Yeni Üyelik
16.
Bölüm

•XVI•

@meelcnmel

Bölümde birkaç yere, rahatsız edici içerik olduğundan dolayı işaret koydum bilginizee..

İyi okumalaarr🌸💞

🐤🐤🐤

Musluktan akan suyun sesi banyonun gri fayanslarında yankılanırken avcuma doldurduğum suyu, akacak olan makyajımı umursamadan yüzüme çarptım. Soğuk su, halihazırda üşüyen bedenimi titrettiğinde yukarıdan gelen bağırışları da duyabiliyordum. Bununla birlikte yüzümü buruşturduğumda gözlerim, aynadaki yansımamı buldu ve oradan ayrılmadı.

Yüzümden akan damlacıklar, lavabonun beyaz mermerine düşüp ritmik bir ses oluştururken gözlerim, bu sefer de boynumdaki yara bandına kaymıştı.

O kesik saatler öncesine kadar bana hiçbir şey hissettirmezken şimdiyse canımı yakıyordu. Boynumun sızlaması yetmiyormuş gibi başım da zonkluyordu. Neyse ki çok derin bir kesik değildi, sadece sızlıyordu.

Yine bir migrenin eşiğindeydim.

Bir kez daha avuçlarımı soğuk suyla doldurup yüzüme çarptıktan sonra kendime çeki düzen verip dakikalar önce girdiğim banyodan çıktım ve yukarı çıkan merdivenleri istemeye istemeye tırmanmaya başladım. Her adımımda daha da netleşen bağırış sesleri başımı daha da ağrıtırken elimi trabzanlara yaslayarak merdivenleri çıkmamı kolaylaştırmayı çabaladım.

"Ya sen kendinde misin?" Esvet'in sesi, uğultu halinde kulaklarıma ulaşırken neden bu kadar bağırdığını anlayamıyordum. Ne kadar da abartmıştı! "Bir kadın için aylardır planladığımız operasyonu iptal etmek ne?" diyerek bir kez daha carladığında dişlerimi gıcırdattım. "Üstelik o kadının adamları nasıl alt ettiğini görmedin mi? Kendi başının çaresine bakabilecek bir durumda açıkçası." dediğinde kaşlarım çatılmış, bununla birlikte başıma daha şiddetli bir ağrı saplanmıştı.

Biraz daha bağırırsa onu öldürecektim.

"Ve buna rağmen o eve girip çatışma başlattın!" dedi, Kenan da. Onun gerginliğinden bahsetmek bile istemiyordum zaten.

Mahzene gelene kadar benimle ilgilenmiş, yaramı özenle temizlemişti. Bana kızması gerekirken bunu yapmamıştı fakat gelene kadar ağza alınmayacak küfürler ettiğini söylememe gerek yoktu sanırım.

"Maran'ın bir suçu yok," dedi, Kenan bu kez daha sakin bir tavırla. "Ben o an öyle bir karar verdim ve bu, benim sorunum." dedi, kelimelerini vurgulayarak. "Üstelik kendini savunması normal bir davranıştı." dediğinde sesi, o kadar kendinden emindi ki kendimi bir an gülümserken bulmuştum.

"Abi cidden," diyen Yiğit'in sesini duyduğumda basamakları yarılamıştım. Başım dönüyor, gözlerimin önü kararıyordu. "Maran, iyi kız falan da... Ne bileyim, aylardır uğraşıyoruz. Bu muydu yani?"

"Ömer'in yüzünü değiştirdiler, Ömer'in sesini değiştirdiler, Ömer'in ruhunu değiştirdiler." diyerek dramatik bir girizgâh yapan Kılıç, beni bu halimle güldürürken kendimi sarhoş gibi hissediyordum.

Şu an gerçekten iyi değildim.

"Aşık mısın abiciğim sen bu kıza?" diyerek ekleyen Kılıç, 'c' yerine 'j' harfi kullandığında dudaklarımdan bir kıkırtı düşmüş, merdivenleri tamamlayarak sonunda yukarı çıkabilmiştim. Bu esnada Kılıç'ın sorduğu soruyla herkes, derin bir sessizliğe gömülmüştü.

Tam o an, hepsinin bakışları bana dönerken onların dışında o tanımadığım kişiler de masanın etrafında oturuyordu. Kenan'ın bakışları da beni bulduğunda elindeki viski bardağını masaya bırakıp bana doğru adımladı.

"İyi misin?" dedi, yanıma yaklaştığında. Eli, yüzümü avuçlarken başımı hafifçe kaldırıp ona bakmaya çalıştım fakat başımdaki ağrı, bunu yapmamı bile zorlaştırdı.

Elimi kaldırıp başımı ovaladığımda kısa bir an gözleri, başımı ovalayan elime düştü.

"Başın mı ağrıyor?" dedi, ilgiyle.

"Hı-hı," diyerek onu yanıtladığımda masada oturan Esvet'in kötü bakışlarını da üzerimde hissediyordum. Onun dışında kimse bana öyle bakmıyordu zaten. "Kenan," dedim fakat sesim, kısık çıkmıştı. "Beni eve bırakır mısın?"

"Hayır, hayır," derken kaşları usulca çatıldı. "Burada, benimlesin." dediğinde elini belime koyup beni kanepeye yönlendirdi. O da iki kanepenin ortasındaki büyükçe sehpaya oturduğunda dizlerimiz birbirine değmiş, yine onunla bir yakınlığa geçmiştik.

O yeşil gözleri hâlâ endişeyle bakıyordu.

"Canın acıyor mu?" dedi, gözleri boynumdaki kesiğe kayarken. Aslında o kadar büyük bir şey yoktu, sadece küçük bir çizikti fakat o, endişelenmişti işte.

"Hayır," dedim, zorlukla. "Başım ağrıyor sadece."

Elini kaldırıp ensemde toplanmış saçlarımı bir çırpıda açtıktan sonra o parmakları, yumuşakça saç diplerimde dolaşmaya başlamıştı. Bu, bana hiç olmadığı kadar iyi gelirken gözleri gözlerimden ayrılmıyor, sakince beni izleyerek saç diplerime masaj yapıyordu.

Gözlerim, kapanmak için can atarken onları açık tutmakta zorlanıyordum. Bir saat öncesine kadar hiçbir şeyim yoktu fakat şu an bana ne olduğunu anlayamamıştım.

Sanırım Esvet'in o iğrenç sesinden dolayı olmalıydı.

"Pes," Esvet'in sesi bir kez daha kulaklarıma ulaşırken dudaklarım arasından bir nefes verdim ve Kenan'ın maharetli ellerinin beni sakinleştirmesini beklemeye başladım. O, benim aksime Esvet'i pek umursamıyordu. "Gerçekten pes! Şu an ilgilenmen gereken şey bu mu, Kenan?" dedi, cırlamaya başlayarak.

Bu tavrı sabrımı taşırırken zaten saatlerdir ona duyduğum öfke de tek başına yetiyordu. Buraya geldiğimden beri o çenesini kapatmamıştı. Kenan'a olan hislerinden ben sorumlu değildim, bana böyle davranması saçmalıktan başka bir şey değildi. Üstelik tek bir kelime etmememden güç alarak her fırsatta bana laf sokuyordu.

Dudaklarım arasından bir soluk bıraktığımda Kenan'ın saçlarımdaki eli durmuş, kirpiklerinin altından Esvet'e ters ters bakmaya başlamıştı. Onun da sabrının zorlandığını açıkça görüyordum.

Az önce adım dahi atamazken nereden aldığımı bilmediğim o güçle bir hışımla ayağa kalktım ve masanın üzerinde duran dolu viski kadehini alarak Esvet'in yüzüne doğru savurdum.

O, son anda ona fırlattığım kadehten kurtulduğunda kadehteki viskinin çoğu masaya dökülmüş, kadeh de arkasındaki duvara çarparak tuzla buz olmuştu. Herkes şok içinde bana bakarken arkamda da bir hareketlilik hissetmiştim.

"Yeter be," dedim, ben de bağırmaya başlayarak. Bağırışım taş duvarlarda yankılanıyor, her hareketimde onların gözlerinin dehşetle açılmasına neden oluyordum. Bunlar da biraz tuhaftı açıkçası. Dakikalardır burada bağırıp duran Esvet'ti ama ben bağırınca şaşırıyorlardı!

"Kaç saattir konuşuyorsun, kafamı siktin." Elimi kaldırıp şakaklarıma hafifçe dokundum. "Bizimki de kafa yani!"

Sözlerim, içeride büyük bir sessizlik yaratırken sarı saçlara sahip olan bir kızın dudaklarından şaşkınlık nidası döküldü. "Karıya bak, ebu cehil çıktı."

Kılıç'la Yiğit adeta anırmaya başladığında Esvet de sinirden kudurmakla meşguldü. Hızla yerinden kalktığında arkamdaki hareketlilik devreye girmiş, elini koluma koyarak beni yanına doğru çekmişti.

"Ne şirret bir şeysin sen ya?" dedi, o oymak istediğim mavileriyle üzerime doğru gelirken. Göz kırptım usulca.

"Aynen öyleyim, ayağını denk al istersen."

"Hatun fena." diyen yakışıklı bir çocukla göz göze geldiğimde hayran bakışları kısa bir an yanımdaki noktaya dönmüş, bakışları ışık hızıyla benden uzaklaşmıştı.

"Hasta." diyen Esvet'e doğru bir adım attığımda belime dolanan güçlü bir kol, buna müsaade etmemişti.

"Cidden yeter artık!" Gür sesi, kulaklarıma ulaştığında kollarımı göğsümde birleştirerek dik dik Esvet'e bakmaya başladım. O da aynı ifadeyle bana bakıyor, kafamı parçalamak için can atıyordu. "Sizinle mi uğraşacağım bir de?" derken beni tutmayı bırakmış, Esvet'le bana o sert bakışlarını yöneltmişti. Şu an o kadar çok bağırıyordu ki boynundaki damarları belirginleşmiş, yeşil gözleri yangın yerine dönmüştü.

Öfkeli olduğunda ürkütücü görünse de çekiciliğini asla bırakmıyordu.

'Başının ağrısı geçti herhalde?'

İç sesimin söylediğiyle birlikte başıma bir ağrı saplandığında iç sesime bir küfür savurmuştum. Onun da benimle alıp veremediği şeyler vardı.

"Adam akıllı duracaksınız oturun şuraya," dediğinde onları bırakıp tekrar kanepeye oturdum. Şu an Esvet'le uğraşacamayacaktım. "Durmuyorsanız da siktirin gidin." diyen Kenan'ın küfürlerine karşılık herkes geri yerlerine otururken ortamdaki gerginlik elle tutulabilir cinstendi. Zaten onun gerginliği tek başına yettiğinden kimse daha fazla konuşmuyor, ekstra bir gerginlik yaratmıyordu.

Tabii ki Esvet hariç.

Başımdaki ağrı her geçen dakika şiddetlenirken başımı koltuğa yaslayıp gözlerimi yumdum. Sadece birkaç dakika böyle kalmak istiyordum.

Ortam, derin bir sessizliğe gömüldüğünde kafamın içerisindeki o kargaşa da hâlâ devam ediyordu. Sanki Esvet'in o cıyak sesi benim kafamın içerisindeki bir gürültüydü ve bana işkence yapıyordu.

Bu düşüncenin kötülüğü ürpermeme neden olduğunda aradan ne kadar zaman geçmişti bilmiyordum ama üzerime düşen bir gölgeyle bulunduğum o kuyudan çıkmıştım. Saniyeler içerisinde o gölgenin sahibi olduğunu tahmin ettiğim kişi yanımdaki boşluğa oturmuş, o gözlerini üzerime dikmişti.

Bakışlarının ağırlığını yüzümde hissederken eli, saçlarımı hafifçe geriye doğru itmiş, ardından da parmakları şakaklarımı bularak oraya masaj yapmaya başlamıştı. Alt tarafı bir masaj olsa da parmaklarının hareketinin büyülü olduğunu düşünüyordum. Sanki ne yaptığını, nasıl yapması gerektiğini biliyor, her hareketinde başımdaki o iğrenç ağrıyı hafifletiyordu.

Dakikalar sonra ilk kez bir yaşam belirtisi göstererek ona doğru sokuldum ve kollarımı beline doladım. Bununla birlikte de boştaki elini benim belime dolamış, dudaklarını şakaklarıma bastırmıştı.

"Özür dilerim," Kelimelerim, dudaklarımdan neredeyse bir fısıltı halinde döküldüğünde başımı yasladığım göğsüne saklanmak istercesine daha çok sokulmuştum. "Seni takip etmemem gerek-"

"Şşh," diyerek lafımı kestiğinde gözlerimi yavaşça araladım. Bunu yapmamla birlikte sanki hesaplamışım gibi yeşil gözleriyle kesişmiştim. İfadesi, az öncekinin aksine yumuşacıktı. "Yarın konuşuruz bunları."

Elimi kaldırıp sakallarının çevrelediği yanağına dokunduğumda elimi tutup avcumun içerisine yakıcı bir öpücük bıraktı. Dudaklarım yukarı kıvrılırken göğüs kafesimin içerisindeki kalbim, adeta demir parmaklıkların ardındaki bir mahkum gibiydi. Oradan çıkabilmek için tüm gücünü sarf ediyor ama bunu başaramıyordu.

Parmakları, şakaklarımda gezinirken baş parmağımla yanağını okşamaya başladım. O da belimdeki elini saçlarıma çıkararak işaret parmağıyla yüzümü gölgeleyen perçemlerimi nazikçe geriye doğru itti.

"Şimdi değil," dedi, diğer eliyle de saçlarımı okşayarak. Şu an kendimi gerçekten bir bebek gibi hissediyordum. Ben zaten onun kolları arasındayken hep böyle hissediyordum. "Daha sonra bunun hesabını sana soracağım ama öncesinde biraz dinlen, kendine gel." diye eklediğinde muzip bir ifadeyle ona baktım. Bu da dudaklarında bir gülümsemenin oluşmasını sağladı.

"Pişman mı edeceksin beni?" Güldü.

"O aklından neler geçiyor bilmiyorum ama düşündüğün gibi bir şey olmayacak, güzelim." Sırıttım.

"Ne düşünüyormuşum ben?" Kaşları havalandı.

"Başının ağrısı geçti herhalde?" Göz devirdim.

"Şu yelloz karı yüzünden migrenim tuttu!" dedim, sesim kontrolden çıkarken. Kenan'ın bende olan bakışları kısa bir an arkaya doğru dönse de tekrar bana odaklanabilmişti. "Pes, Kenan," derken sesimi incelterek Esvet'in taklidini yaptım. "İnanamıyorum sana, bu kadın için mi her şeyi mahvettin?" diye eklediğimde de Kenan'ın gözlerinde eğlenceli pırıltıları hemen yakalamış, gözlerim onun dudaklarında gizlenmeye çalışan tatlı gülümsemeye kaymıştı.

"Duyacak şimdi," derken bir kez daha arkamızda kalan masaya göz atmıştı.

"Aman, bana ne? Duyarsa duysun."

"Esvet'in sesi o kadar ince değil," diyerek az önce yaptığım taklidi değerlendirdiğinde ona ters ters baktım.

"Kapa çeneni istersen," dedim, ters bir şekilde. "Bir de yorum yapıyor, andavala bak ya!" derken kolları arasından istemeyerek de olsa çıkıp kalçamı koltuğun en ucuna doğru kaydırmıştım. Zaten başım da ağrıyordu, ne diye beni sinirlendiriyordu ki?

"Tamam, tamam," dedi, hemen peşimden o da yanıma doğru yanaşırken. "Özür dilerim."

Göz ucuyla ona baktığımda gözlerinin boynumdaki yarada olduğunu fark etmiştim. Sadece saniyeler içerisinde gözlerini gözlerime çıkardığı sırada da başımı tamamen ona doğru çevirdim.

"Acımıyor," dedim, mırıldanarak. "Ufak bir çizik sadece."

Bundan dolaylı yoldan sorumlu olduğu için onu suçlayabilirdim fakat oraya kendi ayaklarımla gitmiştim. Kenan benimle bu saçmalıklar hakkında hiçbir şey paylaşmamasına rağmen burnumu sokup, onları takip eden aptal bendim ve bu durumda onu suçlayamazdım. O bıçak boynuma dayanana kadar da boynuma ufacık da olsa bir çizik atıldığında da gerektiğinden fazla sakin olmam beni o dakikalardan sonra bir sessizliğe yolcu etmiş, kendi düşüncelerimle boğuşmama neden olmuştu. Hatta öyle ki buraya ne zaman geldiğimizi, arabada Kenan'ın birkaç kez bana iyi olup olmadığımı sorduğu ve benimle ilgilendiği dakikalar dışındaki konuşmalara adeta kulağımı tıkamış, hiçbir şeyi algılamak istememiştim. Buraya geldiğimde de kendimi direkt banyoya kapatmış, birkaç dakika da olsa kendimle baş başa kalarak olanları algılamaya çalışmıştım.

O adamlara karşı çıkıp onları alt ettiğimi bile hayal meyal hatırlıyordum.

Karşımdaki bir çift yeşil göz, bir kez daha boynuma düşmeden bana doğru yaklaşmış, boynumdaki o yara bandının üzerine minicik bir öpücük bırakmıştı. Bu öpücük, dudaklarımın yukarı kıvrılmasına neden olduğunda elimi ensesine koydum.

"Ufak bir çizikten fazlası olabilirdi," diyerek dakikalar sonra bu kelimeleri sarf ettiğinde oraya bir öpücük daha bırakarak tekrar gözlerimizin buluşmasını sağlamıştı. O an gözlerinde gördüğüm o ifadeyle birlikte kalbim yumuşacık oldu. "Ve bunun düşüncesi bile beni deliye çeviriyor." Parmakları çenemi kavradığında yüzlerimiz arasındaki mesafeyi, alnını alnıma yaslayarak kapatmıştı. Bu, dudaklarım arasından sessiz bir soluk bırakmama neden oldu. "Benim yüzümden-"

"Saçmalama," diyerek hızla lafını kestiğimde ensesindeki parmaklarım harekete geçmiş, oradaki saçları okşamaya başlamıştı. Elimin altındaki bedeni öylesine gergindi ki bu ufacık hareketimle gevşedi. "Seni dinlemeyip peşinden gelen bendim, senin hiçbir suçun yok. Sakın bana bu kelimeleri sarf etme."

Aramızda uzun bir sessizlik oluşurken parmaklarının tersiyle yanağımı okşamaya başlamış, bir süre gözlerinde kaybolmama müsaade etmişti.

"Hepsini tek tek sikeceğim," dedi, uzun bir süre sonra. "Bana inan," dediğinde gözlerindeki yumuşacık ifade geri plana düşmüştü. Yeşilleri karanlık bir tona bürünmüş, üstümüzde bulunan o pembe bulutları dağıtmıştı. "Tüm bunları karşılıksız bırakmayacağım."

Yapardı, biliyordum.

Çünkü ben gözlerinde oluşan ifadeyi bir kez görmüştüm.

"Neden," dediğimde alınlarımız birbirinden ayrılmış fakat yüzlerimiz arasındaki mesafe aynı kalmıştı. "Neden peşindeler, anlamıyorum. Kim onlar? Dimitri kim, neden sürekli ondan bahsettiler?"

Sorularımı art arda sıraladığımda Kenan, dudakları arasından derin bir soluk bırakıp benden uzaklaşmış, yerinden ayaklanmıştı.

"Nereye?" dedim, bu sefer de.

"Aşağı inelim, biraz uyu." dedi, elimi tutup beni de kaldırarak. Benim bir şey söylememi beklemeden merdivenlere doğru yönelip aşağı indirmiş, ardından da kendi odasına götürerek kapıyı kapatmıştı.

Tabii tüm bunlar olurken sorularıma cevap verme gereği duymamıştı.

"Neden sorularımı her seferinde yanıtsız bırakıyorsun, anlamıyorum." diyerek aramızdaki kısa sessizliği bozduğumda bana doğru ilerleyip beni odada, banyonun olduğu yer dışındaki başka bir kapıya yönelttiğinde orayı daha yeni gördüğümü fark etmiştim. Gözlerim etrafta gezinirken beni ortadaki koca yatağa oturtmuş, önümde diz çökerek elini beyaz çizmemin fermuarına götürmüştü.

"Bu kadar şeyden sonra meraklı tavrını asla bozmamana hayran kaldım," dedi, iğneleyici bir tonda. Ona dik dik baktığımda ekledi. "Nasıl bir kadınsın, ben de bunu anlamıyorum."

"Beni çözemezsin, boşuna uğraşma."

Ayağımdaki çizmeyi yavaşça çıkarıp kenara koyduğunda bir diğerine yönelmişti. Bu esnada ben de etrafı inceliyordum.

Buradaki odası da kendi evindeki kasvetli havayla birebir aynıydı. Ortada koca bir yatak ve hemen arkamda duran gri kapaklı dolap dışında başka hiçbir şey yoktu. Zaten çalışma odası buraya göre daha genişti. Orada da duvarları boydan boya kaplayan bir kitaplık vardı ve kendime o kitapları inceleyeceğim konusunda söz vermiştim.

"Çözemiyorum zaten," derken dudakları yukarı kıvrılmış, çıkardığı çizmemi de kenara koymuştu. "Bekle, sana giyecek bir şeyler getireyim." diyerek ayağa kalktığında başımı hafifçe sallayarak onu onayladım. O, yatağın etrafında dolaşıp arkamda kalan dolaba yöneldiğinde elimi kaldırıp şakaklarımı sertçe ovdum. Bunu yaşamaktan nefret ediyordum.

Kenan, sadece saniyeler içerisinde elinde bir kazakla yanıma geldiğinde bayık bakışlarımı ona doğru kaldırdım.

"Sen giyin," dedi, elindeki kazağı yanıma bırakırken. "Ben de sana ağrı kesici getireyim." dediğinde ona naz yapacak gücü kendimde bularak gözlerimi kırpıştırdım.

"Nasıl giyineceğim?" dedim, bana hiç yakışmayan masum bir tınıda. Bununla birlikte de Kenan, birkaç saniye sadece gözlerime bakmış, ardından da bir kez daha dudaklarında oluşan gülümsemeyi gizlemeye çalışarak yanıma oturmuştu.

O, tek kelime bile etmeden üzerimdeki saten, gömlek elbiseyi saniyeler içerisinde çıkarıp yanıma bıraktığı kazağı da başımdan geçirdiğinde elbisemi alarak ayaklandı ve odadaki uzun siyah koltuğa bıraktı. Üzerime giydirdiği kazak, bana oldukça bol gelirken onun o ferah kokusu da etrafımı sarmış, içimin yumuşacık olmasını sağlamıştı.

Elbisemi alarak masanın önündeki koltuklardan birine bıraktığında daha fazla dayanamayarak uzanıp bacaklarımı kendime doğru çekmiştim.

"Sen de gel," diyen sesim, benden bağımsız olarak ona ulaştığında bakışları beni buldu ve yorganı üzerime örttü. "Ağrı kesici bana yaramıyor zaten, uyursam geçer." derken yatakta yana doğru kaymış, onun yanıma uzanması için böylelikle yer açmıştım. Yine beni ikiletmeden yatağa oturdu ve saatler önce giymiş olduğu postallarını çıkararak yanıma uzandı. Üzerinde hâlâ o tişörtü vardı ve nasıl üşümediğini gerçekten merak ediyordum.

Elimi uzatıp saçlarına dokunduğumda başını usulca bana doğru çevirdi. Parmaklarımın arasındaki kahverengi tutamları okşamaya başladığımda vücudunu tamamen bana doğru çevirmiş, elini belime koyarak beni kendine doğru çekmişti.

"Bu sefer beni bırakıp gitmeyeceksen gönül rahatlığıyla uyuyacağım," dediğimde dudaklarından erkeksi bir kıkırtı döküldü. "Gülüyorsun bir de."

"Gideceğimi biliyordun," dediğinde haklılık payının ne kadar yüksek olduğunu fark etmem uzun sürmemişti. "Seni bırakmadım yani."

"Telefonlarıma da cevap vermedin," dedim, bu sefer de. "Saatlerce hem de."

"Bu konuyu konuştuğumuzu sanıyordum?" Omuz silkip başımı göğsüne yasladığımda elleri hemen rotasına kavuşmuştu.

"Sen öyle sanıyorsun." dedim, mayışan sesimle. Gözlerim usulca kapanırken saçlarımdaki elleri de beni uykuya sürüklemeye hazırdı. "Bundan sonra telefonlarımı açmazsan sana o zaman göstereceğim." derken ses tonum, bu tehditvari sözlerimi destekleyememişti.

Uykulu tavrım, ona ayak uyduran yorgun sesimle birlikte bir süre ikimizden de çıt çıkmamış, başımdaki ağrı her geçen saniye hafiflerken saçlarımdan ayrılmayan elleri de aynı zamanda beni mayıştırıp bir uykuya itmişti.

Dakikalar dakikaları kovalarken yanımdaki de tenimdeki varlığı da bir an olsun ayrılmamış, ben uykuya dalana kadar onun kokusunu solumuştum.

🐤🐤🐤

"Adam peşimizi bırakmıyor resmen amına koyayım."

Kılıç'ın kaba tavrı beni hiç şaşırtmazken ellerimin arasındaki kupadan bir sıcaklık avcuma doğru yayılıyor, biraz ilerimde yanan şöminenin ısısı yeteri kadar tenimi yakmamış gibi bir de elime zorla tutuşturulan sıcak bitki çayını ağır ağır yudumluyordum.

Tabii bana bitki çayı içerek eşlik eden Kenan değil, Doğu'ydu.

O, dün gece Esvet'le tartışırken bana hayran bakışlarını yönelten, Kenan'ın bakışlarını gördüğündeyse bakışlarını benden kaçıran o yakışıklı çocuktu.

Dakikalardır benimle sohbet ediyor, yanımda otururken bir yandan da bir kısmı masanın etrafında toplanan bir kısmı da rastgele kanepelere dağılan toplulukla dün gece hakkında konuşuyordu.

Aslında iyi birine benziyordu ama Kenan, yanıma oturduğundan beri ona ters bakışlar gönderiyordu. Ona ona ters bakışlar gönderiyordu. Onun bana yakın davranmasını hoş karşılamadığı açıktı. Fakat uyandığımdan beri bana sadece iyi olup olmadığımı sormuş, onun dışında tek kelime bile etmemişti. Eve gitmek istediğimi söylesem de beni duymamazlıktan geliyordu ama yüzüme de doğru düzgün bakmıyordu.

Sanırım gerçekten beni pişman etmeye çalışıyordu.

Masanın baş köşesinde oturan Kenan'a bir kez daha bakışlarım kaydığında kaşlarını çatmış, önündeki kağıtlarla ilgilendiğini gördüm. Üzerini değiştirmiş, yine siyah bir kargo pantolon giyerek üzerine de siyah bir tişört geçirmişti. Gözlerindeki siyah çerçeveli gözlükleriyle de oldukça hoş görünüyordu.

Başını kaldırmadan bakışlarını bana çevirdiğinde kısa bir an yanımdaki Doğu'ya bakmış, ardından tekrar önüne dönmüştü.

"Onun asıl istediği, kaptan." diyerek konuşan çocuğa baktım. Onun sözleriyle birlikte herkes sessizleşmişti. "Ve bir de o." dedi, tekrar konuştuğunda. Bunu söylerken de başıyla beni işaret etmiş, herkesin odağının ben olmasını sağlamıştı.

"Ne?" dedim, ilk kez konuşarak. "Ne var, ne bakıyorsunuz?"

"Yenge çok gerginsin, bir papatya çayı iç." diyen başka bir çocuğa baktım düz bakışlarla.

"Papatyayı bir tarafına soksa işe yaramaz bence." Bunu söyleyen az önceki çocuktan başkası değildi. Başımı hızla ona doğru çevirdiğimde bu hadsiz konuşması için tam dudaklarımı aralamıştım ki başka biri benden önce davrandı.

"Ağzını topla," dedi, sert bir tonda. Bakışları da aynı sertlikteyken buna gülen birkaç kişi anında susmuş, önlerine dönmüşlerdi. "Herkes yoldan çıktı iyice." diyerek elindeki kırmızı kapaklı dosyayı sertçe kapattı.

"Hocam sakin olsana sen artık," diyen Kılıç'ın bakışları Kenan'a dönerken elindeki elmayı Yiğit'e doğru fırlatmış, Yiğit de çevik bir hareketle elmayı yakalamıştı. "Seni görene kadar ejderhaların neslinin tükendiğini sanıyordum."

Kılıç, sözleriyle milleti güldürürken ben de istemsizce kıkırdamış, bir kez daha Kenan'ın bakışlarının odağı olmayı başarmıştım. Buz gibi yeşilleri bir süre bende takılı kalırken ben de gözlerimi ondan ayırmamıştım.

Bu bakışlarından hoşlanmıyordum.

O, bakışlarını önüne çevirirken ben de elimdeki kupayı sehpaya brakıp ayağa kalktım ve yanına doğru ilerledim. Herkes kendi arasındaki sohbete çok geç olmadan döndüğünde ben de onun arkasına geçip ellerimi omzuna koymuştum. Dokunuşumla birlikte nedendir bilinmez kaskatı kesilmiş olan bedeni gevşemişti.

"Çok gerginsin," dedim, ona doğru eğilip omzundaki ellerimi de aşağıya doğru usulca indirirken. Çenemi omzuna yaslayıp yan profilini daha yakından izlemeye başladığımda hâlâ kaşları çatıktı. "Alayım mı gerginliğini?" dedim, fısıltıyla. Bu sözlerimle çatık kaşları düzelir gibi oldu.

"Gergin değilim." dedi, sadece.

"Bu kaşlar niye çatık o zaman?" derken ellerim siyah tişörtünün sardığı göğüslerindeydi. İşaret parmağımla göğsünde hayali daireler çizmeye başladığımda elindeki kupayı sertçe masaya bıraktı. Bu, benim de kaşlarımın çatılmasına yol açarken konuştu fakat benimle değildi.

"Toplansın herkes, planı konuşalım." dediğinde herkes bir anda ciddileşmiş, yerlerinden kalkarak masanın etrafındaki boş sandalyelere yerleşmişlerdi. Bununla birlikte de ondan uzaklaşmıştım.

Bakışlarımı ondan uzaklaştırdığım an masanın diğer ucunda oturan Esvet'le göz göze geldik ve yakaladığım o bakışları sinirlerimi bozmaya yetti. Kenan'ın bana olan bu tavrını tabii ki fark etmiş, hoşuna da gitmişti.

"Ne yani plan hazır mı şimdi?" diyen sarışın kız da masanın başka bir ucuna otururken kanepede kalan tek kişi bendim. Bu da oradan uzaklaşmamın sinyalini verirken Kenan, Sedef'in söylediğini onaylamış, ben de bulunduğum yerden uzaklaşmak için bir adım atmıştım fakat anında o bakışlarla yine karşılaşmıştım.

"Sen de," dedi, yerinden kalkmadan önce. Bu, beni şaşırttığı gibi diğerlerini de şaşırtırken tabii ki yine konuşan Esvet'ti. Kısa saçlarını ensesinde toplamış, önündeki kağıda bir şeyler karalıyordu.

"Aramıza mı katılacak o da?" derken düne nazaran oldukça durgun ve sakin görünüyordu. Garipti ki ilk defa çemkirmemişti ama az önceki bakışlarını da bir ben fark etmiştim.

"Hayır, sadece bir şekilde işin içine girdiği için burada kalmasını istiyorum." diyerek aynı sakinlikle onu yanıtlayan Kenan, oturmam için kendi sandalyesini çektiğinde ben şaşırmamıştım ama onların şaşkınlığı daha da artmıştı. Bunu umursamayarak el mahkûm benim için çektiği sandalyeye oturduğumda ekledi. "Hem benim dikkatsizliğim yüzünden dün gece oradaydı. Bu yüzden onun güvenliği de benim sorumluluğumda."

Sözleri, gözlerimin onun üzerine sabitlenip bir süre de oradan ayrılmamasına yol açtığında daha önce de gördüğüm ve duvarı boydan boya kaplayan beyaz tahtanın üzerindeki projeksiyonu kaldırdı. Gözlerim onu takip ederken tahtanın üzerindeki yazılarla fotoğrafları da hızlıca incelemiştim.

Tahtada siyah kalemle ve büyük puntolarla yazılan Dimitri isminin üzerindeki fotoğrafa gözlerim kaydı. Dün gece de birkaç kez bu ismi duymuştum ve tahtanın ortasındaki geniş alanı kapladığına da bakılırsa sorun bu adamdı.

Arabadan inerken uzaktan çekilmiş bir fotoğrafı vardı ve kulağına yasladığı telefonla konuşuyordu. Buna rağmen yüzü kolayca seçilebiliyordu. Orta yaşlarda olduğu da gözle görülür bir gerçekken buna rağmen oldukça genç duruyordu.

Elimi çeneme yaslayarak Kenan'ı izlemeye başladığımda tahtanın üzerindeki fotoğrafları toplamaya koyulduğunu görmüştüm.

"Birkaç gün sonra İtalya'ya gidiyorum," diyen sesi, kaşlarımın normal halini alıp şaşkınlıkla ona bakmamı sağladığında herkes de en az benim kadar bu söylediğine şaşırmıştı. Bu bakışlarımızı fark ettiğinde birkaç saniye duraksayıp sözlerine devam etti. "Yani Dimitri öyle biliyor." dedi, düzelterek. "O, benim İtalya'da olduğumu sanarken ben burada, sizinle onu nasıl çökerteceğimizin planını yapıyor olacağım." Elindeki fotoğrafları masaya bıraktığında üstteki Dimitri'nin fotoğrafına ters bir bakış attı. "Sizden bulabileceği tüm sinyaller Urla'daki evi gösterecek ve bu şekilde de bizi gafil avladığını düşünerek oraya gidecek. Tabii buradaki evinin güvenliğini en aza indirerek."

Son cümlesiyle birlikte herkes birbiriyle bakıştığında Kılıç'la Yiğit'in bile onlar kadar şaşkın olduğunu görmüştüm. Sanırım bu plandan haberleri yoktu.

"Biz de eve girip, eserleri sakladığı yer hakkında bilgi mi toplayacağız." Kenan, Yiğit'in sunduğu fikri başını hafifçe iki yana sallayarak düzeltti.

"O bilgiler elimizde zaten." Ben, konuştukları şeye oldukça yabancı kalırken aslında kafamda da az çok parçalar birleşiyordu. Uraz Bey'le yemek yediğim gece apar topar beni oradan çıkarması, orada bir çatışmaya yakalanmamız ve ardından da kim olduklarını bilmediğim o tuhaf adamların peşimize takılması.

Her şey kafamda bir netlik kazanırken gözlerim, masadaki bir noktaya dalmış, olan biten her şeyi kafamda tartmaya başlamıştım.

O adamlar, baştan beri tabii ki Kenan'ı izliyorlardı ve bu durumda benim de peşime takılmışlardı. Zaten bunu, dün gece beni elleriyle koymuş gibi bulmalarından belli oluyordu. Üstelik o gece çatışmanın ortasındayken Kenan'a sorduğum bazı sorular da vardı. Bana, bazı eserleri ödünç (!) aldığını söylemişti ama şu an konuşulanlara bakılırsa onların elinde olmayan başka eserler de vardı.

"Nasıl yani?" Esvet, kaşlarını çatmış bir şekilde Kenan'a bakarken diğerleri de sorgulayan bakışlarla Kenan'a bakıyordu.

"Dimitri'nin çok güvendiği dostu Lorenzo, bize gerekli tüm bilgiyi öttü de ondan." diyen Kenan, herkesin dudaklarından şaşkınlık dolu bir nida dökülmesini sağladığında anlattıklarını çok umursadığım söylenemezdi. Onu can kulağıyla dinlesem de aklım onun güzel gözlerindeydi.

"Onu daha önce konuşturmamış mıydık biz?" dedi, Doğu da. Kenan, elindeki kalemin kapağını ritmik bir şekilde açıp kapatırken bakışlarını müthiş bir yavaşlıkla Doğu'ya doğru çevirdi ve öyle bir bakış attı ki bir an elindeki kalemi ona fırlatacağını falan düşünmüştüm. Halbuki hiçbir şey söylememişti ama ben, bu tepkisinin az önce onunla gülerek sohbet etmemden kaynaklı olduğuna emindim.

"Konuşturamamıştık," diyerek Doğu'nun cümlesini düzeltti yine de. "Ama Dimitri, onun karısıyla yatıp kalktığı için bu duruma içerlemiş olmalı."

"O da intikam mı alıyor kendince?"

"Belki de." Kenan, omuz silkerek Esvet'i yanıtladığında kaşlarım havalandı. "Ama yine de ona çok güvenmiyorum, ne yapacağı belli olmaz. Bu yüzden onu da ortadan kaldıracağımız bir planımız var."

"Sen ne zaman hallettin bütün bu işi? Bize neden söylemedin?" Kılıç'ın sorusuyla birlikte bakışlarımı tekrar Kenan'a çevirdiğimde yanağımı iyice avcuma yaslamıştım.

"Bu, B planıydı çünkü." derken ellerini masaya yaslayarak öne doğru hafifçe eğilmişti. Şu an masanın ucunda oturan Sedef'le Barış'ın yerinde olup onun kokusunu yakından solumak istediğimi hiçbir şeyi istemediğim kadar çok istiyordum. "Ve benim her zaman bir planım daha vardır." dedi, dün geceden beri beni etkileyen o otoriter tavırla. Sözlerinin ardından sağ gözünü usulca kırptığında adeta içimden bir şeyler akıp gitmişti.

Aynı ifadenin diğer kızlarda olup olmadığını görmek için kısaca diğerlerine göz attığımda o ifadenin sadece Esvet'te olduğunu görmüştüm. Bu da sinirlerimi bozmaya yetmişti.

Burnumdan soluyarak ona ters ters bakmaya devam ettiğimde tırnaklarımla da masada ritim tutmaya başlamıştım. Bu da çok geçmeden herkesin dikkatini çektiğinde hepsinin bakışlarının odağı ben olmuştum. Hatta Esvet'le de göz göze geldiğimizde bariz bir şekilde beni umursamayarak önüne döndü.

"Maran," diyen tanıdık ses, tüm hücrelerime nüfuz ederken başımı da oldukça yavaş bir şekilde Kenan'a doğru çevirmiştim. Yeşilleri, benden kısa bir an Esvet'e döndüğünde ne olduğunu anlamaya çalışıyor gibiydi. "Neyse," dedi, derin bir nefes verirken. "Daha detaylı bilgiler dosyalarda var ama ayrıntılı bir şekilde de konuşuruz." derken herkesin önünde olan kırmızı kapaklı dosyaları göstermişti. "Ha bir de," dedi, Kılıç'a dönerek. "Maran'ın evindeki güvenliği arttırdın mı?" Kaşlarım çatıldı.

"Hallettim, bir sıkıntı yok." diyerek Kılıç da onu yanıtladığında Kenan'a baktım. "Sabah gidip bizim malikaneyi de kontrol ettim, temizdi. Demek ki bulmamışlar hâlâ." Sedef'in kaşları çatıldığında konuya dahil olmak için araladığım dudaklarımı kilitlemek zorunda kalmıştım.

"Bulamazlar, öyle bir şeyin imkanı yok." dedi, Kılıç'a bakarak.

"Olsa bile yine bir planımız var elbette." Kenan, Sedef'i sakinleştirecek o sihirli kelimeleri söylediğinde elimi tekrar çeneme yasladım.

Bu kadar her şeyi düşünmesi bir ruh hastası olduğunu gösterse de her şeye rağmen çok seksi bir ruh hastasıydı.

Zihnimde dönmeye başlayan ve bulunduğum durumdan oldukça ötede olan görüntülerle birlikte başımı iki yana sallayarak silkelendim.

"Kim bu adam?" dediğimde oluşan sessizliği bozmuştum.

"Tehlikeli bir adam." diyerek Barış, beni yanıtladığında göz devirdim.

"Onu anladım zaten Konfüçyüs," dediğimde bana ters ters bakmış, geri kalanların da gülmesini sağlamıştım.

Tabii ki Esvet hariç. O, Kenan'ı dikizlemekle meşguldü.

"Niye peşinizde olduğunu soruyorum." derken bakışlarımı ne Kenan'a ne de Esvet'e değdirmiştim. Açıkçası burada oturduğum için sinirlerim bozulmuştu ama sorularıma cevap bulmak istiyordum.

"Koleksiyonuna adam aradığı için." diyen Yiğit'e anlamsızca baktım.

"Ne koleksiyonu?" dedim, avel bir şekilde.

"Araba koleksiyonu olmadığı kesin." diyen Rojo'yla birlikte herkes bir kez daha gülmüştü. Hatta Kenan bile.

Rojo, Türk değildi ama öyle bir Türkçe konuşuyordu ki benden daha Türk olduğu kesindi.

Hepsine ters ters bakmaktan kendimi alıkoyamazken bir yandan da bu ciddiyetsizlikle nasıl çalıştıklarını düşünmeye başlamıştım. Sürekli espri yapmak için kafa patlatıyorlardı resmen.

"Onun çaldıklarını biz çaldığımız için peşimizde." dedi, Kenan da. Bunu söylerken de köşede duran bir sandalyeyi masaya doğru yaklaştırıp oraya oturmuştu. Şu an karşı karşıya oturuyorduk.

Söyledikleri ona garip bir şekilde bakmama neden olduğunda arkasına yaslanmıştı. "Neden çalıyorsunuz?" dedim, bu sefer de.

"O çalmasın diye."

"Ne çalıyorsunuz, anlamadım?"

"Onun çalacaklarını."

Masada kopan kahkahalarla birlikte kaşlarımı çattığımda Kenan'la ben onların aksine gülmüyorduk. Ben, onun sorularıma verdiği cevapları ciddiye almamaya çalışsam da o oldukça ciddi görünüyordu.

Bir an benimle dalga geçtiğini düşünmüştüm oysa ki.

"İtalya'da sürekli olarak düzenlenen müzayedelere katılıyor ve orada açık arttırmaya koyulan her şeyi usulüne uygun değil de illegal yoldan satın alıyor. Bu da bir yerden sonra bize sıkıntı çıkarıyor."

"Ne gibi bir sıkıntı?"

"Kenan'ların şirketi de dahil olmak üzere çoğu işyerine kara para olarak çeviriyor. Böyle bir durumda da eserlerin değerleri yok oluyor, birçok insanı da kendince kandırıp kendi tarafına çekmeye çalışıyor."

Kılıç, sorularıma açıklayıcı cevaplar verdiğinde bakışlarımı Kenan'a çevirdim.

"Bu," dedim, işaret parmağımı hafifçe kaldırarak."Bizim şirkette-"

"Yok," diyerek sözümü kestiğinde öylece bakakaldım. "Dimitri'yle önceden ortaktık ve bu yaptığını fark etmem de çok uzun sürmedi zaten. Baban da biliyor hatta."

Kaşlarım havalanırken doğruyu söylemek gerekirse şaşkındım. Benim bundan haberimin olmaması beni sinirlendirse de babamın bana bunları anlatmamış olmasına daha çok içerlemiştim.

"Benim bundan haberim yoktu." dediğimde başını ağırca salladı.

"O dönem yurt dışındaydın çünkü."

Kenan'ın sözlerini algılamaya çalışırken bir yandan da bahsettiği o dönemi zihnimdeki dosyalarda arıyordum. Fakat bundan ziyade onun bu durumu bilmesi beni şaşırtmıştı. Belki de babam daha öncesinde ona, benden bahsetmiş olabilirdi.

Aklımdaki soruları bir kenara bırakarak Kenan'ın bahsettiği anı birkaç saniye içerisinde zihnim hatırlamış, çatık kaşlarım normal haline dönmüştü.

Geçen yaz Olcay, Ufuk ve Onur'la İbiza'ya tatile gitmiştik ve onun dışında uzun bir süre değil yurt dışına, tatile bile çıkmadığımı çok net hatırlıyordum. Demek ki o dönemde böyle bir olay yaşanmıştı. O süreçte de ben şirketteki odama uğramıyordum bile.

"Sen nereden biliyorsun bunu?" diyerek başta aklımı kurcalayan o soruyu ona yönelttiğimde önce o rahat ifadesi dağıldı ardından da saniyeler içerisinde aynı tavrı tekrar takındı. Buna anlam veremediğimde gözlerim kısıldı.

"Yemek yer miyiz?" Kılıç, ikimizin arasına girdiğinde bunu sadece bize sormasa da ikimiz de susmuştuk fakat bakışlarım hâlâ Kenan'ın üzerindeydi.

Onlar, yemek konusunda bir tartışmaya girerken masadan kalkarak usulca yanımızdan uzaklaşmışlardı. Sadece Esvet, ben ve Kenan masanın etrafında otururken çok geçmeden Esvet de önündeki dosyayı eline alıp onu inceleyerek kanepeye doğru ilerlemişti. Onun peşinden Kenan da kalkarken hızla ben de yerimden kalkmış, onun gözlerinin bana dönmesine neden olmuştum.

"Konuşabilir miyiz artık?" dedim, ona doğru yavaşça adımlarken. O da, bu söylediğimle olduğu yerde durmuş, kollarını göğsünde birleştirmişti. Bu hareketi, kollarının gerilip, pazılarının ortaya çıkmasına neden olduğunda gözlerim uzun bir süre orada takılı kalmıştı.

"Ne hakkında?" dediğinde bakışlarım sertleşti ve ona öylece bakakaldım. Ne hakkında konuşacağımızı çok iyi biliyordu. Bu tavrının sebebini hâlâ anlayabilmiş değildim çünkü.

"İyi misin sen?" derken sesimin az da olsa yükselmesine engel olamadım. "Bu tavrının sebebini açıkla bana, lütfen."

"Ne varmış tavrımda?" dedi, kaşları havalanırken. Şu an o kadar itici davranıyordu ki onu yumruklamak istiyordum.

"Mesafelisin ve bundan hoşlanmadım," diyerek açıkça ne düşündüğümü ona belli ettiğimde dudakları arasından bir soluk bıraktı. "Dün bir sorun yoktu, seni kızdıracak bir şey yaptığımı da düşünmüyorum. Ee, problem ne o zaman?"

"İnsanlarla bu kadar yakın olman canımı sıkıyor," dediğinde öylece ona bakakaldım.

Yeşilleri, saatlerdir olduğu gibi yine aradaki buzdan duvarla örtülüyken bense bir türlü o duvarı geçemiyordum.

"Doğu'yla bu kadar yakın olmana gerek yok mesela." diyerek sözlerini tamamladığında ona boş bakışlarla baktım. Benim aksime onun bakışları boş değildi. "Herif senden hoşlandı, fark etmemiş olamazsın." dediğinde kaşlarım hafifçe çatıldı.

Ne yani saatlerdir bu yüzden mi benimle konuşmuyordu?

"Saçmalama Kenan, ne hoşlanması?" dedim, gayriihtiyari. Bunu söylerken de başımı Doğu'ya doğru çevirmiştim. Yanındaki Barış'la gülerek sohbet ediyordu.

"Bakma şuna, sinirlerim bozuluyor." dedi, gergin bir şekilde.

"Sen Esvet'e bakınca sorun olmuyor ama," diyerek ona doğru bakışlarımı çevirdiğimde kaşları derince çatıldı. "Buradaki kimse benden hoşlanmadı ve şu an burada bulunmam bile canlarını sıkıyor. Çocuk da bunu fark etti ki iyi niyetle yanıma geldi. Bunda can sıkıcı bir şey yok, sakinleş!"

"Resmen seninle flörtleşiyordu, Maran!" dedi, tıslarcasına. "Ne iyi niyetinden bahsediyorsun sen? Sikerim onun niyetini." Sesini git gide yükseltmeye başladığında iyiden iyiye sinirlenmeye başlamıştım. Zaten şu an herkes bizi film izler gibi izliyordu.

"Bağırma bana!" diyerek ben de bağırmaya başladığımda alt dudağını ağzının içinde yuvarladı. "Sana dedim ki, bana sesini yükseltme!"

"Gençler," diyen başka bir ses, aramıza girdiğinde bunun Kılıç olduğunu anlamam zor olmamıştı ama Kenan, bileğimi tutarak beni merdivenlere doğru sürüklemeye başladı. Carlamamaya çabalayarak hızlı adımlarına aynı şekilde ayak uydurduğumda sadece saniyeler içerisinde kendimi onun odasında bulmuştum.

Odaya girdiğimizde arkasından kapıyı kapatırken bakışlarımı ona çevirdim ve buz gibi bakışlarımızın karşılaşmasını sağladım.

"Kimsenin benimle flörtleştiği yok, paranoyak olma bu kadar." derken yukarıda sarf ettiğim kelimelere ekleme yapmıştım. Bununla birlikte alayla güldü.

"Paranoyak mı?" dedi, alayla. "Eğer mevzu paranoyaklıksa sıranın bana gelmesi uzun sürecek gibi duruyor."

Kaşlarımı çattığım için büyük ihtimalle birkaç saate tekrar yaşayacağım o migren ağrısı, beynimi uyuşturmaya başlarken ekledi. "Eminim ki dün buraya gelmenin sebebi, Esvet'le yatmam gibi bir olasılıktan şüphelenmendi. Üstelik bunu daha önce de yaşadık ama paranoyak olan ben mi oluyorum?" dediğinde hırsla alt dudağımı dişledim. Belki haklı olabilirdi ama paranoyak falan değildim.

"Onunla daha öncesinde yattın," dedim, öfkemi dizginlemeye çalışarak. "Onunla ne yaşadığını bilmiyorum ama aranızda bir şeyler olduğu apaçık ortada! Doğu'yla benim aramda hiçbir şey olmadı, olmayacak hatta onu bir daha göreceğimi de sanmıyorum! Bu durumda senin onunla baş başa kalma düşüncesinin beni şüphelendirmesi olağan bir şeyken bunu paranoyaklık olarak öne süremezsin!"

"Onunla daha önce yatıp kalkmam, hâlâ yatıp kalktığım anlamına gelmiyor, şunu anla artık!" diye bağırmaya başladığında saçlarımı çekiştirdim. "Neden Esvet gündemimizden düşmüyor, anlamıyorum ben gerçekten." dediğinde alayla güldüm. "Üstelik dün Esvet'in üzerine yürümenden bahsetmiyorum bile! Ki bu konu hakkında henüz tek kelime bile etmedim," dedi, sesini kontrol altına aldığı ilk anda. "İçinden başka biri çıktı resmen, tanıyamadım seni." derken benim bir kez daha kaşlarımın çatılmasına neden olmuştu.

"O kadın bana bir ton şey söylerken susup hiçbir tepki vermememi mi bekliyordun?" diyerek ben de ona bağırmaya başladığımda başını hafifçe yana doğru çevirip bıkkınlık dolu bir tavır takındı ve bu, beni öfkelendirmeye yetti. "Sana inanamıyorum ya, gerçekten!" dedim, keyifsizce gülerek. "Bir de bunun hesabını mı soracaksın bana?"

"Ona zarar verebilirdin." dedi, bir çırpıda. Tane tane sarf ettiği kelimeler kulaklarıma ulaşırken ona aynı ifadeyle bakmaya devam ettim çünkü bu konunun beni daha ne kadar zorlayacağını merak ediyordum.

Sözlerinin ardından uzunca bir süre daha gözleri, yüzümün etrafını turladığında kurumuş dudaklarımı ıslattım. Bununla birlikte de birkaç saniye daha gözlerime bakmış, ardından da burnundan sıkıntılı bir nefes vererek bana doğru bir adım atmıştı. Bu yaptığı hareket, botlarının ucunun çıplak ayaklarıma değmesini sağladığında içtiği sigaranın kokusuyla karışmış olan okyanus kokusu da ciğerlerime nüfuz etmişti.

"Ben de," dedim, baskın bir sesle. "Zarar gördüm, bak." derken saçlarımı sertçe geriye doğru itmiş, boynumdaki o yarayı göstermiştim. Bu yaptığımla birlikte de gözleri dün gecenin izlerini taşıyan boynuma düşmüştü. "Tabii eski sevgilini düşünmen de normal bir yerde ama merak etme prensesine hiçbir şey olmadı."

"Emin ol, Maran," dediğinde kaşlarım alayla havalandı. "Aranıza girmeseydim sana yapacaklarını sen bile hesap edemezdin." Başımı salladım usulca.

"Doğru, onu siken ben değildim sonuçta. Nereden bileceğim?"

Sözlerimle birlikte gözlerini sıkıca yumduğunda yanından geçerek koltukta duran elbisemi aldım ve banyoya girerek kapıyı sertçe kapatıp kilitledim.

"Aptal," dedim, kendi kendime. Üzerimde ona ait olan kazağı bir hışımla çıkarıp fırlattıktan sonra saatler önce giydiğim eşofmanını da aynı şekilde çıkarmıştım. Bu esnada da en nefret ettiğim şey olmuş, gözlerimin önü puslanmıştı.

Her sinirlendiğimde bunu yaşamam, üzerimdeki bir lanetti.

Gözlerimden birkaç yaş arka arkaya akarken içten içe kendime sövmekle meşguldüm. Şu an ağlamam saçmalıktan başka bir şey değildi.

Hızla elbisemi giyerek suyu açtım ve yüzüme birkaç kez su çarparak üzerimdeki bu öfkeyi biraz olsun dindirmeye çabaladım. Her geçen dakika artan öfkem, benim bir gün sonum olacaktı, buna olan inancım tamdı.

Suyu kapatıp yüzümü kuruladığımda açık olan saçlarımı at kuyruğu şeklinde topladım ve banyodan çıktım. Odada, bıraktığım yerde hâlâ duran Kenan'la göz göze gelmemek için yatak odasına geçip beyaz çizmelerimi de ayağıma hızlıca geçirdikten sonra sehpanın üzerinde duran ve dün gece Kenan'ın hangi ara buraya bırakmış olduğunu bilmediğim kırık telefonumla arabamın anahtarını aldım.

"Maran," dedi, yerinden hareketlenirken.

"Siktir git." diyerek ona karşılık verdiğimde böylelikle lafı ağzına tıkmıştım.

"Şu ağzını topla, gerçekten sinirleniyorum." Kaşlarım alayla havalanırken dudaklarımdan keyifsiz bir gülüş döküldü. Bu esnada onun odasından çıkıp merdivenlere yönelmiştim. Tabii o da peşimden geliyordu.

Sert adımlarım, zeminde yankılanırken topuklu çizmelerimde tok bir ses bırakıyordu. Kaşlarım çatık, yüzüm gergindi.

Ve bu eser, ona aitti.

"Maran," dedi, bir kez daha.

Hızlıca merdivenleri çıkarak yukarı ulaştığımda herkes kendi halinde takılıyordu. Birkaç göz, sert adımlarımdan dolayı bana dönse de hiç kimseyle muhatap olmadan kapıya yönelmiştim fakat söyledikleri, adımlarımın bıçak gibi kesilmesine yol açtı.

"Eğer o kapıdan çıkarsan peşinden gelmem."

Keskin sözleri, herkesin sus pus olmasına neden olduğunda gözlerim de karşımdaki kapıdaydı.

Gerçekten bunu söylerken gitmeyeceğimi düşünüyor olamazdı.

Bu söylediğini kendi içimde sindirmeye çalışarak muhteşem bir yavaşlıkla ona doğru döndüğümde herkesin bakışları ikimizin arasında bir bumerang görevi görüyordu. Ben de şu an o gözlerden biri olmak isterdim fakat ne yazık ki onunla karşı karşıyaydım.

Yeşilleri, sözleri gibi keskin bir biçimde gözlerimde konaklarken dudaklarımdan dökülecek en ufak kelimeyi bekliyordu.

"Gelme lan," dedim, bu kaba tavrımın aksine oldukça dingin bir tonda. Adımlarıma yön vererek birkaç büyük adımda yanına ulaştığımda ikimizin de gözlerinden alev fışkırdığını yakınen görmüştüm. "Gelme oğlum, eğer gelirsen-" Sözlerimi kesen şey, aramızdaki bir adımlık mesafeyi kapatması oldu.

"Gelirsem ne?" dedi, sesini yükselterek. Birkaç saniye sadece öfkeyle harmanlanmış yeşillerine bakıp çenemi dikleştirdim.

"Gelme." dedim, en az onun kadar keskin bir biçimde. "İstemiyorum."

Son sözlerim bunlar olurken gözlerindeki o öfke arka plana düşmüş, yerini anlamlandıramadığım bir ifadeye bırakmıştı. Bu gördüğüm görüntü, kısa bir anlığına sol tarafımda bir sızı bırakırken o kararlı ifademi bozmamaya özen göstermem gerekmişti.

Sikeyim ki bazen dilimin ayarı olmuyordu.

Ama buradan geri dönemezdim.

Gözlerimi, onun gözlerinden uzaklaştırıp arkama bile bakmadan seri adımlarla oradan ayrıldım ve ardından evden de çıkarak bahçede park halinde olan arabama atladım.

Evden çıkarken defalarca tökezleyen adımlarımı görmezden gelerek dolan gözlerimi kırpıştırıp arabayı çalıştırdıktan sonra bu sefer oradan gerçekten ayrılmıştım.

🐤🐤🐤

Dakikalardır ciğerlerime dolan sigarayla karışık alkol kokusuna gitgide alışırken önümdeki shot bardağını dudaklarıma yaslayıp, içindeki acı içkiyi sadece saniyeler içerisinde tükettim. Boğazımda, acı bir tat bırakırken elimdeki son shot bardağını da bar tezgâhına bırakıp yanımdaki Korhan'a döndüm.

"Bu konuda beni geçemeyeceğini anlamalısın artık," dedim, alayla. "Kaybetmelere doymuyorsun, Korhan." Güldü bu sözlerime karşılık.

Ela gözleri kısılırken dilini usulca alt dudağında gezdirdi ve tezgâhın arkasında çalışan barmaide dönerek bir işaret yaptı. Genç kız, bununla birlikte önümdeki boş shot bardaklarını yenilemeye başladığında kaşlarım havalandı.

"Olcay gelecek, demiştin." dedi, başını yana eğerek. "Ve gelmediğine göre bunu hak ettin." Kıkırdadım.

"İşi çıkmış, ne yapayım?"

Korhan, benden birkaç yaş büyüktü ve o benim gerçekten abim gibiydi. O, babamın çok yakın bir arkadaşının oğluydu ve onunla tesadüfen yurt dışında tanışmış, sonrasında da aslında birbirimize çok yakın olduğumuzu öğrenmiştik. Birkaç yıl önce tanışsak da bana, sanki uzun zamandır tanışıyormuşuz gibi hissettiriyordu.

O, master için yurt dışındayken ben de Giovanni'nin o ünlü yapılarını görmek için orada bulunmuştum. O gün, aynı yerde ve aynı saatte olmamız nasıl bir tesadüftü bilmiyordum ama böyle bir şey yaşandığı için oldukça mutluydum.

O gün, saatlerce o yapılar hakkında konuştuğumuzu daha az önceymiş gibi hatırlıyordum.

"Belki de benimle görüşmek istemedi," dediğinde başımı ona doğru çevirdim. "Ki böyle olduğuna eminim."

"Haksız da sayılmaz sanki ha?" dediğimde bana ters ters baktı. "Aman!" dedim, omuz silkerek.

Olcay'la Korhan'ın arasında garip bir iletişim vardı. Olcay, Korhan'ı ilk gördüğünden beri ona aşık olsa da geçen yıl Korhan tarafından reddedilmesi, onun bu büyük aşkının son bulmasına neden olmuştu. Aylarca Korhan'ı bir sapık gibi takip ettiğini, defalarca kez ona duygularından bahsetmeyi düşünse de en sonunda tüm cesaretini toplayıp ona her şeyi anlatmıştı. Fakat Korhan, başta Olcay'a fazlasıyla yakın davranıp ardından da gideceğini söyleyerek onu reddettiğinde bu, Olcay için yıkım gibi bir şey olmuştu. Onun üzülüp kendi kabuğuna çekilmesi gerekirken de bunu yapmamış, sanki hiçbir sorun yokmuş gibi davranmıştı ama ben, onun defalarca ağladığına şahit olmuştum.

Ve şimdi de Korhan onun peşinden koşuyordu.

Korhan, birkaç gün önce Kanada'dan dönmüş, bu gece için de bir şeyler yapmak istemişti. Tabii ki Olcay'ın da gelmesini istemişti ve ben, bunu çekinerek Olcay'a söylediğimde Olcay direkt olarak beni reddetmişti. Az önce ona, işi çıktığını söylemiştim ama öyle bir şey yoktu. Sadece Olcay, burada olmak istememişti.

Yani ben, böyle düşünüyordum ta ki onun bize doğru yaklaştığını görene kadar.

Olcay, giydiği siyah deri pantolon ve siyah, dekolteli crop'la elindeki telefona bakarak bar kısmına doğru ilerlerken dudaklarım şaşkınlıkla aralandı. Korhan, önündeki viski bardağıyla ilgilenirken onu görmüş müydü bilmiyordum fakat Olcay, birden kafasını kaldırıp benimle göz göze geldiğinde o da tıpkı benim kadar şaşırmıştı. Gözleri, tıpkı benimki gibi irileşirken adımları yavaşlamış, Korhan'ın bakışları da benim baktığım yöne dönmüştü.

Bakışlarım, ikisi arasında adeta bir bumerang görevi görürken saniyeler saniyeleri, dakikalar da dakikaları kovalamıştı.

Korhan'ın ifadesi keyifli bir hâl alırken Olcay da yavaşlayan adımlarla el mahkûm bize doğru ilerlemeye başlamış, birkaç adımda da yanımıza ulaşmıştı.

"Olcay?" diyen Korhan'a göz ucuyla baktım. Onu, geçen yıldan sonra ilk kez görüyordu ve şu an sarılıp sarılmamak arasında kararsız kaldığını bir ben görebiliyordum.

En sonunda aklındakini yapma kararı almış olacak ki ayağa kalkıp elini Olcay'ın beline attı ve ona dostça sarıldı. Bu yaşanırken Olcay'ın bakışlarına kısa bir anlığına hüznün oturduğunu görmüştüm.

O da elini kaldırıp Korhan'a sarıldığında ikisi kısa bir kucaklaşma yaşamıştı. "Naber?" dedi, Korhan geri çekildiğinde.

"İyidir, senden?" diyen Olcay'a kısık gözlerle baktım. Onun da yüzünde bir gülümseme vardı.

"İyidir. Maran gelmeyeceğini söylemişti." diyen Korhan'la başımı hemen önüme çevirdim.

Evet, öyle söylemiştim fakat Olcay, burada olduğumuzu bilmiyordu. Tamamen tesadüfi bir olay gerçekleşmişti.

"Bir uğrayayım dedim," diyerek olayı kıvıran Olcay'a gülmemek için yanağımın içini dişlediğimde yanımdaki tabureye oturmuştu. "Ee, nasıl gidiyor?" derken de barmenden bir içki istemiş, tekrar Korhan'a dönmüştü.

"İş güç işte," Korhan'ın dudaklarında oluşan gülümseme, bakışlarımı yavaşça sağ tarafımda oturan Olcay'a çevirmeme neden olduğunda elimi de çeneme yaslamıştım. Bana bakmasa da bu bakışlarımın farkında olan Olcay, burnunu kırıştırarak Korhan'a baktı.

"Sıkıcı birine dönüşmüşsün!" dedi, şakacı bir tavırla.

Onların bu haline sadece onları izleyerek eşlik ettiğimde sohbet, hiç ummadığım derecede koyulaşmış, beni daha da şaşırtmıştı. Ara ara içkimi yudumlayarak onlara katılsam da bir süre sonra sıkılmış, kendimi tamamen içkiye vermiştim.

Oturduğum taburede olduğum yerde dönerek içkimi yudumlamaya devam ederken gözlerim, bir çift kara gözle kesişti. Elindeki kadehi bırakıp hafifçe elini kaldırarak bana selam verdiğinde dudaklarım yukarı kıvrıldı.

Kılıç'tı.

Bakışları, benden direkt olarak yanımdaki Olcay'a kayıp orada uzunca bir süre takılı kaldığında ben de başımı Olcay'a çevirip ona kısa bir bakış atmıştım. Hâlâ bıraktığım gibi Korhan'la sohbet ediyorlardı ve ona bakan bu yabancı adamı fark ettiğini sanmıyordum.

Kaşlarım hafifçe havalanırken Kılıç'ın bakışları da buradan uzaklaşmış, önündeki telefonun ekranına dönmüştü. Gözlerim, onun yanındaki insanlarda gezinse de aradığım kişiye ulaşamamıştım. Bu da, daha da somurtup elimdeki içkiyi tek dikişte içmeme neden olmuştu.

Onu günlerdir görmüyordum.

Açıkçası görmek istemiyordum.

Yani...galiba.

Bu aralar okulla uğraşıp arada Giovanni'yle iş için görüşmem dışında şirkete pek uğradığım söylenemezdi. Eğer şirkete gidip geliyorsa da onu bu yüzden görmüyordum. Zaten beni bir kez bile aramamıştı!

"Salak," dedim, mırıldanarak. Bu sırada da boş kadehi tezgaha bırakıp yenisini doldurmuştum. Onu da saniyeler içerisinde tükettiğimde tekrar şişeye doğru bir hamle yapmıştım.

"Maran," diyen Olcay, elindeki telefonla yerinden kalkarken Korhan da ortalıkta görünmüyordu. "Ufuk'lar da burada olacaktı, ben bir onlara bakıp geleyim." derken başını telefondan kaldırıp bir süre bana baktı ve kaşlarını çattı. "İyi misin sen?"

Başımı salladım ve elimdeki kadehi havaya kaldırdım. "İyiyim, git sen."

Bakışları, benden arkamdaki bir noktaya kaydığında tekrar bana bakabilmişti. "Korhan telefonla konuşuyor dışarıda, gelir şimdi."

"Tamam, git sen. Buradayım ben işte." diyerek onu yanıtladım ve kadehteki içkiyi de tek dikişte içtim. Gözlerini kısarak bir süre bana baktı. Bu esnada tezgahtaki çantama yönelmiştim.

"Sen bu kadar içmezsin, ne oluyor?" dedi, göz kırparak. Omuz silktim.

"Bir şey yok, Olcay!" diyerek ona çemkirdiğimde gözlerini devirdi. "Git nereye gidiyorsan hadi."

"İyi be," deyip çantasını aldı ve bana ters ters bakarak yanımdan uzaklaştı.

O, yanımdan uzaklaşırken omuzlarımı düşürüp dudaklarım arasından sıkıntılı bir nefes verdim ve parmaklarım arasındaki sigarayı dudaklarım arasına sıkıştırdım. Elimle bir duvar örüp çakmakla sigaramı yakmaya çalıştım fakat ardı ardına denemelerim sonucu sigaram yanmamış, beni de mümkünmüşçesine daha da sinirlendirmişti.

Dudaklarımı, bir küfür için araladığım an sigarama doğru uzanan bir çakmakla saniyeler içerisinde ucu tutuşmuştu. Görüş açımdaki elin sahibini tanımam çok zor olmazken elimdeki çakmağı tezgaha bıraktım ve dudaklarım arasındaki sigaradan derin bir nefesi içime çektim.

"Sen içmezdin bu kadar," diyen Korhan'a yandan bir bakış attım. Herkes de bunu söylüyordu. "Hayırdır?" derken o da kendine bir sigara yakmış, önündeki viskiyi yenilemişti.

Dışarı doğru üflediğim duman, gözlerimi yaşartırken önümdeki boş şişeye bir bakış atıp ardından barmene dönmüş, ondan yeni bir şişe istemiştim.

"Seni eve bırakmamı ister misin?" dedi, bu sefer de.

"Ben halimden memnunum," Önüme konulan yeni şişeyi kadehe boşalttığımda ne yazık ki onu dudaklarımla buluşturamamış, Korhan'ın elime dokunmasıyla bakışlarım ona dönmüştü.

"Yetmez mi, fıstık?" dedi, önümdeki şişeyi çekip alırken. "Sarhoş olacaksın, içme artık."

"Ben," dedim, önüne çektiği kadehimi elime alıp. Bakışlarım hafif puslu olsa da onun neon ışıklarla aydınlanan gözlerini görebiliyordum. "Sarhoş falan değilim. Kim sarhoş?"

"Sarhoşsun demedim, olacaksın dedim zaten." dediğinde içkiyi ağır ağır yudumladım. O da sadece elimdeki içkiye onaylamaz bakışlar atıyordu.

"Biri bir şey mi dedi?" diyerek sözlerine devam ettiğinde biten sigaramı söndürdüm. "Sen umursamazsın böyle şeyleri ama-"

"Bazen umursayabiliyormuşum," dedim, hızla lafını keserek. Bu, kaşlarımı çatmama neden olduğunda oflayarak elimdeki içkiyi geri bıraktım. "Sikeyim," Elimle şakaklarımı ovaladığımda Korhan'ın elini de çıplak sırtımda hissetmiştim. Buz gibi eli, yine buz kesen bedenime temas ettiği an ensemden bir ürperti geçmişti.

"Anlat hadi," dedi, yumuşacık bir sesle. "Ama içmeden." Bunu söylerken önümdeki kadehi de almış, kendine bir sigara yakmıştı. Ben de düşük omuzlarımla birlikte yavru köpek bakışlarımı ona çevirmiştim.

"Biri var," derken dilim dolanmış, hareketlerim iyice dengesizleşmişti. Elimi çeneme yaslayıp bayık bakışlarımı karşımda oturan Korhan'ın üzerine diktim. "Ama yok gibi de."

"Nasıl oluyor o?" dedi, o da benim gibi elini çenesine yaslarken.

"Ben de bilmiyorum işte," dedim, dudağımı büzüp omuz silkerek. "Yanında hissettiğim duyguları kelimelerle tarif etmemin mümkünatı yok." Sözlerim, Korhan'ın bakışlarının değişmesine neden olduğunda başımı hafifçe iki yana salladım. Bu bakışı biliyordum. "Hayır, aşık falan değilim! Bu çok başka bir şey, ben de bilmiyorum. Anlayamıyorum da."

"Ne zamandır birliktesiniz?" diye sorduğunda ona boş boş baktım.

"Birlikte değiliz." Kaşları havalandığında ekledim. "Yeni tanıştık denebilir, iki ay oluyor galiba."

"İki ay, senin birine güvenmen için fazla kısa bir zaman dilimi değil mi?" dedi, sesinde yakalayabildiğim şaşkınlıkla. Haklıydı, ben şu hayatta kimseye güvenmez, kimseye tamamen kendimi açmazdım. Fakat Kenan, bu durumda istisna sayılabilirdi. "Yanlış hatırlamıyorsam en son başkasıyla bir ilişkin vardı." Gözlerimi baydığımda elimi de havada sallamıştım.

"Ayrıldık onunla, aldattı beni namussuz," diyerek abartılı bir çıkış yaptığımda kaşları derince çatıldı. "Ona karşı hiçbir şey hissetmesem de hiç kimse bana bunu yapamaz!" Bunu söylerken sesimi yükseltmiştim ve gürültülü müziğe rağmen etraftaki birkaç göz bana dönmüştü. "Ne bakıyorsunuz be siz de?" dedim, fazlasıyla varoş bir tavırla.

Üzerimdeki birkaç göz, bana pek de dostça sayılmayacak bakışlar atıp önlerine döndüklerinde onlara ters ters bakmıştım.

"Hangi ara oldu tüm bunlar?" derken çoktan sigarası bitmiş, önündeki kadehi doldurmuştu. O, geldiğimizden beri gayet dengeli gidiyordu fakat ben, onun aksine pek dengeli gitmemiştim.

"Birkaç ay önce," diye yanıtladım onu, başımı tezgâha yaslayıp. Bir anda uyku bastırmıştı. "Pek sevmiyorduk birbirimizi, denedik sadece ama olmadı. Sonra," dedim, işaret parmağımla ahşap tezgahın üzerinde hayali çizgiler çizerek. Bakışlarım dalgınlaşmış, zihnimi dolduran bir çift yeşile kendimi kaptırmıştım yine. "Onunla tanıştım." Güldüm kendi kendime. "Aşırı saçma bir tanışmaydı ve günler öncesine kadar doğru düzgün anlaşamıyorduk bile!" Dudaklarımdan düşen kıkırtı, bir gülümsemeye dönüşürken omuzlarıma bırakılan ceketle bakışlarımı Korhan'a çevirdim. "Galiba hâlâ anlaşamıyoruz."

"Neden anlaşamıyorsunuz?" dedi, beni dinlemekten asla usanmazken. Ela gözleri gözlerimde, pür dikkat beni dinliyordu.

"O ateş, ben barut işte."

"Bu gece böyle olmanın sebebi ne peki?" diyerek bir soru daha sorduğunda dudaklarım arasından usulca bir nefes verdim.

"Saçma sapan bir kıskançlık mevzusu," dedim, başımı hafifçe kaldırıp Korhan'a dönerken. "Bunun bir tane eski kırığı var tamam mı?" Duraksadım. "Bir tane değil de üç beş on tane falan ama sadece biriyle tanışma şerefine nail olabildim." Bu söylediğime karşılık Korhan güldüğünde ben de sırıtmıştım. "Yelloz karı, adamın içine düşüyor bildiğin, ben de ayar oluyorum ama öyle böyle değil, sanki nikahlı kocam. Gel gör ki hiçbir şeyim değil işte!"

"Kim bu herif? Tanıyor muyum?" dedi, meraklı bir tavırla.

"Belki tanıyorsundur, Turgay Keskin'in oğlu." Başımı kaldırdığım yere hülyalı bir tavırla tekrar yasladım. "Çok güzel gözleri var, bitiyorum Korhan." Karşımdaki Korhan'ı çift görmeye başladığımda gözlerimi birkaç kez kırpıştırdım. "Bakınca beni içine çekiyor, başka bir boyuta adım atıyorum sanki ama en felaket kısmı da bundan ölesiye hoşlanmam. Sonum olacak, inanıyorum."

Korhan'ın bakışları keyiflenirken başını hafifçe omzuna doğru eğdi. "Sen aşık olmadığına emin misin?" dedi, hızla. Bunu öyle bir hızla söylemişti ki sanki bir an bile duraksasa onu öldürecekmişim gibi. "Hayır yani eğer aşık olsan nasıl olur düşünemiyorum."

"Aşk ne bilmiyorum," dedim, mırıldanarak. "Ama aramızdaki şeyin o kadar ilerlemediğini biliyorum. Belki ilerlemeyecek de çünkü iki hafta sonra onu bir daha görmeyeceğim."

"Neden?"

"Boşver," dedim, konuyu kapatmak istercesine ve ardından bir kez daha başımı kaldırıp gözlerimi kısaca etrafta gezdirdim. "Olcay buralardaydı." Puslu bakışlarımı dans eden insanların üzerinde hızlıca gezdirirken görüş açıma giren ve delicesine dans eden sarı saçlı hatunu görmem zor olmadı. Karşısındaki Ufuk'la saçma sapan hareketler yaparak dans ediyorlardı. Şu an onlara katılmak çok isterdim fakat kıpırdayacak gücü kendimde bulamıyordum. Bu yüzden bakışlarımı Korhan'a çevirdim. "Beni eve bırakır mısın?"

O da bakışlarını Olcay'dan koparıp bana dönebildiğinde elindeki kadehi bırakıp barmene bir el işareti yaptı. "Bırakırım tabii." dedi, dudaklarındaki dostça gülümsemeyle.

Sadece dakikalar içerisinde Korhan'ın beni adeta sürükleyerek mekandan çıkarmasıyla benim arabama doğru yöneldiğimizde mekanın önüne üşüşmeye koyulan kameramanlara gözlerimi irileştirerek baktım. Bunu Korhan da fark etmiş olacak ki az önce eline tutuşturduğum arabamın anahtarıyla kilitli kapıları açtı ve onlar bize ulaşmadan beni hızla yolcu koltuğuna bindirdi.

"Maran Hanım," diyen çocuğun sesini duymamazlıktan gelerek oturduğum koltuğa iyice gömüldüğümde Korhan da arabanın etrafından dolaşarak sürücü koltuğuna geçmişti. "Korhan Bey'le yeni bir ilişkiye mi başladınız?"

Çocuğun sorduğu soruya karşılık başımı cama doğru çevirdiğimde yüzümde allak bullak bir ifade vardı.

Korhan'la ne zaman bir araya gelsek böyle saçma sapan şeylere maruz kalıyorduk ve bu gerçekten çok can sıkıcı bir hâl almaya başlamıştı. Her seferinde aynı şeyi yapmaktan asla vazgeçmiyorlardı.

Arabanın etrafına üşüşen kameramanları es geçerek Korhan arabayı çalıştırdığında ben de o halimle emniyet kemerimi takmaya çalışmıştım. Bulanık gördüğüm için bu biraz beni zorlasa da sonunda başarmış, mekandan ayrılarak maruz kaldığımız saçma sorulardan da kurtulmuştuk.

Korhan, karanlık yolda ilerlerken başımı koltuğa yaslayıp gözlerimi camdan dışarıya çevirmiştim. "Olcay'a haber vermedik." dedim fakat sesimi ben bile zor duymuştum.

"Mesaj atarım ona." diyerek beni yanıtlayan Korhan'ı başımla onaylayıp gözlerimi kapattığımda çakırkeyif aklımın bana oynadığı oyunları da görmezden gelmeye çalışıyordum.

Bu gece onu daha fazla düşünmek istemiyordum.

Sadece uyusam geçerdi.

Bulanık zihnim de aynı şeyi düşünüyor olacak ki bana müsaade etmiş, beni çağıran uykuya teslim olmuştum.

🐤🐤🐤

Soğuk su, yeni uyandığım uykudan beni arındırırken ellerimle ıslak saçlarımı geriye doğru ittim. Gözlerimle birlikte tüm yüzüm şişmiş, beni de çirkinleştirmişti. Bu üzerimdeki saçma yorgunluk hissini ve dünkü sersemliğimi atabilmek adına bu duşun bana iyi geleceğini düşünmüş, uyanır uyanmaz direkt kendimi banyoya atmıştım.

Soğuk su, tüm bedenimi üşütmeye başlarken parmak uçlarım da buruşmuştu. Bu görüntüyle birlikte suyu, ılık bir dereceye ayarladığımda az önce üşüyen bedenim anında sıcaklık kazanmıştı.

Ne kadar süredir duşta olduğumu bilmiyordum fakat banyoyu çevreleyen camlar buğulanmıştı. Bunu fark ettiğim anda da biraz daha burada kalırsam hasta olacağımı bildiğimden bedenimi köpüklerden hızlıca arındırıp suyu kapatmış, askıda duran beyaz bornozumu üzerime geçirmiştim. Banyo tezgâhının üzerinde duran raftan da saçlarım için bir havlu aldığımda çok geçmeden onları da kurutup başıma sarmıştım.

Buğulanan aynayı elimle sildiğimde kendi görüntümle göz göze geldim ve tezgâhın üzerinde duran göz altı bantlarımdan birini alıp hemen gözlerimin altına yerleştirdim. Ardından dişlerimi fırçalamaya başladığımda aynada, arkamdaki camda hareketlilik görmüştüm. Bunu görmemle birlikte kaşlarım hafifçe çatılmış, omzumun üzerinden odama bir bakış atmıştım ama kimseyi görememiştim.

Bu, beni rahatsız hissettirirken dişlerimi fırçalama işlemini hızlıca bitirmiş, gözlerimin altındaki bantları da çıkararak sürgülü cam kapıyı açmıştım.

Karşımda gördüğüm kişi, bir an duraksamama yol açtığında içtiği sigaranın dumanı da açtığı balkon kapısından usulca süzülüyordu. Şu an sadece geniş omuzlarıyla bakışabilsem de bu süreyi çok uzatmamış, vücudunu hafifçe bana doğru çevirmişti. Bununla birlikte yeşilleriyle doğrudan temasa geçtiğimde aptal kalbim, ona duyduğu öfkeyi yok sayarak hızla çarpmaya başlamıştı.

Bakışmamızı kesen ilk o olduğunda gözlerinin pek yumuşak baktığını tabii ki söyleyemezdim.

Parmakları arasındaki sigarayı balkondan aşağı atıp ahşap kapıyı kapatırken onu izliyordum ama buna da bir son vermeliydim. Bu yüzden de elimi, banyonun cam kapısından çekerek onu görmemezlikten geldim ve odaya doğru bir adım attım.

Ne kadar süre onu görmezden geleceğimi bilmiyordum.

Odanın bir köşesinde olan makyaj masama ilerleyip saçlarımdaki havludan kurtulduğumda aynadaki yansımadan beni izlediğini görmüştüm.

"Neden buradasın?" dedim, soğukluğumu korumaya çalışarak. "Evime gizli gizli girmekten sıkılmadın mı? Normal insanlar genelde kapıyı kullanır ama sen balkondan tırmanıyorsun. Nesin sen? Spiderman falan m-"

"Kim o herif?"

Lafımı, tek bir soruyla kestiğinde kaşlarımı çatarak ona doğru döndüm. Evime gelip bana hesap mı soruyordu?

"Sana ne be?" dedim, kabaca. "Sana ne kimse kim?" dediğimde onun da kaşları çatılmış, yaslandığı yerden doğrularak bana doğru adımlamıştı. "Hem sana, gelme demedim mi ben? Ne diye hâlâ evime geliyorsun?"

"Telefonlarımı açmadın." dedi, benim aksime sakin bir şekilde fakat kaşları çatıktı. Bununla birlikte bakışlarımı komodindeki telefonuma çevirdim. Ben duştayken aramış olmalıydı çünkü duşa girmeden önce telefonumu kontrol etmiş ve saçma sapan haberlerle de karşılaşmıştım.

Korhan'la bir sürü fotoğrafımız çekilmiş, üstüne de gerçeklik payı olmayan bir sürü şey yazılmıştı. Fotoğrafların çoğu da barda onunla sohbet ederken çekilmiş olanlardı. Üstelik onları kimin çektiğini de bilmiyordum ama en kısa zamanda onu bulacaktım.

"Beni mi aradın?" derken telefonumu almak için komodine yönelmiştim fakat o, bornozumun kemer kısmından beni tutarak kendine çekmiş, buna müsaade etmemişti.

Aniden kurduğumuz bu yakınlık, günler sonra tüm bedenimde çiçekler açtırırken ciğerlerime nüfuz eden kokusunu da görmezden gelememiştim. Hem de bana böyle bakıyorken.

Kaşları çatıktı ve onu son bıraktığım gibi gözlerinde alevler yatıyordu.

"Soruma," dedi, dizginlemeye çalıştığı belli olan sesiyle. "Cevap ver."

Öfkesi, benim öfkemden bile daha büyükken kaşlarımı çatmamak için zor duruyordum fakat beni zorlayacağı aşikardı.

"Cevap verdim zaten," dedim, çenemi hafifçe kaldırıp. "Sana ne?" dedim, az önceki cevabımı tekrarlayarak. Bu da gözlerinin dudaklarıma düşmesine neden olduğunda ekledim. "Çık git evimden hadi."

Bu kez kolları arasından çıkmak için geriye doğru bir adım attığımda yine buna izin vermemiş, öfkeyle ona doğru dönmeme neden olmuştu fakat aniden dudaklarıma yapışması, dilimin ucuna gelen kelimeleri yutmamı sağladı.

Günler sonra birbirine kavuşan dudaklarımızda tutkudan daha büyük bir duygu vardı, o da öfkeydi. Öfkesi gözlerinden taşıp sanki dudaklarına bulaşmıştı da şu an benimle savaşıyordu.

Dudakları, alt dudağımı sertçe kavrayıp emmeye başladığında ona karşı koyamamış, ellerimi ensesine yerleştirerek onu daha çok kendime çekmiş ve dişlerimi, alt dudağına sertçe geçirmiştim. Fakat o geri çekilmedi ve aynı şiddetle beni öpmeye devam etti. Sadece saniyeler içerisinde damağımda hissettiğim metalik tat, bu esnada kendini göstermişti ama her şeye rağmen bu da durmamıza yetmedi.

"Bana cevap ver," dedi, öpüşmemizin arasında. Bu sırada kalçam, arkamdaki makyaj masasına sertçe çarpmış, öpüşmemizi kısa bir an bölmüştü.

"Kırığım," diyerek yanıtladım onu. Bu da, dudaklarının dudaklarımdan ayrılıp bu sefer de gözlerimizin buluşmasını sağlamıştı.

"Maran!" dedi, gür bir sesle.

"Arkadaşım, aptal!" dedim, bağırarak. "Buraya bunun için mi geldin yani?"

Sözlerim, onun ifadesinde hiçbir değişikliğe gitmezken elimi göğsüne koyarak onu kendimden uzaklaştırdım. Alt dudağı hâlâ kanıyordu.

"Nasıl arkadaş o?" dedi, yine kırolaşarak. "Sana dokunuyordu," derken onu az önce kendimden uzaklaştırmama rağmen yine bana yaklaşmıştı. "Sikerim onun arkadaşlığını!" Ona ters ters baktım.

"Onunla yatmadım en azından." Bu, onun için son damla olurken ben de onu öfkelendirmenin zevkini tadıyordum.

"Maran!" dedi, yine bağırarak.

"Bağırma!" derken ben de yine bağırmıştım. "Aldın cevabını, git hadi!"

"Bunun için mi geldiğimi sanıyorsun?" dediğinde alayla güldüm.

"Başka ne için geldin? O fotoğrafları gördükten sonra buraya gelmen çok manidar, günlerdir arayıp sormayan bir adama göre!"

Çatık kaşları düzelirken birkaç saniye bana baktı. "Gelmemi mi bekliyordun?" dedi, sorgularcasına. Bu sefer kaşlarını çatan ben olduğumda ifademi de dikkatle izliyordu.

"Aynen, aşkından yataklara düştüm sen yokken." dedim, alayla. Alaylı sözlerim, ona etki etmezken ciddiyetle yüzüme bakmaya devam etti. "Seni beklediğim falan yok, gayet mutluydum."

'Yalan ağzına yuva yaptı senin.'

İç sesim, yine haklı kelimeler sarf ederken sanki Kenan da onu duyuyormuş gibi alayla kaşları havalanmıştı. Uzunca bir süre sadece yüzümü izledikten sonra eli tekrar belimi sarmış, aramızdaki mesafeyi daha da düşürmüştü. Bununla birlikte bedenim masaya tekrar çarptığında kalbim de deliye dönmüştü.

Zaten bir kere de normal ritimde çarpsa olmazdı.

"Gelmese miydim," dedi, neredeyse fısıltıyla. Sıcak nefesi, nemli dudaklarıma çarparken karşısında konuşabilmek oldukça zordu. Sanki bu da yetmiyormuş gibi elini boynuma sardığında nefesim kesilir gibi oldu. "Özlemedin mi?" diye sorduğunda yine yeşillerinin yaşattığı mahkûmiyete kurban gitmiştim. Gözlerime, sanki beynimi okuyormuş gibi bakıyordu.

Sorusuna cevap verecek gücü kendimde bulup dudaklarımı ıslattığımda dikkatle her hareketimi izliyordu. "Özlemedim." dedim, sesimin titrememesine büyük bir özen göstererek. Ki bunu başarmıştım da fakat o ifadesi değişmedi.

"Hiç mi?" dedi, alaylı tavrını sürdürerek. Bu esnada başını hafifçe yana doğru yatırmış, dudaklarıma doğru eğilmişti.

Gözlerim, dudaklarına kayarken şu an onu öpmemem gerektiğinin tabii ki farkındaydım fakat aptal bünyem onu istiyordu ve buna engel olabilecek gibi değildim.

Görüş açımdaki dudakları, gitgide daha yakınıma gelirken elimi göğsüne yaslayarak onu kendimden uzaklaştırmayı denedim fakat yerinden kıpırdamadı.

"Özlemedim işte," dedim, en sonunda. Bunu söylediğimde de başını hafifçe geriye doğru çekip bir kez daha gözlerime bakmıştı.

"Biliyor musun," dedi, eliyle ıslak saçlarımı geriye doğru atıp. Saçlarıma dokunması, bendeki eksik parçayı tamamlarken kısa bir an gözlerimi yumdum. O esnada da nefesini daha yakınımda hissetmiştim. "Çok kötü bir yalancısın."

Kulağıma fısıldadığı kelimeler, kendime içten bir küfür savurmama neden olsa da inatla söylediklerini inkâr ediyordum. Fakat bu işe yaramıyordu çünkü beni, benden bile iyi tanıyordu.

Gözlerimi araladığım anda dudaklarını dudaklarıma doğru sürüklemiş, kalbimi deli etmeye ant içmişti. Ben, onu saçma bir heyecanla izlerken tüm bedenim kasılmış, yapacağı en ufak şeyi dört gözle beklemeye başlamıştım.

O çok sevdiğim dudakları, az önceki hırçın öpüşünün aksine nazikçe dudaklarımı kavradığında boğazımın gerisinden keyifli bir mırıltı döküldü, uyuşan parmaklarım çenesini buldu. Öpüşmemizin arasına erkeksi bir kıkırtı eklendiğinde diğer elimi, bir kanca misali zincirine geçirmiş, onu daha çok kendime çekmiştim.

"Hiç özlememişsin gerçekten," diyen alaylı sesi, dudaklarını sertçe kavramama yol açtığında dudaklarından minik bir inilti dökülmüş, belimdeki eli sıkılaşmıştı. Tam o an, yaslandığım makyaj masasının üzerindekileri elinin tersiyle itip her şeyin yerle bir olmasına neden olduğunda benim de ayaklarımın yerle temasını kesmiş, tek bir hareketle beni masanın üzerine oturtmuştu.

Parmaklarım, çenesini okşarken dilim de aralık dudaklarından içeriye sızmıştı. Dudaklarımızın dansına eşlik eden nefes alış verişlerimiz bir ritim sunarken kalp atışlarımız da bir orkestra görevi görüyordu.

Onu özlemiştim.

Üstelik bu özlemin beş günlük olmasına rağmen bu kadar delice olması beni korkutmuştu.

Belimdeki eli, bornozumun kemerini bulduğunda hiç düşünmeden onu çözdü. Bu, beni daha da heyecanlandırırken sanki ilk defa bunu yaşıyormuşuz gibi saçma bir duygu içerisindeydim.

Saçlarımdaki eli, omuzlarımı bulup bornozumu sertçe çekiştirdiğinde omuzlarım açığa çıkmış, çıplak tenim göz önüne serilmişti.

(+18)

Dudaklarımdaki dudakları önce çeneme, ardından da boynuma doğru ıslak bir yol çizdiğinde elim de ensesindeki saçlara taşındı. Boynuma sadece minik bir öpücük bırakıp hızlıca göğüslerime indiğinde nefes alışlarım sıklaşmıştı.

Çok geçmeden o can alıcı dudakları, göğüs uçlarımı bulduğunda dudaklarımdan bir inilti döküldü. Diğer eliyle de sol göğsümdeki piercing'i çekiştirdiğinde bu benim için son nokta olmuş, daha şiddetli bir şekilde inlemiştim. Karnımdan kasıklarıma doğru inen tatlı sızı, kendini göstermeye başladığında tişörtünün eteklerine tutundum. Sadece saniyeler içerisinde kumaş parçasını üzerinden çıkardığımda beyaz teni açığa çıkmıştı.

Dakikalarca göğüslerime işkence yaptığında az önce duştan çıkmama rağmen saçlarım, terden alnıma yapışmıştı.

En sonunda elini tekrar belime yaslayıp beni yatağa yönlendirdiğinde üzerimde öylesine duran bornozu da çıkarıp attı. Sırtım yatakla buluştuğu an o, üzerimdeki yerini edinmeden ben onun kucağındaki yerime yerleşmiştim. Elleri, kalçamı bulurken ben de pantolonunun kemerini çözmeye koyulmuştum. Kısık bakışları üzerimde arsızca dolaşırken kalçamı sertçe avuçladı. Bu sert hareketiyle dudaklarım aralanırken kemerini çözmüş, pantolonunun düğmesiyle fermuarını aceleci bir tavırla açmıştım. Ben, pantolonunu çıkarırken kalçasını hafifçe kaldırarak yatakla olan temasını kesmiş, bana yardımcı olmuştu.

Pantolonunu çıkardığımda üzerinde sadece tek bir parça kalmıştı. Üzerindeki boxer'ı bedenindeki hiçbir şeyi gizlemezken elimi çıplak tenine sürterek taş gibi kesilen aletine dokunmuştum. Bu hareketim, göğsünün hızla inip kalkmaya başlamasına neden olurken varlığı, bir nabız gibi avcuma çarpıyordu.

Dayanamıyormuş gibi bir anda eli, belime sarılırken ben de kucağındaki yerimi iyice sabitleştirdim ve onun hareket etmesine engel oldum.

"Üstte ben olacağım," dedim, omuz silkerek. Kenan, bana deliymişim gibi baktığında şu an tek derdimin bu olmasına şaşkın gibi görünüyordu.

"Maran," dedi, nefes nefese. Elimin altındaki varlığını sertçe avuçladığımda boğazının gerisinden bir hırıltı yükseldi. "Senin o güzel ağzını-"

Lafını kesen şey, üzerinde kalan son parçayı da çıkarmam olurken kasıklarım zonkluyordu. "Ne yapacaksın?" derken avcumda dimdik olan erkekliğini yavaşça içime almış, ikimizin de aynı anda inlemesine neden olmuştum.

O, içimi yavaşça doldururken belim kavislenmiş, bacaklarım daha çok aralanmıştı. "Ah!" İniltim, odanın duvarlarında kaybolurken ellerimi, Kenan'ın çıplak göğsüne yaslayarak bu anın tadını çıkarmaya koyuldum. O, kalçasını hareket ettirerek içimde gidip gelirken çok geçmeden hareketleri hız kazanmış, yerinde hafifçe doğrulmuştu. Bu sefer ellerim, geniş omuzlarına yerleşirken yine dudaklarımız birbirine kavuşmuştu.

İriliği içimde sertçe hareket ederken bir eli kalçamda, diğer eli de göğüslerimdeydi. Bu esnada dudaklarımı da hırçınca öpüyor, beni bir an olsun boşluğa düşürmüyordu.

"Daha..." dedim, dudaklarından ayrılabildiğim ilk anda. "Hızlı."

Sözlerimi ikiletmeden hareketlerini daha da hızlandırdığında dudaklarımdan bir çığlık kopmuştu. "Kenan," Hem sert hem de hızlı olan hareketlerini, kalçama attığı güçlü tokat desteklerken sağ eli de iri göğsümü yoğuruyordu. "Kenan," dedim, bir kez daha. Dudakları, dudaklarımdan ayrılmazken onun ismini sarf etmem, öpüşmemizin arasında kayboluyordu. En sonunda kalçamdaki elini belime çıkarıp sırtımın yatakla buluşmasını sağladığında diğer eliyle de bacaklarımı daha çok aralamıştı. Ben, nefes nefese onu izlerken o, içimde hoyratça gidip gelmeye devam etmişti. Hareketleri her geçen saniye sertlik kazanırken az öncekinden daha güçlü bir çığlık atmamı sağladığında diğer eliyle belime kavis verdi. "Kenan!"

Hareketleri, tüm vücudumun titremeye başlamasına neden olurken bir elimi kaslı koluna yaslamış, bir kez daha dudaklarına doğru atılmıştım.

Bunun bana bu kadar iyi hissettirmesi deliceydi.

İçime sertçe gömüldüğünde tüm vücuduma bir elektrik dalgası yayılmış, dudaklarımdan son bir kez daha bir inilti dökülmüştü. O, sıvısını içime akıtırken vücuduna yaslı olan ellerimi sabitleştirmiştim.

(*)

En sonunda başım yastığa düşerken gözlerim kısa bir an kapandı. Üstümdeki varlığı saniyeler içerisinde kaybolurken yanıma uzanmış, ikimiz de bir süre birbirimizin nefes alış verişlerimizi dinlemiştik.

"Nesin sen?" dedim, hayretle. Hâlâ nefes alış verişlerim bir düzene girmese de kendimde konuşabilecek gücü bulmam mucize gibi bir şeydi.

"Spiderman dedin ya," diyerek bana karşılık verdiğinde dudaklarım yukarı kıvrılmış, güçlü bir kahkahayı koyvermiştim. Attığım kahkaha odayı doldururken başımı ona doğru çevirdim. Zaten üzerimde olan gözleriyle karşılaştığımda kahkaham bir gülümsemeye dönüşmüştü.

"Delisin." dediğimde tamamen bana doğru döndü.

"Asıl sen delisin," dedi, mırıltıyla. "Nasıl özledim seni, haberin var mı? Bir kez bile aramadın." derken daha çok bundan yakınıyordu. Aslında ikimiz de aynı dertten muzdariptik.

"Sen de aramadın," dedim, elimi yanağına koyarken. "Telefonumu bu kadar çok kontrol ettiğim başka bir zaman dilimi olmamıştı." Gülerek söylediğim şey, onun da gülmesini sağlarken usulca yanağını okşuyordum.

"İstemiyorum demiştin."

"Gelme de demiştim ama buradasın."

"Aptala çevirdin beni çünkü," dediğinde gözlerine oturan ifade daha öncekilerle aynıydı. Bir o kadar tanıdık bir o kadar yabancı bir ifadeydi bu. "Kendimi tanıyamıyorum sayende." Sözleri karşısında şakacı bir tavırla kaşlarımı kaldırdım.

"Şikayet mi ediyorsun sen?" Dudaklarında bir gülümseme oluşurken gözlerini baydı. Bu tavrına karşılık elimi indirip çıplak göğsüne vurdum ve sahte bir alınganlıkla yerimden doğrulup yerdeki bornozu üzerime geçirdim. "Pislik!"

"Nereye?"

"Mutfağa." diyerek onu yanıtladığım an, komodinde duran telefonum çalmaya başlamış, uzanıp kimin aradığına bakmıştım.

Olcay'dı.

Dün gece Korhan'ın ona mesaj atıp atmadığını bilmiyordum çünkü uyandığımda direkt kendimi yatakta bulmuştum. Arabada uyuyakaldığımı net bir şekilde hatırlıyordum ve şu an yine hava kararmak üzereydi. Ne kadar saat uyuduğumu bile bilmiyordum.

Uzanıp telefonumu elime aldım ve aramayı yanıtlayıp telefonu kulağıma yasladım. "Aklına mı geldim?" dedim, hemen üste çıkarak. Bu esnada ayaklanıp odadan çıkmıştım.

"Saçmalama be!" diye çemkirdiğinde kıkırdayarak merdivenleri indim. "Korhan mesaj attı dün gece, o yüzden aramadım daha ayılmamışsındır diye."

"Doğru düşünmüşsün," Merdivenleri hızlıca inip mutfağa geçtiğimde telefonu hoparlöre alıp ada tezgahın üzerine bıraktım. "Sen ne zaman geçtin eve?" diye sorduğumda içki dolabına yönelmiştim.

"Şimdi geçiyorum." dedi, sıkılgan bir tonda. Kaşlarım çatıldı.

"Yuh, Olcay!" dedim, hayretle. "Ufuk'larla mıydın?"

"Yok, onlar sizden sonra çıktı."

"Neredeydin peki?" Gözlerim, şarap şişelerinde gezinirken en sonunda yine Pinot Noir'de karar kılmış, onu elime alıp iki de kadeh çıkarmıştım.

"Biriyleydim," dediğinde gözlerim irileşti. Başkası olsa şaşırmazdım ama Olcay'dan bahsediyorduk. O, Ufuk ve Onur'dan başka erkekle muhatap olmazdı.

"Erkek mi?" dedim, saçmalamaya başlayarak. Ofladı.

"Evet!" dedi, yine bağırarak.

"Kim?" diyerek ben de bağırdığımda elimdekileri de tezgaha bırakmıştım. "Yakışıklı mıydı? Barda mı karşılaştınız? Ne oldu aranızda? Ay Olcay, sakın bak!"

"Sus da bir anlatayım, Maran!" dediğinde dudaklarımı birbirine bastırıp bakışlarımı telefona sabitledim. O da derin bir nefes alıp devam etti. "Ufuk'larla ayrıldıktan sonra ben de bara geçtim, birkaç kadeh daha bir şeyler içmek için. Sonra da eve geçecektim işte ama öyle olmadı. Herifin biriyle tanıştım-"

"Yattınız mı?" Onun lafını keserek bağırmam, onun bir kez daha sesli bir nefes vermesine neden olduğunda irileştirdiğim gözlerimle telefona bakıyordum.

"Saçmalama, ben öyle bir şey yapar mıyım sence?" dedi, tersleyerek. Ardından tuhaf bir ses tonuyla ekledi. "Sorun da orada zaten, hiçbir şey olmadı. Sadece sabaha kadar içip sohbet ettik. Bir de-" Yine lafını kestim merakla.

"Bir de ne?"

"Maran!" Onun bağırışı mutfağın duvarlarında yankılanırken yüzümü buruşturdum. "Öpüştük sadece." diye eklediğinde muzip bir ifadeyle telefonun karanlık ekranına baktım.

"Hiçbir şey olmadı dediğin bu mu?" dedim, alayla.

"Adam yerine koyup anlattık, benim sinirlerimi bozma!" diye çıkıştığında şarap şişesiyle kadehleri tekrar elime almıştım. En sonunda tezgahtaki telefonumu da aldığımda mutfaktan çıktım.

"Kim bu adam?" dedim, başka merak ettiğim bir soruyu yönelterek.

"Bilmiyorum, ismini de söylemedi." Kaşlarım havalanırken merdivenleri de tamamlayıp odaya girmiştim. Telefonu da hoparlörden alıp omzumla kulağım arasına sıkıştırmıştım bu esnada.

"Yakışıklı mıydı?" diye gereksiz bir soru yönelttiğimde yatağımda tüm heybetiyle uzanmış olan Kenan'ın bakışları beni buldu. Bakışları, üzerimde ağır ağır gezinirken elimdekileri makyaj masamın üzerine bıraktım. Üzerindeki kremlerim ve serumlarımın hepsi yeri boylamıştı. Bu da, omzumun üzerinden Kenan'a ters bir bakış atmama neden olduğunda onun da Olcay'a sorduğum sorudan dolayı bana ters ters baktığını görmüştüm.

"İdare ederdi işte," dediğinde göz devirdim.

"Senin idare ederini biliyoruz biz," dedim, gülerek. "Doğruyu söyle o yüzden!"

"Yakışıklıydı, esmer bir şeydi." Sesi, onda absürt duracak kadar hülyalı bir tonda çıktığında öylece kalakaldım. "Tüm gece bana baktığını fark etmiştim ama gecenin böyle biteceğini de tahmin etmemiştim."

Olcay'ın söyledikleri, zihnimin dün geceye kaymasına neden olurken bir süre onun söylediklerini tarttım. Elbette ki Olcay güzel bir kızdı ve her yan yana gelişimizde birçok gözün o sarışın hatunun üzerinde olduğuna defalarca şahit olmuştum. Fakat dün Kılıç'ın ona olan bakışlarını görmüştüm. Üstelik Olcay'ın tarif ettiği adam, Kılıç'a birebir uyuyordu.

Belki de başka biriyle geceyi geçirmişti, bilmiyordum.

Ben, bunu düşünürken aynadaki aksime başka bir görüntü daha eklenmişti. Onun yeşilleriyle karşılaştığımda kulağımdaki telefonu usulca alıp hoparlöre aldı ve masanın üzerine bırakıp ellerimi de masaya yasladı. Ben, onun hareketlerini dikkatlice izlerken bir elini kalçamla belim arasındaki noktaya koymuş, diğer elini de bornozumun eteklerine götürmüştü. En sonunda da belime kavis verip kalçamı, kasıklarına yasladığında yapacağı şeyi biraz geç de olsa anlamış, gözlerimi büyüterek ona bakmıştım.

(*)

"Devam et." dedi, dudaklarını oynatarak. Ben, şaşkınca ona bakarken o çoktan bornozumu belime kadar sıyırmıştı. Bunu yaptığı an kalçalarımda hissettiğim varlığı bana kendini hatırlatmaktan çekinmezken dişlerimi alt dudağıma geçirdim.

"Maran?" diyen Olcay'ın sesi, odanın sessizliğinde yayılırken Kenan'la bir kez daha göz göze gelmiştim. "Orada mısın?"

Tam o an, Kenan aletini içime gönderdiğinde dudaklarımdan bir inilti dökülmüş, onun da dudaklarında çapkın bir sırıtış oluşmasını sağlamıştım.

"İyi misin, Maran?" Olcay'ın sesi bir kez daha kulaklarıma dolduğunda masaya yasladığım ellerimin parmak boğumları bembeyaz kesilmişti.

"Ayağımı çarptım," dedim, zorlukla konuşarak. Bu esnada da Kenan, bornozumu tekrar çıkarmış, hareketlerini de gitgide hızlandırmıştı. Bu, gözlerimin geriye doğru kaymasına neden olurken bir kez daha inlemiştim. Kenan, aynadaki yansımamdan onun hareketleriyle şiddetle sallanmaya başlayan göğüslerimi aç bakışlarla izlerken kalçamı ona doğru ittim.

"Bir dakika," dedi, Olcay tekrar. Onun sesini duyduğum an kapanmak için can atan gözlerim, dehşetle açılmıştı. Bu da, Kenan'ın sessizce gülmesine neden oldu. En azından o, benden daha dikkatliydi. "Sevişiyor musun sen?" dediğinde sanki onlarca insan beni izliyormuş gibi telaş yapmıştım. Elimi ayağımı nereye koyacağımı bilemezken elim, önümde duran boş kadehe çarpmış, yeri boylayarak tuzla buz olmuştu. "Ay kapat, lütfen! Buna şahit olmak istemiyorum!"

"Saçmalama!" dedim, muhteşem bir oyunculukla. Bu oyunculuğum karşısında Kenan'ın da kaşları alayla havalanmıştı. Ona, telefonu kapattıktan sonra gösterecektim. "Ayağımı çarptım diyorum, canım yandı herhalde!"

Nefeslerimi düzene almaya çalışarak kurduğum cümleler, beni bile şaşırtırken bir an kendi söylediğime inanmıştım.

"Fotoğrafı var mı?" dedim, az önceki konuşmayı hatırlayarak. Ben, onu inandırmış olmanın rahatlığını yaşarken Kenan da beni rezil etmeyi amaçlıyor olmalıydı. Enseme bir öpücük bıraktığı an sırtımdan aşağı bir ürperti inmiş, dudaklarımı sertçe ısırmıştım.

Şu an bunu yaptığıma inanmıyordum.

Vücudumun alt tarafı zonkluyor, onu daha çok hissetmek istiyordum. Bu yüzden her defasında kalçalarımı ona doğru itmekten vazgeçmiyordum.

Eli bir kez daha göğüslerimi bulurken sol göğsümü avuçladı. Bununla birlikte başım omzuna düşerken inlememek için kendimi sıkıyordum.

"Aynen," dedi, alayla. "Biyometrik de çektirdik hatta. Aptal mısın Maran?" O, gülmeye başlarken ona eşlik eden başka biri daha vardı.

"Saçmaladım işte abartma sen de!" diyerek ona çıkıştığımda Kenan'a ters ters bakmaya çalıştım ama bunu başarabildiğim söylenemezdi. Çünkü şu an içimdeydi.

"Neyse eve geçtim şimdi, sonra konuşuruz bebişim."

"Olur," dedim, nefes nefese.

"Sen de azdın mı anlamıyorum ki. Kapa Allah aşkına!" diyerek bana sitem ettiğinde daha benim kapatmamı beklemeden -ki bunu yapabilecek durumda değilim- kendisi aramayı sonlandırdı.

"Sikeyim, Kenan!" dedim, o bir kez daha içime sertçe gömülürken. Tenin tene çarpma sesi, ikimizi de daha çok yoldan çıkarırken gözleri bedenimde delicesine dolaşıyordu. Sadece bedenen değil bakışlarıyla da benimle sevişiyordu sanki.

"Nasıl bir kadınsın," diyen Kenan'ın şehvet dolu fısıltısı hemen kulağımın dibindeyken ikimiz de aynı anda inledik. "Bitiyorum sana."

Eli, kalçamı bulup güçlü bir tokat attığında sona yaklaştığımızı hissediyordum. Kalbim deli gibi çarpıyor, sanki alacağım son nefeslermiş gibi göğsüm hızla inip kalkıyordu.

Tüm bedenim titremeye başladığında bir kez daha çığlık çığlığa boşalmıştım. Başım dönüyor, kasıklarım ağrıyordu. Bedenimin yaslı olduğu bedeni olmasa dizlerimin üzerine çökebilirdim çünkü şu an ayaklarım üzerinde duracak gücü kendimde bulamıyordum.

(Buradan devam edebilirsiniz.)

"Manyaksın!" Düzensiz nefeslerim, onun nefeslerine karışırken erkeksi bir kıkırtı buna karışmıştı. "Rezil ettin beni." dedim, sesim kısık çıkarken.

"Bir şey olmadı," Ellerini karnımın üzerinde birleştirip dudaklarının hizasında olan boynuma bir öpücük daha bıraktığında gözlerimi yumdum. Sıcak nefesi, tüm bedenimi uyuşturmuştu. "İyi misin?" dedi, uzun bir süre sonra. Onu, başımı sallayarak onayladığımda diğer elini de bacaklarımın arasından geçirerek beni kucağına almıştı. Kollarım, boynuna dolanırken o anda bile şarap şişesiyle tirbuşonu almayı unutmadım.

Adımları banyoya yönelirken beni küvete bırakmış, ardından ben de ılık suyu açarak küvetin yavaşça dolmasını beklemeye başladım. Bu esnada Kenan da bir ara gözden kaybolmuştu.

Elimi uzatıp rafta duran köpüklerden lavantalı olanı aldım ve suyun içerisine boşalttım. Yere bıraktığım şarap şişesini elime alıp tirbuşonla açtığım sırada Kenan'ın da telefonla konuştuğunu duyabiliyordum. Beni burada bırakmıştı!

Elimdeki şarap şişesini dudaklarıma yaslayıp birkaç büyük yudum aldıktan sonra başımı küvetin kenarına yaslamış, gözlerimi de cam kapıya dikmiştim.

Aradan ne kadar süre geçtiğini bilmiyordum fakat elimdeki şişeyi yarılamış, gözlerimi de kapatmıştım. Tam o an, elimdeki şişenin çekildiğini hissettiğimde gözlerimi araladım.

Kenan, şarap şişesini yere bırakıp gözlerimizi buluşturduğunda konuştu. "Bu aralar çok içiyorsun." dedi, yanıma çöküp kollarını da küvetin kenarına yaslarken. Gözlerim, dudaklarına yaklaştırdığı sigaraya kayarken bu sefer elindeki sigarayı almıştım.

"Bu aralar da herkes aynı şeyi söylüyor," dedim, bir elimle de dizime vurarak. "Yerine gel." Bunu söylerken bacaklarımı kenara çekip bir dizimi de kendime doğru çekmiştim. Parmaklarım arasındaki sigaradan derin bir nefesi ciğerlerime doldurduğumda o da küvetteki yerini almış, başı göğsüme yaslanmıştı. Bununla birlikte ellerim saçlarını bulduğunda sigarayı tekrar ona uzattım.

"Herkes aynı şeyi söylüyorsa bir sıkıntı vardır," dedi, elimdeki sigarayı alıp dudaklarının arasına sıkıştırırken. Gözlerim, profilinde gezinirken saçlarındaki ellerimi harekete geçirdim. Parmaklarımın arasındaki kahverengi tutamların yumuşacık dokusu, dudaklarımın yukarı kıvrılmasını sağlarken saçlarının arasına da bir öpücük bırakmıştım.

"Özledim seni," dedim, mırıltı halinde. Dakikalar önce aramızda geçen konuşmada inatla inkar ettiğim şeyi, şimdi kendi isteğimle dile getiriyordum.

Burnumu saçlarına gömdüğümde eli elimi kavramış, bakışlarını bana doğru kaldırmıştı. Yeşil gözleri, yine bu kadar yakınımdayken kendimden geçmem çok uzun sürmezdi.

"Ben de," dedi, baş parmağıyla elimi okşarken.

Aramızda bir sessizlik oluştuğunda aklıma da dün gece Korhan'a söylediğim kelimeler üşüşmüştü. Çakırkeyif olsam da ona söylediklerimi çok net hatırlıyordum.

"Kenan,"

"Maran,"

İkimizin de aynı anda konuşması, dudaklarımın hafifçe yukarı kıvrılmasını sağladığında yeşilleri de bana dönmüştü.

"Söyle," dedi, yumuşacık bir ses tonuyla. "Dinliyorum."

Meraklı bakışları yüzümün en ücra köşelerine bile uğrarken kurumuş dudaklarımı ıslatıp ona söyleyeceğim kelimeler için ihtiyacım olacak o cesareti toplamaya çabaladım. Bu süre zarfında da gözleri gözlerimden ayrılmamış, ağzımdan çıkacak tek kelimeyi beklemişti. Bakışlarını bu denli üzerimden ayırmamasının sebebi hızla çarpan kalbimin onun çıplak bedenine, bir ritimle çarpması olduğuna adım kadar emindim.

Gözbebekleri bir büyüyüp bir küçülürken bunun kaçıncı kez olduğunu da kendi içimde sayıyordum. Gözleri beş saniye arayla açılıp kapanırken gür ve hangi ara ıslandığını bilmediğim kirpiklerini bile saymaya başlamıştım.

En sonunda saçlarındaki parmaklarımı yüzüne taşıdığımda işaret parmağımın ucunu da hafifçe kirpiğine değdirdim. Bu yaptığım kısa bir an gözlerinin refleksle kapanmasına neden olduğunda kıkırdadım.

"Ne yapıyorsun?" dedi, gözlerini tekrar açarken. İşaret parmağımı kirpiklerinin üzerine hafifçe sürtmeye devam ettiğimde gözleri kısılmıştı.

"Kirpiklerini sayıyorum," diye yanıtladım onu.

"Ne diyecektin?" diyerek ona söyleyeceklerimi bana hatırlattığında kirpiklerine temas eden parmağım havada kalmış, gözlerim gözleriyle buluşmuştu.

"Sen ne diyecektin?" dedim, ben de aynı merakla.

"Sen söyle," Gözlerime, ısrarla bakmaya devam ettiğinde havada kalan elimi indirdim ve dudaklarım arasından usulca bir nefes verdim.

Göğüs kafesimde hapsolan kalbim, oradan çıkabilmek adına tüm gücünü sarf ederken söyleyeceklerimde neden bu kadar zorlandığımı da anlamaya çalışıyordum.

"Galiba," dedim, mırıltı halinde. Bunu söylemem bile neredeyse iki dakikamı alırken birkaç nefes daha alıp vermiştim. Bu esnada da gözlerini üzerimden çekmemiş, gereksiz bir heyecan duymama neden olmuştu.

Bana iyi gelip gelmediği konusunda hâlâ araftaydım fakat onsuz da yapamadığım aşikârdı.

"Sana alışmaya başlıyorum," dedim, bir çırpıda. Bu söylediğimle birlikte bakışları mümkünmüş gibi daha da yoğunlaştığında yanaklarım da ısınmaya başlamıştı.

Ona bu kadar açık olmam beni utandırmış mıydı?

Belki, biraz.

Usulca titremeye başlayan parmaklarımı birbirine kenetlediğimde sanki beni daha da utandırmayı amaçlıyor, tam karşımdayken bana böyle bakmayı bir türlü kesmiyordu.

"Bakma şöyle," dediğimde dudağının kenarı kavislendi, bacağımdaki parmakları tenimi karıncalandırarak çıplaklığımda hareket etmeye devam etti.

"Nasıl?" dedi, eğlenir gibi. Kirpiklerimin altından ona baktım. Gerçekten eğlenir gibi bir hali vardı.

"Kenan," dedim, uzatarak.

"Ne?" dedi, o da benimle birebir aynı tonda.

Bu, beni güldürürken gözlerimi yumup elimi yüzüme kapattım. Şu an böylesine utanmam saçmalıktan öte değildi fakat kendimi bu durumdan alıp çıkaramıyordum.

Ona karşı olan birtakım hislerin farkındaydım ve bu, beni istemsizce ürkütüyordu da.

Onunla ne zaman bir araya gelsek ateşle baruttan farkımız olmuyordu. Bu, şu an için büyük yıkımlar yaşatmasa da ileriyi görebildiğim de söylenemezdi.

Ki hoş, bundan ilerisi olur muydu meçhuldü. Çünkü onun yakın zamanda gideceğini biliyordum. Üstelik ne zaman geri dönerdi, dönerse kaldığımız yerden devam eder miydik hiçbir fikrim yoktu.

"Ben de," diyen sesi kulaklarıma ulaşırken elleri, yüzüme kapanan ellerimi bulmuştu. Ellerimi yavaşça indirip avuçlarına hapsettiğinde yine o dipsiz kuyuları andıran gözleri beni utandırırcasına gözlerimin en içine bakıyordu. "Ben de sana alışıyorum ve bunun galibası yok." dedi, kendinden emin bir sesle.

Kalbim, bu sözleri karşısında ritmini değil yavaşlatmak daha da raydan çıkarken dudaklarım hafifçe aralandı. Onun bu kadar cesurca hareket etmesi beni fazlasıyla heyecanlandırıyordu fakat bu, kalbimin atış hızına bakılırsa pek iyi sonuçlanmayabilirdi.

"Biliyor musun," dediğinde ona bakıp başımı hafifçe iki yana salladım ne var dercesine. Avcuna hapsettiği elim onun sıcaklığında uyuşurken gözlerinde de başka bir sıcaklık mevcuttu.

Her parçasında bir ateş vardı ve bu, bariz bir şekilde tehlike arz ediyordu.

Annelerin çocuklarını ateşe yaklaştırmaması gibi bir şeydi ve ben, o arsız çocuktum. Söylenenler bir kulağımdan girip ötekinden çıkıyor, ben yine kafama koyduğumu yapıyordum.

"Sanırım hiçbir zaman gidemeyeceğim." dedi, fısıltıyı andıran ses tonuyla.

Sözleri, başta bana hiçbir anlam ifade etmese de dakikalar akıp giderken kelimeleri de anlam kazanmaya başlamıştı.

Bu saçmalığa başlarken ikimizin de hiçbir şey umrunda değildi ve eğer olur da aramızdaki ilişki ilerlerse ne yapacağımızı bile bilmiyorduk. Tamı tamına iki hafta sonra onu uzunca bir süre görmeyeceğimin farkında olsam da bunu düşünen tek kişi ben değildim. O da aynı şeyleri ilk günden beri düşünüyordu.

Her geçen gün daha da birbirimize bağlanmamız sonu bilinen bir masala göre pek dengesiz ilerlemişti ama bu masal bizimdi, bize aitti.

Sonunun nasıl olacağına biz karar verebilirdik ve onu değiştirebilirdik de.

İçimdeki ses, her ne kadar sonumuzun iyi olmayacağını söylese de o burada olduğu sürece benim kalbim hızla çarpacaktı.

🐤🐤🐤

Loading...
0%