıma kaydı.

"Aferin, Sherlock!" Ben de alaylı bir ifade takındığımda aynı zamanda merdivenlere doğru adımlamıştım.

Ben yukarı çıktığımda o, çok sonradan peşimden gelmişti. O esnada ben de kitaplığını inceliyordum. Romanları, türlerine göre de ayırmıştı. Bu herif gerçek anlamda ruh hastasıydı!

Elim, kitaplara gittiğinde iki rafın arasında, ortadan uzanan bir çıkıntı olduğunu fark etmiştim. Gözlerim kısılırken o çıkıntıya dokundum. Çıkıntıyı tutup hafifçe kendime doğru çektiğimde buranın aslında bir dolap olduğunu anlamıştım. Artık hiç şaşırmıyorum denebilirdi.

Diğer elimle de rafı tuttuğumda iki kanadı da tamamen açmam saniyelerimi almamıştı. Önümde dizili olan bir sürü silah, gözlerimi kırpıştırmama neden oldu.

Sikeyim.

Kırmızı kadife bir yüzeyde sırayla dizilmiş olan her türden silah şu an gözlerimin önündeydi. Sadece silahlar değil bir sürü bıçak da vardı. Bu gece Kenan'ın elime tutuşturduğu o kelebek, bunların yanında sönük kalırdı.

"Sana etrafı kurcalama dedikçe sen o küçük burnunu bir şeylere sokmadan duramıyorsun." diyen sesiyle gözlerimi birkaç kez kırpıştırdım. Elimi, kapaktan çekerek gözüme kestirdiğim işlemeli bir bıçağa parmaklarımın ucuyla dokunduğumda az önce hiçbir şeye şaşırmayacağımı söylememe rağmen şaşkındım ve buna, hiçbir şekilde engel olamamıştım.

"Selam millet!" Bu sefer kulaklarıma dolan yabancı bir kadın sesiyken hayran bakışlarımı sesin geldiği yöne çevirdim. Yiğit, Kılıç ve yanlarında tanımadığım bir kadın vardı. Siyah, küt saçları ve upuzun boyuyla yanında cüce gibi kalacağıma emindim.

Kenan, önüme geçerek az önce benim açtığım dolabı kapattı ve elimi tutarak beni koltuğa oturttu. Bense hâlâ o kadını inceliyordum.

Üzerinde siyah kargo bir pantolon ve siyah postalları vardı. Benzerleri Kenan'ın, Kılıç'ın ve hatta Yiğit'in de üzerinde vardı. Aralarında kendimi kabak gibi belli eden bir bendim.

Belindeki kemere dizili olan bıçaklarla kim olduğunu açıkça belli ediyordu. Kahkülleri alnına dökülürken dudaklarında da kırmızı bir ruj vardı. Gerçekten oldukça çekici bir kadındı.

Göz göze geldiğimizde dudaklarındaki gülümseme yavaşça soldu ve bakışlarını Kenan'a çevirdi. Buna her ne kadar anlam veremesem de arkama yaslanıp kollarımı göğsümde birleştirdim.

"Gelebildin nihayet." diyen Kenan'la birlikte solan gülümsemesi aynı hızla genişledi.

"Beni o kadar özledin yani?" Kaşlarımı çatmamak için çaba sarf ederken Yiğit'le Kılıç da tam karşıma rahat bir şekilde oturmuşlardı.

"Öldüm hasretinden." Göz ucuyla Kenan'a baktığımda sanki burada ben yokmuşum gibi rahattı. Rahat olabilirdi. Çünkü onları duymuyordum bile!

"Cilveleşmeyi bırakın da ne yapacağımızı düşünelim!" Kılıç, ikisinin arasına girdiğinde kısa saçlı yellozun cilvekâr bakışları da tekrar bana dönmüştü. Mavi gözleri uzun uzun üzerimde gezinirken ben de bakışlarımı ondan çektim.

"Yengenin ne işi var burada tam olarak?" diyen Yiğit'e ters ters baktım. Hâlâ bana yenge diyordu.

"Yenge derken?" O iğrenç kulak gıcıklayıcı sesin ardından Kenan da yan tarafımda duran deri berjere rahat bir tavırla oturdu. Bana yabancı gelen o kadın da büyük adımlarla yanımıza gelmiş ve oturduğum koltuğun diğer ucuna oturmuştu. "Kılıç'ın sevgilisi mi?"

"Öyle demesek?" dedi, Kılıç bana bakıp. "Çok carlıyor, hiç tipim değil." Göz devirdim. Sanki ben ona bayılıyordum.

"Olamaz zaten, Kılıç." Bunu söyleyen Kenan'dı fakat ona dönüp bakmadım. Kılıç da bununla birlikte susmuş, Kenan'a ters bir bakış atmıştı. Aramızda oturan ve hâlâ adını bilmediğim yelloz da bir bana bir Kenan'a bakıyordu.

"Kim o zaman?" dedi, az önceki ses tonunun aksine ters bir şekilde.

"Sıfatlarla neden bu kadar ilgilendiğini anlamış değilim." Bu da bendim. Kendimden beklemediğim bir şekilde onunla bir diyaloga girmiştim.

Tanımadığım bir kadına, nedensiz bir şekilde ilk dakikadan savaş açmıştım.

Mavi gözleri, benim ondan daha açık gözlerime tutunduğunda kaşlarını çatmamak için direndiğini fazlasıyla belli ediyordu. Kenan'ın yeşilleri hariç Yiğit'le Kılıç, ikimizi izliyordu. Oysa, sanki savaş açmamın nedenini biliyormuş gibiydi.

Eğer biliyorsa bana da söylemeliydi.

"Buradaysan kim olduğunu da bilmeliyiz, öyle değil mi?" Dudaklarımda yapmacık bir gülümseme oluştu tıpkı onunki gibi.

"Kalıcı olmadığıma göre hafızanı gereksiz bilgilerle doldurmana da gerek yok, öyle değil mi?" Onun taklidini yapmam Kılıç'ı ilk kez güldürdüğünde Yiğit de ona ortaklık etmişti. Ortada komik olan bir şey yoktu aslında ama Kılıç'ı güldürebilmiştim!

"Bu gece çok eğleneceğim, hissediyorum." Kılıç'ın bu söylediğiyle her ne kadar gülmek istesem de bunu yapmadım.

"Tamam, yeter bu kadar." İlk kez konuşan Kenan'la birlikte bakışlarım ona kaydığında göz göze geldik. Dudaklarında bu durumdan eğlendiğine dair küçük bir gülümseme vardı.

Bakışlarını benden çekip üçüne tek tek baktı. "Aşağı inelim, odamda konuşuruz."

Aşağıdaki odalardan biri onun odasıydı ama hangisiydi onu bilmiyordum. Bunu öğrenebilirdim ama bir kere ona yakalanmıştım.

Onlar, ayaklanarak aşağı indiğinde Kenan hâlâ buradaydı. O mutfağa geçmişken çantamın içerisindeki telefonumu çıkarıp gelen aramalara baktım. Uraz Bey, defalarca aramıştı ama şu an onunla uğraşacak halim yoktu. Telefonumu kapatıp çantama attım. Ona ne yalanlar söyleyeceğimi merak ediyordum.

Dakikalar sonra Kenan, elindeki kupayla yanıma geldiğinde ona baktım. "Bitki çayı." dedi, boş bakışlarıma karşılık. Uzanıp elindeki dumanı tüten kupayı aldım. "Rahat dur, hiçbir yere dokunma. Aşağıdan seni izleyeceğim." Burnumu kırıştırdım.

"Çok meraklıydım zaten!" Göz devirdi.

O, hiçbir şey söylemeden aşağı indiğinde ben de elimdeki çaydan birkaç yudum almıştım. Ardından kupayı sehpaya bırakıp topuklu çizmelerimi çıkardım ve uzanıp dizlerimi kendime çektim. Elbisem kısa olduğundan hiç rahat değildim ama onun kıyafetlerini de kesinlikle giymeyecektim. Üzerimdeki kaban beni ısıtmakta da yeterliydi.

Dakikalar içerisinde gözlerime ağırlık çökerken bugün yaşadığım fiziksel ve ruhsal olarak beni yoran şeylere karşı sadece uykuyla karşı koyabileceğimi biliyordum.

🤡🤡🤡

Loading...
0%