Yeni Üyelik
14.
Bölüm

•XIV•

@meelcnmel

Müzik kutusundan yayılan müzik sesi bodrum katını kelimenin tam anlamıyla inletirken ayaklarımın dibindeki akrilik kağıda bir fırça darbesi daha vurdum. Kırmızı yağlı boya sadece kağıtla değil, tüm vücudumla bütünleşmişti. Ellerim hatta çıplak bacaklarım bile yer yer kırmızıya boyanmıştı.

Gözlerimin önündeki kırmızı saçlı kadının gözlerine baktım bir süre. Sadece o birkaç saniyelik zaman diliminde sadece öylesine resmetmiş olduğum kadının bakışları öylesine somut, öylesine duygu yüklüydü ki bir an tüylerimin ürperdiğini hissettim.

Siyah, beyaz ve kırmızı boya darbeleri kağıdın her köşesine nizami bir şekilde yayılmışken elimdeki fırçayı bir kez daha koca boya kutusuna batırdım.

Uzun bir süredir resim yapmıyordum ve buna rağmen ortaya gayet beğendiğim bir tuval çıkmıştı. Bu kadar aradan sonra bodrum katındaki odama girip kendimi boyalarımla meşgul etmek nereden aklıma gelmişti bilmiyordum fakat başımı kaldırıp camla kaplanmış duvara baktığımda bir iki saate karanlık çökeceğini fark etmiştim. Aylar sonra burada sandığımdan da fazla vakit geçirmiştim.

Çöktüğüm yerde ileri doğru uzanıp elimdeki fırçayı kağıtla temas ettirdiğimde tenimde sıcak bir nefes, belimde de güçlü bir el hissederek irkildim.

"Siktir," Kısık sesli küfrüm hâlâ çalmakta olan müzik sesine karışırken buna, kulağımın dibinde bir melodi halinde çınlayan boğuk bir gülüş de eklenmişti. Bu gülüşü de bu sıcak nefesi de çok yakından tanıyordum.

"Korkma," dedi, çıplak boynuma küçük bir öpücük bırakırken. "Benim."

Öpücüğü tüm bedenimi uyuştururken elimdeki fırçayı bıraktım. Belimdeki eli gevşerken yerden doğrulmuş, bedenimi tamamen ona doğru çevirmiştim. Odada yanan led ışıklar onun gözlerini görmeme yardımcı olurken birkaç adım ötemde duran müzik kutusunu kapattım.

"Nasıl girdin sen içeri?" derken tekrar ona yaklaşmış, güçlü kolları arasına girmiştim. Parmak uçlarımda yükselerek yanağını öptüm. Onu, ben öpmeme rağmen içim kıpır kıpır olmuştu.

Günlerdir beraber geçirmediğimiz tek bir an yoktu. Onunla görüşemesek bile tüm fırsatları değerlendirip ya beni okuldan alıyor ya da okula bırakıyordu. Tabii okula geldiğinde Ufuk'un tacizlerine maruz kalsa da bu konu hakkında tek kelime etmemeyi başarabiliyordu. Bu süreçte de aramızdaki mesafe kalkmış, birbirimize daha çok yakınlaşmıştık. İlk kez hiçbir şey düşünmeden sınırları da kuralları da yok sayıyordum.

"Zor olmadı." Gözleri, yüzümü dikkatlice incelerken eli de kalemle toplamış olduğum saçlarımı bulmuştu. Saçlarım arasındaki kalemi çekip aldığında dalgalı saçlarım omuzlarıma döküldü. Bakışları bu sefer de siyah tutamlarımı bulduğunda bana doğru yaklaşarak burnunu saçlarıma gömdü. "Aramadın." dedi, derin bir iç çekmeden önce.

Dudaklarımda geniş bir gülümseme yer edinirken kollarımı kaldırarak boynuna doladım. Bu küçük hareketimle birlikte de belimdeki elleri sıkılaşmış, kendimi bir anda havada bulmuştum. Boğazımın gerisinden bir kıkırtı yükselirken kucağındaki benle birkaç adım atarak kanepeye oturdu. Bu hareketlerine ben alışmıştım fakat kalbim için aynı şeyi söyleyemeyecektim.

"Sen de aramadın." Saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırırken kaşlarını kaldırdı.

"Her şeye bir cevabımız var yani?" Bir kez daha kıkırdadığımda dudakları yukarı kıvrılmış, yüzümdeki o neşeli ifadeyi keyifle izlemeye koyulmuştu. "Ne yaptın bugün?"

"Evdeydim," Eli boynumu hafif hafif okşamaya başladığında boynumu hafifçe omzuma doğru yatırıp ona daha fazla alan tanıdım. "Öyle vakit geçirdim biraz."

"Hmm," Boynuna dolamış olduğum kollarımı indirip giydiği siyah polo yakanın sardığı göğsüne yaslarken onu onaylayan mırıltılar çıkarmıştım. Açık yakasından dolayı beyaz teni göz önündeydi yine.

"Senin günün nasıl geçti?" Yüzümü yüzüne eğdiğimde omuzlarımdaki saçlarım yüzüne doğru dökülmüştü. O, kısa bir an yüzünü buruşturduğunda gülerek saçlarımı geriye doğru attım fakat saçlarım da tıpkı benim gibi iflah olmazdı.

"Şirketteydim," dedi, yüzüne düşen bir tutam saçı kulağımın arkasına sıkıştırarak. "Sıkıcıydı, seni özledim." Dudaklarıma kısa bir öpücük bıraktığında ikimizin de yüzünde minik bir gülümseme peydah olmuştu. "Sen beni özlememişsin ama," Bir kez daha öptü. "Aramadığına göre." Bir kez daha.

"Niye özleyeyim?" dedim, öpücüklerine boğulurken. "Üstelik beni aramamışken!"

"Çok meşguldüm, inan." Bu sefer diğerlerinden farklı olarak dudaklarıma daha uzun bir öpücük bıraktığında boğazımın gerisinden minik bir inilti yükselmişti. Sadece saniyeler içerisinde dudaklarımın üzerindeki baskısı yok olurken ciğerlerimi derin bir nefesle doldurma ihtiyacı hissettim. "Ama seni yemeğe çıkarmaya geldim," dediğinde gözlerim hâlâ pembemsi dudaklarındaydı. Ona bir türlü doyamamam can sıkıcıydı. "Hadi kalk hazırlan."

"Dışarı çıkmasak?" dedim, mızmız bir çocuk edasıyla. "Onun yerine biz bir şeyler yapsak?" Elim, hafifçe göğsünü okşarken onun yeşillerindeki yorgunluğu yakalamam da uzun sürmemişti. Zaten bunu ilk geldiği anda fark etmiştim.

"Bana uyar."

"O zaman yukarı çıkalım," derken kucağından inip elini tutarak onu da kaldırdım. Bu kısımda bana yardımcı olduğunu söyleyebilirdim. Çünkü onu tek başıma kaldırabileceğime olan ne inancım ne de gücüm vardı.

Beraber yukarı çıkan merdivenleri tırmanıp salona ulaştığımızda onun telefonuna ait melodi de kulaklarıma dolmuştu. Başımı çevirip ona baktığımda cebinden telefonunu çıkardığını gördüm.

"Duştayım ben," dedim, geri geri merdivenlere doğru yürürken. "Sen rahatına bak."

Hala çalmakta olan telefonunu açmadan önce gözleriyle beni onaylamış ardından da kimden geldiğini bilmediğim aramayı yanıtlamıştı. O konuşurken ben de hızlıca merdivenleri çıkıp odama girdim. Vücudumdaki boyalardan bir an önce kurtulmak amacıyla kendimi direkt banyoya attığımda suyu açmış, üzerimdekilerden de kurtulmuştum.

Kısa bir duş aldıktan sonra banyodan çıkıp giyinme odasına geçtim. Çekmecelerden birinden siyah iç çamaşır takımımı çıkararak giydiğimde saçımdaki havludan da kurtulmuş, ıslak saçlarımı da kurutmuştum.

Tekrar dolaba yönelerek içerisinden siyah şortumla gri uzun kollu oversize crop'u çıkarıp üzerime geçirdikten sonra kuruttuğum saçlarımı da düzene soktum. Makyaj masamın üzerindeki envai çeşit nemlendiricilerden yüzüm için uygun olanını alarak yüzüme sürdüm ve ardından dudaklarımı da nemlendirdikten sonra telefonumu alarak odadan çıktım.

Aşağı indiğimde Kenan'ın bahçede telefonla konuştuğunu görerek onu rahatsız etmedim ve mutfağa geçmeden önce olası bir arama için telefonumu kontrol ettim. Telefonumu açtığımda yalnızca babamın iki kez aradığını ardından da bir mesaj bıraktığını görmüştüm.

Adnan KAYA: Amerikalılarla imzaladığımız sözleşme sende mi? Bütün gün onu aramadım ama bulamadım.

Adnan KAYA: Ara beni mutlaka.

Babamın bahsettiği sözleşmeyi nereye koyduğumu hatırlamak istercesine gözlerimi kıstığımda bu esnada salondan çıkmıştım. Babamın iki ay önce imzaladığımız o sözleşmeyi neden sorduğunu anlamasam da bunu çok sorgulamamaya çalıştım. Beni aradığına göre bu konu hakkında konuşmak istemişti belki de.

Aşağı inen merdivenleri bir kez daha inip koridoru geçerek çalışma odama yaklaştığımda anahtarımı yukarıda unuttuğumu hatırlamıştım. Bunu hatırladığım anda da kendime içten bir küfür savurdum. Anahtarımı hep odamda unutarak her seferinde buraya geliyordum.

Ben, kendi kendime hayıflanırken göz ucuyla ahşap kapının aralık olduğunu görmüştüm. Bununla birlikte kaşlarım derince çatıldığında her ne kadar yanlış görmüş olabileceğimi varsayarak birkaç adımı da aşarak kapıya ulaştım. Fakat yanlış gördüğüm falan yoktu.

Çalışma odamın kapısı aralıktı.

Üstelik ben kapımı hep kilitli tutardım.

Yaşadığım şok bir yana bunu anlamlandıramazken elimi kaldırıp ahşap kapıyı ardına kadar ittim. İçeride kimse yoktu ama birden burnuma hücum eden o ferah koku oradaydı.

Kaşlarım mümkünmüşçesine daha da çatılırken odaya girmeme engel olamadım. Onun buraya girmesi imkansızdı ama kokusu...

Ne diye çalışma odama girecekti ki?

Neden böyle bir şey yapsındı?

Attığım her adımda kokusu daha çok etrafımı sararken hızlıca masamın üzerini kontrol etmiş, her şeyin yerli yerinde olduğunu görmüştüm ama sorun, odanın bıraktığım gibi olması falan değildi. Sorun, ona has olan kokunun benim çalışma odamda ne aradığıydı. Üstelik odadan çıkmadan önce kapıyı hep kilitlerdim, bu benim alışkanlık haline getirdiğim bir şeydi ama kapının aralık olduğunu da görmüştüm.

Düşüncelerimi bir kenara bırakmaya çalışarak masamın altındaki ve üzerinde anahtarı bulunan çekmeceyi açıp içerisinden babamın da bahsetmiş olduğu sözleşmeyi çıkararak babama kısa bir mesaj attım. Ardından bir kez daha etrafı kontrol edip durgun bir şekilde odadan çıktığımda allak bullak bir haldeydim.

Çalışma odasını kurcalamış olabilir miydi?

'Saçmalama, neden böyle bir şey yapsın?'

Kapıyı kilitlediğimi çok net hatırlamasam da kokusuna ne diyeceksin?

İç sesim, sorumu cevapsız bırakırken çoktan odama çıkıp elimdeki sözleşmeyi yatağımın üzerine bırakmıştım. Bu esnada da komodinin çekmecesini açarak çalışma odamın anahtarını alarak tekrar aşağı inip çalışma odamın kapısını kilitledim. Anahtarı şortumun cebine koyup salona geçtiğimde Kenan'ın hala bahçede olduğunu görmüştüm. Bu sefer telefonuyla konuşmuyor, bahçedeki salıncakta oturmuş sigarasını içiyordu.

Bir süre durup yaşadığım bu saçmalığa anlam vermeye çalıştım fakat bu imkansızdı. Kapıyı açık bırakma olasılığını geçtim onun kokusunu çok net bir şekilde solumuştum.

Eğer odaya girmişse bile ona bunu belli etmeyecektim.

Derin bir nefes alarak salonun bahçeye çıkan kapısına doğru ilerlediğimde bakışları beni bulmuş, gözleri uzun uzun üzerimde gezinmişti.

"Üşümedin mi burada?" diye bir soru yönelttim kollarımı göğsümde birleştirirken. "Gel, içeri geçelim."

"Sigara içiyorum," derken çenesiyle içeriyi işaret etti. "Sen geç, geliyorum şimdi."

Daha fazla üstelemeyerek başımla onu onaylayıp içeri doğru bir adım attığımda beni durdurdu. Ne söyleyeceğini merak ederek vücudumu ona doğru çevirdiğimde bakışlarının mahcup bir hal aldığını görmüştüm. Gözlerim kısıldı.

"Babam aradı," dediğinde dikkat kesilmiştim. "Geçenlerde imzaladığımız bir sözleşme için.. Sana birkaç kez seslendim ama duymayınca çalışma odana girmek zorunda kaldım. Hiçbir şeye dokunmadan geri çıktım ama yine de söylemem gerektiğini düşündüm. Babanı ara istersen."

İçimi kemiren o düşünceler beni ayıplarcasına birden sustuğunda iç sesim de tekrar devreye girmişti. Şüpheci tavrım dağılırken gözlerimi ondan kaçırma isteğiyle dolup taştım. Böylesine bir şeyi düşünmem bile aptallıktı. Ona bunu açık açık söylemesem bile içten içe gaflete düşmem, tüm kanın yanaklarıma toplanmasına neden oldu.

Ben neden böyle herkese güvensiz yaklaşıyordum? Üstelik neden bir türlü bunu aşamıyordum?

"Sorun değil," dedim, elimi hafifçe havada sallayarak. "Babam mesaj atmış, şimdi gördüm ben de."

"Kusura bakma gerçekten."

"Saçmalama," Ondan özenle kaçırdığım bakışlarım bir şekilde yine onun yeşillerini bulduğunda gülümsemeyi denedim. "Problem değil, rahat ol."

Bu sefer onun bakışları kısılırken tırnaklarımı hafifçe koluma geçirmiştim. Dudakları arasındaki sigarayı çekip aynı ifadeyle birkaç saniye bana baktı. "Yanakların mı kızardı senin?"

Elimi kaldırıp yanaklarıma dokundum. "Bilmem, öyle mi oldu?" Bunu söylediğinde bile iki katı kadar kızarmıştım.

Başını ağırca salladığında bakışları da yavaşça benden ayrılmıştı. "Üşüme sen, içeri geç. Ben de gelirim birazdan."

Baş parmağımı omzum üzerinden içeri doğru uzattım. "Şarap içer misin?" Sorumla birlikte hafifçe güldüğünde buna anlam verememiştim.

"Olur."

"Niye güldün?"

"Hiç."

"Söyle hadi." dedim, direterek.

"Senin şu şarap aşkın," dedi, haftalar önceki geceyi hatırlatarak. O gece de bana aynı şeyi söylemişti.

O anlar gözümün önüne gelirken istemeden de olsa dudaklarımda bir gülümseme yer edindi. Gecenin sonu iyi bitmese de onunla birlikte bütünüyle güzel bir gece geçirmiştim.

"Seviyorum," Omuz silktim. "Ne yapayım yani?"

"Bir şey demedim." dedi ama bunu bile gülerek söylemişti.

O esnada esen sert rüzgar, tüm bedenimi ürpertirken bunu fark ederek henüz bitmeyen sigarasını söndürerek ayağa kalktı ve omuzlarımdan tutarak benimle birlikte içeri girip sürgülü kapıyı kapattı.

"Şömineyi yakar mısın?" dedim, ona doğru dönmeden. Aklım hala az önceki olaydaydı ve bunu düşündüğüm için bile utanç duyuyordum.

"Yakarım," Omuzlarımdaki ellerini indirip arkamdan bana doğru eğildi ve yanağıma tatlı bir öpücük bıraktı. "Üzerine bir hırka al, üşüdün sen."

"Tamam."

O, şömineyi yakmaya koyulurken ben de tekrar merdivenleri tırmanarak odama çıkmış, lacivert renkli uzun hırkamı üzerime geçirip aşağı inmiştim. Aşağı indiğimde o şömineyle ilgilenirken ben de mutfağa geçip birer kadeh çıkardım. Çekmecedeki tirbuşonu da alıp içki dolabına yöneldim ama dolabım çok yüksek olduğundan her seferinde boyum yetişmiyor, sandalye çekmek zorunda kalıyordum.

Kısa boylu olmak, hayatımın en kötü dezavantajıydı.

Oflayarak ada tezgahın önündeki bar taburelerden birini alıp içki dolabının önüne çektim. Söylenerek taburenin üzerine çıktığımda Kenan'ın gülüşünü işiterek omzumun üzerinden ona ters ters baktım. Bu adamı sürekli güldürdüğüm için bana bir ödül falan verilmeliydi bence.

"Ne yapıyorsun orada?"

"Boyum yetişmiyor, şarap alacağım." Güldü.

"Bana niye seslenmedin?" derken çoktan yanıma ulaşmıştı. "İn sen, ben alırım."

"Bu evde hep sen yoksun ne de olsa!" diyerek onu yanıtladığımda kollarımı ona doğru uzatarak ellerinin belime dolanmasını sağlamıştım. Beni kucağına alarak aşağı indirdiğinde nihayet ayaklarım yere bastı.

"Hangisini istiyorsun?" diyerek beni açık bir şekilde sallamadığında işaret parmağımı en üst raftaki şişeyi gösterdim. Hangi şişeyi istediğimi anlayarak elini kaldırıp kolayca şişeyi aldığında dudağımı vay be dercesine büzdüm.

"Hey maşallah," dedim, onu süzerken. Bu tavrıma gülüp şişeyi elime tutuşturduğunda o da tabureyi eski yerine çekmişti.

Tezgaha yönelerek elimdeki şişeyi tirbuşonla açıp şarabı kadehlere doldurdum. Bir kadehi ona uzatıp diğerini kendim aldığımda saniyeler içerisinde kadehimdeki şarabı hiç etmiştim. "Hızlısın," dediğinde kadehimi tekrar doldurdum. Elini uzatarak şişeyi önümden çektiğinde içerisi de yavaş yavaş ısınmaya başlamıştı.

"Bir şey olmaz," dedim, a harfini uzatarak. Kendimce az önceki olayı unutmaya çabalıyordum. Bu kendi iyiliğim için en iyisi olabilirdi. "Makarna yapalım mı?" dediğimde bir süre anlamsızca bana baktı. Sanırım böylesine konu değiştirmem onu şaşırtmış olmalıydı.

"Bence de yapalım," derken başımı ağır ağır salladım. Ardından aklıma çok önemli bir şey gelmiş gibi kaşlarımı kaldırıp işaret parmağımı ona doğru uzattım. "Ama sen yap, ben beceremem şimdi. Yemek konusunda çok iyi değilim, aç kalırsın sonra."

Önce kaşları usulca havalandı ardından da dudaklarında belli belirsiz bir sırıtış oluştu ve elindeki kadehi bıraktı. "Tamam," dediğinde ben de elimdeki kadehi bırakmıştım. "Önce annemi arayayım, sen de o sırada kettle'a su koy." Duraksadı. "En azından bunu yapabilirsin diye düşünüyorum?" Gözlerimi kısarak ona baktım.

"Sen benimle alay mı ediyorsun?" Aramızdaki kısa mesafeyi, elimi yakalarına koyarak onu kendime doğru çektiğimde aşmıştık. Bu hareketim onu şaşırtmamış aksine yeşil harelerinin keyifle parıldamasını sağlamıştı.

Gözlerim dudaklarına düştüğünde her seferinde kadeh kadeh içtiğim şarabı bu sefer dudaklarından içme isteğiyle dolup taşarak parmak uçlarımda kalktım ve başımı ona doğru yaklaştırdım. "Yemeği başka zaman da yapabiliriz," dediğimde elleri sinsice belime dolanmıştı. "İstersen?"

Zihnimde dolaşmaya başlayan binlerce edepsiz düşüncelerle birlikte karnımdan kasıklarıma doğru tatlı bir sızı yükseldi. İlk günden beri onunla daha fazla şey paylaşmak istiyordum.

Her ne kadar üstü kapalı olsa da bu edepsiz teklifim karşısında çıplak belimdeki parmakları hafif hafif tenimi okşamaya başladığında dudaklarımdan minik bir kıkırtı düştü. Gıdıklanmıştım.

Gülüşüm, onun dudaklarında hoş bir tebessüm yaratırken önce çenesine ardından da dudaklarına bir öpücük bıraktım. "Beni reddetmeyeceksin herhalde?"

"Öyle bir şey yapacak aklım da gücüm de yok, inan bana." Koyulaşan sesi, beni etkisi altına alırken dudaklarımı öpmek için başını hafifçe bana doğru eğdi fakat oyunbaz bir tavırla başımı geriye doğru çekerek onun beni öpmesini engelledim. Gözleri kısıldı.

"Şeytan," dedi, a harfini uzatarak. Kıkırdadım.

"Sen böyle bana karşı koyamamaya devam edersen çok yanılacaksın gibi duruyor," Alaylı tavrım karşısında önce usulca kaşları havalandı ardından da ben daha ne olduğunu anlamadan belimdeki parmaklarını harekete geçirdi.

"Bak sen," Parmaklarının her hareketi beni kahkahalara boğarken bir yandan ondan uzaklaşmaya çabalıyordum fakat kolları arasındayken bu imkansızdı.

"Kenan!" dedim, kahkahalarımın arasında. Belimden gıdıklandığımı bu kadar kısa sürede kavraması hiç iyi olmamıştı. "Yapma!"

Gülüşlerim evin duvarlarında yankılanırken bana ait olmayan telefon melodisi de buna eklenmişti. Bununla birlikte de usulca ellerini benden uzaklaştırmıştı. Kahkaham bir kıkırdamaya dönüşürken onun yüzünden nefes nefese bir haldeydim. Bana şeytan diyordu ama asıl şeytan oydu.

Cebindeki telefonunu çıkarıp aramayı yanıtlamadan önce burnuma bir fiske attığında beni soktuğu bu durumdan oldukça memnun gibi görünüyordu.

O, telefonunu açıp konuşmaya başladığında ben de ondan uzaklaşmış ve bahsettiği gibi sağ tarafımda duran ahşap raftaki kettle'ı alarak su doldurmuştum. Su ısınırken ben de mutfak havlusunun yanında asılı duran kırmızı bandanayı alarak başıma bağlamış ardından da dolaptan gerekli olabilecek malzemeleri çıkarmıştım. Bu esnada da Kenan hâlâ telefonla konuşuyordu. Bar taburelerinden birine oturmuş beni izlerken sadece bir iki dakika içerisinde telefonu kapatmıştı.

"Salata da yapalım mı?" dedim, elimdeki bıçakla ona doğru dönerek. Gözleri ilk önce elimdeki bıçağa ardından da gözlerime kaydığında yerinden kalkmıştı.

"Olur," derken yanıma yaklaşmış, elimdeki bıçağı alarak tezgaha bırakmıştı. "Ama sen bence bıçaklardan uzak dur."

Yaptığı ima, ona ters ters bakmama neden olduğunda elimi kaldırıp hafifçe göğsüne vurdum. O gece elime tutuşturduğu bıçakla onu yaralamama atıfta bulunmuştu ama bilmiyordu ki ben onun ifadesini henüz almamıştım. Bu konuyu açarak da kendi ayağına sıkmıştı.

"Bence sen bu konu hakkında konuşmamalısın," dediğimde kettle'daki suyu tencereye boşaltmaya başlamıştı. Sözlerimle birlikte de kısa bir an bakışları bana döndü. "Daha hiçbir şeyi konuşmuş değiliz, hatırlatırım."

"Mantar sever misin?"

Beni umursamayıp konuyu değiştirdiğinde dudaklarım arasından sesli bir nefes vererek elimi tezgâha yaslayıp ona baktım. "Severim," dedim, ters bir tavırla.

"O zaman mantarları çıkar."

Oflayarak yanından geçip buzdolabını açarak sebzelerin bulunduğu çekmeceden mantarları çıkardığımda makarnaları tencereye koyup kapağını kapattığını görmüştüm.

Bir süre ikimizden de çıt çıkmazken o makarnanın sosunu yapmaya, ben de salatayı yapmaya koyulmuştum. Ara ara bana, yemek konusunda sorular sorması dışında bu süreç içerisinde hiç konuşmamıştık.

Yıkadığım yeşillikleri doğradıktan sonra salata kasesini ada tezgâhın üzerine bırakarak bir kez daha Kenan'ı kontrol etmiştim. Dakikalardır sesi çıkmasa da tahtaya ritmik bir şekilde çarpan bıçak sesleri tek başına yetiyordu. Mutfakta gerçekten iyiydi. Usta hareketlerle sebzeleri doğruyor, adeta bir şef ustalığında çalışıyordu. Tabii yeteneği bir yana onu ayrı dikizliyordum.

Ellerinin her hareketinde kol kasları gerilirken kollarımı göğsümde birleştirerek onu izlemeye devam ettim. Sırtındaki kaslar bile gerilmişti ve bana da güzel bir manzara çıkarmıştı.

Mutfağımı yangın yerine çevirmişti.

Adımlarımı ona doğru yönlendirip yanına yaklaştığımda kalçamı tezgaha yaslayıp kusursuz çehresine daha yakından bakma fırsatı edindim. "Bayağı iyisin sen bu işte," dediğimde wok tavadaki sebzeleri usta bir hareketle çevirmiş, bana da göz kırpmıştı.

"Ne sandın?" dedi, serseri bir tavırla. Bu tavrı beni güldürdü.

"Her masadasın yani?" Bu sefer gülen o olduğunda tavayı bırakmış, kalçasını tetezgâha yaslayarak o da bana doğru dönmüştü.

"Bizim otellerden birinde, mutfakta çalışmıştım." Kaşlarım şaşkınlıkla havalanırken bir kez daha onu çaktırmadan süzmüştüm. Bu adamı her yere yakıştırabilirdim zaten. "Okuldan kaçıyorum diye babam ceza vermişti kendince." diye eklediğinde bir kez daha gülmeme engel olamadım.

"Sana pek sökmemiş ama," dediğimde o çok sevdiğim dudaklarında içimi yakan bir gülümseme yer edindi.

"Sırf bu yüzden okuldan kaçıyordum çünkü." Bugün ikinci kez attığım kahkaha, mutfağın duvarlarına çarptığında duvarlarım dile gelip beni yargılayabilirdi. İlk defa bu kadar çok kahkaha atmıyordum fakat bir kez güldüğümde susturulması zor bir insana dönüşüyordum.

"Turgay amca anlamadı mı peki?" diye sorduğumda başını ağırca salladı.

"Anladı," derken rengi değişen sebzeleri bir kez daha kontrol edip tezgahın üzerinde duran krema paketini açarak sebzelerin üzerine eklemişti. "Anladığında da beni otele göndermeye devam etmişti ama okuldan kaçmamam şartıyla tabii."

Dişlerimi hafifçe alt dudağıma geçirerek genişleyen gülümsememi bastırmaya çalışırken bir yandan da onu izliyordum. "Çok tatlısın," dedim, buna rağmen gülüşüme engel olamayarak. Bakışları bana döndüğünde onu öpme isteği, içimde bir şeylerin alevlenmesine neden oldu.

Şu an gözümde gerçekten o küçük, tatlı çocuktu.

Ona doğru yaklaşıp dudaklarını öptüğümde bunun çok uzun sürmemesine özen göstererek sadece tatlı bir öpücük bırakmıştım.

"Maran," dedi, mırıldanarak.

"Hm?" Ondan uzaklaşsam da aramızda çok da uzun bir mesafe olduğu söylenemezdi.

"Ben yemekten önce tatlı yemek istiyorum." Sahte bir tavırla gözlerimi irileştirerek ona baktığımda çapkın bir şekilde gülümsedi.

"Yemekten önce tatlı yenmez."

"Tatlı her öğün yenilir," derken beni tezgahla kendi arasına sıkıştırmıştı. Ellerini tezgaha yasladığında bana doğru eğildi. "Hele o tatlı sensen."

Her bir araya gelişimizde konunun bir şekilde başka yerlere sapması sanırım bizim elimizde değildi. Birbirimize duyduğumuz o çekim bizi yönetiyordu.

Hâl böyleyken yakınımdaki bedeni bana pek iyi şeyler düşündürmezken hafifçe eğilerek kolunun altından geçmiş, hem gözlerinin odağından hem de bedeninin etkisinden kurtulmuştum.

Bu yaptığıma sadece boğuk bir şekilde gülmekle yetindiğinde bir şey söylemek için dudaklarını araladı fakat ona izin vermeyerek konuştum.

"Yemeğe bak hadi," dedim, carlayarak. "Aç kalacağız sonra."

"Seni her durumda doyurabilirim, merak etme."

Sorun bende miydi yoksa o mu bilerek yapıyordu bilmiyordum ama bu adamın söylediği her şeyi çok yanlış yerlere çekiyordum.

Onun bu etkisinden kurtulmak adına masayı hazırlamaya koyulduğumda o da yemeği hazırlamıştı. İki kişilik servis açarak çıkardığım şarabı da masaya yerleştirdiğimde çok geçmeden masaya oturmuştuk.

Yemeğimiz bol sohbetli geçerken benim odaklanabildiğim tek şey yaptığı yemekti. Gerçekten bana, onun bir şef olduğunu düşündürtmüştü. Mutfakta ben de çok kötü değildim ama çok da girmiyordum zaten. Bu yemekten anlamadığımdan değil uğraşmak istemeyişimdendi galiba.

Yemekten sonra beraber mutfağı toplayarak salona geçtiğimizde elimde hâlâ şarap kadehim vardı. Kenan'ın ara ara attığı bakışlar eşliğinde onu yudumluyordum.

"Film izleyelim mi?" dedim, çocuksu bir tavırla. O, masanın üzerindeki ve kendine ait olan sigara paketinden bir dal çıkarıp çakmağı da yanına aldığında beni onayladı.

"Olur," dedi, neredeyse bir saattir bakmadığı telefonunu da eline alırken. "Seç sen, sigara içip geleceğim."

Ona dik dik baktım. "Şu telefonunu bırak artık," dediğimde sigarayı dudaklarının arasına sıkıştırmıştı. Bu çıkışıma karşılık olarak da bana bir bakış attığında kaşlarım hafifçe çatıldı. "Kiminle konuşuyorsun bu kadar, anlamıyorum."

Bana boş bakışlarla bakarken iyiden iyiye sinirlendiğimi hissedebiliyordum. Ne zaman bir şeyler yapmaya kalkışsak o telefonu elinden düşmüyordu ve açıkçası bu beni rahatsız ediyordu.

"Kimseyle," dedi, sigaradan dolayı boğuk çıkan sesiyle. Bunu fark ederek de sigarayı dudaklarından ayırdı. "Yiğit aramış, onunla konuşacağım."

Elimdeki kumandayla bahçeyi işaret ettim. "Git," dedim, söver gibi. "Git, konuş hadi."

"Ne oldu şimdi?" dedi, sesinden de anlayabildiğim bir şaşkınlıkla.

"Yanında olmama rağmen sürekli o telefonda birileriyle konuşuyorsun, sıkıldım." Bu çıkışı beklemiyor olacak ki yüzünde oluşan o hayret ifadesini de görmüştüm. Aramızda uzun bir mesafe vardı ama gözlerimdeki kalın çerçeveli gözlük sayesinde onun o ifadesini rahatça izleyebiliyordum.

Zaten ya gözüm bozuktu ya da boyum kısaydı.

Hiçbir şeyi havalı bir tavırla yapamıyordum.

"Alt tarafı film izleyeceğiz, onda bile yapıyorsun bunu." diye eklediğimde sinirlenmem onu ayrı şaşırtmıştı. "Git konuş kiminle konuşuyorsan sonra da kapat o telefonu."

Kaşları havalanırken söylenerek ona arkamı döndüm ve kitaplıktaki DVD'lere göz gezdirmeye başladım. Açıkçası bunun için bile ayrı çaba sarf etmem gerekmişti çünkü sinirlenmiştim. Sürekli böyle yapıyordu ve gerçekten tahammül edemiyordum. Şu ana kadar bir şey söylemememden rahatsız olmadığımı hatta fark etmediğimi bile düşünmüş olabilirdi. Bu tavrıma şaşırmasına bakıldığında eminim ki düşünmüştü de.

Dakikalarca DVD'leri incelediğimde en sonunda bir filme karar kılmış, onu açmıştım. Zaten hevesim de kalmamıştı.

Koltuğa geçmek için arkama döndüğümde Kenan'ın oturmuş, beni izlediğini görmüştüm. Telefonu elinde değil, masanın üzerindeydi. Sigarasını bile içmemişti, o da paketin üzerinde duruyordu.

"Ayrılabilmişsiniz?" dedim, L koltuğun diğer köşesine oturmadan önce.

Bana cevap vermedi, sadece aramızdaki mesafeyi inceledi bir süre. Ardından da kalçasını bana doğru kaydırarak yanıma ulaştı ve ellerini belime dolayarak beni kendine doğru çekip sırtımın göğsüne yaslanmasını sağladı.

Dudaklarımda oluşan sinsi gülümsemeyle birlikte ayaklarımı masaya uzattığımda o da beni taklit etmişti. Film başlarken ona kadehimi doldurtmuş, masadaki çikolatalardan istemiştim. Sürekli ondan bir şey istemem onu delirtmiş gibi durmuyordu ama birazdan delirebilir gibi geliyordu.

Film akıp giderken ikimizden de çıt çıkmıyor, dikkatlice filmi izliyorduk. Odayı aydınlatan tek şey şöminenin ateşi ve masadaki birkaç mumdan ibaretken biraz mayışmıştım. Tabii bu, göğsünden yayılan kokusu ve sıcaklığından dolayı da olabilirdi.

Uyumamak için direnirken birden yerimden doğrulup elimdeki kadehi masaya bıraktım ve tekrar Kenan'a doğru döndüm. Bakışları, tahmin ettiğimin aksine televizyonda değil bendeydi.

Kısa bir an afallasam da tekrar ona sokularak elimi ensesine yerleştirmiştim. Gözlerim gözlerindeyken bir süre hafifçe ensesindeki saçları okşamış, hiç konuşmamıştık. Bu sessizliği bozmak isteyerek dudaklarımı araladığımda onun da eli benim saçlarımı bulmuştu.

"Hâlâ anlatmadın." dedim, kısık bir sesle. Yüzüme düşen arsız tutamı kulağımın arkasına sıkıştırırken konuştu.

"Neyi?"

"O geceyi." Neyden bahsettiğimi anladı ama her zaman olduğu gibi yine anlamamazlıktan geldi.

"Hangi geceyi?"

"Kenan," dedim, uyarıcı bakışlarımla. Dudakları hafifçe yukarı kıvrılırken bana bir cevap vermesini bekliyordum. "Neyden bahsettiğimi çok iyi anladın."

Dudakları arasından verdiği nefes, dudaklarıma çarptığında başını televizyona doğru çevirerek benden kurtulmaya çalıştı ama daha çok beklerdi.

"Sana, o gece beni dinlemen için fırsat vermiştim," dedi, uzun bir süre sonra. "Sen beni dinlemeyip kendi düşüncelerine göre beni yargıladığında benim için bu konu kapanmıştı." Gözleri tekrar beni bulduğunda o harelerde kararlılığı gördüm. "Sen de kapatmalısın."

"Anlatman gerekiyor," Israrcı tavrıma karşılık başını hafifçe geriye doğru attığında başımı ona doğru yaklaştırdım. "Kaçamazsın."

"Sana bir şey aldım," dediğinde yine konuyu değiştirdiğini anlamam zor olmadı. Gözlerimi bayarak geri çekildiğimde güldü. "Arabada kaldı, unuttum."

"Ne aldın?" dedim, meraksız olmaya çalışan bir tonda.

"Bekle, getireyim."

Ayaklanıp masada duran anahtarını alarak kaçar gibi benden uzaklaştığında sıkıntılı bir nefes vererek oturur pozisyona geldim.

Kendi hakkında hiçbir şeyi benimle paylaşmaması can sıkıcı bir hâl almaya başlamıştı. Belki de böyle olmasının sebebi bendim. O gece bana kendini açacaktı ama ben ona engel olmuştum.

Masadaki kumandayı alarak filmi durdurdum ve dakikalar önce çıkardığım hırkamı üzerime geçirerek ayağa kalktım.

Ben küçük adımlarla kapıya yönelirken Kenan da bir iki dakika içerisinde elindeki büyük siyah kutuyla kapıda belirmişti. Gözlerim kutuda takılı kalırken kalbim heyecanla çarpmaya başlamış, dudaklarımda da bir gülümseme yer edinmişti.

"O ne?" dedim, kapıyı kapatırken. İçimde tatlı bir merak uyanmıştı.

Beraber salona geçtiğimizde kutuyu masaya bırakıp bana döndü. Ben de o esnada ışıkları açmıştım. "Aç bak."

"Açayım," Birkaç adımda masaya ulaşıp siyah kutunun kapağını yavaşça kaldırdım. Siyah kutular artık beni heyecanlandırmaya başlamıştı.

Kapağı kaldırdığım an kutunun içerisinde gördüğüm lacivert elbise gözlerimin hafifçe kısılmasına neden olduğunda Kenan'a bir bakış atmıştım. Ardından da kutunun içerisindeki elbiseyi çıkardığımda bunun, geçen gün Olcay'a gösterdiğim elbisenin aynısı olduğunu fark etmiştim.

Dudaklarımdaki gülümseme genişlerken gözlerimdeki şaşkınlık pırıltılarıyla elimdeki elbiseye bakıyordum. Bu elbiseyi beğendiğimi nereden biliyordu?

Lacivert elbisenin iki askısı da arkada birleşirken derin bir göğüs dekoltesi de vardı. Belden aşağısı fırfırlıydı ve dizlerimin bayağı yukarısında biten bir elbiseydi. Bu elbiseyi çok beğenmiş ama ne sitede ne de mağazada bulabilmiştim.

"Kenan," dedim, ismini uzatarak. Bu hülyalı tavrım, onun ifadesinin tatlı bir hâl almasını sağlarken elimdeki elbiseyi bırakıp boynuna atladım. Hesap edemediğim ve dizginleyemediğim sevincimle hemen arkadaki koltuğa düştüğümüzde Kenan'ın boğuk gülüşü de kulağımdaydı. "Nereden bildin?"

"Neyi?" dediğinde kaşlarımı kaldırarak ona baktım. Bu numarayı artık yemezdim.

"Bu elbiseyi çok beğenip hiçbir yerde bulamadığımı?" İfadesi değişirken duraksadım. Sanırım bu sefer yanlış alarmdı.

"Hadi canım!" diye bir tepkiyi aynı anda ortaya koyduğumuzda ikimizin suratında da bir şaşkınlık hakimdi.

Ne yani bu elbiseyi tesadüfen mi almıştı?

"Sana yakışacağını düşünerek aldım sadece," diye açıklama yaptığında çatık kaşlarım düzeldi. "Beğendiğini bilmiyordum."

"Olsun," dedim, yanaklarına koca birer öpücük bırakıp. "Teşekkür ederim."

Elini kaldırıp yanağımı okşamaya başladığında kalp atışlarım da yoldan çıkmıştı. Hoş, pek yönünü bulmuş sayılmazdı da. "Dene hadi."

"Tamam." dedim, heyecanla kucağından kalkarken. "Gelirim hemen."

Kutuyu alarak merdivenleri hızla çıkıp odama geçtiğimde elimdeki kutuyu yatağa bıraktım. Üstümde nasıl duracağını ben de merak ettiğimden bir çırpıda üzerimdekileri çıkararak elbiseyi giymiştim.

Üzerime tam oturan elbise beni oldukça şaşırtırken giyinme odasına geçerek boy aynasından kendimi kontrol ettim. İri göğüslerimi ortaya çıkaran elbise, ince belimi sıkıca sarmıştı. Siyah saçlarım da dalgalar halinde omuzlarıma dökülürken aynadaki aksimden oldukça memnumdum.

Gerçekten kendime yakıştırmıştım.

Boynumdaki kolyeler de elbiseye hoş bir hava katarken ellerimle saçlarımı düzeltip bir kez daha kendimi kontrol ederek aşağı indim. Merdivenleri inip salona ulaştığımda Kenan'ın öylece oturmuş olduğunu görerek son basamağı da indim.

"Nasıl olmuşum?" Bakışları bana dönerken ben de kendi etrafımda dönmüştüm.

Kenan'ın yeşilleri ağırca üzerimde dolaşırken ben de onun diyeceklerini merakla bekliyordum. Gözlerinde yakaladığım beğeni dolu bakışlar beni yanıltmıyorsa beğenmişti.

Hayran dolu bakışları kalbimi deliye çevirirken tırnaklarımı hafifçe avuçlarıma geçirdim. Sikeyim, daha ne kadar bana böyle bakacaktı?

Önce oturduğu yerden bir süre beni inceledi ardından da nihayet bir tepki göstererek ayağa kalktı ve usulca bana doğru ilerledi. Gözleri bir kez daha uzunca üzerimde gezinirken tam karşımda durmuştu.

"Çok güzel olmuşsun," derken elleri belime dolanmıştı. O elleri beni bağımlı hale getirecek kadar çok vücuduma değiyordu.

Gözleri zorlukla gözlerime çıktığında derin bir iç çekti. "Sikeyim," dedi, tüm ambiyansı bozup. Bu beni sinirlendirmedi aksine güldürdü. "Yakışacağını biliyordum ama," dediğinde dişlerimi hafifçe alt dudağıma geçirdim.

Hiçbir şey yapmasına ya da söylemesine gerek yoktu, beni her durumda heyecanlandırıp kalbimin böyle hızla çarpmasına neden oluyordu.

"Maran, Maran, Maran..." Başını hafifçe omzuna doğru eğip burnunu burnuma sürttüğünde bir eli de çenemi kavramıştı. Sıklaşan nefeslerim, kaçış yolu ararken kalbimle aynı kaderi paylaşıyorlardı. "Çok güzelsin." dedi, hülyalı bir tavırla.

Sarf ettiği bu iki kelime, bendeki etkisini katlarken gözlerimi kırpıştırdım. Bunu ilk kez duymuyordum ama onun ağzından ilk kez duyuyordum. Normalde teşekkür edip geçtiğim bu iltifat çok basit gibi görünebilirdi fakat kalbimin ağzıma tırmanmasına bakılırsa o kadar basit değildi.

Bu adamın söylediği en ufak bir şeyin insanlarda bıraktığı etki işte böyleydi.

Ya da bende bıraktığı etki böyleydi, bilmiyordum.

Birden dudakları dudaklarımın üzerine örtüldüğünde sanki bunu bekliyormuşçasına ben de ona doğru atılmıştım. Yumuşacık dudakları dudaklarımı kavrarken dudakları arasındaki tek şey dudaklarım değil, kalbimdi.

İçeriyi ısıtan şömine, sanki sadece beni ısıtmak için çaba gösterircesine tüm tenimi yaktığında kendimi yine başka bir boyutta bulmuştum.

Yine yer ve zaman kavramı yoktu.

Sadece o ve ben vardık.

Eli, elbisemin boynumdaki askısına giderken ikimizin de nefes alış verişleri hızlanmış, dudaklarımız kısa bir an ayrılmıştı. Yapacağı şey, vücudumu harekete geçirirken sadece saniyeler içerisinde elbisenin kumaşının yere çarpma sesi kulaklarıma doldu.

Biz bu gece kalan kuralları da yıkacaktık.

🐤🐤🐤

Loading...
0%