Yeni Üyelik
12.
Bölüm

•XII•

@meelcnmel

Burnumdaki o güzel, ferah koku benim ayılmamı engellerken bütün vücudumun ısınmasını sağlayan bir sıcaklık da vardı. Uykuyla uyanıklık arasındayken sırf bu hoş kokunun kaynağını öğrenmek için ayılmaya çalışıyordum fakat nafileydi. O koku ve sıcaklık beni daha çok mayıştırıyordu.

Mırıldanarak olduğum yerde kıpırdandığımda belimde bir el hissettim. Bu el, beni kendine çekerken ona engel olmadım.

"Kim bu kadın?" Bu ses, bir kadına aitti ama silik bir şekilde kulaklarıma ulaşmıştı.

"Kenan'ınki işte." Kaşlarım, uykumda bile çatılırken saçlarıma sıcak bir nefes çarpıyordu. Elimin altında düzenli bir şekilde inip kalkan bir beden varken bunun kime ait olduğunu algılamam zor olmamıştı fakat en son onun aşağı indiğini ve benim burada uyuyakaldığımı biliyordum.

Yanıma mı gelmişti?

Üstelik yanımda uyumuştu?

Gözlerimi açmadan başımı, kokunun kaynağına yaklaştırdığımda dakikalardır burnumdaki o koku yoğunlaştı. Dudaklarımın tenine çarptığını hissettiğimde belimdeki eli bir an sıkılaşmıştı.

"Nereden çıkardın onu?"

"Kızı ben de tanımıyorum." Bu, Kılıç'tı. O kadını da hâlâ tanımıyordum. Beraber bu işin içinde oldukları belliydi ama onu isim olarak tanımıyordum. "Dün gece gördüm ben de, Kenan'la birlikteydi. Son zamanlarda birinden bahsediyordu zaten." Ne?

Duyduklarım, beni bozguna uğratırken gözlerim de yavaşça aralanmaya başladı. Kenan, yanımdaydı. Bir eli saçlarımdayken bir eli de belimdeydi ve üzerinde kazağı yoktu. Başım onun boynuna gömülüyken açıkçası kolları arasından kurtulmak istiyordum ama şu an o kadar huzurlu bir uykuda gibi görünüyordu ki bunu yapamadım.

Kirli sakallarının çevrelediği çehresi ve güzel yüzü görüş açımdayken tek eksik, yeşil gözleriydi. Çıplak göğsündeki elimi kaldırıp sakallı çenesine koyduğumda az önce Kılıç'ın sarf ettiği kelimeler de aklımdaydı. Benden birine mi bahsetmişti yoksa Kılıç'ın bahsettiği farklı biri miydi? Farklı biri olma ihtimali de yüksekti.

Gözlerimi kırpıştırarak elimi tekrar çıplak gövdesine indirdiğimde Kılıç'la o kadının bize arkalarının dönük olduğunu görmüştüm. Bu, işime gelirken onları dinlemeye devam ettim. Bir yandan da Kenan'ın vücudundaki dövmeleri inceliyordum.

"Ne anlattı sana?"

"Sanane, Esvet?" dedi, Kılıç bıkkınlıkla. Demek adı Esvet'ti.

Kılıç'a ilk defa ben de katıldığımda gözlerim, Kenan'ın sol göğsündeki dövmedeydi. Onu, ilk defa bu kadar yakından inceliyordum.

Göğsündeki dövme, İtalyan sanatçı Antonio Canova tarafından yapılan bir heykeldi. Bu, Cupid'in Öpücüğü ile Yeniden Canlanan Psyche heykeliydi.

Sanatçı, Cupid'i, cansız Psyche'yi bir öpücükle uyandırdıktan hemen sonra, aşkın ve şefkatin doruğundayken tasvir etmişti. Yeni uyanmış olan Psyche, sevgilisi Cupid'e doğru uzanırken, Cupid de başını ve göğsünü destekleyerek onu nazikçe tutuyordu.

Cupid; arzu, erotik aşk, çekicilik ve şefkat tanrısıydı. Sık sık aşk tanrıçası Venüs'ün oğlu ve savaş tanrısı Mars'ın oğlu olarak tasvir edilirdi. Hatta öyle ki Cupid, efsanelere göre sadece havanın aydınlık olduğu dönemde Venüs ve Mars'ın arasında gözükebiliyordu.

Psyche ise Yunan mitolojisinde olağanüstü güzelliğiyle tanrıça Afrodit'i kıskandıran, aşk tanrısı Eros ile aşk yaşayan ve dünyaya bir ölümlü olarak gelip sonradan ölümsüzlük kazanan bir kızdı. Öyle ki birçok eserde, kelebek kanatlı bir kız olarak geçerdi.

İşaret parmağımı, dövmenin üzerinde gezdirirken vücudunda dikkatimi çeken tek dövmenin bu olduğunu fark etmiştim. Bu heykel, Paris'teki Louvre Müzesi'ndeydi. Daha önce sırf bu heykeli görmek adına oraya gitmiştim. Heykeli görür görmez de oldukça büyülenmiştim.

Ben dövmelerini incelerken Kılıç'la Esvet oturdukları tabureden kalkmış ve aşağıya inen merdivenleri tırmanmaya başlamışlardı. Bu esnada da Kenan'ın elimin altındaki bedeni hareketlendiğinde hızla gözlerimi yumdum. Ona bir kez daha rezil olmak istemiyordum. Kıpırdamadı ya da konuşmadı. Uyandığını biliyordum çünkü o gözlerinin ağırlığını yüzümde hissediyordum.

Kalbim, gereksiz bir şekilde hızla atmaya başladığında saçlarımdaki elleri de harekete geçmişti. Sıcak dudakları, alnıma sürtündüğünde dudaklarım arasından titrek bir nefes vermeye engel olamamıştım.

Saçlarımdaki elleri kısa bir an durdu.

Uyanık olduğumun farkındaydı.

"Uyurken bir meleğe benziyorsun," dedi, boğuk bir sesle. Ne diyeceğini merak ederek onu dinlemeye devam ettim. "Ama o mavi gözlerini açtığında hiç de melek gibi görünmüyorsun."

"Sen de uyurken fazla masum birine benziyorsun," dedim, ben de ona laf yetiştirmekten geri kalmayıp. Gözlerimi araladığımda yeşil gözleriyle karşılaştım. Alnına düşmüş birkaç tutamı eliyle dağıtırken dudaklarımın hizasında o beyaz teni vardı. Boynundaki zincirinin soğuk yüzeyi dudaklarıma temas ettiğinde kısık olan gözleri, mümkünmüşçesine daha da kısıldı. "Ama ben seni tanıdım." diyerek eklediğimde benden uzaklaşmak yerine bana daha çok sokuldu.

"Beni tanıyorsun zaten." dedi, yeni uyanmasına rağmen fazlasıyla baştan çıkarıcı olan sesiyle. "Ben o adamım." Bu sefer bebek saçlarımı öptü. Küçücük öpücüğü gözlerimi yummama neden oldu. "Saatler önce seni öpen adamım." Başımı iki yana salladım.

"Değilsin, olmadığını gördüm." Gözlerim hâlâ kapalıydı. İlk defa o gözlerine bakmak istemiyordum çünkü eğer bakarsam beni bir şekilde etkisi altına alacak, ondan uzak durmamı engelleyecekti.

"Elimi uzatsam dokunurum sana," Şöminede yanan odunların çıtırtısı kulaklarıma ulaşırken onun kısık sesi de kulaklarımı okşuyordu. "Hatta şu an kollarımdasın."

İşte bu olmamalıydı. Bana ulaşamamalıydı. Birbirimize ulaşamamalıydık.

"Eğer gerçek bir melek olsaydın sana yaklaşmazdım bile." dediğinde gözlerimi açıp ona baktım. Söylediklerinin ne anlama geldiğini tam anlamıyla algılayamamıştım. Uykulu gözlerimi hafifçe kısıp onun çehresini inceledim bir süre.

Ne söylemek istediğini sormak için dudaklarımı araladığım an aramıza başka bir kadın sesi girmişti. Aralık dudaklarımı birbirine bastırıp gözlerimi ondan çektim.

"Uyanmışsın," diyen Esvet'in arkamda olduğunu biliyordum. "Kolun nasıl oldu?"

Gözlerim, Kenan'ın belime sarılı olan koluna kaydığında kolunun sargılı olduğunu görerek elimi o noktaya taşıdım. Resmen adamı bıçaklamıştım.

"İyi, bir sıkıntı yok." diyerek ona cevap veren Kenan'ın sargısının üzerinde parmaklarım usulca hareket ederken sırtımdaki delici bakışları hissedebiliyordum.

"Hadi kalk o zaman." dedi, baskın bir sesle. "Çok işimiz var bugün."

Esvet'in kulağımı acıtan sesiyle yüzümü buruşturduğumda ondan neden hoşlanmadığımı bilmiyordum. Sanırım bana olan tavrı hoşuma gitmediğinden dolayı onu sevmemiştim.

Kenan, onu onaylayıcı bir şeyler mırıldanırken alt dudağımı dişledim. "Canın acıyor mu?"

Esvet, aşağı inmek yerine mutfağa yöneldiğinde ona göz ucuyla bakıp başımı Kenan'a doğru kaldırdım. Bakışları üstümdeydi.

"Biraz." dedi, Esvet'e verdiği cevabın aksine.

"Özür dilerim." derken sesim kısık çıkmıştı. Onu yaraladığım için tabii ki suçluluk duyuyordum.

"Özürden daha etkili şeyler biliyorum."

"Neymiş?"

"Küçük bir öpücük, belki?"

"Çıkarcı," Yukarı kıvrılmasına engel olamadığım dudaklarım bu sefer çenesine sürttü. Yeşilleri, dudaklarıma indi. "Rüyanda görürsün."

"Rüyalarımda basit bir öpücükle kalmıyoruz," dediğinde vücudum bu sözleriyle ısınmaya başladı. Gözlerindeki yaramaz ifadeye karşılık benim de yanaklarımın çok geçmeden kızaracağına emindim. "Az önce de onlardan birini gördüm."

Bedenimin neredeyse yarısı onun bedeninin üzerindeyken hâlâ bu koltuğa nasıl sığdığımızı anlamış değildim. Taş duvarlar da otantik bir hava katıyordu fakat güzeldi.

"İsmim, dudaklarından bu sefer çok farklı bir şekilde dökülüyordu."

Orta sehpanın üzerindeki kitaplar dağınık bir şekilde dursa da hangi kitaplar olduğunu buradan görebiliyordum. Birkaçını okumuştum.

Belimdeki eli yavaş hareketlerle aşağı doğru kayarken başka şeyler düşünmeye çalışan aklım kendini kaybetti. Söylediklerini duymuyormuş gibi yapsam bile bedenimde bıraktığı etki barizdi.

"O küçük çığlıkların odamın duvarlarında nasıl yankılanıyordu bir bilsen," Parmakları, çenemi kavradığında dudaklarımız arasındaki mesafe yarıya inmişti. Elleri daha fazlasını yapmasa bile gözleri çok şey yapıyordu. "Çırılçıplaktın." dedi, dudaklarıma doğru.

Zihnimde canlanan hayali görüntüler dişlerimi, hafifçe alt dudağıma geçirmeme neden oldu. Üstümdeki bedeni, benim çıplak tenime hoyratça çarparken şişmiş olan dudakları da dudaklarımın üzerindeydi. İsmi, dudaklarımdan bir inleme hâlinde dökülüyordu.

Kasıklarımda hissettiğim sızıyla birlikte bunu görmezden gelerek kalçalarıma inmiş olan eline güçlü bir tokat attım. Aceleci bir tavırla elini benden kurtardığında hızlıca üzerinden kalkmıştım. Tabii bunu yaparken bedenime sürtünen bedenini umursamamaya çalıştım.

"Terbiyesiz herif." Az önceki kısık sesli konuşmamızın aksine bunu bağırarak söylediğimde Esvet'in bakışları bize döndü. Zaten o gözleri üstümüzden ayrılmıyordu!

Yerde duran çizmelerimi alıp sehpaya oturdum ve bir çizmemi alıp ayağıma geçirdim. Bu esnada da kabanımın üzerimde olmadığını görmüştüm. Kenan'ın çıkarmış olduğuna emindim. Daha fazlasını yapmadığına şükür etmeliydim.

Üzerindeki kalın, gri örtüyü atıp yerinden doğrulurken tüm dikkati bendeydi. "Neyse daha fazla anlatıp seni utandırmayacağım." dedi bir de pişkin pişkin. Resmen benimle eğleniyordu.

Çizmelerimi giyip bu sefer de onun göğsüne vurduğumda arkasına yaslanmak zorunda kaldı. "Alçak!"

O gülmeye başlarken ayağa kalkıp aşağı indim. Elimi yüzümü yıkayıp kendime gelmeliydim yoksa bir süre kendime geleceğimi sanmıyordum.

Banyoya girip kısaca işlerimi hallettikten sonra tekrar yukarı çıkmak için merdivenleri tırmanmıştım ki o ikisinin sohbetine kulak kesildim.

"Mahzene başka birini getiremeyeceğimizi söylüyordun," dedi, Esvet. "Ama dün gece buraya bir kadın getirdin. Üstelik kim olduğunu bilmiyoruz bile! Yaptığın doğru bir şey mi sence?" Burnumu kırıştırdım. Benim kim olduğuma kafayı takmıştı!

"Kızın başı benim yüzümden belaya girdi çünkü." diyen Kenan'ın sakin sesini dinledim. "Kim olduğunu bilmene de gerek yok, dediği gibi aramızda kalıcı değil." Bunu, öyle bir ses tonuyla söylemişti ki bir an karşımdakinin Kenan olup olmadığını düşünmüştüm. Keskin bir biçimde söylememiş, isteksiz bir şekilde söylemişti.

"Hiç öyle görünmüyor, Kenan." Esvet'in kıskanç sesi, sinirlerimi bozarken elimi trabzanlara yasladım. "Kızın yanında uyudun bütün gece! Sen kimseyle uyuyamazsın bile. Beni hep yanından kovuyordun!"

Duyduklarımla birlikte gözlerimi kırpıştırarak söylenenleri algılamaya çalıştım. Ben Kenan'la daha önce de uyumuştum. O ilk gecede de beraber uyuduğumuzu silik bir şekilde hatırlıyordum ama daha sonrasında yanımdan kalkmış da olabilirdi. Fakat benim takıldığım asıl nokta bu değil, Esvet'in son söylediğiydi. Kenan'a olan bakışlarını daha ilk dakikadan çözmüştüm ama ikisinin arasında bir şeyler olduğunu düşünmemiştim.

"Kapı mı dinliyorsun?" Kılıç'ın sesiyle hafifçe irkildiğimde onun o kara gözleri görüş açıma girdi. Bunu gıcık bir tavırla sormamış, aksine sırıtarak sormuştu. Ona göz devirdim.

"Burada bir kapı yok."

"Yani bu, onları dinlediğin anlamına mı geliyor?"

Ona omuz silkip yukarı çıktığımda o da arkamdan gelmişti. İkimiz de yukarı çıktığımız an Esvet susmuş, Kenan'ın bakışları da bana dönmüştü. Üstüne kazağını giymişti.

"Günaydın," diyen Kılıç, Kenan'ın karşısındaki koltuğa otururken ben de koltuğun kenarındaki kabanımı almıştım. "Esvet yine ne anlatıyor sana?"

Kılıç, Kenan'la konuşurken Kenan'ın bakışları bendeydi. Kabanımı üzerime geçirirken ona dik dik baktım.

"Seni ben götüreceğim," dediğinde Kılıç bir an anlamsızca ona baktı fakat sonrasında benimle konuştuğunu anladı. "Otur iki dakika, ne acelen var?"

"Burada pek sevilmedim sanki," Gülerek söylediğim şey, Esvet'le aralarında bir bakışma geçmesine neden oldu. "Artık gitsem iyi olur o yüzden."

"Tamam," dedi, ayaklanırken. "Bekle beni, geliyorum şimdi."

"Gerek yok." Keskin bir dille bunu söylememle birlikte ortam bir anda gerilir gibi oldu. "Arabamın anahtarını ver, gideyim."

Az önce onun kolları arasında uyuyan birinin aksine böyle sert davranmam onun gözlerinin üzerime sabitlenmesine yol açarken koltukta duran çantamı aldım.

"Bekle," Otoriter sesi, sinirlerimi alt üst ederken burnumdan sert bir nefes verdim. "Yiğit'i ara, arabayı ön tarafa çeksin." dedi, Kılıç'a kısa bir bakış atıp. Ardından aşağı indiğinde oflayarak çantamı koluma astım.

"Kahve içer misin Maran?" Ayağa kalkıp mutfağa ilerleyen Kılıç'a baktım. İsmimi nereden biliyordu? Kenan, dün gece onların önünde bana ismimle hitap etmemişti. Hatta az önce de öyleydi.

"Hayır, sağ ol." dedim, onun teklifini reddedip.

O, kahve makinesini çalıştırmadan önce telefonunu cebinden çıkardığında ben de dün gezemediğim etrafı gezmeye başlamıştım. Dün gördüğüm o beyaz tahtanın üzerindeki projeksiyon bu sefer açıktı ve kült bir film oynatılmıştı. Gözlerimi oradan aldığımda köşede bir spor alanı olduğunu görmüştüm. Aslında bunu dün de görmüştüm fakat o an Kenan'la tartıştığımdan çok da dikkat etmemiştim. Ortada büyükçe bir kum torbası varken onun ilerisinde de küçük bir ring vardı. Burası aslında tahmin ettiğimden de geniş bir alana sahipti.

"Kaç yaşındasın sen?" Esvet'in sesi, dikkatimi dağıtırken başımı ona doğru çevirdim. Tabii ki bana söylüyordu.

"22." diyerek yanıtladım onu fazlasıyla soğuk bir sesle. Kaşları alayla havalanırken elindeki kahveden bir yudum alıp baştan aşağı beni inceledi.

"Kenan'a küçük gelirsin sen." Sözleri de kendisi gibi sinirlerimi bozarken Kılıç bizi duyuyor muydu bilmiyordum çünkü telefondaki Yiğit'le konuşmakla meşguldü.

Boynumu yan tarafa hafifçe yatırıp çıtlattım ve çantamı elime alıp yan tarafımda duran tezgâha bıraktım. Esvet'in çekik gözleri, gözlerimdeyken ellerimi ada tezgâha yaslayarak ona yaklaştım.

"Hadi ya?" dedim, alaylı bir tonda. Benden böyle bir çıkışı beklemiyor olacak ki geri adım atmadı -ki bunu da beklemiyordum- ama şaşırdığını gördüm. "Emin ol, tam tersi olur. Ben Kenan'a birkaç beden büyük gelirim."

"Sevgili değilsiniz belli," dediğinde gözlerimi baydım. Bu kadınla biraz daha aynı ortamda kalırsam delirecektim. "Ne var aranızda?"

"Ölüyor aşkımdan bir görsen!" Bu söylediğimle birlikte kaşları çatıldı. "Ama ben istemiyorum işte. Peşimde dolanıp duruyor." dedim, gözlerimi süzerek.

"Kenan, kimsenin peşinden koşmaz!" diyerek beni yanıtladığında güldüm. Alaylı değildi içten bir şekilde gülmüştüm. Bir bilseydi Kenan'ın benim peşimden haftalardır koştuğunu!

"Hadi, Maran." Kenan, merdivenlerde göründüğünde Esvet'e bakıp gülümsedim.

"Görüşürüz." O, bana ters ters bakmakla yetinirken telefonu henüz yeni kapatan Kılıç'la da vedalaşmıştım.

Aslında Esvet'in ne düşündüğü umrumda değildi fakat onu sinir etmenin nasıl bir his olduğunu tatmıştım. Bu da beni eğlendirmişti.

Kenan'la birlikte evden çıktığımızda kapının önünde duran arabama baktım. Yanında da Yiğit duruyordu. Üzerinde o siyah kargo pantolonu ve siyah bir atlet varken salaş bir gömlek de giymişti. Onu dünden beri ilk defa takım elbise dışında bir şeyle görüyordum. Kenan'ın koruması gibi görünmesi işin bir parçası olmalıydı fakat şu an umrumda olan bu değildi. Önümde duran arabamın benim arabamla alakası yoktu.

Arabam kurşuna dizilmişti.

"Bebeğime ne oldu böyle?" Kaşlarımı çatarak arabama dokundum.

"Yenge dün çatışmada şey oldu," diyen Yiğit'e delici bakışlar atmaya başladığımda o da mahcup bir şekilde bana bakıyordu. "Çok özür dilerim valla."

"Yapacağın işi sikeyim senin," Kenan'ın kaba tavrına ilk defa hak verdim. "Ne yaptın oğlum?" dedi, hayretle.

"Abi valla ben bir şey yapmadım." Hâlâ kaşlarım çatık bir şekilde ona baktığımdan dolayı dönüp bana bakma zahmetinde bulunmuyordu.

"Nasıl yapmamışsın?" diye carladığımda kısa bir an yüzünü buruşturdu.

"Özür dilerim, yenge."

"Yenge deme bana!"

"Ne diyeyim ki yenge?"

"Maran de."

"Tamam, Maran yenge."

Erkeksi bir kıkırtı kulaklarıma dolduğunda öfkeyle soludum. Onunla tanıştığımdan beri asla adımla hitap etmiyordu. Ben onun nereden yengesi oluyordum ki?

"Maksat ayağı alışsın." Kenan'a ters bir bakış attım. O da bu durumdan fazlasıyla eğleniyordu.

"Arabamın abahtarını ver hadi." dedim, elimi Yiğit'e doğru uzatıp.

"Kalsın," dedi, Yiğit'i eliyle durdurup. "Bakıma götür arabayı, sonra haber ver bana."

"Ben hallederim." diyerek itiraz ettiğimde Kenan bana baktı.

"Hayır, ben halledeceğim ve lütfen itiraz etme." dedi, gözlerini gözlerime dikerek. Birkaç saniye gözlerine baktıktan sonra umursamazca omzumu silktim.

"İyi, tamam. Zaten senin yüzünden oldu." Bir kez daha ona laf soktuğumda başını çevirip derin bir nefes aldı. "Ama dikkat et yine kurşuna dizilmesin!"

"Çok konuşuyorsun bazen." Kaşlarımı çattım.

"Çok mu konuşuyorum?"

Beni umursamayarak arabasının anahtarını cebinden çıkarıp elini belime koydu ve beni arabasına doğru yönlendirdi. Burnumdan soluyarak ondan uzaklaşıp yürümeye başladım.

"Hadsiz," dedim, kendi kendime. Önümdeki arabanın yolcu kapısını açıp arabaya bindim ve kapıyı çarptım.

"Çarpma şu kapıyı!" Sesi boğuk bir şekilde kulağıma ulaştığında kapattığım kapıyı geri açıp bu sefer daha sert bir şekilde kapattım. Arabanın etrafında dolanıp sürücü koltuğuna geçerken kaşları çatıktı. "Delireceğim şimdi."

"Çok umrumdaydı!"

"Sabır," dedi, arabayı çalıştırırken. Ona ters ters baktım.

"Sabır mı diliyorsun bir de?"

"Hayatında görüp görebileceğin en sabırlı adamım ama beni bile delirttin şu kısacık zamanda."

"Benimle yarışamazsın işte. Öğrenmiş oldun!"

Ağırca başını sallayarak beni onayladığında başımı önüme çevirmiştim.

Gözlerim, sabahın erken saatlerinde bomboş olan yoldayken hava bile henüz yeni aydınlanıyordu. Bu zamana kadar hiç telefonumu elime alıp saati kontrol etme gereği duymadığımdan buna şaşırmıştım. Saatin bu kadar erken olduğunu tahmin etmemiştim.

Kucağımda duran çantamdan telefonumu çıkardığımda bildirimlerimin coştuğunu görmüştüm. Mesajların çoğu Olcay'la Ufuk'tan gelse de tek bir mesaj da Uraz Bey'e aitti. Ona henüz verecek bir cevabım olmadığından mesajını bildirimden okumayı tercih ettim.

Uraz ÇELİK: Maran Hanım, dünkü kargaşada sizi göremediğim için takdir edersiniz ki oldukça endişeliyim,

Uraz ÇELİK: Umarım iyisinizdir, eğer mesajımı alırsanız lütfen beni arayın.

Burnumdan sıkıntılı bir nefes verip ekranın üzerindeki parmağımı yana doğru kaydırarak gelen bu bildirimi sildim. Ardından durup biraz düşündüm. Ona illa ki bir cevap vermem gerekiyordu ve şu an iyi olduğumdan bahseden kısa bir mesaj yazmazsam işler iyi bir noktaya taşınmayacaktı.

İçten içe Kenan'a küfrederek telefonumun şifresini girdim ve mesajlara girerek Uraz Bey'e kısa bir mesaj yazdım.

Ahu Maran KAYA: Çok özür dilerim henüz mesajınızı yeni görüyorum,

​​Ahu Maran KAYA: Endişelenmenizi gerektirecek herhangi bir sorun yok. Ben iyiyim, lütfen merak etmeyin.

Ahu Maran KAYA: Sizden sonra acil bir telefon aldım ve girmem gerekti. Bu durumda da size haber veremedim, çok üzgünüm.

Mesajı atar atmaz telefonu kapatacaktım ki bir anda ekran yanıp sönmeye başladı. Ekranda yazan isim, beni şoka uğratırken hangi ara mesajlarımı gördüğünü de anlamamıştım. Üstelik saat işe gitmek için hayli erkendi.

İstemeyerek de olsa aramayı yanıtlayıp telefonu kulağıma yasladım. Bu esnada da Kenan'ın bakışlarını ara ara üzerimde hissediyordum.

"Maran Hanım?" Uraz Bey'in sesi kulaklarıma dolduğunda elimi saçlarımdan geçirdim. "Tam sizi arıyordum mesajlarınızı gördüm. İyi misiniz? Bir sorun yoktur umarım."

"İyiyim, bir sorun yok." Şu an o kadar rahatsız hissediyordum ki iki kelimeyi bir araya getiremeyecek seviyedeydim. "Çok özür dilerim gerçekten. Böyle sizi yüzüstü bırakmış gibi oldum."

Kenan, kiminle konuştuğumu anlamış olacak ki kaşlarını çatıp homurdanmaya başladığında onu umursamayarak önüme döndüm.

"Hayır, hayır. Asıl ben özür dilemeliyim, aptal bir telefon görüşmesi için sizin gibi bir kadını tek başına bıraktım. Bunu olabildiğince en kısa sürede telafi edeceğim."

"Asıl ben telafi etmeliyim, Uraz Bey. Ne kadar üzgün olduğumu bilemezsiniz." dedim, mahcup bir şekilde.

"Üzgün olma sebebinizin benden kaynaklı olması beni iki katı üzdü açıkçası. Birkaç günlüğüne yurt dışına çıkacağım ama döndüğümde mutlaka görüşelim lütfen."

Uraz Bey'le olan telefon görüşmem dakikalar içerisinde sonlandığında Kenan'ın kaşları olabildiğince çatıktı. Neden bu kadar sinirli olduğunu da anlamıyordum ya!

"Sikeceğim Uraz Bey'ini de şirketini de!" diyerek kaba bir çıkış yaptığında elimden geldiğince onu umursamamaya çalışıyordum fakat birden başını bana doğru çevirdiğinde onunla tartışacağımızı çoktan anlamıştım. "İstediğin zaman kibar biri olabiliyormuşsun bu arada."

"Tavrım karşımdaki kişiye göre değişir. Tüm suçu kendinde aramalısın bence." Söylediklerim onu daha da sinirlendirdi.

"Sabrımı zorlamana rağmen sana tolerans tanıyorum ama suçlu ben miyim?" Güldüm.

"Tolerans mı tanıyorsun?" dedim, alayla. "Sen kimsin de bana tolerans tanıyorsun?"

O an, bomboş yolda arabayı durdurdu. Bu sefer bunu o kadar ani bir şekilde yapmamıştı. Bunun da geçen sefer bileğimi incitmemden kaynaklı olduğunu düşünmüştüm ama o, o kadar düşünceli değildi.

Alev saçan yeşillerini bana doğru çevirdiğinde onunla kavga etmek istemediğimi fark ettim. Şu an tek istediğim evime gidip güzel bir uyku çekmekti.

"Bana olan bu nefretinin özel bir sebebi var mı?" dedi, gözlerine yakışmayan bir sakinlikle. Kaşlarımı çattım.

"Senden nefret ettiğim yok! Anlaşamıyoruz sadece, farkında değil misin?"

Gerçekten anlaşamıyorduk. Bir araya geldiğimiz her an bir laf dalaşına giriyor, ardından da büyük bir kavgayla sonuçlanıyor ve günlerce görüşmüyorduk. Bu durumda da ondan nefret etmiyordum. Dediğim gibi ortada sadece anlaşmazlık vardı.

"Sen benimle anlaşamıyorsun, sen!" derken sesi yükselmişti. "Hiçbir şey yapmasam söylemesem bile bağırıp çağırıyorsun ve buna engel olamıyorum. Az önce göğsümde uyanan kadın sen misin, Maran?" Başta yükselttiği sesini çabucak alçaltmış, normal bir ses tonuyla konuşmaya devam etmişti. Zaten o, dediği gibi bana hiçbir şey yapamıyordu.

Şu an gerçekten küçücük bir çocuğa benziyordu. O yeşil gözleriyle bana, sanki annesine aldırmak istediği bir oyuncakmışım gibi bakıyordu. Bu bakışı sevmemiştim. Bana, kimse böyle bakmamıştı. Benim kimseye böyle bakmadığım gibi kimsenin de bana böyle bakmasını istememiştim.

"Neyin var senin?" Bir anda yüzünü yüzüme yaklaştırıp elini yanağıma koyduğunda güzel gözleri daha yakınımdaydı. Ona daha yakından bakmak ilk defa hoşuma gitmemişti. "Ne yapmaya çalışıyorsun?"

"Dokunma," Sesim, kendimden beklemediğim bir şekilde kısık çıkarken gözlerimi gözlerinden uzaklaştırmakta güçlük çekiyordum. "Dün geceden sonra hala devam edeceğimizi mi sanıyorsun?"

"Sikeyim dün geceyi," dediğinde öylece bakakaldım. "Siktir et bütün bunları. Sadece senle ben varız."

Dudaklarından dökülen kelimeler karşısında gözlerimi onun gözlerinin hapsinden kurtarmak için adeta çırpınıyordum ama bir türlü o demir parmaklıklardan kurtulamıyordum. Kurtulmak istiyor muydum onu da bilmiyordum. Çırpınıyordum ama ne için çırpındığım bile belli değildi. Ben sadece ondan kurtulmak istediğimi düşünerek bunu yapıyordum.

"Senle ben diye bir şey yok," dedim, kararlı çıkarmaya çalıştığım sesimle. Buna rağmen gözlerindeki ifade yok olmamıştı. "Olmayacak da. Alt tarafı bir gece, normal bir tanışmaydı. Öyle de kalmalı."

"Aramızda gelişen hiçbir şeyin normal olmadığını ikimiz de biliyoruz," Yüzlerimiz arasındaki kısa mesafeyi alnını alnıma yaslayarak kapattı. Bununla birlikte de derin bir nefes almak istemiştim ama o an bunu da becerememiştim. "Her koşulda yakınlaşmamızın da senin tüm bunlara rağmen böylesine katı olmaya çalışman da." Gözlerim, dudaklarına indiğinde onun da odağı, dudaklarımdı. "Bu kadar söylediğin şeye rağmen seni yine öpmek istemem de öyle."

Dudaklarımın üzerindeki yeri soğumadan bir kez daha dudaklarımızı bu işkenceden kurtardığında söyledikleri, zihnimin içerisinde büyük puntolarla yankılanıyordu. Yine her zamanki gibi bunun bir daha yaşanmayacağını kendi içimde tekrar tekrar kendime hatırlatmış ama yine onun kolları arasına girmiştim. Yine kurallar yoktu, yine zaman ya da yer kavramı yoktu. Bunlar yokken de biz, bize fırsat yaratmıştık.

Kahrolası kalbim, etkisi altına girdiğinde iç sesim bile susmuştu. Alaylı sözler sarf etmiyor hatta mantıklı tek bir kelime bile etmiyordu. Çünkü ikimizin de şu an söyleyeceği hiçbir şey yoktu.

Elimi göğsüne koyarak onu kendimden uzaklaştırdım. "Yapma," Gözlerimi kısa bir an yumup derin bir nefes aldım. "Dokunma bana, öpme. Yaklaşma bana, Kenan."

Sarf ettiğim kelimeler karşısında saçlarımdaki elleri boşluğa düşerken usulca benden uzaklaştı ve bundan hiç hoşlanmadığını da gözlerinde gördüm. Yine yakınımdaydı fakat onu öpmek gibi bir hata yapamayacağım kadar uzağımdaydı.

"Bundan sonra görüşmek istemiyorum," Kısık çıkan sesim, onun kulaklarına ulaştığında beni ciddiye almış gibi bir hali olduğu söylenemezdi. "Sadece şirket işleri hakkında konuşmamız gerekirse konuşuruz. Onun dışın-"

"Ne anlatıyorsun, Maran?" Sözlerinin ardından başını bana doğru çevirdiğinde aralık dudaklarımı birbirine bastırmak zorunda kalmıştım. "Sorun ne şu an? Anlat bana, çözeceğim."

Kaşlarımı çatarak ona baktım. Sorun mu neydi? Dün geceden beri ona bir sürü şey söylüyordum ama bana hâlâ sorunun ne olduğunu sorabiliyordu! Ya beni dinlemiyordu ya da sorun gördüğüm konu, ona oldukça önemsiz geliyordu.

"Sorun ne mi?" Az önceki kısık sesimin aksine sesimi yükselterek bir çıkış yaptığımda umursamazca önüne dönmüş, başını koltuğa yaslayarak dışarıyı izlemeye başlamıştı. Bu umursamaz tavrı beni daha çok sinirlendirdi. Resmen beni deli etmeye çalışıyordu.

Bir hışımla emniyet kemerimi çıkardığımda tam elimi kapı koluna götürmüştüm ki kendi tarafında bulunan tuşa basarak kapıları kilitledi.

"Aç şu kapıyı." dedim, tüm sinirime rağmen sakin bir sesle.

"Konuşacağız." Alayla güldüm.

"Beni dinlemiyorsun bile, ne konuşmasından bahsediyorsun hâlâ?"

"Sana, dün bu konuyu açıklamıştım," dedi, birden bana doğru dönerek. "Senin tüm bunları bilmemen gerekiyordu, seni buraya getirmemem gerekiyordu ama her şeyi göze alarak seni buraya getirdim ve sen, bütün geceyi benim koynumda uyuyarak geçirdin! Buna rağmen karşıma geçmiş, görüşmek istemediğini mi söylüyorsun? Üzgünüm ama sana inanmıyorum, Maran."

Öfkeyle soluduğumda o, benim aksime fazlasıyla sakin görünüyordu. Ya da kendini dizginlemeye çalışıyordu, bilmiyordum.

"Haklısın," dedim, başımı sallayıp. "Başım senin yüzünden belaya girmişti ve sen bana bir iyilik yaptın." Dakikalar önce onun, Esvet'e söylediklerini tekrarladığımda bakışları bana döndü. Onları dinlediğimi anlamıştı. Ki bunu, şimdi anlamadığına emindim. "Ben uyurken yanıma yatıp benimle uyuman da mı bana yaptığın bir iyilikti yoksa?"

Yeşillerinden garip bir ifade geçerken bu sefer bakışlarını benden kaçırdı.

"O kendime yaptığım bir kötülüktü."

Söyledikleriyle birlikte birkaç saniye yan profilini incelemiş ardından da gözlerimi kırpıştırarak önüme dönmüştüm. Bazı anlar, öyle şeyler söylüyordu ki ne diyeceğimi ya da ne yapacağımı şaşırıyordum.

Uzun bir sessizliğin ardından tekrar arabayı çalıştırdığında birazdan ötecek olan alarmın ötmemesi için emniyet kemerimi takıp başımı yola doğru çevirdim. O anda çiselemeye başlayan yağmur da beni daha fazla mayıştırmaya yeterken bir an önce eve varmayı diliyordum.

Yaklaşık yarım saatlik bir yolculuğun ardından evimin bulunduğu siteye vardığımızda otomatik demir kapı da korumaların biri tarafından açılmıştı.

Bahçeye kısa bir bakış attığımda korumalar, gözüme hiç olmadığı kadar fazla gelmişti. Bunu garipsemeyip emniyet kemerimi bir kez daha çıkardım. "Teşekkürler." dedim, arabadan inmeden önce.

"Dikkat et kendine."

Kısık sesi kulaklarıma ulaştığında açtığım kapıdan dolayı içeri anında soğuk hava dolmuştu. Çiselemeye başlayan yağmur, kapının kolundaki elimi ıslatırken başımı ona doğru çevirdim. Yeşilleri yine olduğu yerdeydi.

"Sen de." Az önceki kadar gür çıkmayan sesim, içimden kendime bir küfür savurmama neden olurken bakışlarımı zorlukla ondan ayırıp arabadan indim.

Çiseleyen yağmura rağmen korumam olan Bora, elindeki siyah şemsiyeyle koşar adımlarla yanıma geldi ve ıslanmamı (!) engelledi.

İçimdeki buruk hisle birlikte bahçeye adımımı attığımda bir yandan da çantamdan anahtarımı çıkarıyordum. Hâlâ kulaklarıma ulaşmayan motor sesine kulak vererek yanımdaki Bora'yla patika yolu yürüdüğümde onun bakışlarının ağırlığını da sırtımda hissediyordum. İnatla gitmiyordu. Neyi beklediğini ise bilmiyordum.

Kalbimde ufacık bir sızı vardı ve bu, hiç olmadığı kadar canımı sıkmış, derin bir iç çekmeme neden olmuştu. Onunla daha fazla görüşmemeyi ben istemiştim. Buna rağmen üzülmemem, saçma bir şekilde buruk hissetmemem gerekiyordu ama benim bir ağlamadığım kalmıştı!

O, benim bu hissettiklerime ve düşündüklerime inanmıyordu ve ben onu haklı çıkarmamalıydım. Bundan sonra ondan gerektiği kadar uzak duracaktım.

🐤🐤🐤

Uzandığım kanepede görüş açımdaki gri tavanı izlerken aklım çok başka bir yerdeydi. Zaten bir kere de yerinde olsa şaşıracaktım ama maalesef ki böyle bir şey gerçekleşmiyordu.

Saatler önce okuldan çıkarak direkt şirkete gelmiş, kendimi işlerle meşgul etmeye çalışmıştım. Ara ara kendimi gerçekten işime vermiş, dakikalarca dikkatimi dağıtmadan güzelce çalışmıştım fakat kim tarafından gönderildiğini bilmediğim gül buketi, bütün dikkatimi çabucak dağıtmıştı.

Gözlerimi, masamın üzerinde duran kırmızı güllere çevirdim. Geçtiğimiz günlerde Uraz Bey'den de birebir aynı olan bir buket evime gelmişti ama onun üzerinde Uraz Bey'den geldiğine dair bir not vardı. Bunları odama Güneş getirse de ona sorduğumda hiçbir bilgisi olmadığını söylemiş, bende de büyük bir merak uyandırmıştı.

Dudaklarım arasından derin bir soluk bırakıp tekrar önüme döndüm ve gözlerimi kapattım. Onun göndermediğine emindim. Çünkü o, böyle bir şey yapamayacak kadar birbirimizden uzaklaşmıştık. Günlerdir şirket dışında görüşmüyor, iş dışında da konuşmuyorduk. Hatta iş için bile konuşmuyorduk. Eğer bana gelmesi ya da ona göndermem gereken bir rapor olursa da devreye asistanlarımız giriyordu.

Kısacası birbirimizden olabildiğince kaçıyorduk.

Tıklatılan kapıya içten içte göz devirip ses vermemeye karar verdiğimde gözlerimi açmamakta da ısrarcıydım. Şu an Güneş dışında kimse odamda olduğumu bilmediğinden bunu çok umursamamıştım.

İlk önce kapının yavaşça açıldığını ardından da küçük ve sessiz olunmaya çalışıldığı belli olan adım seslerini duyduğumda kaşlarımı çatmak istedim ama bunu yapmadım. Kim olduğunu bir yandan merak ediyor bir yandan da gözlerimi açmakta zorluk çekiyordum. Dün gece Olcay'larla sabaha kadar birlikte olduğumuzdan doğru düzgün uyumamıştım. Bu yüzden de gözlerimi her kapadığımda geri açmakta oldukça zorlanıyordum.

Tekerlekli sandalyenin zemine çarpan sesi kulaklarıma ulaştığında hemen arkasından da burnuma, o tanıdık koku dolmuştu. Kısa sürede bağışıklık kazandığım ve günlerdir solumayıp bana eksiklik hissettiren okyanus kokusu, ciğerlerimde adeta bir bayram etkisi yarattığında saçlarımda bir el hissettim.

Saçlarımda dolanan parmakları, beni uyandırma gibi bir ihtimalden fazlasıyla kaçınıyor, narince saçlarımı okşuyordu. Hatta öyle ki neredeyse nefes bile almıyordu. Onun almadığı gibi ben de nefes almıyor, onun dokunuşlarının tadını çıkarıyordum.

Sanırım onu özlemiştim.

Gözlerimi açmak istesem de bunu yapamadım. Eğer açarsam bir şekilde konuşacaktık ve ben, bunu istemiyordum. Bir yandan ondan uzak kalmak istiyor bir yandan da bundan şikayet ediyordum.

Bir an burnunu saçlarımda hissettiğimde derin bir iç çektiğini de duymuştum. Günlerdir hissettiğim o burukluk yine baş gösterdiğinde kalbim de göğüs kafesimi zorlamaya başlamıştı.

"Ne işin var odamda?" Boğuk sesim, onun saçlarımdaki ellerinin bir an durmasına neden olduğunda kalbim hâlâ hızla atıyordu.

Bir süre konuşmadı ya da saçlarımı okşamadı. Bu esnada da gözlerimi ağırca aralamıştım. Gözlerimi araladığım an ellerini saçlarımdan hızlıca uzaklaştırdı. Bu da benden uzaklaşmasını istememe rağmen boşluğa düşmeme neden oldu.

Ne istediğimi ben bile bilmiyordum ve bu çok can sıkıcı bir durumdu.

Günler sonra ilk kez yeşil gözleri, gözlerime temas ettiğinde o an zihnimde yankılanan şimşeklerle kendime geldim ve usulca yerimde doğruldum. Benim doğrulmamla birlikte de heybetli bedeni, benden uzaklaşmıştı.

"Raporları almaya gelmiştim," dediğinde başımı kaldırarak ona baktım. Bana bakmıyordu.

"Aslı niye gelmedi?"

İkimiz de aynı anda ayaklandığımızda aramızda gereksiz bir yakınlık oluşmuştu. Bunu umursamamaya çalışarak yana doğru bir adım attığımda o da benimle birlikte bir adım atmıştı. Bu sefer diğer yana doğru adım attığımda yine aynı şey olmuş, derin bir nefes alma gereği duymuştum.

Kenan, geriye doğru bir adım atıp bana geçmem için fırsat tanıdığında nihayet onun etkisinden kurtulabilmiş, masama doğru ilerlemeye başlamıştım.

"Geç oldu, çıkmasını istedim." Başımı sallayarak onu onayladığımda yarım saat önce çıkardığım maliye raporlarını masanın üzerinden alarak tekrar ona doğru döndüm.

"Burada." Elimdeki siyah kapaklı dosyayı Kenan'a doğru uzattığımda elimden aldı.

"Nasılsın?" dedi, dosyanın kapağını açarken.

"İyiyim, sen nasılsın?"

"Nasıl hatırlıyorsan öyleyim." Bakışları bir anlığına bana döndüğünde arkamdaki gülleri de görmüş oldu. Eminim zaten odaya girdiğinde görmüştü.

Yumuşak olan ifadesi değişmezken tekrar elindeki dosyaya döndü. "Gizli hayranından mı?"

Benim de gözlerim masadaki güllere kaydığında dudağımı bilmem anlamında büzdüm.

"Kimin gönderdiğini bilmiyorum." Gözleri, elindeki raporlardayken kaşları havalandı.

"Anladım," En sonunda dosyanın kapağını kapatarak bana baktı. "Odama geçiyorum, kolay gelsin sana."

"Sana da."

O, odamdan çıkarken ben de onun arkasından bakakalmıştım.

Bir anda günler sonra ilk kez bu kadar konuşmuş, bu kadar yakınlaşmıştık ve bunun bana hiç iyi geldiği söylenemezdi. Tüm sistemimi sadece birkaç saniyede alt üst etmiş sonra da hiçbir şey olmamış gibi davranmıştı.

Derin bir nefes alarak masamın arkasındaki yerime oturdum ve yarım kalan işlerimi halletmeye koyuldum.

🐤🐤🐤

"Maran!"

Annemin bana seslenmesiyle birlikte elimdeki tableti bırakıp ayaklandım. "Efendim anne?"

Yaklaşık iki haftadır kendi evimde değil de yalıda kalıyordum ve bu nedenle de biraz olsun kafamı dağıtabilmiştim. Okuldan çıkar çıkmaz ya şirkete gidiyor ya da annemin güzellik salonuna gidiyordum. Böyle olduğunda eve geldiğimde ise yalnız kalıp kafayı yemiyordum ve bu, benim için iyi oluyordu. Sırf bu yüzden de bir süreliğine burada kalmaya karar vermiştim. Açıkçası annemle babam da bundan fazlasıyla memnun olmuştu.

"Bir dakika gelir misin?"

Adımlarımı hızlandırarak merdivenleri çıkmaya başladığımda kapıdan gelen sesleri duyabiliyordum. Kaşlarım çatılırken son basamağı da çıkarak salona ulaşmıştım. O esnada evin kapısının kapandığını duyduğumda eş zamanlı olarak annem de salonun kapısında görünmüştü. Elinde siyah bir kutu vardı.

"O ne?" dedim, adımlarım yavaşlarken.

Annemin meraklı bakışları elindeki kutudayken aramızdaki kısacık mesafeyi kapatarak kutuyu bana doğru uzattı. "Sana gelmiş, bilmiyorum. Aç bak hadi! Ben de merak ettim."

Onun bu meraklı haline gülerek kutuyu elinden aldım. "Kim göndermiş ki?"

"Kenan göndermiş." Başımı kaldırıp anneme baktığımda gözlerinin imayla parladığını gördüm. Bense onun aksine fazlasıyla şaşkındım. En son Kenan'la odama geldiğinde konuşmuş, onun dışında da birbirimize tek kelime bile laf etmemiştik ve şimdi evime bir kutu mu gönderiyordu? Üstelik yalıda kaldığımı nereden biliyordu ki?

Kaşlarım bir kez daha çatıldığında elimdeki kutunun kapağını açtım. Siyah kutunun içerisinde yine siyah bir zarf varken merakla zarfı elime alıp aceleci bir tavırla açtım. İçerisinde bir not bulmayı beklemiştim fakat not yoktu. Zarfın içerisinde sadece bir avuç tohum vardı.

Anlamsızca avucuma dökülen tohumlara bakarken kendimi koltuğa bıraktım. Bu sefer gözlerimi elimdeki tohumlardan alıp tekrar kutunun içerisine çevirdiğimde kırmızı bir gülle siyah bir not kağıdı olduğunu görmüştüm. Elimdeki tohumları tekrar zarfa koyup sehpanın üzerine bıraktım ve dikenlerinin özenle temizlenmiş olduğu gülü elime aldım.

Parmaklarım arasındaki gülü burnuma yaklaştırıp o hoş kokuyu içime çektiğimde dudaklarımda geniş bir gülümseme oluştu. Haftalar önce kim tarafından gönderildiğini bilmediğim güller aklıma gelirken onları Kenan'ın göndermediğini bir kez daha anlamam zor olmamıştı. En başta ondan şüphelensem de onun bunu böylesine gizli bir şekilde yapmayıp açık açık yapacağını biliyordum. Üstelik ertesi gün şirkete gittiğimde o güllerin odamda olmadığını da görmüştüm. Bunu da merak ederek yine Güneş'e sormuş, o da bundan haberi olmadığını bana söylemişti.

"Ay ne romantik bir çocuk bu böyle?" diyen annem, elimdeki gülü aldığında ben de büyük bir merakla kutunun içerisinde kalan son şeyi elime almıştım. Siyah bir kağıdın üzerine beyaz bir mürekkeple yazdığı bir nottu.

Sana gül bahçesi vadedebilirim.

               K.

Bir erkeğe göre fazlasıyla güzel olan el yazısıyla yazdığı notu birçok kez tekrar tekrar okuduğumda zarfın içerisindeki tohumların sebebini de böylelikle anlamıştım. Bana gönderilen o güllere karşı bile savaş açmıştı.

"Kıskanç herif." dedim, mırıldanarak. Bıraktığım zarfla elimdeki notu kutunun içerisine tekrar bırakıp kutuyu kapattım ve ayağa kalktım. O esnada da telefonla konuşarak merdivenlerden inen babam görüş açıma girmişti.

"Tamam, geliyorum şimdi." Kulağına yasladığı telefonu kapatarak ceketinin iç cebine koyduğunda annem de ayağa kalkmıştı.

"Nereye, Adnan?" Babamın, benimle tıpatıp aynı olan gözleri annemi buldu.

"Hastaneye," dediğinde annemle aramızda kısa bir bakışma geçti. "Fırat'ın oğlu, Uraz hastaneye kaldırılmış." Kaşlarım havalanırken babamın bakışları da bana döndü. "Sen de geliyorsun benimle. Adamlarla iş yapıyoruz sonuçta."

"Neden hastaneye kaldırılmış ki?" dedim, meraklı bir tavırla.

"Birileri evine zorla girip darp etmiş."

🌝🌝🌝

Loading...
0%