@meelcnmel
|
Spor ayakkabılarımın beyaz zeminde çıkardığı ses, beni rahatsız ederken bunu umursayacak durumda değildim. Olduğum yerde volta atıyor, konuşulanları dinliyordum. Buraya geleli henüz bir saat olsa da Uraz'ın çok da ciddi bir durumu olmadığını hepimiz görmüştük. Sadece yüzünde bazı yaralar vardı ve onlara da pansuman yapılmıştı. Kolu kırılmış, alçıya alınmıştı. Şu anda da odasında uyuyordu. Babam hastane odasının önündeki sandalyelerde oturmuş, Uraz'ın babasıyla konuşurken bir yandan onları dinliyor, onlara hiçbir tepki vermesem bile ihtimalleri kafamın içerisinde tartıyordum. Onların sesleri zihnimin içerisinde yankılanırken düştüğüm şüphe de beni oradan oraya savuruyordu. Bana gönderilen o güllerin sahibi Uraz olabilir miydi? Peki onu bu hale getirecek olan kişi de Kenan olabilir miydi? Olabilirdi. En başından beri ondan hoşlanmadığını biliyordum. Üstelik bana gönderilen o güller de Kenan'ın hiç hoşuna gitmemişti. Bunu da biliyordum. Emindim ki o gülleri de odamdan kendisi almıştı. Çünkü Uraz'ın babası, Uraz'ın evinde yerde parçalanmış gül yaprakları olduğunu söylemişti. Gerçekten Kenan ruh hastasının tekiydi. Ben aptal değildim. Gözümün önünde olan şeylerin farkındaydım ve bunlara, safa yatarak göz yumamazdım. Şu zamana kadar da bunu yapmamıştım zaten. O, beş dakika önce bana öyle güzel şeyler hissettirirken bir anda öylesine kötü şeyler düşünmemi sağlıyordu ki bunu nasıl yapabildiğini anlayamıyordum. Tamı tamına bir saat önce kalbimi hızla attıran adam o olamazdı. Gözlerimi daldığı boşluktan çektiğimde koridorun başında Turgay Amca'yı görmüştüm. Bize doğru geliyordu. Hemen arkasında gördüğüm Kenan da kulağına yasladığı telefonla konuşuyordu. Gözlerimi ondan çekip olduğum yerde döndüm ve volta atmaya devam ettim. Anında hızla atmaya başlayan kalbime ise yapabileceğim bir şey yoktu. "Çok geçmiş olsun Fırat Bey," Turgay Amca'nın sesi kulaklarıma ulaşırken bir kez daha olduğum yerde dönmüştüm. "Uraz nasıl? Ciddi bir şey yoktur umarım." Tam o an Kenan'la göz göze geldiğimizde o da geçmiş olsun dileklerinde bulunmuş, benim alayla gülmeme neden olmuştu. Ardından da sandalyelerden birine oturup rahat bir pozisyon yakaladığında ona ters ters bakmama engel olamamıştım. Gerçekten psikolojik sıkıntılarının olduğunu düşünmeye başlamıştım. "Ruh hastası." Kendi kendime söylenmeye başladığımda pantolonumun cebindeki telefon da çalmaya başlamıştı. Cebimdeki telefonu çıkarıp kimin aradığına baktım. Ufuk arıyordu ama şu an onunla uğraşamazdım. Aramayı reddedip ona kısa bir mesaj attım ve tekrar telefonumu cebime koydum. Arkama dönüp bir kez daha Kenan'a baktığımda kaşlarını çatmış, telefonuyla ilgilendiğini görmüştüm. Hiç düşünmeden adımlarımı ona doğru yönlendirdiğimde başını telefonundan kaldırmış, bana bakmıştı. "Gelsene benimle." Önce usulca kaşları havalandı ardından da telefonunu kapatıp cebine koydu ve ayağa kalktı. Ben, önden yürüyerek babamları oldukça gerimizde bıraktığımda durup ona doğru döndüm. Kollarımı göğsümde birleştirip onun bana doğru adımlamasını bekledim bir süre. Nihayet yanıma ulaşabildiğinde tam karşımda durmuş, tıpkı benim gibi kollarını göğsünde birleştirmişti. "Dinliyorum." dedi, yeşillerini üzerime dikip. "Senin yaptığını biliyorum," dedim, bir çırpıda. Bununla birlikte dudaklarında minik bir gülümseme oluştuğunda kaşlarımı çattım. Açıkçası şaşırmasını, inkar etmesini falan bekliyordum ama asıl şaşıran ben olmuştum. "Şaka mısın sen?" Omuz silkti. "Ne yapmışım ben?" dediğinde bu konuşmanın sonunda fazlasıyla sinirleneceğimi biliyordum ama geri adım atmadım. "Onu, sen bu hale getirdin. Niye yaptın böyle bir şeyi?" "Bir şey yapmadım, abartıyorsun." Rahat tavrı, sinirlerimi bozarken baş parmağıyla işaret parmağı arasındaki minik aralığı gösterip hafifçe gözlerini kıstı. "Azıcık dokunuş yaptım sadece." Elimi kaldırıp eline vurduğumda alaycı tavrı yok olmuş, dudaklarında gerçek bir gülümseme oluşmuştu. Gözleri, yüzümü turlarken elimi bu sefer göğsüne koyarak onu ittim ama her zamanki gibi yerinden kıpırdamadı bile. "İnanmıyorum sana ya! Nasıl yaparsın böyle bir şeyi? Üstelik odamdan yürüttüğün gülleri de olay mahallinde bırakmışsın, tebrikler!" "Zeki kadınlara zaafım olduğunu biliyor muydun?" Yüzlerimiz arasındaki kısa mesafe, bana yine kuralları hatırlatırken ondan bir adım uzaklaştım. "Konuyu çarpıtma!" dedim, otoriter bir tavırla. "Neden yaptın bunu?" "Onun bir sapık gibi sana gül göndermesine izin mi verecektim?" dedi, yumuşak ifadesi dağılırken. Kaşları çatılmış, yüzü sertleşmişti. Bu konu onu neden bu kadar ilgilendiriyordu anlamış değildim. "Sanane ya?" dedim, terslenerek. Bununla birlikte kaşları, adeta üst dudağına kadar çatıldı. "Seni niye ilgilendiriyor ki? Neyimsin sen benim?" "Neyin miyim?" dedi, yüzünü bana doğru yaklaştırarak. Gözleri, gözlerimden bir saniye bile ayrılmıyor, sanki bir şeyleri ispat etmeye çalışıyordu. "O herif senin neyin oluyor peki? Hayır çünkü sana kırmızı gül gönderecek kadar yakınlaşmış olmanız gerekiyor bence!" "Bir saat önce evime kırmızı gül gönderen sendin, Kenan!" "Çünkü biz," dedi, vurgulayarak. "Birbirimizin kokusunu bile tanıyoruz, Maran." Sözlerinin altında yatan anlamlar bana çok geçmeden ulaştığında yakınımda duran çehresi de benden uzaklaşmıştı. "Beraber çalışacağım ben o adamla! O zaman ne yapacaksın merak ediyorum." Başını hafifçe iki yana sallayıp ellerini ceketinin cebine koydu. "Çalışmayacaksın," dedi, kesin bir dille. İfadem alaylı bir hal alırken başımı, onu geçiştirircesine salladım. Eğer onun söylediklerini dinleyeceksem daha çok beklerdi. "İtalya'daki bağlantılarımı genişlettim ve senin için çok fazla çabaladım. Giovanni Costa, çok ünlü bir mimar. İşinde de oldukça iyi. Kısacası Maran," dedi, derin bir nefes alıp. "Kendisi projeni çok beğendi ve seninle çalışmak istiyor." Sözleri, bende şok etkisi yaratırken alaylı tavrımı da bir kenara bırakmam gerekmişti. Söylediklerinde oldukça ciddiydi. Üstelik bahsettiği adamı da tanıyordum. Dediği gibi çok ünlü ve işinde iyi bir adamdı. Dünyanın neredeyse her köşesinde tasarladığı yapılar vardı. Buralara tek tek gitmiş, hepsini gezip görmüştüm. Bu durumda her şeyini en ince ayrıntısına kadar araştıran bana göre söylediklerinin beni heyecanlandırması gerekirdi fakat heyecanlanmamıştım. Heyecanlanamamıştım çünkü sırf Uraz'la çalışmamam için bunu yapmıştı. Şu an gözünde şımarık bir kız çocuğu gibi görünebilirdim belki de ama onun bunca şeyi yaptıktan sonra bana böyle bir teklif sunmasını seve seve kabul edecek değildim. "Yani?" Gözlerime beklentiyle bakan yeşillerine ifadesiz bir şekilde baktım. "Kabul edeceğimi falan mı sanıyorsun? Tüm bu yaptıklarından sonra hem de?" Başını geriye doğru atıp sabır dolu bir nefes verdiğinde ona dik dik baktım. "Ne yapmışım ben?" dedi, umursamazca. "Ne mi yaptın?" Başını salladı. "Daha ne yapacaksın, Kenan? Adamın evini basmışsın! Daha ne yapabilirsin?" "Ayrıntılara çok takılıyorsun. İyileşir, geçer gider işte." Şaşkınlıkla ona baktım. "Barbar mısın sen ya?" "Ne istersen o olabilirim." "Defol," dedim, tıslarcasına. "Yaklaşma bana bundan sonra." "Sen bilirsin ama unutma," derken ellerini cebinden çıkardı ve bana doğru yaklaşarak kulağıma eğildi. "İstediğim şey için yapmayacağım şey yok." Burnuma sürtünen ceketinin yaka kısmından kokusu buram buram etrafa yayılıyordu. Her zaman olduğu gibi kokusu da beni etkisi altına almaya çalışıyordu. "Değil ev basmak, gerekirse o evi başına yıkarım ama sonunda istediğim şeyi alırım." "Alamayacaksın." dedim, keskin bir tavırla. Gülerek benden uzaklaştığında çenemi dikleştirdim. "Göreceğiz." Ardından arkasını dönerek koridorda gözden kayboldu. Onun ateşi beni küle çevirirdi. Yakardı, yok ederdi. O zehirli bir sarmaşık gibiydi.
🐤🐤🐤 Önümde açık olan bilgisayardaki mail, gönderen kişi tarafından bana büyük bir şok yaşatmıştı. Dakikalardır gözlerimi kırpmadan yazılanları tekrar tekrar okuyordum ama algıladığımdan şüpheliydim. Giovanni Costa, tam iki hafta önce bana bir mail göndermişti fakat ben bunu daha yeni görüyordum. Sürekli maillerimi kontrol etmeme rağmen nasıl bunu gözden kaçırdığımı anlayamamıştım. Bu konuda Kenan'ın bir parmağı olup olmadığını düşünsem de bu mail, o bu teklifi sunmadan önce Giovanni tarafından gönderilmişti. Üstelik gönderdiği mailde benimle görüşmek için önümüzdeki hafta buraya geleceğinden bahsetmişti. Gözlerimi kırpıştırarak bir kez daha o paragrafı okuduğumda çığlık atmamak için zor durmuştum. Ben resmen bu adama hayrandım ve kendisi benimle çalışmak istediğini söylüyordu! Dudaklarım arasından bir çığlık koptuğunda yan masalardaki birkaç gözün bana dönmesi de bir olmuştu. Bana deliymişim gibi bakıp geri önlerine döndüklerinde Olcay da bana dik dik bakıyordu. "Ne bağırıyorsun kızım?" Tamı tamına 10 dakika önce dersimiz bitmiş, Olcay'la beraber kafeteryaya inmiştik ve şimdi de Ufuk'la Onur'un dersinin bitmesini bekliyorduk. O, bilgisayardaki çizimiyle ilgilenirken ben de maillerimi kontrol ediyordum. "Sana bir şey söyleyeceğim," dedim, yerimde heyecanla kıpırdanırken. Bu halime güldü. "Söyle bakayım, ne söyleyeceksin?" Dirseklerini masaya yaslayarak bana doğru eğildiğinde derin bir nefes alarak bilgisayarımı kapattım. "Benim bir projem vardı ya?" Başını sallayarak beni onayladı. "Biliyorum, üzerine çok çalışmıştın hatta." Olcay, bu projeyle ne kadar çok ilgilendiğimi en iyi bilen insanlardandı. "İşte benimle çalışmak isteyen biri var," dediğimde bir kez daha güldü. "Şu Uraz denen herifle çalışacaksın, biliyorum! Anlatmıştın ya?" Başımı hızlıca iki yana salladım. "Hayır, hayır," dedim, yüzüm düşerken. Aklıma, Kenan'ın Uraz'ın evini basıp onu nasıl haşat ettiği gelmişti. O adam artık benimle çalışmazdı, biliyordum. "Benimle çalışmaz herhalde artık." Olcay'ın biçimli kaşları çatıldığında kahvemden bir yudum aldım. "Nasıl yani? Neden?" Göz devirdim. "Kenan herifin evini basıp dövdü çünkü!" Olcay'ın gözleri irileşirken masada duran telefonum da titremeye başlamıştı. Dersteyken sessize almıştım ve çıkarken de açmayı unutmuştum. Ekranda yanıp sönen isme baktığımda bütün sinir sistemim alt üst oldu. Telefonu elime alıp Olcay'a doğru çevirdiğimde şaşkınlığını bir kenara bırakıp gülmeye başladı. Hiç düşünmeden aramasını reddettim ve telefonumu ters çevirip masaya koydum. "Açmıyorum ama arayıp duruyor!" "Aşık işte," dedi, Olcay imalı bir şekilde. Ona ters ters baktığımda gözlerini belerterek bana baktı. "Fazla naz da aşık usandırır ama!" "Naz değil bu," diye çemkirdim. "İstemiyorum işte anlamıyor ki!" Olcay, bana bir şeyler söylemek için dudaklarını araladığı an gözleri omzumun üzerinden bir noktaya takıldı ve anında dudaklarını birbirine bastırdı. Onun bu tavrına anlam veremesem de konuşmaya devam ettim. "Adam bana çiçek gönderdi diye adamın evini basmış, Olcay! Düşünebiliyor musun? Maçonun Allah'ı resmen adam!" Olcay'ın o garip ifadesi birden yok olduğunda söylediklerime şaşkınlık içerisinde baktı. "Ne?" dedi, bağırarak. Bununla birlikte de bir kez daha diğer masaların gözü bize dönmüştü. Birazdan buradan kovulacağımıza emindim. "Maço mu?" diyen gür sesi, kulaklarıma dolduğunda gözlerim kocaman açıldı ve Olcay'a baktım. Onun da gözleri arkamdaki o noktadaydı. "Şu an arkamda mı?" dedim, hayretle. Olcay, gözlerini kapatıp açarak beni onayladığında yanımdaki sandalye çekilmiş ardından da o bedeni görüş açıma girmişti. Yeşil gözleriyle doğrudan temas haline geçtiğimizde o ferah kokusunun etrafımı sarması da çok sürmedi. Üzerinde, gözleriyle aynı renk olan haki yeşili salaş bir gömlek vardı ve bunu söylemekten hiç hoşlanmasam da ona yakışmıştı. Oturduğu sandalyeyi, bana doğru yanaştırarak dibime kadar girdiğinde fazlasıyla ağır bir şekilde gözlerimi devirdim. Sürekli burnumun dibinde bitmesi normal değildi. "Dilinden düşmediğimi biliyordum ama şahit olmak ayrı bir keyiflendirdi açıkçası." dedi, serseri bir tavırla. Yüzündeki sırıtış, başkasında olsa itici gelebilecek seviyedeydi fakat onda hiç öyle durmuyordu. Ona olan bakışlarımı fark ettiğinde bakışlarını benden çekip Olcay'a baktı. Bu esnada da önümdeki kahveden bir yudum almıştı. Bu adamın bu rahatlığı beni öldürecekti zaten! "Naber Olcay?" "İyidir eniş-" Olcay'a hoş olmayan bir bakış attığımda gülümseyerek ekledi. "Senden naber?" "İyi değilim," diyerek yanıtladı onu, Kenan. Bakışlarının odağı tekrar ben oldum. "Arıyorum açılmıyor, mesajlarıma dönüş yapılmıyor. Nasıl olabilirim?" "Ona rağmen okuluma kadar geldin!" Cıkladım. "Boşu boşuna yoruldun, git hadi." Kaba tavrıma karşılık bana doğru eğildiğinde elimi kolumu nereye koyacağımı şaşırmıştım. Yaptığı en ufak hareketten bile ne yapacağını kestiremiyordum. "Çok beklersin." Sıkıntıyla iç geçirdim. "Ne istiyorsun oğlum benden? Rahat bıraksana beni." dedim, ters ters. "Bırakmayacağım," Gözleri, yüzümün her köşesine değdiğinde elini kaldırıp saçlarımı omzumun gerisine doğru attı. Bu küçük hareketiyle birlikte de çatık kaşlarım normal haline gelmiş, allak bullak olmuştum. "Konuşmamız lazım." dedi, mırıldanarak. Az önceki yaramaz ifadesi bir anda kaybolmuş, o gözleri saçlarımda kaybolup gitmişti. "Hayır, öyle bir gerekliliğimiz yok bence!" dedim, etkisinden kurtulmaya çalışarak. Bu sırada da Olcay, adeta film izlermişçesine bizi izliyordu. "Sen konuşmak istiyorsun, ben değil." Ağırca başını salladı. "O zaman beni dinlersin." dediğinde oflayarak kollarımı göğsümde birleştirip arkama yaslandım. "Konuş." Göz devirdi. "Baş başa." "Ben kalkayım, siz konuşun." Olcay, aramıza girdiğinde tam yerinden kalkacaktı ki Kenan eliyle onu durdurdu. "Lütfen," dedi, fazlasıyla kibar bir şekilde. Benimle birlikteyken odundan farkı olmuyordu. "Sen otur, biz gideceğiz." Olcay, kararsız bir şekilde bana baktığında istemeyerek de olsa onu başımla onayladım ve ayağa kalkarak çantamı toplamaya başladım. "Geleceğim hemen, beklersiniz beni." "Tamamdır." Çantamı alarak kafeteryadan çıktığımda Kenan da arkamdan geliyordu. Okulun bomboş olan bahçesinde ilerlerken yağmur atıştırıyordu. Böyle havaları çok severdim fakat ıslanmaktan hoşlanmazdım. Bu yüzden de ilerideki ağacın altına geçtiğimde ellerimi de peluş kabanımın ceplerine koymuştum. Hava bugün oldukça soğuktu. Kenan'la aramızda sadece birkaç adım varken yanıma ulaşması saniyelerini aldı. Saçları, atıştıran yağmurdan az da olsa nasibini almış, birkaç ıslak tutam da gelişigüzel alnına dökülmüştü. Üzerindeki deri ceketiyle gerçekten okuldan biri gibi görünüyordu. Böyle spor giyinmek onu olduğundan genç göstermişti. "Ne var?" dedim, kaba davranmamaya çalışarak ama bu, mümkün olmamıştı. "Niye açmıyorsun telefonlarımı?" Islanmış olan saçlarını geriye atıp gözlerini gözlerime çıkardı. Beyaz teni havanın soğukluğundan anında etkilenmiş, yanakları hafifçe kızarmıştı. Kızarmış olan burnuna gülmemek için yanağımın içini dişlediğimde bunu fark ederek hafifçe gülümsedi. "Ne?" dedi, tatlı bir tınıda. Kendimi tutamadığım anda dudaklarımdan minik bir kıkırtı döküldü. "Burnun kızarmış." Sözlerimle birlikte onun da gözleri burnuma ve yanaklarıma kaydı. "Senin de öyle," Bir elini yaslandığım ağaca yaslayıp diğer elini de kaldırarak önce burnumun ucuna daha sonra da yanağıma dokundu. "Şu an sinirlensen bir şey fayda etmez, sadece beni güldürürsün." Burnumu kırıştırdım, buz gibi tenimdeki sıcacık elini görmezden gelerek. "Normalde de gülüyorsun zaten!" Kıkırdayarak iyice bana sokulduğunda bunu, birden bastıran yağmurdan dolayı mı yapmıştı bilmiyordum ama yine bir şekilde onunla burun burunaydık. Zaten aksi mümkün olmuyordu! Birbirimizle normal bir mesafedeyken konuşamıyorduk çünkü. "Çok tatlı oluyorsun ondan." Midemdeki tenyalar bir kez daha devreye girdiğinde vücudumdaki tüm kan da yanaklarıma toplanmıştı. Zaten soğuktan kızaran yanaklarım onun dudaklarından dökülen kelimeler yüzünden daha beter hale gelmişti, buna emindim. Yüzüme doğru eğdiği yüzü, kalbimi deliye çevirirken nefes alış verişlerimin bile hızlandığını yeni fark ediyordum. Biz yine hangi ara böyle bir pozisyona girmiştik ki? "Yanıp tutuşuyorum senin için," dedi, boğuk bir sesle. Gözleri, adeta kalbime işlerken yüzüme düşen bir tutam saçı parmağına dolamaya başladı. Sözleri de gözleri gibi yakıcıydı. "Daha ne kadar sürecek bu?" Burnu burnuma sürtünürken dudaklarımdan titrek bir nefes verdim. Elini saçlarımdan çekerek boynuma yerleştirdiğinde az önce soğuktan üşüyen bedenim anında ısınmıştı. "Neyi zorluyorsun anlamıyorum," dedim, bir çırpıda. "Birbirimizi tanımaya çalışıyorduk ve tanıdık. Birbirimize uyg-" Lafımı kesen şey, baş parmağının alt dudağıma temas etmesi olurken dudaklarımı birbirine bastırmaktan başka çarem yoktu. "Şşh," Kaşları çatık olsa da boynumu hafif hafif okşamayı ihmal etmiyordu. "Bunları söyleyeceksen konuşma," Koyulaşan yeşilleri dudaklarıma indi. "Öp beni sadece." "Bazen takıntılı bir manyak olduğunu düşünüyorum," dediğimde dudaklarıma atıldı fakat ben, ondan önce davranarak parmaklarımı dudaklarına yasladım. Şu an dudakları dudaklarıma yakındı ama beni öpmesine engel olan şey, parmaklarımdı. "Sana, beni öpme demiştim." "İsteklerimi ben bile bastıramıyorum sen nasıl bastıracaksın?" dedi, parmaklarımın uçlarına birer öpücük bırakırken. Soğuktan kızarmış ellerim onun dudaklarında konaklarken kalbimin durumu hiç iyi değildi. Midem bulanıyor, kalbim sıkışıyordu. "Kız," diyen ses, bizim bu romantik havamızı bozduğunda Kenan'ın dudaklarına yaslı olan parmaklarım da boşluğa düşmüştü. Başımı sesin geldiği yöne çevirdiğim sırada Kenan, bundan istifade ederek yanağıma tatlı bir öpücük bıraktı. Tenime değen dudaklarının baskısı yok olduğu an ona, gözlerimi belerterek baktım ve indirdiğim elimi kaldırarak hafifçe göğsüne vurdum. Ona benden uzak durmasını söyledikçe daha yakınıma geliyor, bunu yaparak da beni etkisi altına almaya devam ediyordu. "Kenan!" dedim, uyarıcı bir tonda ama o sadece güldü. "Takıntılı manyak, ruh hastası!" "Ne yapıyorsunuz kuytu köşede diyecektim ama sormama gerek kalmadı," Ufuk'un sesi kulaklarıma dolduğunda başımı ona doğru çevirdim. Gelen onunla Onur'du. İkisi de bize sırıtarak bakıyordu. Giydikleri kazakların kapüşonlarını başlarına geçirseler de yağan yağmurdan dolayı ıslanmışlardı. "İyice yoldan çıktın sen de," dedi, bana doğru. Ona ters bir bakış attığımda Kenan'a doğru döndü. "Enişte yine olaysın. Bu ne yakışıklılık?" Ofladım. Bu çocuk her gördüğünde Kenan'a asılmak zorunda mıydı? "Sululuk yapma, Ufuk." Beni umursamadığını belli edercesine omuz silkti. "Naber abi?" Onur, Kenan'la selamlaştığında ikisinin arasında da bir sohbet oluşmaya başlamıştı. Tabii biz onları dinleyemiyorduk çünkü an itibariyle Ufuk'la bir laf dalaşına girmiştik. Bir Kenan'a bir bana bakıp kaş göz yapıyor, benim sinirlerimi bozuyordu. "Olcay nerede?" diyen Onur'u, çenemle kafeteryayı göstererek yanıtladım. "E yanına gidelim o zaman?" Cıkladım ve cebimden telefonumu çıkardım. "Bana geçeceğiz, mesaj atayım otoparka geçsin." Elimdeki telefondan Olcay'a kısa bir mesaj atıp telefonu tekrar cebime koydum. "Enişte de gelecek mi?" dedi, Ufuk da gıcık bir şekilde. Kenan'ın gözleri bana dönerken Ufuk'a yandan bir bakış attım. "Onun işi var," dedim, yapmacık bir şekilde gülümseyip Kenan'a dönerken. Gözleri, dudaklarımdaki sahte gülüşe kayarken usulca kaşları havalandı. "Çok bile kaldı." Kenan, bu emrivaki tavrımı gayet normal karşılarken yanağım da az önceki öpücüğüyle iyice ısınmıştı. "Aynen," dedi, ağırca başını sallayıp. Gözlerini benden alıp Onur'la Ufuk'a baktı. "İşlerim var, başka zaman belki?" Ufuk'la Onur, Kenan'ı onayladıklarında Olcay da kafeteryadan çıkmıştı. Onu gördüğümüzde de ikisi Kenan'la kısa bir vedalaşma yaşamış, hızlı adımlarla Olcay'ın peşine takılmışlardı. Ben de onların arkasından gitmek için bir adım atmıştım ki Kenan, nazikçe kolumu tutarak beni durdurdu. Derin bir nefes alarak başımı ona doğru çevirdim. "Ne istiyorsun ya?" dedim, bıkkınlıkla. "Barışmadık mı şimdi?" Çocuksu sorusuyla birlikte gülmemek için bir kez daha kendimi zorladığımda beklentiyle gözlerime bakıyordu. Hem bu kadar çocuksu hem de bu karakterine fazlasıyla uzak olmayı nasıl başarıyordu, bilmiyordum. "Küs müydük?" Hafifçe kaşlarını çattı. "Değil miyiz?" "Değiliz," dedim, onu yanıtlayarak. "Küs falan değiliz ama sen yine de benden uzak dur." Bir kez daha onu uyardığımda bu sefer bıkkınlıkla nefesini veren o oldu. "Niye uzak duruyormuşum ben senden?" Dudaklarım iki yana çekilirken alayla güldüm. "Maçosun, krosun, kabadayının tekisin!" Bu çıkışım ve söylediklerimle birlikte kaşları daha da çatıldı. "Benden uzak durman için bence gayet makul sebepler. Üstelik o geceyi hala unutabilmiş değilim!" Kolumdaki eli boşluğa düşerken çatık kaşları düzelmiş, yumuşacık ifadesi tekrar yerine oturmuştu. Beni haklı gördüğünü biliyordum ama bu sebeplere rağmen peşimi bırakmıyordu! "Özür dilerim," dedi, mahcubiyetinin kokusunu alabildiğim o ses tonuyla. İfadesi de tavrı da uzlaşmaya çalışır nitelikteydi. "Ama sadece o gece için." diyerek de ne için özür dilediğinin altını çizdiğinde gözlerimi bayarak yanından geçmek için bir kez daha adımlamaya koyulmuştum fakat beni yine durdurdu. "Tamam," Kısa bir an gözlerini yumduğunda neden bu kadar zorlandığını anlayamamıştım. Alt tarafı bir özürdü! "Sikeyim, tamam! Özür dilerim her şey için." Bakışları gözlerimde durduğunda birkaç saniye sadece yüzümü inceledi ve elini kaldırıp yanağıma yerleştirdi. Gözlerinin uzun uzun yüzümde dolaşması ve ufacık temasıyla göğsümün içerisindeki alev topu devreye girdiğinde ona çaktırmamaya çalışarak dudaklarım arasından bir soluk bıraktım. Parmakları yanağımı okşamaya başladığında bir an önce adımlarıma komut verip, siktir olup gitmem gerektiğinin farkındaydım fakat kahrolası ayaklarım, adım atacak gücü kendinde bulamıyordu. "Unutalım her şeyi, olmaz mı?" dedi, kısık bir sesle. Gözlerim, yumuşacık bakan gözlerine bakmamak için direnirken sürekli olarak kendimi onun gözlerinde buluyordum. Eğer bakarsam beni bir şekilde ikna edecek, ondan kurtulmaya çalışırken yine onun esiri olacaktım. Fakat ben böyle düşünürken kalbim zaten onun himayesi altına girmiş, benim mantığımı da zihnimi de yok saymıştı. "Maran, hadi!" Ufuk'un sesi, bir kez daha aramıza girdiğinde silkelenerek ondan uzaklaşmıştım. Ondan uzaklaşmıştım ama o ellerinin hayali varlığı hala tenimdeydi. İşte beni etkisi altına alması bu kadar sürüyordu. "Gitmem lazım," Boğazımı temizleyerek ellerimi tekrar ceplerime koydum. Onun kolları arasından çıktığım an yine üşümeye başlamıştım. "Konuşuruz sonra." O, bakışlarını ilerimizde duran Ufuk'tan aldığında nihayet bana bakabilmişti. Bana seslendiği için Ufuk'a kurulduğunu anlamak zor olmamıştı. "Konuşalım ama," dedi, başını hafifçe omzuna doğru eğerken. "Aç telefonlarımı, lütfen." Bunu, emir vermekten ziyade oldukça naif bir şekilde söylemişti. 'Lütfen' derken takındığı tavır bile bana çekici gelirken içten içe kendime sövmekle meşguldüm. Onun tek bir lafına bu kadar anlam yüklememeli, üzerine bu kadar düşünmemeliydim. "Tamam," dediğim an dudaklarında minik bir gülümseme oluştu. "Görüşürüz o zaman." "Görüşürüz." Onun bakışlarından kurtularak arkamı dönüp yürümeye başladığımda kalbim de olması gerekenden hızlıydı. "Gerizekalı," dedim, kendi kendime. "Aptalsın sen." Elimin tersiyle cayır cayır yanan yanağıma hafifçe dokundum. Bu temasla birlikte parmaklarım da yanmaya başlamıştı. Şu an berbat bir haldeydim. Bir an önce eve gitmeli ve bu havaya rağmen soğuk bir duş almalıydım. Aksi takdirde aklımın başına geleceği yoktu. Ceketimin cebindeki arabamın anahtarını çıkardığımda çoktan bizimkilerin yanına ulaşmıştım. Onlar benden imalı bakışlarını eksik etmezken onları umursamamış, arabaya binmiştim. Günlerdir Yiğit'in büyük çabalarıyla hezimete uğrayan arabam yerine garajdaki arabalarımdan birini kullanıyordum. Bunun sebebi de hala arabamın ne durumda olduğunu bilmeyişimdi. Aklım öyle bir başından gitmişti ki bunu Kenan'a sormayı bile akıl edememiştim. Eve gider gitmez ona, arabam hakkında mesaj atacağıma dair zihnimin bir köşesine not aldığımda benden önce onun arabası da okulun bahçesinden çıkış yapmıştı. "Sen yalıda kalmıyor muydun?" dedi, yan tarafımda oturan Olcay. "Eve geçeceğim bugün." derken emniyet kemerimi takıp arabayı çalıştırmıştım. Hemen yan tarafımdaki Onur'un arabası da hareketlendiğinde Olcay da elindeki telefonu kapatıp çantasına attı. "Enişte ne diyor?" Kaşlarım çatılırken gözlerimi devirdim. "Şuna enişte deyip durmayın ya!" dedim, carlayarak. "Nereden enişteniz oluyor, anlamıyorum?" Olcay, bu çıkışıma güldü. "Sinan'la bile bu kadar yakın değildin bilmem farkında mısın?" dediğinde içten içe ona hak veriyordum ama bunu ona söyleyip kendi kendimi köşeye sıkıştırmak istemiyordum. "Sen mesafe seversin ama bu adam sürekli yanında bitiyor! Normalde senin bu asabi tavrından kaçması gerekirken tam tersi oluyor." Bana yandan bir bakış attı. "Bence ona izin veren sensin." Ona cevap vermedim. Söylediklerinde haklıydı ve ben, istemeyerek de olsa yine bir köşeye sıkışmıştım. Söylediği gibi Kenan'a izin veren bendim. Her ne kadar onu terslesem de sürekli burnumun dibinde bitmesi, benim gözlerimde gördüklerindendi. Onu kendi isteğimle öpmüş, ona yakın olmuştum. Bir şekilde ona alan tanımıştım ve şimdi de ondan kurtulamıyordum. Sanırım kurtulmak da istemiyordum. Geri kalan yolculuğumuzda Olcay, birkaç kez konuşmaya çalışsa da ona cevap vermemeye devam etmiş, kendi içimde muhakeme yapmıştım. Evin bahçesine girene kadar da dalgın bakışlarım hep yolda, zihnim de düşüncelerle boğuşmaktaydı. Arabayı park edip Olcay'la beraber arabadan indiğimizde çok geçmeden Onur'un arabası da bahçeye girmişti. Çantamdan anahtarımı çıkarıp evin kapısını açarken üçü de şamata halindeydi. Onlara yine olduğu gibi kulak asmayarak içeri girdim. Direkt olarak mutfağa geçip kendime bir şarap çıkarmak isteyerek koridoru aştığımda günler önce evden çıkarken bıraktığım manzaranın çok ötesinde bir manzarayla karşılaşmıştım. Dudaklarım şaşkınlıkla aralanırken kaşlarım usulca havalandı ve bir süre olanları algılamaya çalıştım. Evimin salonunda hayatımda hiç görmediğim kadar kırmızı gül vardı. Üstelik sadece salonda değil, evin her köşesinde bu güllerden vardı. Kanepelerde, sehpanın üzerinde, merdivenlerde... Duran adımlarıma yön verip kanepeye doğru ilerledim ve gözüme kestirdiğim bir gülü elime aldım. Günler önce Kenan'ın gönderdiği gibi yine dikensizdi. Gözlerimi kırpıştırarak evimin her köşesinde bulunan güllere baktım teker teker. Bunu kimin yaptığı açıkça ortadaydı, üzerine düşünmem gereksiz olurdu. Hem de sadece özenle temizlenmiş dikenlerinden anlamam mümkündü. "Yuh," Onur'un tepkisine benzer tepkiler Olcay'la Ufuk'tan da gelirken o günden beri çantamda taşıdığım tohum dolu zarf da aklıma gelmişti. Aklımdan çıktığı da yoktu zaten. Onları ekmeli miydim bilmiyordum ama zihnim, sürekli o tohumlarla meşguldü. "Sapığından herhalde?" dedi, Ufuk. "Kenan," dedim, a harfini uzatarak. Sesim bir mırıltı halinde çıkarken elimdeki gülü de burnuma yaklaştırıp o hoş kokusunu içime çekmiştim. Çiçek sevip sevmediğimi bile bilmezken kırmızı güllerle birden aramızda oluşan bu bağ sanırım Uraz'ın sayesindeydi. Bu düşünceme karşılık dudaklarımdan bir kıkırtı döküldüğünde onlar 'sapığım' konusunda tartışmaya başlamışlardı. "Enişteden bence." diyerek doğru tespitte bulunan Olcay, Ufuk'un gözlerinin irileşmesine neden oldu. "Enişte sapık mıymış?" Gülmeme engel olamazken telefonumu çıkararak Bora'ya mesaj attım. Ona, ben yokken eve giren biri olup olmadığını sorsam da ısrarla böyle bir şeyin yaşanmadığını söylemişti. Kenan bu sefer temiz çalışmış olmalıydı. Bora'ya, birkaç kişiyi içeri gönderip ortalığı toparlamasını ve çiçekleri de arka bahçedeki seraya götürmelerini söylediğimde beni ikiletmeyerek sadece saniyeler içerisinde dışarıdaki korumalardan birkaçını içeri yollamıştı. Onlar etrafı toparlarken bizimkileri kış bahçesine göndermiş, ben de mutfağa geçerek kendime bir kadeh şarap almıştım. Elimdeki açık telefona bakarken bir yandan ağırca şarabımı yudumluyordum. Şu an önceliğim yukarı çıkarak ılık bir duş almaktı fakat sanıyorum ki onun da öncesinde mesaj atmam gereken biri vardı. Parmaklarım benden bağımsız bir şekilde çoktan onun isminin üzerine tıklamış, ona mesaj yazmaya koyulmuştu bile. Kalbim de alt tarafı bir mesaj için yine yoldan çıkmıştı. G Ahu Maran KAYA: Gül işini biraz abartmıyor muyuz? Ahu Maran KAYA: Bu çok fazla değil mi sence de? Mesajı atar atmaz çevrimiçi olduğunda dudaklarımdaki gülümseme genişlemişti. Kenan KESKİN: O lavuk sana gönderdiğinde fazla olmamış mıydı sence de? Gözlerimi devirerek klavyenin üzerindeki parmaklarımı hareketlendirdim. Bir anda tüm ruh halimi böyle değiştirebiliyordu. Ahu Maran KAYA: Bahsettiğin o lavuk sadece bir demet göndermişti. Kenan KESKİN: Ve sen de kimden olduğunu araştırmadan odanda tutmaya devam etmiştin, Kenan KESKİN: Tüm bunları hatırlıyorum, inan bana. Ahu Maran KAYA: Konuyu buraya nasıl getirdiğini gerçekten anlamıyorum. Bu esnada da mutfaktan çıkmış, merdivenleri tırmanarak odama geçmiştim. Üzerimdeki ceketi çıkarıp berjerin üzerine bıraktım ve ayağımdaki botlarımı çıkarmaya koyuldum. Keşke önceliğimi banyoda geçirmeye karar verip ona mesaj atmasaydım. Bir anda yine sinirlerimi hoplatmıştı. Yatağımın üzerine bıraktığım telefonuma bildirim düşerken takılarımı çıkararak komodine bıraktım ve tekrar telefonumu elime aldım. Kenan KESKİN: Evet, Kenan KESKİN: Ben de anlayamadım. Bu şapşal tavrına karşılık çatık kaşlarım normal haline dönmüş, hafifçe gülmüştüm. Ahu Maran KAYA: Duşa gireceğim, sonra konuşalım. Kenan KESKİN: Olur. Telefonumu da komodine bırakıp banyoya geçtim ve üzerimdekileri çıkararak kendimi suyun altına attım. 🐤🐤🐤 "Geliyorum işte, anne!" Fazlaca güvenliğin bulunduğu büyük demir kapıdan geçerek büyük arazide ilerlemeye başladığımda annemle olan konuşmamı da sonlandırmıştım. Birkaç gün önce Bige arayarak bu sabah için beni kahvaltıya çağırmıştı. Defne Teyze de annemleri arayarak bizzat kendisi davet etmiş, annem de bunu bana söylemişti fakat ben, günler öncesinden gelmeyeceğimi söylememe rağmen Bige aradığında anneme yaptığım itirazları ona yapamamıştım. Şu anda da koskoca arazide arabamla ilerlemekteydim. Hava bugün kasvetli değil aksine güneşliydi ama o buz gibi soğuk da olduğu yerdeydi. Aralık camdan yüzüme hafifçe çarpan rüzgar, beni rahatsız etmezken ileride gördüğüm siluette netlik kazanmıştı. Bu havaya rağmen giydiği siyah şortu ve gri tişörtüyle beni şaşırtsa da ona doğru biraz daha yakınlaştığımda gri tişörtünün terden sırılsıklam olduğunu görmüştüm. Oldukça yavaş adımlarla az ilerimdeki evine doğru ilerlerken kulağındaki kulaklığı çıkardı. İşte tam o an, başını telefonundan kaldırdığında film kaplı camlara rağmen göz göze geldik. Direksiyondaki ellerim anında terlemeye başlarken kısık bir küfür mırıldandım. "Sana ne oluyor acaba?" dedim, kaşlarımı çatıp dikiz aynasından kendime bakarken. "Ne oluyor yani?" Kendi kendime söylenirken arabam da yavaşlamış, tam onun evinin önünde durmuştum. O da dudaklarındaki içimi kıpır kıpır eden gülümsemesiyle adımlarını hızlandırarak bana doğru yanaştığında aralık olan camı tamamen açtım. Terleyen avuç içlerimi dizlerimin üzerinde duran trençkota sildiğimde gözlerimiz de yakınen temasa geçmişti. Onu en son okula geldiğinde görsem de o günden beri düzenli olarak konuşmuştuk da. Hatta bazen hiç uyumadığımız bile olmuştu. Şu an düşündüğümde de ne hakkında bu kadar konuşmuş olabileceğimizi sorgulamıştım. "Yolunu mu kaybettin?" dediğinde rujlu dudaklarımı ıslatarak ona baktım. Ya şaka yapıyordu ya da kahvaltıdan haberi yoktu. Saçları yer yer ıslakken yanakları da hafifçe kızarmıştı. Koşudan dönüyor olmalıydı fakat saat, bunun için geç sayılırdı. "Yolumu kaybetmiş olmayı dilerdim ama maalesef bir kahvaltıya davet edildim." diyerek onu yanıtladığımda önce kaşları çatıldı ardından da çok geçmeden eski halini aldı. Dişlerini hafifçe alt dudağına geçirdiğinde gözlerim de pembeleşmiş dudaklarına kaydı. "Ben unutmuştum onu." dedi, telefonunu cebine koyarken. Başımı ağırca sallayarak onu onayladım. "Fark ettim," O sırada telefonum çalmaya başladığında kimin aradığına kısa bir bakış atarak aramayı meşgule attım. Annemdi. "Ben de geç kaldım galiba." "Beş dakika beklersen beraber geçebiliriz." dediğinde düşünüyormuş gibi yaptım. Olabilirdi. Tam onu onaylamak için dudaklarımı aralayacaktım ki önünde durduğumuz evinin bahçe kapısında gördüğüm kadın, kısa bir an duraksamama yol açtı. Bir yandan parmakları arasındaki sigarayı içerken bir yandan da elindeki kahve dolu olduğunu düşündüğüm kupayı ağırca yudumluyordu. Üzerinde, ona fazlasıyla bol olan bir tişört dışında başka hiçbir şey yoktu. Tişörtün kime ait olduğunu anlamam zor olmazken bakışlarının odağı bizdik. Yaslandığı kapıdan kısık gözlerle bizi izliyordu. Esvet'ti. Bu sefer kemerine dizdiği bıçaklar da kırmızı ruju da yoktu ama onu tanımam kolay olmuştu. Damarlarımda kol gezinen ve adını koyamadığım o his, az önceki kıpır kıpırlığımı yok ederken Kenan da bakışlarımı fark etmişti. Birkaç saniye bana bakıp ardından omzunun üzerinden baktığım noktaya bir bakış attı. "Bence sen gelmesen de olur," dedim, iğneleyici bir ses tonuyla. "Kahvaltını yapmış görünüyorsun." Bakışları bana döndüğünde bu tepkimi yatıştırmaya çalıştığı belli olan bir şekilde güldü. "Saçmalama." Birden takındığım bu tavırla birlikte aramızdaki camı kapattığımda ne yapacağımı anlamıştı. "Maran," Boğuk sesi kulaklarıma ulaşırken onu umursamayarak ellerimi direksiyona yerleştirdim ve çalışır vaziyette olan arabamı geniş arazide hızla kullanarak yanından ayrıldım. Göğsüme oturan ağırlığın aksine birden gereksiz yere duymaya başladığım bu öfke, bir an ne hissettiğimi anlayamama neden olmuştu. Neden böylesine öfkelenmiştim ki? Bu çok gereksiz ve saçmaydı. O kadınla eskiden bir ilişkisi olduğunu biliyordum. Bunu Esvet'le konuşurken duymuştum ve şu an evinde yarı çıplak bir hâlde görmem, beni bu kadar öfkelendirmemeli hatta hiç öfkelendirmemeliydi. Fakat gel gör ki durum öyle değildi. Kaşlarım çatılmıştı ve resmen burnumdan soluyordum. Öfkem bir yana göğsümde hissettiğim ve canımı acıtan his de canımı sıkmaya yetiyordu. Onun gibi bir adamın ilgi duyduğu (!) tek kadın olmam en az böyle hissetmem kadar saçmaydı. Evin önüne park ettiğim arabadan inmeden önce dikiz aynasından kendimi kontrol ettim ve sadece çantamı alarak arabadan indim. Evin kapısını çalmayı saçma görerek bahçe kapısına doğru ilerlemeye başladığımda kulaklarıma ulaşan kahkaha seslerini de duyabiliyordum. Bir de bu kahvaltı eksikti zaten! "Günaydın herkese!" dedim, duyduğum öfkeye rağmen kocaman bir gülümsemeyle. Rol yapmakta üstüme yoktu. Masadakilerin bakışları bana döndüğünde daha önce hiç görmediğim iki çift gözün de odağı olmuştum. Biri kadın biri erkekti. Erkek olan Kenan'a oldukça benzerken kadının onlarla olan bir benzerliği yoktu. Kestane rengi saçları dalgalar halinde omuzlarından dökülürken ela gözleri de adeta gülümseyerek bakıyordu. Bakışlarımı onlardan alarak beni kucaklayan Defne teyzeyle samimi bir şekilde selamlaşmıştım. Geç kaldığımdan dolayı da ufak bir özür dileyerek herkesle selamlaştığımda babamla annemin yanağına birer öpücük bırakarak boş bir sandalyeye oturmuştum. "Nasılsın Maran'cığım?" diyen Turgay amcaya gülümseyerek baktım. "İyiyim, Turgay amca. Siz nasılsınız?" Turgay amcayla olan sohbetimize dakikalar sonra babam da dahil olurken bir süre sonra onlar kendi aralarında bir sohbete girmiş, ben de böylelikle kolayca ortamdan sıyrılmıştım fakat bu düşüncemi baltalayan Defne teyzeyle annem oldu. "Gediz, Kenan'ın abisi." diyen Defne teyzeden bakışlarımı alarak tam karşımda oturan adama çevirdim. Kenan'ın abisi olduğu zaten iki kilometre öteden anlaşılıyordu. "Eşi de Firuze." Firuze, genişçe gülümseyip elini bana doğru uzattığında ben de tıpkı onun gibi gülümseyerek onunla tokalaşmıştım. Çok güzel bir kadındı. "Memnun oldum, Maran." dedi, naif bir ses tonuyla. "Ben de öyle." Ardından Kenan'ın abisiyle de tokalaşmıştım. O, Firuze kadar mutlu görünmüyordu. Oturdukları sandalye arasında bile bir mesafe varken aralarında da gözle görülür bir gerilim vardı. Belki de kendi öfkemden öyle anlamıştım! Bahçe kapısında görünen Bige'nin ardından arkamdan duyduğum ses, görmezden gelmeye çalıştığım öfkemi gün yüzüne çıkarırken önümdeki çaydan bir yudum aldım ve sakinleşmeyi umdum. "Günaydınlar," dedi, neşeli bir sesle. Ben, ona göz devirdiğimde bir yandan da yanımdaki boş sandalyeye oturmaması için dua ediyordum. "Nerede kaldın?" diyen Defne teyzeye her ne kadar cevap vermek istesem de tabii ki bunu yapmayacaktım. "Kaç kere aradım seni, açmadın." "Gece uyuyamayınca sabah da kalkamadım," dediğinde annesinin yanağını öpmüş, arkasından da babamlarla selamlaşmıştı. Herkes yarım kalan sohbete geri dönerken hiç istemediğim şey olmuş, yanımdaki boşluğa oturmuştu. Ben, bakışlarımı hiç ona çevirmezken bir yandan da masada dönen sohbeti dinliyordum. Biliyordum ki birazdan kendini açıklamaya çalışacaktı. "Şimdi nasıl çekip gideceksin bakalım," Kısık sesini duyduğum an bakışlarımı hızla ona çevirdim. Saçları yine ıslaktı ama bu, az öncekinden farklıydı. Teninden buram buram yayılan kokusuna da bakılırsa hızlıca duş almıştı. Saçlarını bile kurutmadan buraya gelmişti. "O çeneni kapalı tutarsan çekip gitmeme gerek kalmayacak." Sözlerimle birlikte o da başını bana doğru çevirdi. "Başa mı dönüyoruz yine?" dediğinde kaşlarımı çattım. "Yine sürekli beni tersleyecek misin?" "İlla ki sinirlerimi bozacak bir şey yapıyorsun çünkü!" Sesim, kontrol edemediğim bir şekilde yükseldiğinde masadaki sohbet bıçak gibi kesilmiş, herkesin bakışları bize dönmüştü. Bir şekilde yine kendimi rezil etmeyi başardığımda itici olduğuna emin olduğum bir şekilde gülümsedim. "Pardon." Herkes, tekrar önlerine dönerken dudaklarımdaki gülümseme hızla silinmişti. Kollarımı göğsümde birleştirerek arkama yaslandığımda konuşmaya başladı. "Bu sefer hiçbir şey yapmadım," dedi, fazlasıyla masum bir şekilde. Ona yandan bir bakış attığımda gözleri de yüzümde dolaşıyordu. "Sadece yanlış anladın." Güldüm. "Neyi yanlış anladım tam olarak? Evinde yarı çıplak bir kadın vardı, bundan ne anlamam gerekiyor?" "Tanımadığın biri değil, Maran." dediğinde ses tonunun değiştiğini de fark etmiştim. Kaşları usulca çatılmıştı. Benim de kaşlarım alayla havalandı. "Evet, eski kırığın." dedim, vurgulayarak. Dudakları arasından bir nefes bırakırken onun kadar sakin kalamıyordum. Neden bu kadar öfkeli olduğumu da anlayamamıştım. "Hem o ne demek ya? Tanıdığım bir kadın da olsa senin evinde o şekilde dolaşabilir yani, öyle mi? Bunu mu anlamalıyım?" "Öyle bir şey söylemedim." "Gece neden uyuyamadığın sabah da neden uyanamadığın belli oldu bence," dediğimde dirseğini, oturduğu sandalyenin kol kısmına dayamış, elini de çenesine yaslamıştı. Bakışlarını üzerimden ayırmıyordu ve benim aksime böyle sakin olup, bana böyle bakması da beni karmakarışık hale getirmeye yetiyordu. "Neyse, bana ne?" dedim, o kadar konuşmamış gibi. "Kiminle istiyorsan yatıp kalkabilirsin." Söylediklerim onun ifadesini değiştirmezken bakışlarımı ondan çekerek önüme dönmüştüm. Resmen beni umursamıyordu ve ben, konuşarak kendimi yormayacaktım. "Konuş, konuş," dedi, keyifli bir şekilde. "Daha söyleyeceklerin var belli." "Sinirlerimi bozuyorsun." "Bayılıyorum sinirlerini bozmaya." Ona ters bir bakış attığımda dudaklarında eğlenceli bir gülümseme olduğunu görmüştüm. "Kimseyle yatıp kalktığım yok." dedi, elini çenesinden çekerken. "Eğer merak ettiğin buysa." Kaşlarım çatılırken başımı tekrar ona doğru çevirdim. "Ne merak edeceğim? Ne istiyorsan onu yap!" "İstediğim şeyleri yapmama izin verirsen pişman olabilirsin." Sözlerini duymazdan gelerek çayımı yudumlamaya devam ettiğimde ekledi. "Kaçalım mı buradan?" "Seninle hiçbir yere gelmiyorum." "Sebep?" Omuz silktim. "Gelmiyorum işte." "Maran," dedi, bana daha da yakınlaşarak. Ona bakmamayı tercih ederek başımı çevirdim. "Yiğit'le Kılıç da bendeydi, sana yemin ederim." "Beni inandırmak zorunda değilsin." desem de hâlâ o kadının o şekilde onun evinde olmasını anlamlandıramıyordum. Parmakları, saçlarımın uçlarında dolaşmaya başladığında elimden geldiğince onu umursamamaya çalışıyordum. "Kıskandın," dedi, ı harfini uzatarak. Kaşlarımı çatarak ona baktım. Kesinlikle onu kıskanmamıştım. "Ne kıskanacağım seni be?" dedim, çirkefleşerek. "Ben sana güvenmeye çalışırken senin evinde bir kadın görüyorum. Üstelik yarı çıplak bir halde! O kadar şov yaptın ama bak, boşa çıktı hepsi." Onun da kaşları çatılırken doğru noktaya değindiğimi de böylelikle fark etmiştim. Onu kıskanmamıştım fakat kendini bana bu kadar inandırdıktan sonra eski sevgilisini evinde o şekilde görmem, ona olan inancımı zedelemişti. "Onunla aramda bir şey geçmedi Maran, inan bana." dedi, baskın bir tonda. "Dün gece uyumadım çünkü şirkette biriken işlerim vardı, bütün gece onlarla uğraştım." Çatık kaşlarım, yaptığı açıklamayla birlikte normal haline dönerken onun çatık kaşları da olduğu yerdeydi. İfademi dikkatle izlemesine rağmen kendi ifadesi asla değişmedi. Demek ki o kadınla arasında hiçbir şey geçmemişti. "Neden evindeydi o zaman?" "Kılıç çağırdı." Dudaklarımı birbirine bastırıp başımı eğdiğimde fazlasıyla utanmış hissediyordum. Sırf evinde bir kadın gördüğüm için resmen trip atmıştım. Aslında sorun, Esvet'i görmem falan değildi. Günlerdir onunla sorunsuz bir iletişimdeyken birden böyle bir durumla karşılaştığımdan bir anlığına yanlış bir şeyin içerisine sürüklendiğimi düşünmüş, sanırım gereğinden fazla da tepki göstermiştim. Sonuçta onunla aramda hiçbir şey yoktu. "Kusura bakma," dedim, konuşabildiğim ilk anda. "Yersiz bir tepkiydi." "Sorun verdiğin tepki değil." dediğinde mavi irislerim, yeşil harelerine tutunmuştu. "Sorun, sana olan ilgime inançsız yaklaşman." "Yok öyle b-" Elini hafifçe sallayarak lafımı kesti. "Siktir et," diyerek kaba bir çıkış yaptığında öylece bakakalmıştım. Sinirlenmiş miydi yoksa kırılmış mıydı anlayamamıştım. "Kahvaltıdan sonra konuşalım en iyisi." "Peki." Bakışmamızı ilk kesen o olduğunda ben de zorlukla gözlerimi ondan alarak önüme dönmek zorunda kalmıştım. Onu anlamak zordu. Belki o da benim için aynı şeyi düşünüyordu ama ben, çoğu zaman onun ne hissettiğini, nasıl bir duyguya büründüğünü anlayamıyordum. Tıpkı şu an olduğu gibi. Bense onun aksine çoğu zaman tepkilerimi açıkça gösteriyor, ne hissettiğimi de fazlasıyla belli ediyordum. Masadaki hoş sohbet aynı şekilde akıp giderken bir süre sonra masadan kalkarak bahçedeki koltuk takımlarına kurulmuştuk. Daha doğrusu annemlerle Defne teyzeler bahçede kahvelerini yudumlarken Firuze, ben ve Bige içeri geçerek kahvemizi mutfakta içmeye karar vermiştik. Biz sohbet ederken Firuze'nin ada tezgahın üzerine bıraktığı bebek telsizinden bir ağlama sesi duyulduğunda söyledikleri yarım kalmış, kahvesini bırakıp telsizi de alarak mutfaktan çıkmıştı. Elimdeki kupadan kahvemi yudumlarken kaçamak bakışlar attığım kişiyle de göz göze gelmiştik. Mutfağın sürgülü kapısı açık olduğundan aramızda çok da uzun bir mesafe yoktu. Kahvaltıdan sonra konuşmamızın iyi olacağını söylemiş olsa da bir daha ağzını açıp tek kelime etmemişti. Sanırım onu kırmıştım. O, parmakları arasındaki sigarayı içerken bir yandan da kulağına yasladığı telefonla konuşuyordu. Az önce çalan telefonuyla birlikte oturduğu yerden kalkmış, bahçenin başka bir köşesine geçmişti. "Az mı bakışsanız acaba?" Bige'nin sesini duyduğum an bakışlarımı hızla Kenan'dan çekmiştim. "Bizimki de böyle bir iletişim yöntemi." diyerek yanıtladım onu. Kızıl saçlarını geriye doğru atarak bu söylediğime güldükten sonra önünde duran seramik kupayı eline aldı. "Abimin iletişim yöntemleri daha farklıdır aslında ama," dediğinde bu sefer gülen ben olmuştum. Tam o esnada da Firuze, kucağındaki bebeğiyle mutfağa girmişti. Dudaklarımda kocaman bir gülümseme oluşurken elimdeki kupayı tezgaha bırakıp ellerimi çırptım. "Sonunda bebişle tanışabileceğim!" Benim böyle cıvıldamam Firuze'yi güldürürken kucağındaki Eftal'in de gözleri beni bulmuştu. Ellerimi çırptığımı gördüğünde birkaç saniye beni incelemiş ardından da küçücük ellerini çırpmaya başlamıştı. Daha önce fotoğrafta görmüş olduğum koca ela gözlerini ve gür kirpiklerini annesinden almıştı. Uykudan yeni uyandığı için ilk dakikalarda durgun olsa da sonrasında açılmıştı. Tombul yanakları her ne kadar ısırılası dursa da ilk dakikadan onda kötü bir izlenim bırakmak istemediğimden ürkek ceylanıma oldukça temkinli yaklaşıyordum. Yanımda oturan annesinin kucağındaydı ve koca gözleri de üzerimden ayrılmıyordu. Beni tanımadığından dolayı biraz şaşkın olsa gerekti. "Çok güzelsin," Sarı saçlarını hafifçe okşadığımda ağzındaki emziği çıkarıp annesinin eline tutuşturdu ve o da benim siyah tutamlarıma dokundu. "Çok mu beğendin? Ama maalesef temin edemiyoruz." Bige'yle Firuze sohbet ederken benim küçücük çocukla konuşmaya çalıştığımı pek umursamıyorlardı fakat Eftal, sanki neyden bahsettiğimi anlıyormuşçasına gülüyordu. Ben de kendi acınası halime güleceğim sırada Eftal, küçük avcuna hapsettiği saçımı ondan beklemediğim bir güçle çekti. Dudaklarım arasından tiz bir çığlık kaçarken küçük velet de oldukça masum bir ifadeyle olan biteni izliyordu. "Anneciğim bırak," diyen Firuze, saçlarımı kızının elinden kurtararak gözümde bir süper kahraman imajı yarattığında kulaklarıma da bir erkek kıkırtısı dolmuştu. Bu gülüşün kime ait olduğunu anlamam zor olmazken ona dönüp bakmamış, yüzümde acılı bir ifadeyle saçlarımla ilgilenmekle meşgul olmuştum. "Kusura bakma, Maran. Bana neler yapıyor, tahmin edemezsin!" Tanıdık kokusu etrafımı sararken yanıma geleceğini düşünmüştüm ama o, beni yanıltmış ve yanımda oturan Firuze'ye yaklaşarak Eftal'i kucağına almıştı. Eftal, onun kucağına gittiği an uslu bir kıza dönüşmüştü. Kendimi küçüçük velete ters ters bakmaktan alıkoyamadığımda ikisi de birbirine adeta hipnoz olmuştu. Eftal'in yanağına ardı ardına birkaç kez öpücük bıraktığında az önce saçımı çeken o değilmiş gibi kahkahalara boğuldu. "Sorun yok, ölmedim." dedim, bakışlarımı o ikisinden zorlukla kopararak. "Isırmadı en azından, öyle düşün." Firuze bunu diyen Bige'ye sahte bir kızgınlıkla baktı. "Köpek mi bu?" dediğinde gülmeme engel olamamıştım. Onlar birbirleriyle atışırken Eftal'in şen kahkahaları da mutfakta yankılanıyordu. Kenan'ın kucağında oldukça mutlu görünüyordu ama benim asıl merak ettiğim o sıcak kolları arasında olmanın nasıl hissettirdiğiydi. Ki bu da azıcık gözlemden cevap alabileceğim bir konuydu. Ama bundan çok galiba onun kucağında olmanın nasıl bir duygu olduğunu merak etmiştim. 'İyice yoldan çıktın sen hakikaten.' Yoldan çıkmamak için büyük bir savaş veriyorum. İkisi bahçe kapısındayken onunla olan konuşmamıza devam etmemiz gerektiğini düşünerek yerimden kalkacağım sırada birden bana doğru dönmesiyle birlikte olduğum yere adeta çakılmıştım. Ona olan bakışlarımı fark ettiğinde kısa bir an duraksasa da bakışlarını benden alarak tekrar yanımıza yanaşmış, kolları arasındaki Eftal'i annesinin kucağına bırakmıştı. Eftal, onun kucağından iner inmez ağlamaya başladığında gözlerim irileşti. Ben bile bu kadar ilgi delisi değildim! 'Daha fazlası mevcut çünkü!' İç sesimin bana olan düşmanlığı bir türlü bitmek bilmezken her zaman olduğu gibi onu umursamadım. "Bebemi ağlattın!" Firuze, Kenan'a ters ters bakarken kıkırdayarak kupamı elime aldım. "Zor susuyor zaten, niye bırakıyorsun?" Kenan, Firuze'nin bu tepkisine gülüp ağlamaya devam eden Eftal'in tombul yanağına bir öpücük bıraktı. Bu küçük öpücük de Eftal'i susturmaya yetmişti. Koca gözlerini Kenan'ın üzerine dikmiş dudaklarını büzmüş bir halde ona bakıyordu. "Başka bir bebekle ilgilenmem gerekiyor da ondan," dedi, bakışlarını bana çevirmeden önce. Bununla birlikte de Firuze'yle Bige'nin arasında bir bakışma geçmişti. Hatta Eftal'in bakışları bile bana dönmüştü. "Hadi," Kenan'ın bebek derken benden bahsettiğini çok sonradan anladığımda imalı bakışlar arasında telefonumu alarak ayaklandım. Bu adam hayatıma girdiğinden beri iyice aptallaşmıştım. "Nereye?" dedi, Bige merakla. "Yürüyeceğiz biraz." diyen Kenan birden elimi tuttuğunda göğüs kafesimin içerisindeki alev topu da harekete geçmişti. Şu dakikaya kadar cılız bir şekilde yanıyordu ama avcuna hapsettiği elimle birlikte o ateş harlanmıştı. Ben de dahil üçümüzün de bakışları ellerimize düştüğünde ikisi de sırıtmaya başlamıştı. "Tamam, tamam." dedi, Firuze. "Siz şey edin biz de şey ederiz." Firuze'nin bu tavrına içten içe gülmek istesem de Bige'yle Kenan benim yerime de gülmüşlerdi. Sanırım onun bu ani hareketlerine alışmam gerekiyordu. Aksi takdirde bir gün kalp krizi geçirmem olasıydı. Kenan'la birlikte bahçeye çıktığımızda hararetli bir sohbet içerisinde olan ailelerimiz bizi görmemişti bile. Bu da ikimizin işine gelmiş, arka bahçeden dolanarak geniş arazide yürümeye başlamıştık. Bu esnada hâlâ el ele tutuşuyorduk. Avcundan yayılan sıcaklık avcuma yayılırken o sıcaklık, sadece elime değil tüm bedenime nüfuz ediyordu sanki. Özellikle de sol tarafıma. Sikeyim. "Sana söylemem gereken bir şey var." diyen sesi düşüncelerimin bir toz bulutu halinde yayılmasına neden olurken başımı ona doğru kaldırdım. Eh, aramızda hayli bir boy farkı vardı. "Dinliyorum," derken yemyeşil koca ağaçların arasında ilerliyorduk. Bu ağaçlarla aynı renkte olan gözleri bana döndüğünde ellerimiz birleştiği anda vücuduma yayılan enerjinin aynısı gözlerinden de yayılmaya başlamıştı. "Bu ayın sonunda gidiyorum," dediğinde gözlerim hafifçe kısıldı, hızla çarpan kalbimin ritmi değişti. "Nereye?" dedim, gayriihtiyari. "İtalya'ya." Adımlarım durduğunda o da benimle birlikte durmuş, gözlerime bakmaya devam etmişti. Rahat tavrı bana şaka yaptığını düşündürtse de gözlerinde gördüğüm ciddiyet, beni arafta bırakmaya yetmişti. "Sebep?" Bu soruma karşılık hafifçe güldüğünde onun aksine ortada gülünecek bir şey olduğunu düşünmüyordum. "İşim orada ya?" "Neden şimdi söylüyorsun bunu?" dediğimde göğsümün içerisindeki o alev topu da kendi yapısına ters bir şekilde durgunlaşmıştı. Bir mum hafifliğinde yanmaya devam ediyordu sadece. "Şimdi belli oldu, sana da söylemek istedim." "Anladım." dedim, gözlerimi gözlerinden ayırırken. "Maran," dedi, bu sefer de ellerini belime sararak. Bu yakınlığı beni bir kez daha deli ederken gözlerine bakmamak için bir çaba da harcamıyordum ilk kez. "Seni istiyorum ama," Söylediği iki hoş kelimenin ardından getirdiği o bağlaç, içimde kısa bir an yanmaya başlayan inanç ateşini söndürebilecek cinstendi. Bana işkence mi ediyordu yoksa iyilik mi yapıyordu bilmiyordum. "Kurallar," dedi, yüzünü yüzüme doğru eğerek. "Sınırlar," Ilık nefesi tenimi usulca yalarken yeşil gözlerindeki parıltılarda kaybolmuş, yolumu bulmaya çalışıyordum. "Engeller olmadan." Dudakları, yanağıma temas ettiğinde iki yanımda duran ellerimi kaldırarak geniş omuzlarına tutunma ihtiyacı hissetmiştim. "Sana yakın olmak bu kadar zor olmasın," Parmakları çenemi kavradığında yanağıma temas eden dudakları da müthiş bir yavaşlıkla dudaklarıma taşınmıştı. Öpebilirdi ama bu sefer yapmadı. Sadece nefesi dudaklarıma çarparken arsız bedenim, beni öpmesi için yalvarıyordu. "Her şeyinle hissedebileyim seni." Gözlerimdeki gözleri, şehvet ve tutkunun yanında başka duyguları da içerirken aynı duyguları benim gözlerimde gördüğünden de emindim. Düzensiz bir şekilde çarpan kalbimle nefes alış verişlerim bir savaşa tutuşmuş gibiydi adeta. "Senin de aynı şeyleri hissettiğini düşünüyorum," derken başını hafifçe geriye doğru çekerek tamamen ona odaklanabilmem için bana da fırsat tanımıştı ama hâlâ onun etkisinde olduğumdan bu imkan dahilinde olmayabilirdi. "En azından ben gidene kadar aradaki şu saçma mesafeyi kaldıralım." Kaşlarım şaşkınlıkla havalanırken boğuk bir şekilde güldü. "Şu an deli gibi göründüğümün farkındayım ama senden hoşlandım, senin yanında gerçekten eğlendiğimi hissediyorum. Bu, öfkeli olduğun zaman dilimi için de geçerli tabii." dediğinde bende bıraktığı şaşkınlığa rağmen bu söylediğine güldüm. "Ortada bize engel olacak hiçbir sebep yok bence." Söylediklerini kafamın içinde tartmaya başladığımda ona tam şu an bir cevap vermem gerektiğinin de farkındaydım. Sadece bir an duraksadım. O, açıkça tüm düşüncelerini dile getirmişti. Bunu onunla tanıştığım ilk andan itibaren yapıyor, hiç düşünmeden içinden geçenleri bana aktarıyordu. Sadece bir kereliğine bunu ben de yapabilirdim pekâlâ. Hiçbir şeyi düşünmeyip, bir bahane öne sürmeden istediklerimi dile getirebilirdim. Üstelik ne kaybedebilirdim ki? Birkaç gün önce Olcay'ın bana söylediklerini de düşündüğümde içten içe ona bir kez daha hak vermiştim. Sinan'la olan ilişkimde, Kenan'la yaşadığım duyguların hiçbiri yaşanmamıştı. Hatta tam tersi sevgilim olmasına rağmen ona bile mesafeli davranmış, ona karşı bir şeyler hissetmek için çok uğraşsam da ciddi ilişkiler konusunda berbat olduğumu hiçbir şey değiştirememişti. Elbette Sinan dışında da çokça ilişki yaşamıştım fakat hiçbiriyle uzun sürmemişti. Belki de böylesine kısa, iki tarafın da birbirine hiçbir şey vadetmediği bir ilişki yaşamam da bir sakınca olmazdı? Bana iyi gelebilir, ciddi ilişkilere daha açık hale gelebilirdim belki de. "Ya sana bağlanırsam?" diyerek benim bile kendimden beklemeyeceğim bir soru yönelttiğimde dudaklarında bir sırıtış oluştu. "Ve gidersen... Ne olacak?" "Ben de onu istiyorum ya zaten," Çenemdeki parmaklarının zarif tutuşuyla birlikte beni kendine doğru çekip önce yanağıma ardından da çeneme bir öpücük bırakmıştı. "Eğer öyle bir durum olursa o zaman düşünürüz." Ellerimi harekete geçirerek sakallarına dokunduğumda koyulaşan hareleri dudaklarımdaydı. Dakikalardır beni öpmek için fırsat kolluyordu zaten. "Şu an sadece seninle olmak istiyorum, hepsi bu." Kalbim, dörtnala koşarken tüm tenim cayır cayır yanmaya başlamış, ona daha çok sokulmuştum. Benim bu halimin sonu nereye varacaktı, ilk defa umurumda değildi. Eli ensemi kavradığında baş parmağını dudaklarımın üzerinde gezdirdi. "Seni öpmeme izin ver." dediğinde dudaklarım iki yana doğru çekildi. "İzin vermesem de öpüyorsun zaten." Alaylı tavrım ona hiçbir etki etmezken daha fazla dayanamıyormuşçasına dudaklarını dudaklarıma bastırdı. Dudakları kavurucu sıcaklıktayken kendimi tutamayarak dudaklarına doğru inledim. Sıcak dili, aralanan dudaklarımdan içeri sızdığında kalbim yine devreye girmişti. Zaten o aptal kalbim yüzünden bir gün ölecektim. Eli saçlarımın arasındayken onun desteği sayesinde şu an dimdik bir şekilde durabildiğimin farkındaydım. Eğer elleri bedenime sarılı halde olmasa olduğum yere yığılabilirdim bile. Dili, dakikalarca ağzımın içini talan ettiğinde ara sıra durup hafifçe alt dudağıma küçük ısırıklar bırakmıştı. Yer ve mekan kavramından ziyade bana adımı bile unutturmuştu bu öpücüğü. Benden uzaklaşmadan önce dudaklarıma son bir öpücük daha bıraktığında gözlerimi aralamam birkaç saniyemi almıştı. Sanırım bu ateşe alışmalıydım. 🌝🌝🌝 |
0% |