@meelcnmel
|
Elimdeki anahtarı portmantoya bırakarak çıplak ayaklarımla merdivenlere doğru yöneldim. Elime aldığım topuklular, canımı yakmaya başladığından arabaya bindiğim an onları çıkarmıştım. Üzerimdeki yorgunlukla merdivenleri tırmanırken düşündüğüm tek şey bir an önce odama çıkıp sıcacık bir duş almak ardından da kendimi uykuyla ödüllendirmekti. Bütün gün şirkette toplantılara girip durmuş, Giovanni ile yiyeceğim akşam yemeği için de hazırlanmıştım. Şimdi de o yemekten geliyordum. Onunla tahmin ettiğimden daha iyi anlaşmış, sadece iş konuşmaktansa birbirimizi de tanımaya çalışmıştık. Zaten bu, işin adabıydı. Hoş bir vakit geçirsem de üzerimde büyük bir yorgunluk vardı fakat bu, tatlı bir yorgunluktu. Benimle çalışmaktan memnuniyet duyacağını, yaptığım projeyi oldukça beğendiğini söylemiş ve bu kadar genç olup aynı zamanda bu kadar şey başardığım için beni tebrik etmişti. Bunların aynısını Uraz da söylemişti ve bu, beni gerçekten gururlandıran bir şeydi. Nihayet odama çıkabildiğimde elimi duvarda gezdirerek ışıkları yakmak için bir çabaya girişmiştim. Karanlık olduğu için hiçbir şeyi net göremediğimden bu, birkaç saniyemi almıştı. En sonunda ışıkları açtığımda oda aydınlanmış, bu da gözlerimin acımasına neden olmuştu. Elimdeki ayakkabıları yere bırakıp üzerimdeki elbiseyi hızlıca çıkardım ve banyoya girerek direkt kendimi sıcak suyun altına attım. Sıcak su, tüm bedenimin gevşemesini sağlarken daha da mayışmıştım. Bu yüzden de hızlı bir şekilde duş alıp banyodan çıktım ve üzerimdeki bornozu bile çıkarmadan tekrar ışıkları kapatarak kendimi yumuşacık yatağa bıraktım. Sırtım yumuşak yüzeyle buluşunca gözlerim de kapanmaya başlamış, bu esnada da telefonuma gelen bildirimlere bile bakmadan gözlerimi yummuştum. Aradan ne kadar zaman geçtiğini bilmiyordum fakat uykuyla uyanıklık arasındaki o noktadaydım ve tam o an, yatağımın sol tarafı bir ağırlıkla hafifçe çökmüş, tanıdık koku ciğerlerime dolmuştu. Birkaç saniye kapalı gözlerimi açmak için boş bir çabaya girsem de uykum ağır basmıştı. Ben, kokusunu solurken aradan akıp giden zamanın ardından elleri nemli saçlarımı bulmuş, nazikçe siyah tutamları okşamaya başlamıştı. Bununla birlikte bir kedi gibi mırıldanarak ona sokulduğumda dudaklarımda da belli belirsiz bir gülümseme yer edinmişti. Göğsünden yayılan kokusu ve sıcaklığıyla kavuştuğumda beni rahatsız etmemeye özen gösterdiği belli olan bir şekilde yanıma uzanarak başımı göğsüne yaslamama müsaade etti. "Evime gizlice girmekten vazgeç," diye mırıldandığımda yaslandığım göğsü hareketlendi, sıcak nefesi saç diplerime çarptı. Şu an gülüşünü görmek için can atsam da bir kez daha uykuma yenik düşmüştüm. Uykum bir yana hafta boyunca yaşadığım yorgunluk bir yanaydı. Kendimde kolumu kaldıracak gücü bile bulamıyordum. "Telefonlarımı açsaydın buna gerek kalmazdı," dedi, o da tıpkı benim gibi neredeyse fısıltıyla. Sesini duyduğum an midemdeki tenyalar harekete geçtiğinde elimi göğsüne yaslayarak gözlerimi açmadan başımı hafifçe ona doğru kaldırdım. Saçlarımdaki elleri hâlâ olduğu yerdeydi. "Demek gecenin bir köründe beni arayan hadsiz sendin." derken dudaklarım çenesine sürtmüştü. Bir süre sessiz kaldığında gözlerimi aralamayı bir gereklilik görerek hafifçe gözlerimi araladım. Gözlerim, direkt olarak yeşil gözlerini bulduğunda bunun yanında çatık kaşlarını da görmüş oldum. Yine niye çatmıştı o kaşlarını? "Ne oldu?" dedim, uykulu halime rağmen meraklı bir tavırla. "Gecenin bir köründe seni arayan başka hadsizler de mi var?" dediğinde önce dudaklarım yukarı kıvrılmış ardından da kıkırdamaya başlamıştım. Kendine hadsiz dediğimin farkında değil miydi? "Kenan," dedim, gözlerimi bayarak. Üstelik dudaklarımda da bir gülümseme hakimdi. "Lafın gelişi o." Kaşları normal halini alırken göğsündeki elim sakallı çenesine tırmanmıştı. "Kıskançsın, biliyorsun değil mi?" Diğer eli, bornozumun sardığı belime dolanırken beni de hafifçe yukarı doğru çekerek yüz yüze gelmemizi sağladığında yeşil harelerinin üzerini gölgeleyen gür kirpikleriyle daha yakından tanışmıştım. Bir erkeğe göre fazla gür olan kirpikleri, bende bir hayranlık uyandırıyordu. "Ben sevdiğim kadını kıskanırım," dedi, kısık bir sesle. Sarf ettiği kelimeler, uyuyan kalbimi uyandırırken gözlerimi kırpıştırarak ona baktım. Birdenbire bana böyle şeyler söylüyor, tüm sistemi altüst ediyordu ve bunu yapmak onun hoşuna gidiyordu. "Bana aşık olduğunu biliyordum," Gözlerini kısarak bana baktığında yanağını da hafifçe okşuyordum. "Sen az önce uyumuyor muydun?" dediğinde güldüm. "Uykum açıldı," dedim, elimi başıma yaslarken. Hakikaten de onu gördüğümde uykum açılmıştı fakat bundan şikayetçi değildim. "Yemek nasıl geçti?" diye bir soru yönelttiğinde dudaklarım yukarı kıvrıldı. Zaten günlerdir bu yemek faslından dolayı gereksiz bir şekilde stresliydim ve o, günlerdir benimle uğraşmış, stres yapmamam için elinden geleni yapmıştı. Hatta öyle ki giyeceğim kıyafete varana kadar ona seçtirmiştim. Yemeğe giderken de bana birkaç kez mesaj atmış, yine yanımda olduğunu hissettirmişti. Bu adamı hak edecek kadar ne gibi bir sevap işlediğimi inanın ki bilmiyordum. "Güzeldi, sandığımdan daha iyi geçti." "Demiştim sana." dedi, dudaklarında tatlı bir tebessüm oluşurken. Saçlarımdaki elleri omzuma doğru hareketlenirken ekledi. "Ben olsam ben de senin gibi bir kadını kaçırmak istemezdim." Kaşlarım havalandığında ifadesi muzip bir hâl aldı. "Bak sen?" dediğimde bornozumun yakasını hafifçe çekiştirerek dudaklarını omzuma bastırmıştı. Bu, içimi sarmaya başlayan o tatlı hissi yoğunlaştırırken boynuma doğru ıslak bir yol çizmeye başladı. "Buraya beni baştan çıkarmaya mı geldin?" dedim, elimi ensesine yerleştirirken. Erkeksi kıkırtısı boynumla omzum arasındaki o çukurda kaybolurken tenime çarpan sıcacık nefesi de az önce uyumak üzere olan bedenimi uyardı. "Gideceğim," derken dili çıplak tenime yaslanmış, dudaklarımdan minik bir inilti kopmasına neden olmuştu. "Nereye?" dedim, nefes alış verişlerim sıklaşırken. O esnada boynuma birkaç öpücük kondurmuştu. "İşlerim var," Tenimden önce dudakları ardından da o sıcak nefesi çekilirken tekrar gözleriyle buluşma şansı yakalamıştım. Fakat bu da çok uzun sürmemiş, yine kendine dudaklarını yaslayacak bir yer bulmuştu. Rotası dudaklarımdı. Dudaklarının arasından sızan dili, usulca dişlerime sürtündüğünde başım dönmeye başlamış, bedenine yaslı olan ellerimi sıkılaştırmıştım. Her seferinde beni böyle baştan çıkarmayı ihmal etmiyordu. Açıkçası bundan şikayetçi de değildim. O güzel dudaklarını kullanarak dudaklarımı dile getirmesine bayılıyordum. Öpüşmemizin arasına bir nefeslik mesafe koyduğunda bunu, konuşarak doldurmuştum. "Bu saatte?" Hızla inip kalkan göğsüm, göğsüne değerken aralık dudaklarımdan verdiğim nefes, nemli dudaklarına çarpıyordu. "Nereye gideceksin?" "Mahzene." Kaşlarımı çattım. "Sebep?" "İşlerim var, dedim ya?" Sözlerinin ardından birkaç saniye gözlerinin içerisine baktığımda bakışları iki gözümün arasında gidip gelmeye başlamıştı. "Tek mi gideceksin?" diye bir soru sorduğumda önce kaşları havalandı ardından da dudakları hafifçe iki yana doğru çekildi. Sanki bunu fark etmemişim gibi de başını çevirip neredeyse üzerimde olan bedenini tekrar yanımdaki o boşluğa doldurdu. "Esvet yok, eğer bunu soruyorsan," dedi, dudaklarındaki sırıtışla. Bununla birlikte de dudaklarımı birbirine bastırdım. "Birkaç iş üzerinde çalışıyor, gelmez bu gece." "Ha konuştunuz bir de?" dedim, gıcık bir tavırla. Bununla birlikte de ifadesi tatlı bir hâl aldı ve tıpkı benim gibi elini başına yaslayıp gözlerini kısarak bana baktı. "Kıskanç mıyız biraz?" dedi, az önce benim ona yaptığım gibi. Bu tavrına göz devirdim. "Kıskançlık değil bu," dediğimde saçmalamadan bu konuyu mantıklı bir yere sürüklemek istiyordum. "Hoşlanmıyorum o kadından işte!" "Sebep?" dedi, bir kez daha beni taklit ederek. Bununla birlikte de elimi kaldırıp hafifçe omzuna vurmuştum. "Bir sebebi yok, o da benden hoşlanmıyor zaten." dediğimde kaşları usulca çatıldı. "Neden öyle düşünüyorsun?" "Eski sevgilinin beni sevmesini mi bekliyorsun gerçekten?" dedim, gülerek. "Esvet, benim eski sevgilim falan değil," dedi, net bir dille. "Önceden aramızda bir şeyler vardı ama biteli çok oluyor." Bu sefer gözlerimi şüpheyle kısan ben olurken her tepkimi gözünü kırpmadan izliyordu. O aklından neler geçtiğini bilmiyordum ama benim aklımdan geçenler pek hoş değildi. "Onunla yatmışsın," dedim, yeşil gözlerinde buna dair bir şeyler ararken. Söylediklerimle birlikte dudakları arasından sıkıntılı bir nefes verdi. "Neden eskiyi konuşuyoruz?" dediğinde sinirlerim iyice gerilmeye başlamıştı. "Bu evet demek mi?" "Hiçbir zaman aramızda duygusal bir şey olmadı." diyerek üstü kapalı bir cevap verdiğinde kısa bir an Esvet'in bana olan o gıcık tavrını sorgulamıştım. Madem aralarında duygusal bir şey yaşanmamıştı, öyleyse neden benimle öyle konuşmuştu? "Sana aşık olduğuna eminim," dedim, tepkisini dikkatlice izleyerek. Bu söylediğimle birlikte de hiçbir tepki vermemiş, sadece saçlarımı okşamaya devam etmişti. "Ama sen zaten bunu biliyorsun." dediğimde yeşil gözleri gözlerime nişan aldı. "Neyi kurcalıyorsun?" dedi, stabil bir sesle. Omuz silktim. "Bir şeyi kurcaladığım yok," dedim, gecenin beslediği gözlerine bakarak. "Niye bu kadar gerginsin?" Bu soruyu sorarken elimi kaldırıp omzuna koymuş, parmaklarımla kazağının sardığı omzunu okşamaya başlamıştım. Gözleri, parmaklarımın her hareketini hafızasına kazımak istercesine ellerimde dolanırken elini elimin üzerine örterek parmak uçlarımı öptü. "Gergin değilim, gereksiz konuları konuşmaktan hoşlanmıyorum." dedi, en sonunda gözlerime bakarken. "Seni neden konuşmuyoruz mesela?" O güzel bakışları bu sefer de saçlarımda kaybolurken gülümsedim. Avcuna hapsettiği elimin parmaklarını parmaklarına kenetlediğinde bu, kalbimin sıcacık olmasına neden oldu. Gözlerinin içine bakıyor, söyleyeceği en ufak kelimeyi ya da en ufak bakışını yakalamaya çalışıyordum. Uzun sayılmayacak ama bana fazlasıyla uzun gelen bir süre sonunda o güzelim dudakları aralandı, gözleri gözlerimi buldu. "Çok güzelsin," dedi, kendi kendine konuşur gibi. Dudaklarımdaki gülümseme genişlerken adeta yeşillerinden bir parıltı geçti. Dudağının kenarı hafifçe yukarı kıvrıldığında saçlarımdaki elleri yüzüme tırmanmıştı. "Bitiyorum şu bakışlarına," Gözleri, yüzümün en ücra köşelerine uğrarken baş parmağı dudaklarıma temas etti. "Dudaklarına," Bunu söylerken derin bir iç çekmiş, yüzünü yüzüme yaklaştırarak dudaklarımı az öncekinin aksine yumuşakça öpmüştü. Kalbim hızla çarparken üzerimdeki yorgana rağmen ayaklarımdan saç diplerime kadar bir ürperti geçti. Günlerdir bana birdenbire öylesine güzel şeyler söylüyor, başımı çevirdiğim anda o güzel bakışlarıyla karşılaşıyordum fakat yine de buna alışamıyordum. Kalbim, her seferinde cayır cayır yanıyordu. Öpücüğü kısacık sürerken bu sefer yüzü, boynuma indi ve kokumu içine çekti. "Kokuna," dedi, nefesi tenime çarparken. O, yalnızca birkaç saniye gibi bir sürede boynumda konakladığında elim, ensesindeki saçları bulup okşamaya başlamıştı. Dışarıdan biri görse şu an bulunduğumuz durumu yanlış anlayabilirdi fakat durum çok farklıydı. "Başka hiç kimsede rastlamadım bu kokuya," derken bir kez daha kokumu derince solumuş, ciğerlerine doldurmuştu. "Çok tuhaf." dedi, yüzü yüzüm hizasına gelirken. "Odun musun yoksa yakışıklı bir romantik misin çözemiyorum," dediğimde kaşları usulca havalandı. "Sana, odun olduğumu düşündüren nedir?" dedi, alaylı bir sesle. Gözlerimi bayarak ona baktım. "Hiçbirini saymamı istemezsin bence." Boğazının gerisinden kulaklarımı da gözlerimi de şenlendirecek bir kıkırtı düştüğünde kenetlediği ellerimize baktım. Kazağının sıyrıldığı kolundan dövmeleri az da olsa görünürken bir an onları inceleme isteğiyle dolup taşmıştım. Vücudunda o kadar çok dövme vardı ki bu, ilk gördüğümde beni şaşırtmıştı. Açıkçası benimde birkaç tane dövmem olsa da onun kollarını kaplayan dövmelerin yanında az kalıyordu. "Sen uyumadan gitmeyeceğim," dediğinde güçlü kolları ince belime dolanmış, başımı boyun girintisine yaslamıştım. Teninden yayılan sıcaklık beni mayıştırırken bacağımı bacaklarının üstüne atıp elimi göğsüne yasladım. "Uyandığımda burada olmanı tercih ederim." dedim, gıcık bir tavırla. O, gülmeye başladığında benim bu durumdan keyif aldığım söylenemezdi. Kesinlikle gitmesini istemiyordum. O kadın orada olmayabilirdi ama gelmeyeceği ne malumdu? Onunla çene yarıştırmamaya karar verip gözlerimi kapattım. Dakikalardır olduğu gibi tekrar saçlarımı okşamaya başladığında biraz daha ona sokuldum. Birkaç dakika içerisinde göğsü aldığı düzenli nefes alış verişlerle inip kalkmaya başladığında beni uyutmaya çalışırken asıl onun uyuyakaldığını anlamıştım. Bu, içten içe beni güldürürken onu uyandırmamaya özen göstererek doğrulup başımı yastığa yasladım. Karşımda tüm heybetiyle uyuyan adamı izledim bir süre. Uzun boyundan ve iri bedeninden olsa gerek koskoca yatağa bile sığmamıştı. Bu dudaklarımda minik bir gülümseme oluştururken birkaç tutamı alnına dökülmüş olan saçlarını geriye doğru ittim. Odadaki camla kaplı duvarda kolayca görebildiğim dolunay, onun gibi eşsiz olan bu varlığa tüm ışığını sunuyor, beyaz tenini aydınlatıyordu. Bir erkeğe göre fazla olan gür ve kıskanacağım kadar kıvrık olan kirpikleri, her baktığ ımda içine çekildiğim ama şu an göremediğim yeşil gözleri ve şu anda deli gibi öpmek istediğim güzel dudaklarıyla bir ressamın özel bir portresi gibiydi. 🐤🐤🐤 "Açmıyor telefonlarımı, şaka mı bu?" Çatık kaşlarımın altındaki bakışlarım elimdeki telefon ekranındayken bir el uzanıp elimdeki telefonu aldı. Bu, Olcay'dı. O kahverengi gözlerini belerterek bana bakıp ofladığında ben de derin bir nefes alıp çatık kaşlarımı düzelttim ve hiç memnun olmasam da arkama yaslanıp önümde duran kahve fincanını elime aldım. Yaklaşık bir saat önce şirketten çıkıp Olcay'la bir alışveriş merkezine gelmiştik ve dakikalardır benim söylenmelerimi dinlemek zorunda kalmıştı. Bunun nedeni de Kenan'ın sabahtan beri aramalarıma cevapsız kalmasıydı. Gece ondan sonra ben de uyuyakalmıştım ve sabah uyandığımda da onu yanımda görememiştim. Ne zaman uyanıp gittiğinden haberim olmasa da onun zaten beni arayacağını düşünerek ne mesaj atmış ne de onu aramıştım. Ta ki saatler öncesine kadar. Bugün dersim olmadığından şirkete uğrayıp bazı işlerimi halletmiş ardından da Olcay'la buluşmuştum ve birkaç saate hava kararacaktı. Buna rağmen hâlâ Kenan'dan bir haber alamamıştım. Öfkelenmem oldukça doğaldı. Zihnimin iyi tarafı meşgul olduğunu, en iyi tarafından uyuyakaldığını falan düşünse de kötü tarafı ağır basıyordu. O kadınla birlikte olma düşüncesi beni öfkelendirmekle kalmıyor, bir ejderha gibi ortalığa alev saçmama da neden oluyordu. "İşi vardır, rahat bırak adamı." diyen Olcay'a baktım. Parmakları arasındaki sigarayı içiyor, arada kahvesini yudumluyordu. "Kaç saat oldu, Olcay!" diyerek ona tepki gösterdiğimde sigarasını söndürdü ve bana baktı. "Sevgili misiniz siz bu adamla?" dedi, gözlerini kısıp. Sorduğu soru, yanan alevlerin üzerine litrelerce su dökülmüş gibi hissettirdiğinde elimdeki kahveyi içmeden geri masaya bırakmıştım. Sevgili miydik? Mantığım bu soruya cevap ararken aramızda yaşananları kafamda tartıyor, bir sonuca varmak istiyordum. Birbirimizle kısacık zamanda çok şey paylaşmıştık ama bu sorunun cevabı bende yoktu. Sadece o gidene kadar takıldığımıza emindim fakat bu, sevgililik miydi onu bilmiyordum. "Takılıyoruz işte," dedim, omuz silkerek. Bununla birlikte Olcay'ın şüphe dolu bakışları yoğunlaşmış, dirseklerini masaya yaslayarak bana doğru hafifçe eğilmişti. Ona boş bakışlarla baktım. "Ne yapıyorsun Olcay?" "Takılıyoruz, derken?" dediğinde göz devirdim. "Öpüştünüz mü?" "Öpüşmekle ne alakası var bunun?" "O zaman daha ilerisi olmuş." diyerek son noktayı koyduğunda bakışlarımı onun üzerinden çekip onun tarafında olan telefonuma bir göz attım. Bununla birlikte de onun gözleri irileşti. "Şaka?" dedi, sırıtmaya başlarken. Yüzümü buruşturdum. "Bu konuyu kapatabilir miyiz, gerçekten?" Olcay, benim yakın arkadaşım olduğundan onunla her şeyimi paylaşsam da şu an Kenan hakkında konuşmak istemiyordum. Çünkü ona öfkeliydim. Eğer başına bir şey gelmediyse bana sadece bir mesaj atması bile yeterli olurdu, fazlasını istemiyordum ama bunu bile yapmamıştı. "Aşkım," dedi, Olcay, o yaramaz ifadesini bir kenara bırakarak. "Sevgili olup olmadığınızdan bile emin olmadığın birini niye bu kadar merak ediyorsun?" Haklıydı. "Bırak, aramasın ama sen de arama artık!" Gözlerim bir kez daha telefonuma kaydığında Olcay'ın söyledikleri de bir yandan mantıklı gelmişti. Aramızda ne olduğunu bile bilmiyordum ve buna rağmen o beni aramazken onu arayıp merak etmem saçmalıktı. Başımı hafifçe iki yana sallayıp silkelendiğimde "Doğru aslında," dedim ve bakışlarımı tekrar Olcay'a çevirdim. "Aramayacağım." İlerleyen dakikalarda Olcay'la başka şeylerden bahsetmiş, saatlerce mağazaları gezerek vakit harcamıştık. Ona her ne kadar umursamaz görünmeye çalışsam da aklım hâlâ Kenan'daydı. Olcay'ın tepkisinden korktuğum için telefonumu çıkarıp herhangi bir mesaj atmış mı diye kontrol bile edemiyordum. Olcay, kulağına yasladığı telefonla konuşup önümde ilerlerken ona çaktırmamaya özen göstererek çantamdan telefonumu çıkarıp gelen bildirimleri hızlıca kontrol ettim ama yine aradığım şeyi bulamamıştım. Neden telefonuna bakmıyordu ki? Şarjı bitmiş olsa bile aradan saatler geçmişti, mutlaka aramalarıma dönebileceğini biliyordum. Suratım asılırken telefonumu tekrar çantama attım ve hızlı adımlarla Olcay'ın peşinden ilerlemeye devam ettim. Beraber otoparka indiğimizde telefon konuşması bitmiş, ardından da birbirimizle vedalaşıp ayrılmıştık. O, kendi arabasına binip benden önce otoparktan çıktığında ben de hızla oradan ayrılmıştım fakat gittiğim yer ev değildi. Mahzene gidecektim. Eğer o, telefonlarımı açmıyorsa ben ona gidecek ve haddini bildirecektim. Sadece istediği zaman evime gelip istediği zaman beni arayamazdı. Eğer öyleyse bu saçmalığa devam etmek istemiyordum. Alışveriş merkezinden çıktıktan sonra yoğun bir trafikle karşılaşsam da sadece bir saat içerisinde istediğim yere varmış, içeri nasıl gireceğimi düşünüyordum. Yıkık dökük evi bir süre incelediğimde elimdeki telefondan bir kez daha Kenan'ı aradım fakat açmadı. Gerçekten ona gününü gösterecektim. Burnumdan soluyarak telefonu yan koltuğa bıraktığımda arabanın anahtarını alarak arabadan bir hışımla indim ve kapıları kilitleyerek eve doğru ilerlemeye başladım. Bana, buraya geleceğini söylemişti ve eğer burada değilse gerçekten benden çekeceği vardı. Benimle iyi kötü bir şeyler yaşıyorsa beni görmezden gelemezdi. Harabe evin önümde uzanan basamaklarını tırmanırken kaşlarım çatıktı. Eğer o kadın buradaysa vereceğim tepkileri tartıyor, en mantıklı olanını arıyordum ama mantıklı bir tepki vermek istediğimi pek sanmıyordum. Elimi kaldırıp ahşap, eski kapıya birkaç kez vurduğumda damarlarımda gezinmeye başlayan o öfkenin uslanacağı yoktu. Aksine her geçen saniye daha da güçleniyordu. Sadece birkaç saniye kapının bir mucize olup da açılmasını beklesem de daha fazla dayanamayıp bir iki adım geri gitmiş ve ayağımdaki beyaz topuklu çizmelerle kapıya güçlü bir şekilde vurarak kapının gürültüyle açılmasını sağlamıştım. Eğer ben, bu halimi dışarıdan başka bir gözle izleseydim bunu yaptığıma inanmaz, güler geçerdim fakat şu an pek gülünecek bir durum içerisinde değildim. Kapı açılırken üzerimdeki mavi, saten gömlek elbiseyi düzeltmiş, derin bir nefes alarak içeri girmiştim. İçeri girdiğim an sağ taraftaki koridordan çıkan Kılıç'la da göz göz gelmiştik. Şaşkın, kara gözleri beni bulduğunda dudakları da şaşkınlıkla aralandı ve birkaç saniye beni süzdü. Onun bakışlarına aldırmayarak ellerimi hafifçe iki yana açtım. "Kenan nerede?" dedim fakat sesim fazla yüksek çıkmıştı. "Aşağıda da," derken şaşkın bakışları hâlâ üzerimde dolanıyordu. Sanırım bu kadar gürültü yapmamı benden beklememişti. "Geleceğini biliyor muydu?" dediğinde ben de onun bu kibar tavrına şaşırmıştım. Malûm, başta beni pek sevmemişti. Onun sorusunu yanıtsız bırakarak yanından geçip onun çıktığı koridordan geçtiğimde topuklu çizmelerimin yerde bıraktığı tok ses, benim öfkemi yansıtıyor gibiydi. "Hey," dedi, peşimden gelirken. "Ne yapıyorsun sen?" Ona göz devirdim. "Randevum yok ama bir sorun olacağını sanmıyorum." diyerek onu susturduğumda çoktan taş duvarların çıkardığı ses kulaklarıma dolmuştu. Bu esnada Kılıç'ın ters bakışlarını da üzerimde hissediyordum. "Kenan kıyameti koparacak," dediğinde ona yandan bir bakış attım. "Buraya gelmemeliydin." Sözlerinin ardından mahzene ulaştığımızda ilerideki masada oturup elindeki kağıtları inceleyen Esvet'in bakışları da bize dönmüştü. Bu görüntüyle birlikte sinir sistemim altüst olurken kaşlarım derince çatıldı ve sert adımlarla basamakları indim. "Kenan nerede?" diyerek bir kez daha aynı soruyu sorduğumda Esvet, bana ters ters bakmaya başladı. Ona, aynı bakışlarla karşılık verdiğimde ayağa kalkmıştı. "Duşta," dedi, itici bir tavırla. Bu söylediği, aklımda binbir görüntünün dönmeye başlamasına neden olduğunda dudaklarım arasından sert bir nefes verip başımı hafifçe omzuma doğru yatırdım ve boynumu çıtlattım. Kılıç, bunu fark ettiğinde o ters ifadesini bir kenara bırakarak bir bana bir de Esvet'e baktı. Bu şapşal tavrı normal bir zamanda beni gerçekten güldürürdü ama sorun şuydu ki başrolde ben de vardım. Ağzıma gelen onlarca kelimeyi geri yutarak bakışlarımı ondan çektim ve aşağı inen merdivenleri aceleci bir tavırla inerek tüm odalara tek tek baktım. İkisi yine kilitli olsa da banyo boştu. Üstelik duş alınan bir banyoya da benzemiyordu. Sert adımlarımı bu sefer de diğer koridora yönelttiğimde geçen sefer demir kapıyla kapalı olan kapının bu sefer açık olduğunu görmüştüm. Vücudumda gitgide artmaya başlayan adrenalinle elimi, açık demir kapının ardındaki bir diğer kapının koluna koydum ve kolu indirerek kapıyı açtım. Gözlerim, ilk defa gördüğüm bu odada kısaca dolaştığında içeriye doğru bir adım atmış, kapıyı da arkamdan kapatmıştım. Oldukça geniş olan bu odanın tam karşısında bi çalışma masası varken masanın arkasında da camla kaplı bir içki dolabı vardı. Koyu renklerle dizayn edilmiş bu odanın bir diğer köşesinde de yukarıdaki deri koltuğun aynısı mevcuttu. Koltuğun önünde yuvarlak bir sehpa varken üzerinde de dağınık bir biçimde duran kağıtlarla, saatlerdir arayıp ulaşamadığım Kenan'ın telefonu vardı. Eğilip telefonunu elime aldım ve tuşuna basarak kapalı olup olmadığına baktım. Tahmin ettiğim gibi telefonu kapalıydı. Ben, etrafı incelerken odanın sol tarafında kalan bir diğer kapı açılmış, saatlerdir ulaşamadığım adam da içeriden çıkmıştı. Çatık kaşlarım altındaki alev saçan bakışlarım onun üzerinde kısaca gezindiğinde gerçekten de duşta olduğunu görmüştüm. Belindeki beyaz havluyu gördüğüm anda bakışlarımı tekrar gözlerine çıkardım. Onun da yeşilleri direkt olarak beni bulurken kaşları çatıldı. "Maran?" dedi, soru sorarcasına. Ona, düz bakışlarla bakmaya devam ettiğimde adımlarına yön vererek bana doğru ilerlemeye başlamıştı. "Ne işin var burada?" "Telefonlarımı niye açmıyorsun?" dedim, sakinliğimi korumaya çalışan bir tavırla ama sakin olduğum falan yoktu! "Kaç kere aradım seni, haberin var mı? Üstelik neden duş aldın?" Başta ciddi anlamda mantıklı olan sorularım, son sorumla birlikte mantığını kaybedince çatık kaşları düzeldi, usulca havalandı. "Ne?" dedi, hayretle. "Niye duş aldın, diyorum," dediğimde sesim yükselmiş, onun da şaşırmasına yol açmıştım. Bu kadar öfkelenmemi ben de tahmin etmezdim fakat bana ne olduğunu bilmiyordum. "Sabahtan beri seni arıyorum, açmıyorsun! Ne kadar merak ettiğimden haberin var mı?" Elimdeki telefonu koltuğa doğru fırlattığımda şaşkınca beni izliyordu. "Ne diye taşıyorsun o zaman bu telefonu?" "Sakin olur musun?" dedi, bana doğru bir adım atarken. "Ne oluyoruz?" dediğinde alayla güldüm. Bir de soruyordu! "Ne işi var o kadının burada? Hani gelmeyecekti?" dediğimde ellerini iki yana açıp bana baktı. "Az önce geldi," dedi, tam karşımda durduğunda. Gözlerim, vücuduna kaymamak için büyük bir çaba içerisine girdiğinde zaten şu an duyduğum öfkeden gözümün görmediğini de zar zor fark etmiştim. "Sana yalan söylediğim falan yok yani. Önce sakin ol, öyle konuşalım." "Sakin olamıyorum, kusura bakma." derken elimi hafifçe havada sallamıştım. "Telefonuna bakmak bu kadar zor olmamalı!" "Uyuyordum, Maran!" diyerek o da sesini yükselttiğinde kaşlarım mümkünmüşçesine daha da çatıldı. "Telefonum kapalıydı, açmayı unutmuşum. Yeni uyandım, ayılmak için de duş aldım. Oldu mu, mutlu musun?" "Bağırma bana, o sesini alçalt! Karşında kim var hatırla istersen." Uyarıcı sözlerim ona ulaşsa da aslında ikimiz de bağırıyorduk fakat ben, şu an öfkemi kontrol edemiyordum. Kenan'a olan öfkem yaptığı açıklamayla az da olsa dinse de Esvet'in yukarıdaki o tavrı ateşimi körüklüyordu. "Sana ne oluyor, anlamıyorum." dediğinde sesini alçaltmış, normal bir tonda konuşmaya devam etmişti. "Aşırı tepkiler veriyorsun, farkında mısın?" "Beni görmezden gelemezsin çünkü!" Hâlâ bağırdığım için elini kaldırıp yüzünü sıvazladı ve burnundan sıkıntılı bir nefes verdi. Açıkçası sinirlenmesi hiç umrumda değildi. "Seni görmezden geldiğim yok! Nereden çıkarıyorsun bunu?" dedi, yeşillerini gözlerime dikerek. "Telefonlarıma bakmaman bana yaptığın bir saygısızlık!" dedim, burnumdan soluyarak. "Kafana göre beni arayıp, evime gelemezsin tamam mı? Senin istediklerin oluyorsa benim de istediklerim olmak zorunda! O telefonuna bakmakla başlayabilirsin mesela." Kendime bir nefeslik zaman tanıdıktan sonra ekledim. "Ha eğer yok diyorsan söyle, ona göre davranayım." Sözlerimin ardından öfkeleneceğini, bana tepki göstereceğini düşünsem de böyle olmamış, dudaklarında bir sırıtış oluşmuştu. Gözlerinden anlamlandıramadığım bir pırıltı geçerken bakışları yoğunlaşmış, yeşilleri neredeyse siyaha dönmüştü. Galiba ruh hastasıydı. "Ne?" dedim, çirkefleşerek. Elimi kaldırıp onu göğsünden ittiğimde tabii ki yine yerinden kıpırdamamıştı. "Ne sırıtıyorsun, gerizekalı?" "Meydan okuman," dedi, sırıtışı genişlerken ve ardından ağırca başını salladı. "Bayağı hoşuma gitti." Başımı iki yana sallayıp düz bakışlarla ona baktım. "Söylediklerimi dinlemedin değil mi?" "Hayır, dinledim," dedi ama ifadesi değişmemişti. "Bırak Allah aşkına," diyerek ona arkamı döndüğümde bir eli kanca misali bileğimi sarmış, diğer eli de elbisemin sıkıca sardığı belime dolanmıştı. "Bırak, Kenan." dedim, daha sakin bir tavırla. "Konuşalım," dedi, yumuşacık bir sesle. Ona karşı koymayı bırakıp bakışlarımı ona doğru kaldırdığımda gözleri kısa bir an topladığım saçlarıma kaydı. "Özür dilerim, seni aramam gerekiyordu ama uyuyakalmışım işte." Bileğimdeki eli, nabzımın attığı noktayı hafif hafif okşamaya başladığında bileğimden bir elektrik dalgası yükselmeye başlamıştı. Bana bu kadar çabuk etki etmesi saçmalıktan ibaretti. "Kasten yaptığım bir şey değil, gerçekten özür dilerim. Sesimi yükselttiğim için de öyle." Başını hafifçe omzuna doğru eğip belimdeki elini yanağıma çıkardığında gözlerimi kırpmadan o güzel gözlerine bakıyordum. "Barışalım mı?" dedi, çocuksu bir tavırla. Bu tavrına karşılık yumuşama isteğimi bastırmaya çalışsam da engel olamıyordum. Galiba aptaldım çünkü bunun başka bir açıklaması olamazdı. "Öfkeliyim," dedim, dudaklarım arasından bir nefes verdiğimde. Yakınımdaki yoğun kokusunu ciğerlerime doldurmamaya çalışsam da bu mümkün değildi. "O kadın, duşta olduğunu söyledi." dedim, tane tane. Düşündükçe deliriyordum. Bakışları keyiflenirken ona dik dik baktım. "Kıskanıyorsun resmen beni," derken bana daha çok yaklaşmış, burnu burnuma sürtmüştü. "Bayıldım bu hallerine." "Defol." Burnumdan sert bir nefes verip çıplak göğsüne yaslı olan elimle onu bir kez daha ittim ve bu sefer benden uzaklaştı. "Ben ne diyorum sen ne diyorsun ya?" Erkeksi kıkırtısı odayı doldurduğunda hâlâ ona ters ters bakmakla meşguldüm ama o, beni umursamayarak elini belindeki havluya götürüp bir çırpıda havluyu çıkardı. Aldığım nefesi geri veremezken gözlerimi onun vücudundan zorlukla uzaklaştırdım. "Ne yapıyorsun?" dedim, ters bir şekilde. "Üzerimi giyeceğim ama bunu tercih etmezsen büyük bir zevkle sana uyarım." dedi, o baştan çıkarıcı sesiyle. Vücuduma basan sıcaklıkla birlikte yanağımın içini dişlediğimde bakışlarımı da mümkün olduğunca ona çevirmemeye çalışıyordum. "Giyin artık." dediğimde birkaç çekmecenin kapatıldığını duydum fakat dönüp ona bakmadım. "Daha önce beni çıplak görmemiş gibi davranma." Söyledikleri, tenimin cayır cayır yanmaya başlamasını sağlarken aradan geçen saniyelerin ardından göz ucuyla ona baktım. Kanepede oturmuş, siyah postallarının bağcıklarını bağlıyordu. Altında kamuflaj bir kargo pantolon varken üzerinde de asker yeşili bir tişört vardı. Sikeyim ki çok iyi görünüyordu. Kahverengi saçları ıslak olduğundan siyah bir renk almış, serseri birkaç tutamı da alnına hafifçe dökülmüştü. Tek bir kolunu tamamen kaplayan dövmelerle de bu dünyadan biri değil gibiydi. Zaten bu dünyadan olmadığını anlamak için gözlerine bakmak yeterdi. "Telefonumun şarjı bitmiş, takarım şimdi." dedi, telefonunu alıp ayağa kalkarken. Ardından da çalışma masasının çekmecesini açarak içinden şarj aletini çıkardığında telefonunu şarja takıp yanıma doğru ilerlemişti. "Gece gelecek misin?" derken ağzından laf almaya çalışıyordum. Çünkü bir yere gidecek gibi duruyordu. "Birkaç işim var, gelemeyebilirim." diyerek de tahminlerimi doğruladığında kollarımı göğsümde birleştirdim. "Ne işin var? Savaşa mı gidiyorsun?" dedim, alaylı bir tavırla. Bu tavrıma gülmekle yetindiğinde elimi tutarak beni odadan çıkarmıştı. Ben, soruma herhangi bir cevap alamadığım için suratımı assam da bu, Kenan'ın çok umurunda gibi durmuyordu. Beraber merdivenleri tırmanarak yukarı çıktığımızda amacım birkaç dakika içerisinde burayı terk etmekti ama Kenan'ın elimi bırakmaya niyeti yok gibiydi. Yukarı çıktığımızda karşılaştığım Yiğit'le göz göze geldiğimizde bana gülümseyip, oldukça samimi bir şekilde benimle selamlaşmıştı. Bu esnada da Esvet, ona ters ters bakmakla meşguldü. Yiğit'in bana olan tavrı hoşuna gitmemişti, görebiliyordum. "Kahve?" diyen Kenan'ı reddetmek için dudaklarımı aralamıştım ki başka bir ses aramıza girerek benim yerime ona cevap verdi. "İşimiz var," dedi, o iç gıcıklatıcı sesiyle. "Çay çorba mı içeceksin gerçekten?" Esvet, sanki sinirlerimi bozmak için ant içmiş gibi o ağzını her açtığında zorla bastırmış olduğum o öfkem gün yüzüne çıkıyordu. Kenan, benim arkamda kalan bir noktaya ters bir bakış atıp kahve makinesini çalıştırdığında göğsümde birleştirdiğim ellerimi çözdüm. "Gitsem iyi olur, sadece seni merak etmiştim zaten." dediğimde Kenan'ın bakışları bir kez daha Esvet'i bulmuştu. Sanırım onun yüzünden gitmek istediğimi düşünüyordu. "Kahve içmeyecek miyiz?" dedi, ısrarcı bir tavırla. Bu inatçı tavrına karşılık içimdeki gülme isteğini bastırmaya çalışarak başımı iki yana salladım. "Gideceğim, kimseyi rahatsız etmemin bir anlamı yok." derken Kılıç'la Yiğit anlamsızca sesler çıkarmaya başlamışlardı. Dudaklarım yukarı kıvrılırken başımı hafifçe yana doğru çevirdim. Gerçekten hepsi manyaktı. "Kimseyi rahatsız etmiyorsun saçmalama," diyen ses, dikkatimi dağıttığında ona doğru döndüm. Kenan'ın yine o biçimli kaşları çatılmıştı. "Telefonlarımı açsaydın buraya gelmeme gerek kalmazdı," diyerek onun dün gece bana söylediği şeyi tekrar ettiğimde dudaklarında tatlı bir gülümseme oluştu. Resmen laf sokmam hoşuna gidiyordu. Ona göz devirdiğimde Yiğit'e bir bakış attı. "Yiğit," dedi, kahvesinden bir yudum almadan önce. Masanın etrafındaki bir sandalyede oturmuş ve ayaklarını da masaya uzatmış olan Yiğit'in bakışları bize döndüğünde ekledi. "Yengeni eve bırak." Söylediği kelime, saç diplerime kadar bir ürpertinin geçmesine neden olurken kalp atışlarım yine çıldırmaya başlamış, çizmelerimin içine hapsolan ayak parmaklarım içe doğru bükülmüştü. Neden bir anda böyle şeyler söyleyip beni heyecanlandırıyordu ki? Beni öldürmeyi mi planlıyordu? Esvet'in bakışlarının ağırlığını üzerimde hissederken elimi hafifçe kaldırarak ayağa kalkmaya hazırlanan Yiğit'i durdurmuştum. "Gerek yok, arabamla geldim." Kelimeler zorlukla dudaklarımdan dökülürken bakışlarımı da aynı zorlukla Kenan'a çevirmiştim. Tahmin ettiğim gibi dudaklarında minik bir sırıtış, gözlerinde de yaramaz bir ifade vardı. "O zaman seni geçireyim." dedi, elindeki kupayı ada tezgâhın üzerine bırakıp yanıma gelirken. "Siz de hazırlanın, çıkalım." derken diğerlerine doğru konuşmuştu. Bakışlarımı ondan alıp bir kez daha Yiğit'le Kılıç'a baktım ve onlara gülümsedim. "Görüşürüz." "Görüşürüz yenge." İkisi de aynı anda bunu söylediğinde Esvet, oturduğu yerden kalkarak merdivenlere doğru yönelmişti. Bu durum beni inanılmaz keyiflendirirken aynı zamanda ifademi de sabit tutmaya çalışıyordum. Eğer bunu belli edersem Kenan, günlerce benimle uğraşacaktı. Kenan'la birlikte onların yanından ayrılıp evin kapısına doğru ilerlemeye başladığımızda ardına kadar açık olmasını beklediğim kapı kapalıydı fakat kırık kapı koluna bakılırsa kendi kendimi açık etmiştim. Ben, bunu umursamayarak ayağımla kapıyı hafifçe aralayıp evden çıktığımda Kenan da arkamda kalmış, kapının son durumunu inceliyordu. "Sen mi yaptın bunu?" dediğinde attığım adım havada kalmış, dudaklarım şaşkınlıkla aralanmıştı. Nereden anlamıştı? Gözlerim irileşirken vücudumu ona doğru çevirdim ve kapıyı aralık bırakarak bana doğru geldiğini gördüm. "Eğer öyleyse çok acemice." diyerek sözlerine devam ettiğinde burnumu kırıştırarak ona baktım. "Kapıyı başka nasıl açacaktım?" dediğimde ifadesi muzip bir hâl aldı ve dudakları yukarı kıvrıldı. Sanırım az önce kendi kendimi ifşa etmiştim. "Bana aşık olduğunu kabul et istersen," dedi, aramızdaki mesafeyi nihayet aştığında. "Baksana, beni göremeyince deliye dönmüşsün resmen." Ona ters ters baktığımı gördüğünde güldü ve ellerini belime dolayarak küçük bir hareketle beni havaya kaldırıp arabanın kaputuna oturttu. Bu ani hareketlerine artık az da olsa alışmıştım. "Bu kadar vahşi olduğunu bilmiyordum doğrusu," dediğinde ondan biraz yüksekte olduğum için yüzlerimiz karşı karşıyaydı. İlk defa ona alttan bakmama gerek kalmamıştı. "Etkilendim." dedi, eli çenemi kavrarken. "Eğer öyleyse çok acemice," diyerek ona küçük bir hatırlatma yaptığımda hafifçe güldü. "Böyle mi demiştin az önce?" dedim, gözlerimi kısarak. "Asla altta kalmıyorsun," derken, parmakları çenemi hafifçe okşamaya başlamıştı. Esen soğuk rüzgâr beni üşütse de onun dokunuşları üzerimdeyken bir fayda etmiyordu. "Hastayım sana." dedi, fısıltıyı andıran bir ses tonuyla. Bakışları üzerimdeyken başımı hafifçe omzuma doğru yatırdım. "Bana bilmediğim şeylerden bahset." Çenemdeki eli bu sefer yavaşça boynuma indiğinde kısa bir an nefesimin kesildiğini hissettim. Eli boynumu kavrıyor ama canımı acıtmıyordu. "Seni," dedi, yüzü yüzüme yaklaşırken. Gözlerinde gördüğüm o ifade, sözlerine gerek olmadığını bağırsa da onun dudaklarından dökülmesini istiyordum. Bakışları öylesine yoğun, öylesine tutku doluydu ki söyleyeceklerini tahmin etmek zor değildi. "Şu ağaçların arkasına götürüp sertçe becermek istediğimi bildiğini pek sanmıyorum." Sözleri doğrudan iki bacağımın arasına etki ederken tam şu an bunu istediğimi fark etmiştim. Kulağıma edepsiz kelimeler fısıldayarak sertçe içime girmesini ben de istiyordum. Fazlasıyla yakınımda olan bedeni ve aklımdan geçen o edepsiz düşünceler beni yoldan çıkarmaya yeterken ona trip attığımı zar zor hatırlamış, bunu hatırlamamla birlikte de elimi göğsüne koyarak onu kendimden uzaklaştırmıştım. Ciddi anlamda bir gün bana adımı bile unutturabilirdi, buna inanıyordum. "Defol git," dedim, kaşlarımı çatarak. Bu tavrım onun şaşırmasına sebebiyet verirken elimi kaputa yaslayarak aşağı indim. "Sırnaşma bana, uzak dur." "Ne oldu şimdi? Ne yaptım yine?" derken oldukça az önceki söylediklerinin aksine masum görünüyordu. "Hâlâ kızgınım sana," dediğimde ofladı. "Önce gönlümü al, hayvan herif!" dedim, gergince. "Hayvan mı?" derken kollarını göğsünde birleştirdi. "Ne hayvanlığımı gördün?" "Ne hayvanlığını görmedim ki?" dedim, alayla. Bununla birlikte kaşları çatılmış, bana dik dik balmaya başlamıştı. Onu umursamayarak arabanın sürücü kapısını açtığımda nihayet konuşabildi. "Öpmeyecek misin beni?" dediğinde ona ters bir bakış atıp arabaya bindim. Bir de öpücük istiyordu yahu! O, ellerini pantolonunun cebine koyarken arabamın önünden çekilip geriye doğru birkaç adım atmış, benim gözden kaybolmamı izlemişti. Fakat benim gitme gibi bir niyetim olduğunu nereden çıkardığını bilmiyordum. Yan taraftaki aynadan onun nokta kadar olan görüntüsüne bir bakış atıp orman yolundan çıkmaya koyulduğumda kafamdaki tilkiler de düşünceden düşünceye koşuşturuyordu. Dün geceden beri işi olarak bahsettiği şeyin ne olduğunu ciddi anlamda merak ediyordum. Ya yakalanacaktım ya da onları takip ettiğimi ruhu duymayacaktı. Yapabileceğim bir şey yoktu, hiçbir şey anlatmayarak beni buna mecbur bırakmıştı. Dakikalar sonra orman yolundan çıktığımda ıssız karanlık yolda dikkat çekmeyeceğim bir şekilde arabamı park etmiş, telefonumdan saati kontrol ederek onu beklemeye başlamıştım. Bu duruma beni kendisi itmişti ve sonuçlarına katlanmak zorundaydı. Eğer sorduğumda benden kaçmasa bütün bunlara gerek kalmazdı. Aradan geçen yarım saatin ardından dikiz aynasından da gördüğüm üzere siyah bir minibüs yolun diğer tarafında görünmüş, benim olduğum tarafa doğru ilerlemeye başlamıştı. Gözlerimi kısarak birkaç saniyeliğine gelen minibüsü incelemeye çalışsam da camlar film kaplı olduğundan hiçbir şey görünmüyordu. Minibüs, hızla yanımdan geçip gittiğinde durumu riske atabileceğimi de göz önünde bulundurarak arabamı çalıştırmış, peşlerine takılmıştım. O minibüsün içerisinde onlar mı vardı emin değildim ama bu ıssız yolda onlardan başka kimse olamazdı. Yani umarım öyle olurdu. Uzun bir yolculuğun ardından önümdeki minibüs, izbe bir sokakta durduğunda ben de onlara fark edilmemek için arabayı uzak bir yere park etmiştim. Buna rağmen görüş açımda olan minibüsten çok uzun bir süre sonra iki kişi indiğinde kaşlarımı çatarak bunların kim olduğunu anlamaya çalıştım fakat yüzlerinde kar maskeleri olduğundan onları tanımam pek mümkün olmamıştı. Gördüğüm o iki kişi, etrafı kolaçan ederek iki farklı yöne dağıldığında büyük bir dikkatle onları izliyordum. Gözlerim onları takip ederken yolun sonunda ve oldukça uzakta görünen ihtişamlı eve kaymış, bunun bir tesadüf olmadığını da böylelikle fark etmiştim. Ardından tahminlerimi doğrulayan şey, bir minibüsün daha yanımdan geçip hızla içerisinden sayamadığım kadar çok insanın çıkması olurken gözlerim irileşmiş, şaşkınlıkla olup biteni izlemeye koyulmuştum. Hepsinin üzerinde simsiyah kıyafetler ve yüzlerinde de kar maskeleri vardı. Üzerlerindeki siyah yeleklerde de gözümden kaçması imkansız olan silahlar diziliydi. Burada neler olup bitiyordu bilmiyordum ama Kenan'ın buraya çiçek çikolatayla gelmediği açıktı. O, başka şeyleri tercih etmişti. Gözlerim, aklımdaki bir çift gözün sahibini ararken buraya aynı anda geldiğimiz minibüsten kısa saçlı bir kadın indi. Bu kişi Esvet'ti. Onun da gözleri sokağın her köşesinde kısaca dolaştığında elindeki kar maskesini başına geçirdi ve belindeki silahı çıkararak önünde bulunduğu ara sokağa girdi. Tam o an yan koltukta duran telefonuma bir bildirim geldiğinde gereksiz bir merakla telefonumu alıp ekranı aydınlattım. Bildirimin Kenan'a ait olması gözlerimi devirmeme neden olduğunda hiç düşünmeden mesajı açtım. Kenan KESKİN: Eve vardın mı? Bu adamın ciddi problemleri vardı. Bana böyle bir ortamdan mesaj atıyordu! "Hasta." dedim, kendi kendime ve ona hiçbir cevap vermeyerek telefonumu kapattım. "Yemin ediyorum, hasta." Aradan dakikalar geçerken bu süre boyunca da gözlerimi bir an bile ayırmadan iki minibüsü dikizlemiştim ama kimse inmemişti. En sonunda bu sessizlikten sıkılmaya başladığımda daha fazla dayanamayarak arabadan indim. Bununla birlikte de anında yüzüme sert bir rüzgâr çarpmıştı. Tüm bedenim bu soğuk rüzgârla uyarılırken yüzümü buruşturarak bir şeyler görme umuduyla başımı yolun diğer tarafına çevirdim fakat tam o an bir elin dudaklarıma örtülmesi de bir oldu. Gözlerim dehşetle açılırken sırtım birinin göğsüne yaslanmış, dudaklarımın üzerindeki parmakları değil konuşmamı dudaklarımı hareket ettirmemi bile engellemişti. Ben ne olduğunu anlamadan çırpınırken arkamdaki beden beni ara sokaklardan birine sürüklemişti. Bedenimin değdiği vücudu ve saç diplerime çarpan sıcak nefes çok tanıdık gelirken gözlerim, boynuma sarılmış olan kolunu bulmuştu. Saatler önce çok yakından dikizlediğim beden, Kenan'a aitti. Ne yani bu kadar çabuk mu yakalanmıştım? Sırtım, yaslı olduğu göğsünden ayrılıp buz gibi duvara yaslandığında nihayet görüş açıma girebilmiş, diğerlerinin de başında gördüğüm kar maskesini hızla başından çıkarmıştı. Üzerinde siyah bir yelek vardı onun da. "Ne işin var burada diye sormaktan yoruldum," diyerek ilk kelimelerini sarf ettiğinde bu bıkkın tavrı bende gülme isteği uyandırmıştı ama gözleri ilk defa bu kadar sert baktığından buna cesaret edemedim. "Ama yine de soracağım, ne işin var burada Maran?" İzbe sokakta sadece nefes seslerimiz duyulurken bakışları sorgulayıcıydı ve her an beni azarlamak ister gibi bakıyordu. Belki biraz haklılık payı olabilirdi. "Bana hiçbir şey anlatmıyorsun," dedim, kaşlarımı çatıp. "Sürekli kaçamak cevaplar veriyorsun ya da konuyu değiştiriyorsun!" Güldü alayla. "Sen de beni takip etmeye mi karar verdin?" dediğinde sanki normal bir şeymiş gibi başımı sallayarak onu onaylamıştım. Yeşil gözleri karanlık sokaktan nasibini alırken bana doğru yaklaşıp ellerini iki yanımdan duvara yasladı. "Evine git, Maran." dedi, sakin bir sesle. "Eğer şu an gidersen sana bunun hesabını sormayacağım." Çenemi dikleştirip gözlerinin içine baktığımda bakışları kısıldı. "Ama ben soracağım," Kısık sesim ona ulaştığında bakışları yoğunlaştı, sadece bir süre yüzümü inceledi. "İşim dediğin bu muydu gerçekten?" dedim, alaylı bir tavırla. "Buydu," derken burnundan sıkıntılı bir nefes vermiş, gözleriyle etrafı tarayıp bana dönmüştü. "Burada olmaman gerekiyor, Maran. Arabana atla ve evine git, tamam mı?" dedi, bakışlarıyla adeta gözlerimi delerken. Biraz daha burada kalırsam beni deşecek gibi bakıyordu. "İçeri giriyorum," Duyduğum ses, Esvet'e aitken bu ses de Kenan'ın kulaklığından geliyordu. Bunu da başını çevirdiği zaman görmüştüm. "Hayır," dedi, Kenan da net bir şekilde. Ben kısık gözlerle onu izlerken bana ters bir bakış atıp ekledi. "Operasyon iptal, dağılıyoruz." Söylediklerinin ardından Esvet'ten herhangi bir çıt çıkmazken Kenan bir kez daha kolumu tutarak beni ara sokaktan çıkarmış, arabamın kapısını açarak resmen beni içine tıkmıştı. Ona bu sefer ters ters bakan ben olduğumda da emniyet kemerimi kendi elleriyle takmıştı. "Git, arkandan geliyorum," dedi, oldukça sert bir sesle. Başımı kaldırıp yeşillerine baktığımda da buz gibi bir ifade görmüştüm. "Seni pişman edeceğim." "Pişmaniye mi?" dediğimde bana anlamsızca baktı. "Çok severim, biliyor musun? İşte Maran Kaya da olsan pişmaniye yiyorsun." Kenan, bana deliymişim gibi bakarken elimi hafifçe havada salladım ve kapıyı kapatıp camı hafifçe araladım. "Çabuk gel, özletme kendini." "Hadi Maran!" dedi, fazlasıyla gergin bir şekilde. Ona boş bakışlarla bakıp arabayı çalıştırdığımda yine bir süre arkamdan bakarak gittiğime emin olmuştu. Bu sefer onu sinirlendirmeyi istemeyerek evime gitme kararı verdiğimde önce bir el ateş sesi duymuş, ardından da bu ses gittikçe çoğalmıştı. Gözlerim irileşirken aynaları kontrol etmiş, az önce Kenan'ın bulunduğu o noktaya bakmıştım ama hiç kimse yoktu. Bu boşlukta sadece ateş sesleri duyuluyordu. Vücudumda adrenalin salgılanmaya başladığında gitmek üzere olduğum yoldan dönmüş, az önce Kenan'ı bıraktığım o noktaya dönmek için bir hamle yapmıştım fakat ileriden bana doğru gelen siyah bir araçla durmak zorunda kaldım. Bu, pek hoşuma gitmezken bir an hızımı arttırıp yanından geçip gitmeyi planladım fakat araba önüme kırdığında dikiz aynasından arkaya doğru bir bakış atmıştım. Bu sefer geri geri gitmeyi düşünsem de bu da yan sokaktan çıkan benzer bir arabayla engellenmişti. "Harika," derken elim, yan koltukta duran telefonumu kavramıştı. Önümdeki araçtan siyah giyinimli iki adam indiğinde hedefleri tabii ki bendim. Onların kapıyı açıp beni arabadan indirmeleri sadece saniyeler alırken elimdeki telefon asfalt zemine düşerek tuzla buz olmuştu. İçimden kendime tonlarca küfür sıralarken Kenan'ın gitmem konusunda ne kadar haklı olduğunu düşünüyordum ama ben, yine onu dinlememiştim. Yanımdaki iki adam da beni kolumdan tutarak arabaya doğru sürüklerken kısaca onları inceledim. İkisi de oldukça uzun boylu ve iri yapılıyken biri keldi. Açıkçası Türk'e benzer bir yanları da yoktu. "Perché prendiamo la donna?" (Kadını neden alıyoruz?) dedi, diğeri kel olana. Demek İtalyan'lardı. Zaten bu, tiplerinden belli oluyordu. İkisi de tam bir çıtırdı ama biraz salaklardı galiba. "La fidanzata dell'uomo," (Adamın kız arkadaşı.) dediğinde Kenan'dan bahsettiklerini anlamam zor olmadı ama beni nereden tanıdıklarını anlayamamıştım. Gerçi Kenan onların peşindeyse onlar da Kenan'ın peşindeydi ve beni tanımaları onlar için de çok da zor olmazdı. Fakat yine de onun sevgilisi falan değildim! "Dimitri, voleva che fosse così, ricordi? Prenderemo prima la ragazza, poi il ragazzo." (Dimitri böyle istedi, unuttun mu? Önce kızı sonra oğlanı alacağız.) "Non sono la sua ragazza," (Ben onun kız arkadaşı değilim.) dedim, onlara laf yetiştirmeyi ihmal etmeyerek. İtalyanca konuşurken bile insanlarla tartışıyordum. Üstelik bana ne yapacakları belli olmayan adamlarla. O ikisinin bakışları şaşkınca bana döndüğünde çoktan beni arabaya bindirmişlerdi. Kel olan, benimle birlikte arkaya binse de diğeri direksiyona geçmiş, arabayı çalıştırmıştı. Diğer araba da peşimize takılmıştı bu esnada. "E un tipo maleducato." (O, kaba bir adam.) diyerek eklediğimde ikisi de birbirine baktı. "Maleducato? E'scortese con una ragazza come te?" (Kaba mı? Senin gibi bir kıza kaba mı davranıyor?) dedi, kel ve yakışıklı olan. Kesinlikle bu siteminde haklıydı. "Bastardo fortunato!" Kel olan bu duruma benim yerime içerleyip küfür etmeye başladığında bu sefer şaşıran ben olmuştum. Kenan'la geçmişte aralarında bir şey olduğu kesindi yoksa bu kadarı normal değildi. Tamı tamına beş dakika sonra aynı izbe sokakta durduğumuzda tekrar beni aynı şekilde arabadan indirmiş, ben ne olduğunu anlamadan da cebinden çıkardığı bir bıçağı da boynuma yaslamıştı. İşte bu, benim korkmam gerektiğinin bir sinyali olurken sokağın ucunda görünen minibüsleri fark etmem de zor olmamıştı. Beni buraya bilerek getirip, Kenan'a koz olarak kullanacaklardı. Şah damarıma yaslı olan bıçağın beni korkutması gerekiyor muydu bilmiyordum ama hiç olmadığım kadar sakin olduğum kesindi. Kenan'la birkaç gün birlikte zaman geçirince ben de delirmiş olmalıydım. İki adamla birlikte oraya doğru yavaş adımlarla yürürken diğer arabadan da birkaç adam inmişti fakat nereye kaybolduklarını bilmiyordum. İlerideki karaltıları gördüğümde kulaklarıma boğuk bir şekilde ulaşan Esvet'in sesini de duyabiliyordum. Ne diye böyle carlıyordu? Güya operasyonun ortasındalardı ama hiç çalışma adabı yoktu. "Spremuto sul suo stesso piede." (Kendi ayağına sıktı.) Kel olan diğerinden daha çok konuşurken gözlerimi devirmeme engel olamadım. Takmıştı bu da Kenan'a. Adımlarımız gitgide onlara doğru yanaşırken aralarında daha önce hiç görmediğim insanların da olduğunu fark etmiştim. Sadece Esvet değil aralarında birkaç kadın daha vardı ve ben hiçbirini daha önce görmemiştim. Hepsi başlarındaki kar maskelerini çıkarmış, hararetli bir şekilde tartışıyorlardı. Tabii ileride alevler içinde yanan bir ev daha vardı. Bu görüntü sadece beni değil arkamdaki adamları da şaşırtırken bu sefer Kenan'a tek küfür eden kel olan değildi. Hepsinin adımları hızlandığında önce Kılıç'ın ardından da geri kalan herkesin bakışları olduğumuz yere dönmüştü. Şu an adeta bir savaş meydanındaydık. Gözlerim, o hengamede yine bir şekilde bir çift gözü bulduğunda bakışlarına oturan endişeyi görmem çok uzun sürmedi. Gözleri, önce boynuma dayanan bıçağı ardından da gözlerimi bulduğunda dudaklarımı birbirine bastırdım. Eğer buraya gelmeseydim onu böyle zor bir durumun içerisine sokmayacaktım. "Abbiamo un ospite," (Misafirimiz var.) dedi, az önceki küfürlerinin aksine sevecen bir tavırla. Eş zamanlı olarak da boynumdaki bıçağı da tenime iyice yaslamıştı. Bu, dudaklarımdan bir inlemenin dökülmesine yol açtığında Kenan'ın yeşillerinin iyiden iyiye ateş saçmaya başladığını da görebiliyordum. "Dimitri sará molto contento." (Dimitri çok memnun olacak.) Dimitri de kimdi, gerçekten merak ediyordum ya da etmemeliydim çünkü başıma bir şekilde bela açıyordum. Esvet'in şaşkın bakışları bir bana bir de Kenan'a uğradığında dudaklarından alay dolu bir gülüş döküldü ve Kenan'a şaşkınca baktı. "Sen bu yüzden mi iptal ettin operasyonu?" "Esvet, sırası mı şu an gerçekten?" diyen Kılıç da Esvet'i terslediğinde yanılmıyorsam o da endişeli görünüyordu. Hatta beni tanımıyor olmalarına rağmen diğerleri de öyle. "Pagherai il prezzo per questo," (Bunun bedelini ödeyeceksin.) Yine aynı adam, tehditkâr kelimeler sarf ettiğinde herkes hareketlenerek aynı şekilde silahlarını doğrultmuşlardı. Sadece Kenan, öylece bana bakıyordu. Endişeliydi, görebiliyordum fakat şaşkındı da. "Dovremmo prendere la ragazza o dovremmo prendere te." (Kızı mı götürmeliyiz yoksa seni mi?) Kenan'ın bakışları sertleşirken arkamdaki herif keyifle güldü. "Ne derler sizin orada?" dedi, aksanlı bir şekilde. "Bükemediğin eli öpeceksin?" Şerefsizin Türkçesi de iyiydi. Boynuma yaslı olan bıçağa rağmen sakin duruşuma ben bile şaşırıyordum. Şu an bağırıp çağırmam hatta en kötü ihtimal de ağlamam falan gerekiyor olmalıydı fakat ben sadece olan biteni izliyordum. "Bırak kızı," dedi, Kenan ilk defa konuşarak. Bunu söylerken de usulca bana doğru bir adım atmıştı fakat bu, kel herifin elindeki bıçağı boynuma bastırmasına neden olmuştu. Kenan'ın endişeyle büyüyen gözleri, boynuma kaydığında olduğu yerde durdu. Tenime batmaya başlayan bıçağın ucu, nefes almamı bile engellerken alt dudağımı dişlerim arasına alıp kısık bir sesle acıyla inledim. Sakin olabilirdim ama canımı yaktığı da su götürmez bir gerçekti. Boynumda hissettiğim sıcak sıvıyla dişlerimi birbirine bastırdığımda çenem kasılmış, iyiden iyiye öfkelenmeye başlamıştım. Blöf yapıyorsa düzgün yapmalıydı sonuçta, değil mi? "O preferiresti che uccidessi la ragazza?" (Yoksa kızı öldürmemi mi tercih edersin?) Boynumdan akan sıvı, köprücük kemiğime ulaşırken herkes olan biteni çözmeye çalışıyordu. Akıllarındaki en aktif soru da benim burada ne işimin olduğuydu. ""Dimmi cosa dovremmo fare, amico mio." (Bana ne yapmamız gerektiğini söyle dostum.) dediğinde Kenan'ın alev saçan gözleri bir kez daha boynuma düşmüş, orada kalmıştı. "Lascia andare la ragazza," (Kızı bırak.) Kenan'ın dudaklarından dökülen sözcükler, onun bir seçim yaptığını açıkça belirtirken buna rağmen boynumdaki bıçağın baskısı yok olmadı. Bunu fark ettiğindeyse buradan bile görebildiğim bir şekilde yüz hatları gerilmiş, yumruk yaptığı ellerini sıkmaya başlamıştı. "Ho detto di lasciar andare la ragazza." (Sana kızı bırak, dedim.) "Pensavi che avrei lasciato andare una donna così facilmente?" (Bir kadını bu kadar kolay bırakacağımı mı sandın?) dediğinde dişlerimi sıkmaktan çenem ağrımaya başlamıştı. Bu adamı şuracıkta öldürmemem için hiçbir sebep yoktu. "A volte penso che tu sia stupido, amico." (Bazen senin aptal olduğunu düşünüyorum, dostum.) Aldığım nefesi usulca geri vermeye çalıştığımda boynumdaki bıçak canımı acıtmış, yüzümü buruşturmama yol açmıştı. Şu an kimse hiçbir şey yapamıyordu çünkü eğer bir adım bile atsalar beni şuracıkta öldüreceği kesindi. Fakat ona fırsat vermeyecek biri daha vardı. "Questa é una donna molto calda, come farò a smettere." (Bu çok ateşli bir kadın, nasıl duracağım?) Bu, Kenan için de benim için de son damla olurken o, olduğu yerden hareketlenmiş, ben de halihazırda boynuma yaslı olan bıçaktan kurtulmak için bir risk almıştım. Başımı hafifçe geriye doğru atarak adamın arkamdaki kafasına geçirdiğimde bıçak yere düşmüş, o da acıyla inleyerek geriye doğru sendelemişti. Onun arkasındaki adamlar da silahlarına doğru hareketlendiklerinde Kenan ve diğerleri ondan önce davranarak saniyeler içerisinde onları yere sermişti. Karşımdaki adam bana doğru öfkeyle hareketlendiğinde yere düşen bıçağı ondan önce alarak omzuna geçirmiş, ardından da yumruk yaptığım elimi yüzüne doğru savurmuştum. O, acılar içinde yere çökerken diğerleri de kalan adamlara ateş etmeye devam ediyorlardı. O an şunu da fark etmiştim ki bu kel herif, buraya sadece iki arabayla gelmemişti. Ateş sesleriyle birlikte adamların sayısı çoğalmış, bu sefer gerçekten ortalık savaş yerine dönmüştü. "Ateşli ha?" dedim, nefes nefese bir halde onun acıyla kıvranan bedenine bakarak. Çöktüğüm yerden kalkacağım sırada ensemde namlunun soğuk yüzeyini hissettiğimde önümde acıyla inleyen adamın bakışları arkamdaki noktaya kaymıştı. Onun şu an yerden kalkacak durumu olmasa da arkamda olan ve kim olduğunu bilmediğim hadsizin başıma bela olacağı belliydi. "Kalk," dedi, aksanlı bir şekilde. Ateş sesleri hâlâ kulaklarıma ulaşırken çöktüğüm yerden yavaşça kalkarak ona doğru döndüm ve o, daha ne olduğunu anlamadan bacağımı kaldırıp dizimi kasıklarına geçirerek elindeki silahı çevik bir hareketle kavradım ve silahın kabzasıyla sertçe başına vurdum. Yabancı bu adamın acı dolu iniltileri, onun bayılmasıyla son bulduğunda elimdeki silahı tiksinerek çalılıklara doğru fırlattım. Sokağın diğer tarafındaki silah sesleri saniyeler içerisinde kesilirken dudaklarım arasından derin bir soluk bırakıp elimi kaldırdım ve parmak uçlarımı, hâlâ kanayan boynuma temas ettirdim. Parmaklarıma bulaşan kan, sinirlerimi bozarken önümde baygın yatan iki adama da ters bir bakış atıp diğerlerine doğru döndüm. Bakışlarımı çevirdiğim an karşılaştığım şaşkın bakışlara düz bakışlarla karşılık verdiğimde hepsi birbirine bakmış, ardından tekrar aynı bakışlara maruz kalmıştım. Kenan'ın yeşilleriyle de uzun bir uğraş sonucu temasa geçtiğimde çok da uzağımda olmadığını tam o an fark etmiştim. "İyi misin?" dedi, geçen saniyelerin ardından adımlarına yön vererek. Sadece birkaç büyük adımda yanıma gelip elini yanağıma koyduğunda başımı da hafifçe çevirmiş, boynumdaki yaraya bakmıştı. "Hepsinin sülalesini sikeceğim." dedi, tıslarcasına. "İyiyim," dedim, başımı hafifçe sallarken. Bunu yaptığımda da boynumdaki yaranın varlığı kendini bana hissettirmiş, boğazımın gerisinden minik bir inilti dökülmüştü. "Şşh, tamam," dedi, bir kez daha bakışları boynuma kayarken. "Gidelim, yarana arabada bakarız." Beraber, minibüslerden birine ilerlediğimizde diğerlerine emir yağdırıyordu fakat şu an onu pek duyabildiğim söylenemezdi. Boynumdaki acı, kendini bana ilk kez hissettirmişti ve hiçbir şeyi doğru düzgün algılayamıyordum. Tek hatırladığım net şey, beraber minibüse binip oradan hızla ayrıldığımızdı. 🐤🐤🐤 |
0% |