@meerza
|
Geleli birkaç saat oluyordu ve yeni odamıza yerleşmiştik. Oda iki kişilik döşenmişti; geniş ve kare olan odada, kapının hemen karşısında ki duvarın ortasında bulunan camın altına, hasta yatağı konumlandırılmıştı. Yatağın sağında uzun çekmeceli bir komidin ve tekerlekli uzun masa vardı, solunda ise üçlü deri koltuk. Yatağın sağında ki komidinin yanına ise refakatçi için yatak yerleştirilmişti. Televizyon yatağın karşısında, giriş kapısının hemen solunda kalan duvardaydı. Televizyonun altında duvara monteli masa ve onun altında ise mini buzdolabı vardı. Yatağın sol tarafında kalan duvara, koltuğun arkasına, beyaz, üç bölmeli ve geniş gömme bir dolap monte edilmişti. Refakatçi yatağının hemen karşısınsa lavaboya açılan kapı bulunuyordu. İçerisi; saç kurutma makinesi, günlük kişisel bakım kitleri ve yedek havlulara kadar düşünülerek dizayn edilmişti. Siyah çerçeveli cam duşakabine özellikle bayılmıştım. Üstelik oda da her şey, her gün sterilize edildiği için sürekli eve gitmek zorunda kalmayacaktım.
Bizi odaya çıkaracak hemşire gelmeden önce, Gediz Bey yerleşip yanına uğramam gerektiğini söylemişti. Bu yüzden yeni odayla Akçayı yalnız bırakıp Gediz Bey'in yanına gitmiştim. Fakat kendileri on beş dakikadır kapıda telefonla konuşuyordu ve inanır mısınız, sanki bomba patlasa ses geçirmeyecekti oda! Bu nasıl yalıtım be!?
Sonunda kapı açıldığında Gediz Bey kulağında ki telefonla içeri teşrif etti. " Tamam Reha, dediğin şekilde yapılırsa doğru olacaktır. Ben artık kapatıyorum. Daha sonra haberleşiriz. " dedi ve bir kaç saniye sonra telefonu kapattı.
Sonunda.
" Kusura bakma Asel. Gerçekten önemli olmasa seni bekletmezdim. " dedi koltuğuna otururken. Gerçekten mahçup olduğunu yüzüne profesyonelce yansıtmayı başardığı için inanmayı tercih ettim ve gülümseyip " Sorun değil. " dedim.
Senli benli konuştuğuna göre samimi biri olduğunu düşünebiliriz.
O da gülümsedi, " Pekala, asıl konumuza dönelim. " diyerek bir anda ciddileşerek masasının üstünde ki kağıtları aldı. " Bunlar Akça'nın eski sonuçları. Yani çöp. " dedi ve bir anda hepsini yırttığında şaşkınlıkla nefesimi tuttum. Ne yapıyordu be bu adam!?
" Anlamadım? Orada iki aydır yapılan tüm testler bulunuyordu Gediz Bey. İki aydır yapılan tam yirmi üç tedavi ve tahlil sonuçları. "
" Evet ve asıl saçmalıkta bu zaten. "
Allahım, anlamıyorum seni be adam!
Çattığım kaşlarımla sessizce dinlemeye devam ettim.
" Neden bu kadar çoklar? Akut lösemi hastalarının evrelerine göre tedavisi farklıdır fakat aynı anda birden fazla tedavi uygulanmaz. Sonuçlara göz attıktan sonra fark ettiğim tek şey yanlış tedavi yöntemleri uygulandığı oldu. " derken baskıladığı tek bir kelime vardı. Yöntemleri.
Şaka..
Bu bir şaka.
" Akça'nın her sonucunda değerlerinin düştüğünu veya arttığını, yani bu yaşta ki bir hasta için dengeli değerleri olmadığını gördüm. Bunun iki sebebi olabilir; ya ileri seviye kanserdir ya da dengesiz tedavidir. Benim Akça'ya doğru tedaviyi uygulayabilmem için önce vücudunda ki kemoterapiden arınması gerekiyor. En az bir ay boyunca vitamin takviyeleri dışında hiçbir test veya işlem yapılmayacak. Değerleri en baştan kontrol edilecek ve bir ay sonunda doğru tehşisi koyabileceğiz. Böylece bende işimi yapıp, en doğru şekilde hastamı iyileştirebilirim. "
Şaşkınlık. Lal olmuştum.
Sevinmeliydim, tek bir gece de yaptığı kontrolle en doğru kararı veren, her yönden başarılı olduğunu belli eden bir doktora denk geldiğimiz için sevinmeliydim.
Ama... her şey... her şeyi o kadar ani demişti ki.. ben ne hissedeceğimi şaşırmıştım.
" İki ay boyunca yaşadığımız her şey hiç miydi yani? " diye dalgınca sordum. Yaşadığım şeyleri tekrar yaşıyormuş gibi hissedince tüylerim ürperdi. O doktoru kursağımda kalan nefeste boğmak istedim.
Ya da Aça'nın her göz yaşı damlasında..
Ki bunu yapacaktım da. Er ya da geç.
" Bunu söylemek hoş olmasa da evet. Bu konuda oldukça eminim.
Sakin kalmalı ve önceliklerimi düşünmeliydim.
" O doktorun yakasından elimi çekmeyeceğim. Bunun hesabını verecek! "
Lanet olasun! Sırf bir kadınım diye ötelenmekten, her haksızlığa göz yummaktan, baştan savurulmaktan nefret ediyordum! Özellikle tüm bu olanlara itiraz etmeyen herkesten. İnsanlardan nefret ediyordum.
Gediz bey bir süre sessiz kaldı. Sakinleşmem için bana zaman tanıdığını bilmek içten içe ona karşı semptai duymama neden oldu.
" Pekala, " diyerek yalancı bir öksürükle ortamda ki gergin havayı dağıttı. " Asıl mevzumuza geri dönelim. "
*** 2 ay çokta uzun bir süre değildi aslında.
Ancak çekilen acı yakıcıyken, gecen gündüze karışıyorken aslında epey uzun bir süreçti. Saniyeler öldüğünde, dakikalar saatlere, saatler yıllara uzadığında o ölü vakit geçene kadar asırlar geçmiş gibi hissederdiniz.
Şimdi geçen tüm sancılı anıların aslında koca bir hiç olduğunu öğrenmek, nasıl kaldıracağımı bilemediğim koca bir kayayı bağrıma esir etti. Akça'ya anlatacağım gerçeklere başa çıkmak zorundaydım. Çünkü gözlerinde ki o kaybettiği ışığın geri dönmesine ihtiyacım vardı.
Dakikalardır kapının önünde odaya girmeyi bekliyordum. Kendimi hazırlamam biraz zaman almıştı çünkü nasıl sonuçlanacağını bilmediğim bir şeyi söylemek zorunda olmak çok zordu. Daha fazla ertelemenin anlamsız olduğunu fark ettiğimde kaçınılmazı yaşamak için içeri girdim.
Akça yatakta oturmuş, camdan dışarı bakıyordu. Giderken açık bıraktığım televizyon şimdi kapalıydı. Bu sessizlikte neler düşündüğünü bilmek istemiyordum. Akça ile dünkü konuşmamızdan sonra birbirimize tek kelam laf etmemiştik. Kafasını bana çevirmeden " Ne oldu? " diye sordu.
Bırak gözlerinde ki ışığı, dudaklarında ki tebessümün katiliydim. Şimdi o ışığın kahramanı nasıl olacaktım?
Sakin ol...
" Sana bir iyi bir de kötü haberim var. " dediğimde alaycı bir ses çıkardı.
" Önce kötüyle başlar mısın? "
Önce kötüyle başlamak... Kötünün ardından gelecek olan iyiliğe ihtiyaç duyan insanlar, umutla iyiliği bekleyen acizler, önce kötüyü duymak isterler. Çünkü psikolojikman olsa da bilinç altından buna bile ihtiyaç duyarlar.
" İki ay boyunca yalnış tedavi görmüşsün. " ve darbeyi attım, o darbenin beni de yıkacağını bilerek. Yavaşça bana döndü ama tamamen ifadesizdi, şaşırmamıştı veya sinirlenmemişti bile.
Gülümse, gülümse. " Gediz Bey seni en baştan muayene edecek. Bir ay boyunca tedavi almayacaksın, vitaminlerin dışında iğne bile vurulmayacak. Sadece süreci kontrol etmek amaçlı burada kalacağız. İyi haberse, " yıkılma, " belirli saatlerde bazı önlemler alarak dışarı çıkabiliriz. "
" Tamam. "
Gülümsemem yüzümde solarken duygusuzca bakan yeğenim karşısında dik durmak zordu. Belimi büküyordu. Akça duygularını, yaşadığı acılara gömmüş bir çocuktu. Şimdi istemeden de olsa beni de gömüyordu. Görmüyordu da, benden kendini nasıl uzaklaştırdığını...
Benim içimde kıyametler koparken onun böyle tepkisiz kalıp kabullenmesi bana vurulan asıl darbeydi. Yıkılacağımı biliyordum ama bir enkaza dönüşmeyi beklemiyordum. " Tamam mı, sadece tamam mı? " diye sordum şaşkınlıkla.
Geri önüne döndü ve, " Aslında bakarsan artık kendime üzülecek takatim bile kalmadı. Bir şeyleri kabullendiğinde hayat daha katlanılası. Sanırım bende kanserimi kabullendim. Bir kaçışım yok ve başka bir şey de yapamıyorum. Hala daha savaşıyorsam, ki buna ne kadar savaşmak denirse, senin için. Ben senin için savaşıyorum Asel. Çünkü senin çabaların uğruna savaşmazsam bu bencillik olur. Artık sende benim için üzülme. Ben de üzülmüyorum. " diyip güldü. Ancak gülüşü çok sahteydi. " En azından dışarı çıkabiliyorum. Bu günlerimi güzel geçirelim olur mu? Sanki son günlerimmiş gibi. En azında geriye güzel anılarımız kalmış olur."
Yine yapıyordu. Yine veda eder gibi konuşuyordu. Gözlerim doldu. " Böyle söyleme. " diyebildim. Aslında ona yine kızmak istiyordum ama bu sefer sesim çıkmıyordu. Akça cevap vermeden derin bir nefes alıp verdi ve yatağa uzandı. Daha fazla konuşmak istemediğini anladığımda göğüsümde başlayan yangınla beraber bende odadan çıktım. Onun yanında ağlamak istemiyordum.
İçim yanıyordu. Siktir!
*** Sıcak hava yüzüme vurdukça nefes alamıyormuş gibi hissediyordum. Ağustos ay'ı çekilmez bir sıcaklıkla devam ediyorken Zerenler hastanesinde ki ikinci günümüzdeydik.
Gediz Bey iki gün önce akşam üzeri odaya gelmiş ve sadece bazı tetkitler yapacağını süreci ona göre belirleyeceğini söylemişti. Ertesi gün testler yapılmıştı ve bugünde sonuçlarını öğrenmeye gidecektim. Ama gitmeden önce biraz temiz hava almak istemiştim. Çünkü çoğu zaman buna fazlasıyla ihtiyacım oluyordu.
Ayrıca ödeme işlemleri için de bugün konuşacaktık... böyle bir hastanenin masraflarını nasıl karşılayacağımı hiç bilmiyordum ve bu konu beni inanılmaz geriyordu.
Hastanenin büyük kapısından içeri girdim ve Gediz Bey'in odasına doğru ilerlemeye başladım. Merdivenlerden çıkarken aklımda dönenler arasında kaybolmuştum. Hangi birine öncelik vereceğimden emin değildim. Yetememezliğin verdiği korkuyla içim sancılanıyordu.
Hastane çok kalabalık değildi, genel olarak gelenlerde asansörü tercih ediyordu bu yüzden merdiveni kullanan üç dört insandan biriydim. Adımlarımı sayarak ilerlerken yanlışlıkla birine çarptığımı hissettim. Fakat kafam o kadar doluydu ki çarptığım kişiye kuru bir ' pardon ' diyerek yoluma devam ettim. Şuan başka birine laf anlatabileceğimi düşünmüyordum.
Gediz Bey'in odasına geldiğimde vakit kaybetmeden derin bir nefes alıp kapısını çaldım.
Valla bıktım ya
" Gel. " komutuyla içeri girdim.
Gediz Bey'in beni görünce gülümseyen yüzüne bende aynı şekilde karşılık verdim.
Ne diyeceğimi bile bilmiyorum.
" Hoş geldin Asel. Nasılsın? " diye sordu deri koltuğunda kendinisi düzeltirken.
" İyiyim, teşekkürler. Siz nasılsınız. " " Yoğun diyelim. " diye cevapladı ve güldü.
Ağzım bıçak açmazken karşısına oturduğumda ikimizde göz gözeydik.
" Asel açık olacağım, Akça'nın şimdi ki sonuçları çok kötü. Normalde bir ay boyunca kemoterapinin vücuttan atılması için beklemek daha doğru olurdu fakat bu durumda bazı istisnalar olacak. Değerleri değişkenlik gösterdiği için henüz teşhis koymak için erken o yüzden biz daha çok destekleyici bir tedavi uygulayacağız. " Eğer yaşamak buysa beni her saniyesi öldürüyordu.
Bu kadar çok tedavi, masraf demek ama aynı zamanda benim canımın içinin sağlığı demek.
Ne yapacağım? Nasıl yapacağım? Kahretsin! Eğer benim yerimde Mimoza olsaydı, tüm bunların üstesinden gelebilirdi.
" Ödemeleri nasıl olacak? " diye sordum.
Bir iş bulmalıydım. Hem işi hem Akça'yı hemde kendimi idare edebilirdim.
" Buraya nakil olarak geldiğiniz için yatış işlemlerinden ücret alınmayacak. Onun dışında, durumunuzu göz önünde bulundurduğumda, insiyatif kullanarak bu bir aylık destekleyici tedaviden de ücret almayacağım. Kemoterapi ücreti için ise önce tehşis koymalıyız çünkü ilaçlara ve tedavilerine göre fiyatları değişiklik gösterebiliyor. " diye açıkladığında sadece başımla onayladım. Olanları anlayamadığımdan çattığım kaşlarımın altında gözlerim bağımsız bir şekilde ellerime kaydı.
Geçmişten gelen tecrübelerimden kaynaklı ilaç fiyatları hakkında bilgim vardı. Böyle bir hastanede de olduğumuzu düşünürsek... birkaç yüz bin falan tutması muhtemeldi...
" Bu kadar umutsuz olmaman gerekir. " başımı kaldırdığımda aklımdan geçenlerin yüzüme yansıdığını anladım. Genelde böyle olmazdı.
" Ben, " derin bir nefes alma ihtiyacıyla yanıp tutuştum. " umutsuz değilim. " çaresizim diyemedim.
" Yüzün öyle demiyor. " masaya doğru biraz eğilip bana yaklaştı. " Ben hastalarımla ilgilenen bir doktorum Asel. Bu yüzden bir şeye ihtiyacın olursa, herhangi bir şeye, beni istediğin zamam arayabilirsin. " dediğinde gözlerim dolacaktı. Boğazım yandı. Yapmaya çalıştığı iyiliği hissettirebilen biriydi, şimdi gördüğüm ilgi içimi titretti.
" Bu devirde sizin gibi birine rastlamak neredeyse imkansız Gediz Bey, teşekkür ederim. Dediklerinizi aklımda tutacağım. "
Hayatın bana yaşattırdıklarından her zaman ders çıkarmaya öncelik vermiştim. Bu yüzden insanların her zaman göründükleri gibi olmadıklarını çok iyi biliyordum. Kendimden de biliyordum ya... aslında her zaman saklanan bir şeyler vardı.
***
Kağıt!
Lanet olası kağıt neredeydi!?
Siktir!
" Akça! Akça bir şey söyle! "
Lütfen... Allah'ım lütfen!
Sadece uzun bir süre sonra onu evine getirmek, evinde tekrardan bir gece geçirsin istemiştim Sadece bu kadar. On beş gün olmuştu; vitamin takviyeleri ile vücudundan attığı kemoterapi sayesinde değerleri iyi olmasa da düzeliyordu. İyiydi. O zaman neden! Allah'ım neden gözleri kapalı!?
Gediz Bey'in numarasının yazılı olduğu kağıdı sonunda cüzdanımın bir köşesinden çıkardığımda panikten titreyen ellerim ve korkudan dolan gözlerimle numarayı girmem vakit almıştı.
Sikeyim!
Çalıyor...
Bir hıçkırık kaçtı boğazımdan.
Çalıyor...
Arkamı dönüp Akça'ya bakamıyordum. Bakacak cesarete sahip değildim.
" Alo? " Gediz Beyin sesini duyduğumda sanki içimde bir şey kopmuştu ve kendimi tutamayıp daha çok ağlamaya başlamıştım.
Konuşmalıydım! " A-akça! " ismi dökülebildi sadece dudaklarımdan. Nefesim kesiliyordu.
" Asel? Sen misin? Ne oluyor? " benim olduğumu anladığında telaşlandı.
" Ben- ben... Akçayla yemek yedik...film izliyordu! Hiçbir şeyi yoktu! O iyiyd- "
" Asel sakin ol! Nerdesiniz!? " diye sordu kızgın bir tonda.
" Evdeyiz. Lütfen yetişin Gediz Bey! "
" Konum at. Sizi alması için birini yollayacağım. " sanki görebilecekmiş gibi kafamı salladım ve elimin tersiyle yüzümü silerken " Tamam. " dedim.
Telefonu kapatıp konum atmam saniyelerimi almıştı.
Telefonu koltuğa attığım gibi Akça'nın yanına çöktüm. Onu koltuğa bile kaldıracak gücüm kalmamıştı. Ruhum çekilmiş gibiydi.
Bilmem gerek. Kesilen nefesimle birlikte gözlerimi kapattım ve başımı göğsüne yasladım. Parmağımı dilimle ıslatıp burnuna yaklaştırdığımda bekledim.
Küt...
Beş saniye.
Nefes...
Küt...
Beş saniye.
Nefes...
Çok yavaştı. Benimkine nazaran çok fazla yavaştı.
Göğüsünden kalkıp sırtımı koltuğa verdiğimde çaresizlikle derin bir nefes alıp ağlamaya başladım.
Neden! Tüm bunları neden yaşıyordum!? Herkesi verdim, sevdiğim herkesi toprağa verdim. Bir tek sen kaldın. Seni de veremem ben Akça. Lütfen ölme!
O koltuğun önünde, gözüm Akçadayken kaç dakika geçti bilmiyorum ama ben her saniyesinde ondan özür diledim. Her şeyin sorumlusu bendim. Ailemizin dağılmasının sebebi bendim.
Kapının sesi kulağımda ki uğultuya eklendiğinde telaşla kalktım yerden. Az kalsın düşüyordum ama umursamadan kapıya kadar koştum. Kapıyı hızla açtığım. Karşılaştığım yabancı önce biraz durdu pek dikkatli bakamıyordum, kim olduğunu umursayamıyordum bile. Sonunda " Asel Koçer sen misin? " diye sordu. Gediz'in gönderdiği adam olmalıydı.
" Evet. " diyip kapıyı geçmesi için açtım ve peşimden geleceğini bilerek salona doğru koşar adım ilerledim.
Benim aksime gayet soğuk kanlı bir şekilde hızlı adımlarla Akçaya yaklaştı ve vakit kaybetmeden kucakladı.
" Hemen çıkalım. "
Kafamı sallayıp telefonumu, cüzdanımı ve ev anahtarını alıp peşine takıldım.
Burnumu çeke çeke evin önünde kapısı açık şekilde duran siyah araca ilerledik. Arkaya oturduğumda Akça'yı kucağıma yatırdı. Sürücü koltuğuna geçtiği gibi gazı kökledi.
Yol boyunca elim Akça'nın saçlarındaydı. Dökülmesine rağmen kesmemize izin vermediği için saçı sık değildi ancak yumuşaklığını kaybetmemişti. Parmaklarımın arasından kayan saçlarına kurbandım. O benim doğurmadığım çocuğum gibiydi. Onu ben büyütmüştüm, yerini nasıl anlatabilirdim? Kalbimde kalan son umudumun kırıntısıydı.
Gözümü yoldan ayırmıyordum. Hızımızdan kaynaklı evler şeklini kaybediyor arabaları makas atarak tehlikeli şekilde geçiyorduk.
Hızı sevmezdim ama yavaşlamasını istemiyordum.
Başımı tekrar göğsüne yatırdım. Ve saydım.
Yedi saniye.
Yedi saniye de bir kez.
Biz hızlandıkça onun kalbi yavaşlıyordu.
" Kalbi çok yavaş! Bu kadar yavaş değildi! " hıçkırıklar tekrar dilimden kara buhranlar gibi döküldüğünde göz yaşlarımı tutmam mümkün değildi. Durduramıyordum kendimi. Acı yaşamım boyunca elimde kalan tecrübelerim kalbimde ki travmaları gün yüzüne çıkardıkça ben hıçkırdım.
" İki dakikaya varmış olacağız." Dikiz aynasında göz göze geldik. Gerçekten dikkatli değildim. Yoksa bu gözleri unutmam mümkün değildi.
Dediği gibi kısa süre sonra araba durdu. Arabadan çıkıp geldiğimiz iki katlı müstakil eve baktım.
Kesinlikle hastane değildi.
" Burası hastane değil? " diye sordum dibinden yürürken.
" Gediz'in evi. " dediğini duyduğumda adımlarım bıçak gibi kesildi. Evi mi... ev mi!?
" Evde değil hastanede olmamız gerekiyordu! " diye bağırdım sesime yansıyan şaşkınlık ve bolca kızgınlıkla.
Bağırdığımda o da durdu ama arkasını dönmedi. Lanet olsun! Bizim için geçen her saniyenin değerinin farkında mıydı?
Tekrar bir adım atarken benim aksime sakince " Gelip gelmemek senin kararın. " dedi ve zaten az mesafesi kalan kapının zilini çaldı.
Bu bir şaka. Şaka olmalı. Bu adam bir şaka, değil mi?
Gediz benim başıma bir deliyi mi göndermişti?
Ağzım açık bir şekilde arkasından bakakaldım. Hayır tüm bu yaşadıklarım gerçek değil.
Kapı açıldığında eşikte Gediz Bey'i gördüm. Vakit kaybetmedem kapıyı tamamen açıp geçmeleri için yol verdiğinde kendime geldim. Başka çare var mıydı? Tıpış tıpış peşlerinden içeri girdim. Bizi ilk karşılayan kocaman bir salon oldu. Kapının hemen karşısında bir kapı daha vardı ama orası kapalıydı. Sağ tarafa dönüp salona giriş yaptık. Hemen sol tarafta bulunan merdivenin önüne yerleştirilen beyaz renkli, kadife üç kişilik koltuğun önüne geçti Gediz Bey. " Reha, buraya yatır. " dedi ve koltuğun önüne çektiği beyaz cam masanın üstünden kalem gibi bir şey aldı.
Yanlarına gidip Akçanın başında durdum. Gediz Bey, gözlerine tuttuğu ışıkla şuuruna bakarken nefesimi tutuyordum. Sanki nefesimi tutarsam sakinleşebilecekmişim gibi. Kalemi geri yerine bırakıp sırasıyla tansiyonuna ve ateşine baktı.
" Tansiyonu çok düşük. " kendi kendine söylemek ister gibi sessizce konuşmuştu.
Aceleyle masadan - daha yeni bakmayı akıl ettiğim masadan - serumla iğneyi aldı.
Gerçekten, neden evinde damar yolu açmak için malzemeler vardı ki?
Damar yolunu vakit kaybetmeden hızlıca açıp serumu bağladı. " Reha bunu as. " diyerek arkasına uzattı serumu. Ben nereye asacak diye beklerken yanıma geldi ve serumu önümden diğer tarafımda kalan tekerlekli askıya astı.
Bunu görmemiştim bile.
Hala daha akan burnumu umursamadan çektim. " Bir şey diyecek misiniz? " diye sordum merakla.
Umuyorum ki neden hastanede değilde burada olduğumuzu da açıklar.
Akçayı muane edebilmek için dizlerinin üzerine oturmuştu, kalktı ve derin bir nefes alıp " Ne yediniz? " diye sordu. Sorusuyla kaşlarımı çattım. Ne alaka?
" Kısır. " diye cevap verdim. Akça kısırı çok verdi, önceleri hafta da iki kez yapardım.
Gediz Bey dalga geçer gibi güldü ama kızdığı belliydi.
" Yani yememesi gereken şeyleri yedi. Asel, daha önceden de böyle bir hastalıkla uğraşmışsınız nasıl böyle dikkatsizce davrandın? Üstelik böyle kritik bir dönemdeyken. "
Ne yani, benim yüzümden miydi?
Tamamen sarsılmış ifademle bakakaldım.
Lütfen, bunu ben yapmış olamam.
Ama hayır ben yapmıştım.
Gözümü Gediz Beyden ayıramıyordum. Kabullendiğim gerçek yüzünden dolan gözlerim hareket etse musluğu açacaktım.
" Akça'nın kesinlikle yağlı, limonlu, domatesli, asitli, kavrulmuş, şekerli, tuzlu, işlenmiş herhangi bir yemek yememesi gerek. Uzun zamandır belirli besinlerle beslendiğinden bir anda bu kadar yükleme yapınca bünye kaldıramamış olmalı. Yarın tekrardan test yapacağım ama şimdilik bu onu kendine getirecektir. " diye açıklama yaptı saklamaya dahi tenezzül etmediği kınayan bakışlarıyla.
En azından öyle bakmasa olmaz mıydı?
Gelen öksürük sesiyle boğucu atmosferden kurtuldum ve bakışlarımı Akçaya çevirdim. Tamamen bulanık gördüğüm uyuyan yüzüne bakarak, içimden yüzlerce kez özür diledim.
" Madem öyle ben gidiyorum. " diyen Reha'ya döndü Gediz Bey. Kaşları çatık, sanki ben niye buradayım der gibi bir ifadesi vardı. Bense teşekkür edip etmemek arasındaydım çünkü hem gıcık olmuştum hem de bizi getirdiği için ona minnettardım.
Gediz, Reha'ya cevap vermediği için Reha kapıya doğru ilerlemeye başladı. Sanırım ikimizden de bir cevap beklemeye gerek duymuyordu. Tam kapıdan çıkacağı vakit Gediz Bey " Bekle. " dedi otoriter bir sesle. Reha'nın adımları durduğunda başını sol omuzunun üstünden bize çevirdi.
Önce bana baktığında kesişen gözlerimizle dumura uğradım. İlk defa mı göz göze geliyorduk? Reha'nın gözbebeği yokmuşçasına siyahtı. Bu kadar siyah bir göz, hayata nasıl bakıyordu?
" Buraya gel. " diye konuşan kişi Gediz Bey olsa da ses tonu o kadar sertti ki bir an onu tanıyamadım.
Tanımıyordum zaten ama ilk defa duyduğum bir tondu.
Reha kaşlarını çatarak aynı rahatlıkla geri geldi. Ben meraktan burnumu çekmeyi bile bırakmıştım çünkü Gediz, odanın atmosferini nasıl olduğunu anlamadığım bir şekilde bir anda değiştirebilmişti. " Asel, haddimi aşıyorsam kusura bakma ama bir iş arıyordun değil mi? "
Ne
Gediz Bey'le geçen bu süreçte bazı şeyleri konuşmuştuk ve bir iş aradığımı biliyordu ama ne alak ki?
" Reha'nın işlettiği bir restorant var. Dünya çapında konserler ve toplantılar düzenlenilen bir yer. Adı Kasvet, duymuşsundur."
Duymamam mümkün müydü?
Mimoza orada bir çok kez sahne almıştı.
" Reha gün içerisinde çok meşgul olduğu için organizasyonlarla ilgilenecek vakti olmuyor. Eğer teklifi kabul edersen seni pazarlama müdürü olarak işe alabilir bence. Birbirinize yardım etmiş olursunuz. "
Allahım, NE!?
Reha içimi okumuş gibi aynı anda " Ne ? " dedik.
***
Sessizce geçen saniyeler Reha'nın etrafında ki havayı boğmaya başladığında Gediz'e ancak cevap verdi.
" Ne yapıyorsun? " diye sordu sakince ama keskin tınısı kelimeleri yutmuştu.
Gerçekten ne oluyordu? Aralarında bir tartışma olmuş gibiydi, sürtüşmelerinden bunu anlayabiliyordum ama bunu şimdi yansıtmaları gerekli miydi? Ayrıca beni niye alet ediyorlardı ki?
Gediz'in arkası bana dönük olduğu için ifadesini göremesem de Reha'nın duvar gibi olan yüzüne an be an şahittim.
Ürkünç olan da buydu, çünkü ifadesizliği sertti ve şuan kendimi güvende hissetmiyordum.
" Duymadın mı? İş teklifi ettim. " diye yanıtladı Gediz. Gediz'in gamsız davranışlarına Reha alışık gibiydi ama ben cevabına şaşırmıştım. Çünkü belli bir şekilde Reha dehşet sinir olmuştu.
Reha'nın cevap vermeyişi belli bir süreyi geçince kendimi bir şeyler demek zorundaymışım gibi hissetmeme sebep olmuştu.
" Şey, reddetsem sorun çözülür mü? "
Vaoooov bulduğum çözüme bak!
Gediz bana döndü ve gülümseyerek, " Tabi ki hayır." Dedi. " Çünkü çalışacaksın. " tamam. Artık bende gerilmeye başlıyordum.
" Bunu şuan konuşmak doğru olmaz. " dedim kaşlarımı çatarak. Gediz Bey'i gerçekten sevmiştim ve bizimle ilgilenmesi ona saygı duymamı sağlamıştı ama şimdi... sinir bozucu diğer herkes gibi davranıyordu. " Ayrıca benim adıma direktif vermezseniz sevinirim. " derin bir nefes aldım. " Zaten beyfendi de pek hoşlanmadı bu tekliften. Gerek yok bence. "
Yani aslında iyi olabilirdi ama Reha'nın tavırlarıyla istemem yeterli gelmiyordu.
" Reha mı? " diye sordu alayla. " Orayı Reha işletiyor olabilir ama sahibi benim. Yani patronun ben oluyorum. Ona ne ki? "
Kaşlarım istemsizce havaya kalktı. Önünde sinirden kuduran biri varken ona böylesine gözdağı vermek...
Reha tam bir şey diyecekti ki araya girip lafını böldüm. Şuan uzatmak istemiyordum çünkü lanet olası berbat bir gündü ve başım bunu daha fazla kaldıramazdı. " Bunu daha sonra konuşalım. Ben Kasvet'e uğrarım. " evet, böylesi daha sağlıklı olurdu.
***
Sabah saatleriydi. İki haftayı daha geride bırakırken zaman su gibi akıp geçiyordu. Akça ile aramıza örülen duvarları son olayla görmezden gelmeye başlamıştık.
Zaten varlığını kaldıramadığım bir duvardı.
Kafamı koltukta geriye doğru yatırıp derin bir nefes aldım. Zerenler hastanesine geldiğimizden beri içim biraz daha rahattı. Çünkü nasıl olduğunu anlamadığım bir şekilde Gediz Bey'in elinden gelenin en iyisini yaptığını hissediyordum. Yapıyordu da.
Akça birkaç gündür açılan iştahı ile yemek yiyor, dizi izlerken benimle sohbet ediyor, bazen çıkan reklamlarda ki şarkılara eşlik ediyordu.
Benim için önemli olanlar iyileşiyordu, şimdi geri ödemem gereken bir bedel vardı.
O kadarını karşılayamayacağımı bildiğim bir bedel. İlaç masrafları ortadaydı. Karşılamaya kalkmak bizi çok zorlardı, bu da çalışmam gerek demek oluyordu. Bugüne dek ablamın ve benim birikimim olduğu için rahatça yaşıyorduk. Ve böyle bir olay olmasaydı yaşamaya bir süre daha devam edebilirdik. İkimizde keyfimize düşkün insanlar olduğumuzdan rahatlığı severdik bu yüzden çalışmam şarttı.
Gediz Bey'in yaptığı teklifi çok düşünmüştüm ve bugün görüşmek için Kasvet'e gidecektim. Tekliften sonra Reha pek ikna olmasa da kararımı söyleyebilmek için numaralarımızı almıştık. Daha önce sadece sahnesinde yer almıştım ama tekrar gidip görmenin ve yüz yüze konuşmanın da daha iyi olacağını düşünüyordum. Bu yüzden gitmeden önce eve gelip sıcak bir duş almış ve biraz daha rahatlamıştım, şimdi ise tamamen hazır bir şekilde koltukta oturuyordum. Akşam bir konser vardı ve uzun olmasa da, kafamı dağıtma ihtiyacıyla, katılmayı planlıyordum.
Havalar yakıcı sıcaklığa yükseldiği için üzerime sade bebek mavisi olan kısa bir elbise giyinmiştim. Ayakkabı olarak tercih ettiğim beyaz topuklu ayakkabım çantamla uyumluydu. Saçımı tarayıp uçlarına düzleştirici ile doğal duran kıvrımlar vermiş ve kemikli çene hattımı ortaya çıkaran abartısız bir makyaj yapmıştım. Uzayan perçemlerimi iki yandan örmüştüm ve salaş bıraktığım için tatlı bir hava katmıştı.
Güzel olmuştum. Böyle süslenmeyeli uzun zaman olduğu için kendimi tanıyamamıştım.
Telefonumun titremesi ile düşüncelerimden ayrılıp kimin aradığına baktım.
~ Ergiii♡ ~
Açabileceğimi düşünmüyordum. Bir haftadır her gün arıyordu, açmadığım için telaşlandığını bilsemde konuşmak istemiyordum. Belki akşam arardım... belki.
Ekranın kararmasını görene kadar baktım telefona en son kendimle göz göze gelince telefonu çantama attım.
Saat neredeyse dörde geliyordu. Artık çıksam iyi olurdu.
Çantamı alıp ayağa kalktım. Kapıya doğru ilerlerken telefonum tekrar titreyince oflayıp geri çantamı açtım. Asla susmuyor!
Whatsapp'tan gelen bildirimini görünce açtım.
~ Ergiii♡ ~
' Bunu sen istedin. '
Mesajı görmem ile kapını alacaklı gibi çalması bir oldu. Siktir.
Şaşkınlıkla kapıya bakakaldım. Ta fransada yaptığı tatili bırakıp buraya gelmiş olamazdı, değil mi?
" Aç kapıyı kızım! Araban burada, evde olduğunu biliyorum! " manyak gibi bağırıyordu birde! Kötü. Çok kötü.
" Açmam! " dedim. " Can sağlığım güvende değil. "
" Sıçtırtma can sağlığına aç şunu! Tabi ki güvende değil! " diye bağırırken hala kapıya vuruyordu.
" Sakinleşirsen açarım. " dedim.
" Sen hala daha bana şart mı koşuyorsun? BU NE CÜRRET! Bana bak birazdan Kerem de gelecek ona kapıyı kırdırtırım! "
Çıldırmıştı. Canlı çıkmam mümkün değildi ve işin kötü yanı kaçışım da yoktu.
Keremde mi gelmişti? Of! Aldık başa belayı.
" Tamam tamam! Kapıdan biraz uzaklaş açacağım. " diye bağırdığımda sesli bir şekilde nefes verişini duydum. Kapıdan gelen sesler kesildiğinde önce delikten dışarı baktım. Manyak karıya güvenmiyordum.
Siyah kısa saçları görüş açıma girdiğinde onu özlediğimi fark ettim. İnce kaşlarını ufak renkli gözlerine gölge düşürecek kadar çatmıştı. Gerçekten kızgındı.
Haklıydı da. Sırf istemediğim için onu merakta bırakıp sorumsuzca davranmıştım.
Hızlıca kapıyı açıp hemen kendimi savunmaya başladım. " Gerçekten açıklayabilirim. Hiçbir şey bildiğin gibi değil! " hemde mükemmel bir şekilde.
Sorma canım, mükmmel savunma.
Kollarını belinin iki yanına koyup bir ayağını sallamaya başladı. Koluna astığı pembe channel çantası, ayağında ki siyah stiletto ayakkabısı ve üzerinde ki aynı benim gibi kısa askılı siyah bir elbiseyle güzel görünüyordu. Saçlarına kattığı dalga ona hava katmıştı ve tatil onda iyi bir iz bırakmış gibiydi. Hayatın bende bıraktıklarının aksine.
Tek kaşını kaldırıp, " Hangi açıklaman cezana etki edecek acaba? " şey... aslında gayet iyi bir açıklamam vardı.
" Napıyorsun kızım sen? Bizi meraktan öldürecek misin? Bir haftadır her gün arıyoruz açmıyorsun! Akça'yı bile aradık onunda telefonu kapalıydı! "
" İçeri gel burada konuşmayalım. " dedim yol verirken.
Hıhladı ve kıvırtarak sert adımlarla önümden içeri girdi. Önümden geçerken saçını savurup bana göz dağı vermeyi unutmamıştı.
Gülümseyerek kapıyı kapattım ve peşinden salona girdim.
Başlasın bizim mesai.
***
Telefondan anlatmak istemediğim her şeyi Ergiye anlattığımda kendimi biraz daha rahatlamış hissediyordum. Ergiyle oturduktan on dakika sonra Kerem de aramıza katılmıştı. Bir posta da ondan fırça yedikten sonra ikisi de duyduklarıyla yumuşamış, şimdi ise oldukça durgun bir şekilde kaşları çatıktı. Neredeyse kırk dakika olmuştu ve hala kızgınlardı, onlara anlatmadığım için ama üzüldükleri için de bir şey diyemiyorlardı.
Ergi ve Kerem liseden beri yanımda zorla kalan iki dosttu benim için. Yaşadığım olumsuzluklar yüzünden yanımda kimseyi istemiyordum. Yalnızlığa ve yalnız bir savaşa ihtiyacım olduğunu düşünüyordum. Tabi kendileri her defasında dibimde bitmiş ve benim aramıza koymaya çalıştığım mesafeleri umursamayıp benimle arkadaş olmuşlardı.
Yaşadıkarımız bir olmasa da acılarımız bir olduğu içindi belkide, ben uzaklaşmaya çalıştıkça birlik olmaya çalışmaları.
Başaramışlardı. Yıllardır güzel süren dostluğumuz vardı. Asla pişman değildim.
" Akça hastanede mi şimdi? " diye sordu Kerem.
" Evet, Kasvet'e gideceğim. Teklifi kabul etmekten başka çarem yok gibi gözüküyor. Zaten başka bir yerde bu kadar maaşla çalışmam da mümkün değil. " diye cevap verdim.
Ergi başını aşağı yukarı salladı. " Bencede. Ayrıca Kasvet'i herkes bilir. Orada çalışman çok iyi olur. " elime uzanıp tuttuğunda gözlerimin içine bakarak gülümsedi. " Hem mevki de iyi, sen kolaylıkla üstesinden gelirsin. " dediğinde bende ona gülümsedim.
" Tek sorun Reha ve Gediz benim üniversite okumadığımı bilmiyor, öyle bir yerde ve böyle bir mevkide bu sorun olabilir. Millet orada çalışmak için yıllarca eğitim alıyor. "
Kerem dediğimle güldü. " Ne olmuş yani? Şartlar ve koşullar bir değil. Sende söylemezsin olur biter. Zaten tanışma şeklinize bakarsak bence eğitimi sormayacaktır bile ve o teklifi yapan adama göre sen çoktan işe girmişsin. Resmen direk pazartesi gel başla demiş. " dedi şaşkınlıkla.
Gerçekten artık Gediz Bey'ye akıl sır erdiremiyordum.
" Öyle, zaten garip ama iş görüşmesine falan gitmeyeceğim. Resmen müdüre, ' ben pazartesi geliyorum, benim sigortayı da başlat. ' diyeceğim. Çok emrivaki gibi ama Gediz Bey çok ikna edici. "
" Onu anladık zaten. Neyse her şey iyi olacaktır. "
Umarım öyle olurdu.
" Neyse, benim gitmem lazım, geldiğiniz için teşekkür ederim. " diyerek ayaklandım.
" Bekle! " diyerek peşimden kalktı Ergi. Ona ne var bakışı attım.
" Saat beşte Kasvette ÜçAs'ların konseri varmış. Sen işini bitirince bizde katılırız. "
Aslında üçümüz bir şeyler yapsak bana ilaç gibi gelebilirdi. " Ama ben sizin geleceğinizi bilmediğimden tek kişilik yer ayırttım. " diye açıkladım üzülerek.
" Ya kızım! " dedi yine kızarak. Bu da hep kızgın ya!
" Patronunla görüşmeyecek misin? Ona de bize yer ayırır. " dediğinde gözlerim yerinden çıkacaktı.
Keremle aynı anda " Oha Ergi! " dedik. Göz göze gelince halimize güldük daha sonra hiç olmamış gibi geri Ergiye döndük.
" Öyle şey mi olur, saçmalama. "
" Öyle bir olur ki. " diyip beni kapıya iteklemeye başladı. Tam öyle bir şeyi diyemeyeceğimi söyleyecektim ki konuşmaya devam etti. " sen şimdi git. İşi kap. Yeri ayırt. Biz de yarım saat, bir saate ordayız. " dedi ve beni dışarıya atıp kapıyı suratıma kapattı.
Beni kendi evimden attı.
Zaten bunu anca Ergi yapardı.
***
ÜçAslar, Mimozadan kısa süre sonra ünlü olan üçüz kardeşlerin grubuydu. Şarkıyı söylemek için değilde yaşatmak için söyleyen nadir müzisyenlerdendiler. Bu yüzden bir aralar bende severek dinlerdim. Gerçi artık müziğe önem veren bir ülke değildik. Müzik, resim veya spor, önemsiz kılınmıştı. Tabi yine de devam ediliyordu.
Kasvetin önüne arabamı durdurduğumda kapımı yalnızca beş saniye sonra bir vale açmıştı. Çantamla beraber inip adamdan arabamın takip numarasını aldım ve içeri doğru ilerlemeye başladım. Çıkarken takip numaramı verdiğimde adam rahatlıkla aracımı bulabilecekti. Kasvet diğer her yer hatta her şehirden farklı olarak işletiliyordu. Burada yıllar öncesinde bile kadınlar öncelikliydi. Uluslararası ticareti olduğu için devlet buraya karışamıyordu.
Ergi ve Kerem beni biraz oyaladığı için mekan dolmaya başlamıştı. Herkes erkenden gelip yerleşmek ve ünlü şarkıcıları görmek istiyordu. Bir zamanlar aynı gala da bulunduğumuzdan ben pek meraklı değildim.
Sahneye, röportajlara veya galalara maske ve perukla çıktığım için kimliğim bilinmiyor ve göz önünde kalarak adımı yaşatıyordum. Öyle ki yıllar geçmesine rağmen hala dillerde olan biriydim.
Bazen peş peşe konserlerimiz olurdu o yüzden çok olmasa da merhabalaştığımız, sohbet ettiğimiz olurdu. ÜçAslar uzun zamandır burada sahne alıyorlardı yani bu burayla anlaşmaları olduğu anlamına geliyordu. İşi alırsam umarım beni tanımazlardı.
Resepsiyonda bekleyen kadın çalışana doğru ilerledim, " Merhaba, " diyerek gülümsediğimde aynı şekilde karşılık verdi. " Ben Reha Balamir ile görüşecektim. İsmim Asel Koçer. "
Kız ismimi duyduğunda, " Evet, Reha Bey geleceğinizden bahsetmişti. Kendisi burada değil ne yazık ki ama işe kabul edildiğinizi söylememi istedi. Sizinle iş hakkında görüşecek olan İdari İşler Sorumlusu Tamer Bey. Kendisine geldiğiniz hakkında bilgi vereyim. "
Nasıl yani Reha burada değil miydi?
Neredeydi acaba? Yani benimle görüşmesi varken nasıl gelmezdi?
" Tamer Bey sizi odasında bekliyor, eşlik edeyim. " diyerek önümden ilerlemeye başladığında onu takip ettim. Asansörün olduğu koridordan geçip sola döndüğümüzde ofislerin olduğu koridora gelmiştik. Biraz daha ilerleyip ortada sağda duran kapıyı çaldı. İçeriden ses geldiğinde kapıyı açtı.
Ay, ben bi heycanlandım!
" Buyrun, " diyerek öncelik verdiğinde kadına gülümseyerek içeri girdim.
Hadi bakalım.
***
Tamer Beyin yanından çıkmam iki saati bulurken saat ancak sekiz olmuştu. Zaman yavaş ama ona da tezat bir şekilde hızlı geçmişti.
Konserin ortalarına doğru Ergi ve Keremle buluşmuş, düşündüğümden daha verimli zaman geçirmiştim ve mutluydum. Konser güzeldi, ortam güzeldi ve en önemlisi iş görüşmem güzeldi. Yani bence günü güzel bitirmiştim.
İki güzel dostumu yolcu etmiş ve valenin arabamı getirmesini bekliyordum. Önümüzde ki pazartesi işe başlayacaktım. Allah'ım, bir işte çalışmayalı o kadar zaman oldu ki şimdiden heycanlanmam işten bile değildi.
Kolumda ki saate baktım, neredeyse on iki oluyordu. Eğer biraz daha geç kalırsam başıma iş alacaktım, nerede kaldı bu adam?
Sabırsızca yerimde kıpırdandıktan iki dakika sonra otoparka doğru ilerlemeye başladım. Çünkü adam gideli on, on beş dakika oluyordu neredeyse ve gelmemesi mümkün değildi. Umarım arabamın başına bir şey gelmemiştir!
Kasvet'in otoparkı üç katlıydı, benim geldiğim saatlerde ilk kat doluydu, o yüzden direk merdivenlere yönelip ikinci kata çıktım. Bir taraftanda araba sesi geliyor mu diye dinliyordum ama duyduğum ses daha farklıydı.
" Söylentiler doğruymuş. Sen gerçekten Berelisin. " dedi bir adam. Telefonla konuşuyor olabileceğini düşündüğümden son basamakları sessizce çıkıyordum ancak duyduğum başka bir sesle olduğum yerde durdum.
" Bunun için gereksiz benliğinle teşrif etmene gerek yoktu Korhan. Bir daha mekanıma adımını atma. "
Reha. Adam telefonla konuşmuyordu ve bu ses kesinlikle Reha'nın sesiydi. Onlar ne hakkında konuşuyordu?
Adam alaycı bir tavırla güldü. " Neredeyse kırk yaşındayım Reha. Berelileri iyi bilirim ve bu gece olan sadece bir testti. Bir sonrakinde hedefimde senin olmayacağın ne malum? "
Ne hedefi? Bunlar birbirlerini tehdit mi ediyorlardı?
" Ceyhun Korhan, " diye başladı Reha. " Bir sonra ki numaranı merakla bekliyor olacağım. Umarım beni diğer soytarılardan daha çok eğlendirirsin. " siktir. Siktir. Bunu bu kadar... bu kadar duygusuzca söylemiş olamazdı. Karşısında ki adamı hiç ciddiye almıyordu. Belli ki bu adam bu akşam Reha'yı rahatsız etmişti ancak o bundan hiç de rahatsız olmuş gibi davranmıyordu. Aksine tekrardan davet ediyordu.
Kimdi bu adam?
İki tarafta sessizleşince artık gitmem gerektiğini düşündüm, tam arkamı dönüp gidecektim ki köşeden dönen Reha ile göz göze gelince şaşkınlıkla kalakaldım. BEN Mİ ONLARI BASMIŞTIM O MU BENİ? Resmen kulak misafiri olurken basıldım.
Herhangi bir şey demesini beklerken hiç istifini bozmadan yürümeye devam etti ve yanımdan geçerken kolumdan tutup beni de peşinden sürükledi.
Suçlu gibi peşinden sessizce ilerledim. Otoparktan çıktığımızda beni duvara çekti. İnsanı ürküten türden bir sakinlikle, " Orada yoktun. Duyduklarını unut." dedi. Sesinde öyle bir baskı vardı ki bir an gerçekten orada değilmişim gibi hissettim. Bu adam kimdi?
Kaşlarımı çattım. Durduğum yerde ikisi de beni göremiyordu çünkü duvarın arkasında kalmışlardı dolayısıyla bende onları görmemiştim ama diğer adamı şimdi daha çok merak etmiştim.
Nedense kurmaya çalıştığı baskıya savaş açmak istedim.
" Kimdi o adam? " diye sorarken buldum kendimi. Hayır, bunu sormamalı ve onun otoritesine boyun eğmeliydim. İstediği ve hissettirdiği buydu.
Duyduğu hoşuna gitmemiş gibi, kalın kaşları siyah gözlerinin üstüne çökerken bana bir adım daha yaklaştı ve " Genelde tekrar etmem. " dedi. Bana yukarıdan öylesine ters bir şekilde bakarken kendimi yok gibi hissettim. Tüylerim ürperdi. Duvar bile şuan ondan daha hafifti. En son ne zaman bir erkek karşısında böylesine güçsiz hissettim ki? Ben bile hatırlayamıyorum. Ama o çok...çok fazla...doğru kelime neydi ki? Korkunç? Tehlikeli?
Hayır. Üstün. O çok fazla üstündü.
Yüzü onu ilk gördüğüm andan beri aynı ifadesizlikteydi ancak gözlerinin içinde bana silah tutan birini görüyordum. Zaten korkunç olan tarafı buydu. Namlunun ucunda aklım vardı.
Tehdit etme tarzı oldukça kullanılşlı olmalıydı. İnsanı çileden çıkartacak kadar kurnaz.
" Bereli... o ne demek? " diye sordum. Korkum yoktu. Evet, Reha'nın kesinlikle ağır bir havası vardı ama burası Arkan'dı. Reha gibi ağır insanlar her yerdeydi. Ve bir candan sorumlu olan biri olarak, onlara boyun eğmek ölmek demekti.
Sorum havada asılı kalırken gözleri boydan boya vücudumda gezdi. Aşağılayıcı bir bakıştı, kimsenin kesinlikle hoşuna gitmeyeceği türden bir bakış.
Anlaşılan soruma cevap vermeyecekti. " O adam tekrar gelecek mi? " diyerek sorumu değiştirdim.
Hayır, o delici bakışları karşısında aklımı yitirmeyecektim. Sadece tehlikeden uzak durmalıydım. Evet, bunu öğrenmem gerek.
" Artık burada çalışıyorum, can güvenliğimden emin olmaya hakkım var. "
Neden konuşmuyordu? Ne geçiyordu aklından?
" Tekrar etmeyi sevmem. Vale seni bekliyor, git. " dedi. Çaba göstermeden söyledikleri beni hayrete düşürüyordu. Hemen anladım, bu adam sahici değildi. Oyuncuydu. Tek fark şuydu; hareketleri değil, duyguları sahiciydi.
Kaşlarımı çatarak son kez bakma ihtiyacı hissetmeden arkamı dönüp girişte arabamla beni bekleyen valeye ilerlemeye başladım. İnat minat kalmamıştı. Öyle bir kestirip atmıştı ki sadece sinirim bozulmuştu. Tekrar etmeyi sevmezmiş haspam!
Arabama binerken valeye teşekkür ettim. Dikiz aynasını düzeltirken arkaya bakmak gibi bir hata yaptım. Orada durmuş hala bana bakıyordu ve bu biraz garip hissettirdi.
Ceyhun Korhan demişti değil mi? Gülümsedim. Elbet işime yarardı.
Anlaşılan, Bereli işini kendim öğrenecektim.
***
Hastaneye geldiğimde Akça uyuyordu. Onu rahatsız etmemek için lavaboda üstümü değiştirip sessizce yatağa uzanmıştım. Aslında bugün neredeyse tüm gün dışarıdaydım ve Akça ile yalnızca beş dakika konuşabilmiştim o da geç geleceğim hakkındaydı, biraz konuşmak istiyordum. Ergi ve Kerem'i Akça da çok severdi yarın geleceklerini duyduğunda sevineceğini biliyordum ve o sevinçle uyusa daha iyi hissedebilirdim.
Yüzümü Akçaya dönerek onu izledim. Uyurken rahat bir hali vardı. Kalın kaşları düz ve dudakları dolgun duruyordu. Gün içinde ne kadar sıkıldığını ve yorulduğunu bildiğimden uyurken böyle rahat gözükmesi beni endişelendirmiyor değildi.
Ama merak etme Akça. Her şey bitecek, her şey güzel olacak ve ben her anında yanında olacağım. Beraber hayallerini gerçekleştireceğiz. Sen yalnızca merak etme ve savaş.
***
Geçen iki ayda Akça'nın tehşisi belirlenmiş, tedavisi ise peş peşe başlamıştı. Son evre lenfoma kanseriydi. Başta çok korkmuş olsam da Gediz Bey'in dediğine göre yanlış tedavi uygulandığı için durumu bu kadar kötüye gitmişti çünkü bu kanser tedaviye en çok yanıt veren türdü. Yani her şey iyi olacaktı.
Solup giden ümitlerim hiç ummadığım bir şekilde tekrardan yeşeriyordu.
İş konusuna gelirsem, her şey yolundaydı. Başta çok bilmediğim bir bölüm olduğundan bocalamıştım ancak Tamer Bey bana gerçekten çok yardımcı olmuştu ve bende tüm kararlılığım ile onu can kulağıyla dinleyip işi öğrenmiştim. Şimdiden yaptığım işler için övülüyordum.
Her şey gerçekten korkutucu derecede iyi gidiyordu. Dün akşama kadar...
Şimdi ise baş edemediğim olayların arasında çırpınıyordum ve bu şekilde kaç gece daha uykusuz kalacağımı bilmiyordum.
1 gün önce Saat 21.00
" Derya, belgeleri yarın muhasebeye ulaştırır mısın? Bunlar haftasonu gelecek olan firma ve iş etkinliği hakkında bilgiler. Fiyat versinler. Ayrıca organizatörü arayıp haber verirsen sevinirim, bana ulaşsın. "
" Tamamdır Asel Hanım. Daha yeni mi çıkıyorsunuz? " diye sordu asistanım. Gülümsedim. " Evet işim yeni bitti. Kusura bakma seni de tuttum. İstersen evine bırakabilrim. " normalde altıda çıkmam gerekiyordu ancak son üç gündür sürekli mesaideydim.
" Teşekkürler ama abim bekliyor zaten. Sizde dikkatli gidin."
Derya gerçekten sevecen bir kızdı. Biraz dedikoducuydu ve bazen çok konuşuyordu ama sevmiştim onu. Abisini bu kadar süre beklettiğim için biraz vicdanım sızlamadı değil.
" Bundan sonra mesai bitiminde seni ben bırakacağım bekletmeyelim insanları ayıp olmasın. Hadi çıktım ben iyi akşamlar. "
Yukarısı gürültülü olsa da ofiste bu saate kadar kalan sadece ikimizdik. Çıkmadan önce bugün olan etkinliğe göz atmak için yukarı çıktım.
Masalar tıklım tıklım doluydu. Garsonlar pervane olmuş dönüp duruyor hepsi gerçekten çalışıyordu. Duvarlara ve tavana yerleştirilmiş ekranlar da renk cümbüşleri dans ediyor gibi bir görüntü oluşturuyor ve atmosferi güzelleştiriyordu. Yaklaşık iki yüz kişiyi rahatlıkla ağırlayabilen büyük bir mekandı.
Kat yetkilisi olan Yavuz Bey'i çağırması için bir garsonu görevlendirdim.
Kısa süre sonra yanıma geldi. " Hoş geldiniz Asel Hanım. Size bir masa ayarlayalım mı? " Yavuz Bey işine düşkün ve goygoyu sevmeyen resmi bir adamdı. Saygısından ve resmiyetinden asla ödün vermezdi.
" Hayır, teşekkürler sadece her şey yolunda mı diye bakmaya gelmiştim. Birazdan çıkacağım. " bazı etkinliklere gün sonunda katıldığım için sorduğunu biliyordum ancak bugün çok yorulmuştum bu yüzden tek isteğim Akça'nın yanında gidip uyumaktı.
" Müşteriler memnun, yemek listesi eksiksiz, müzik ve organizasyon güzel. Yani her şey mükemmel ve yolunda. "
Gülümsedim. " Güzel. O zaman size kolay gelsin, ellerinize sağlık. İyi akşamlar. "
" Sağolun Asel hanım, iyi akşamlar. "
Bugünü de atlattığıma göre rahatlıkla gidebilirdim artık. Kabul etmeliyim ki iş kolay gözükse de çok yorucuydu. Şimdiden çoğu zaman kafamı masaya vurmak istiyor ve telefonları camdan atmak istiyordum.
Günün yorgunluğunu sanki yapabilecekmişim gibi derin bir nefesle üzerimden atmaya çalıştım.
Çok yoruluyordum.
Akça'nın canı uzun süre sonra ilk defa bir şey çekmişti. Beyfendiyi kırmak olmazdı bu yüzden gitmeden önce mekanın arkasında ki pastaneye uğrayıp ona çikolatalı pasta alacaktım. Onu yemeden uyumayacağını biliyordum. Salak çocuk.
Hızlıca arka kapıdan dışarı çıktığımda asla beklemediğim bir olayın ortasına dalmış bulundum. Bakıştığım şey bir insan değildi, bir namlunun ucu tam olarak gözlerimin önündeyi.
Nefesim çıkış yolunu bulamadan kursağımda asılı kaldı. Düşünmek şimdi bana bir uçurum kadar uzaktı. Hayır! Sakin ol, ilk defa silah görmüyorsun!
Namlu niye bana dönüktü? Hayır, hedefinde ki kişi ben değildim. Kafamı hızlıca arkama çevirdim. Şaşırmam gerekiyordu ama neden şaşırmamıştım? Arkamda ki kişi, Reha'dan başkası değildi.
Silah bana değil ona doğrultulmuştu ama o benim aksime sanki bu bir oyunmuş gibi rahattı. Elleri ceplerindeydi, yani beni görmeden önce öyleydi çünkü göz göze geldiğimiz anda ellerini ceplerinden çıkarmış ve daha yeni çattığı kaşları arasından öfkeyle bana bakıyordu. Yanında duran ve Reha'ya silah doğrultan kişiye aynı şekilde silah çeken biri daha vardı ve herkes şaşkındı.
Evet, ben kimdim ve burada ne işim vardı!? BUNU BENDE MERAK EDİYORUM!
Sadece bir sokak arkamızda bulunan pastaneye, arabayla gitmediğim için köpek gibi pişmandım.
" Ölmek istemiyorsan aradan çekil küçük kız. " diyen adama döndüm. Ciddiydi ve bir çekincesi yoktu. Aksine, soğuk dudaklarında yalancı bir gülümseme vardı.
" Muhattabın benim Korhan. " diyerek bir anda yanıma gelip beni arkasına aldı Reha. Gözlerinin üzerimde olmasından hoşlanmamıştı nedense. Siktir. Bu adam Ceyhun Korhan mıydı? Evet, gerçekten oydu.
Reha'nın iki ay önce unutmamı istediği anı hala benimleydi. İki gece boyunca merakımdan uyuyamadığım için biraz araştırma yapmıştım.
Bu adam çok ünlü bir ticaret çetesinde, makamı önemli biriydi. Nereli olduğunu bilmesemde buraya ait değildi. İki ay önce ve şimdi neden burada olduğunu anlamak zor değildi. Arkan ticaretin ana şehriydi. Tek sorun Reha bu hikayenin neresinde, nasıl bir karaktere sahipti?
Ceyhun Korhan kaşlarını kaldırarak alayla sırıttı. Elinde ki silahı titremiyordu bile. " A-a, Reha? Yoksa sen birini mi koruyorsun? " evet, bunu bende merak ediyordum.
Yok, vallaha korumuyor. Bende tam gidiyordum.
Reha'nın kasılan bedenine yakından şahitlik ediyordum. Sinirlenmişti hemde çok.
" Aklını kaybettin herhalde. " diye konuştu Reha ama sesi iki dudağı arasında sıkıştırılmış ve oldukça tehditvari çıkmıştı. Titriyordum. Sanki silah benim kafama dayanmıştı ve Reha'nın eli bileğimi değil boğazımı sıkıyordu.
Neden bu kadar titrediğimi anlamıyordum. Reha yüzünden mi?
Doğru ya, şimdi hatırladım.
Arkan da işler her zaman biraz garipti. Ülke geneli yalnızca önde gelen isimlerle oluşturulan bir masa tarafından yönetilirdi. Şehirleri yöneten örgütler ve şehirlerin mahallelerini ele geçiren çeteler mevcuttu. Hepsi de birbirinden beter ve birbirinden güçlüydüler. Hatta bazı mahallenin isimleri bile çete ismi ile anılırdı. Ceyhun da o çetelerden birindeydi.
Şarkıcıyken asistanım olan Deniz, ülkede hemen hemen her şeye hakim biriydi çünkü sadece benim yanımda değil pek çok adamın asistanlığını yapmıştı ve benim hem dostum hemde sırdaşımdı. İstediğim her bilgiyi ondan alabilirdim bu yüzden Ceyhun Korhan'ı ona sormuştum. Nereden tanıdığımla ilgili bir ton soru sormuş olsa da beni kırmayıp istediğim bilgiyi vermişti.
Bu adam silah ticareti ve bilinmeyen daha bir çok iş yapıyordu. Ülke de ismi her yere kırmızı kalemle yazılırdı. İki aydır Reha ile yolları kesiştiyse eğer sanırsam Reha onun önünde duran bir engeldi. Bunu kullanabilir miydim?
Çevreme baktım. Ceyhun'un yanında dört kişi daha vardı ve hepsi silahlıydı. Reha'nın yanında ise iki kişi vardı. Sayıca üstünlerdi.
Yaralanmadan buradan çıkabilir miydik?
Ceyhun Korhan, Reha'nın cevabıyla kahkaha attı. Deli.
" Hahaha! Ah, Reha! Sana dediğim şeyi hatırlıyorsun değil mi? Sence bu olanlar aklını kaybetmiş bir adamın yapabileceği şeyler mi? " neyden bahsediyordu? Ne olayı?
Sessiz kalmalı ve işi Reha'ya bırakmalıydım. Çünkü belli ki bu tarz işlere hakimdi. Ama şimdi sustuğum ve saklandığım her an tehlikeye daha çok yaklaşırdım.
Beni burada tamamen gördüler, Reha'nın yanındaydım ve tamemen savunmasızdım. Böyle düşünmelerine izin verirsem peşime düşmeleri ve beni bulmaları uzun sürmezdi.
Mantıklı davranmalıyım. Reha onu öldürmeyecekti. Bilmiyorum ama hissediyordum. Öyle bir şey yapacak olsaydı eğer ben gelmeden önce ona karşı doğrultulan bir silah karşısında elleri ceplerinde beklemezdi.
" Arkan'da o silahı ateşlemeyi düşündüysen eğer aklını kaybetmişsin demektir. " diye karşılık verdim.
Eğer bu devirde yaşan bir kadınsanız haklarınızı su gibi ezberlemeniz gerekirdi. Bir kadın ve ondan önce de insan olarak haklarımın bilincinde olan bir bireydim. Yani öylece buradan gidemeyecekti. En azından biraz başını ağırtabilirdim.
Dediğim şeyle ikisi de şaşırarak bana baktılar. Koca koca adamları şaşırtıp duruyorum. Gülesim geldi.
Burnumden nefes verip sırıttım. " Sen yabancı biri olarak halktan birine silah çekiyorsun. Bunun cezasını biliyorsun değil mi? " Ceyhun Korhan da diğer tüm ticaretçiler gibi şehir dışından geliyordu çünkü Arkan kısaca açıklayacak olursak bir alışveriş merkeziydi. Ülke de üç tarafı denizle çevrili olan, deniz aşırı ülkelere ulaşımı kolay olan başka hiçbir yer yoktu. Bu yüzden bazı kurallarla beraber bu büyük şehri devasa bir alışveriş merkezine çevirmişlerdi.
Herhangi bir örgütün legal yollarla açılışı kesinlikle yasaktı. Örgütler arası çatışmanın yasak olması yanısıra, halka zarar vermenin cezası onlar için oldukça kötüydü. Bir daha ticaret yapamazdı.
Sarı kaşlarını çatarak şaşkınlıkla bana bakmaya devam edince Reha derin bir nefes alarak önüme geçip görüş açımı tamamen kapattı. Onun da beni saklamaya çalışması, beni daha çok germekten başka bir işe yaramıyordu.
Ceyhun Korhan, sanki komik bir şey söylemişim gibi gülmeye başlayınca Reha başını bana çevirip, ' Lanet olası sesini kes! ' der gibi baktı. Ve ben gerçekten lanet olası gözlerinden geçenleri anladığımda tüylerim ürperdi. Sesimi kesmem gerekirdi. Evet, yoksa Reha bunu yapabilecekmiş gibi bakıyordu.
Dizlerim mi titriyor? Bu kesinlikle Reha yüzünden. Çünkü normalde titremezdi.
Reha arkama doğru bakıp başını belli belirsiz salladı. Bir şeye onay vermişti ama neye olduğunu daha sorgulayamadan arkamda patlayan silah sesi ile yerimde sıçrayıp çığlığımı son anda engelledim. Ellerim korkuyla kulağımı kapatırken, sanki görmezsem gerçek olmazmış gibi gözlerimi sıkıca yumdum.
Sanırım deprem oluyor ve merkezi aklımdı.
Silah sesinin peşini başka bir haykırış daha takip etti. Hızlı hızlı verdiğim nefeslerin ardından ellerimi kulaklarımdan çekip gözlerimi açtım. Başımı ne zaman eğdiğimi bile bilmiyordum. İlk gördüğüm siyah topuklu ayakkabılarım oldu ve hemen dibimde ki spor ayakkabılar...
Gitmek istiyorum.
Başımı kaldırıp sesin sahibine baktım. Ceyhun Korhan dizinde ki yaraya elini bastırırken dişlerini sıkarak inliyordu. Arkasında duran iki adam elinde ki silahlarla önüne geçip bizi hedef aldılar.
Bizi mi? Onları, onları hedef aldılar. Benim alakam yok.
Silahı ateş eden adama baktım. İki eli ile silahı sıkıca tutarken namlunun ucunda tüten duman, sanki solumuşum gibi genzimi yaktı.
Ne yazık ki bazı kurallar halk için aynı değildi. Nefsi müdafay öldürücü olmadığımsürece göz yumuluyordu.
Tekrar önüme döndüm. Reha'nın yüzünü tam göremesemde gergin olduğunu hissediyordum.
Az önce Ceyhun Korhanı o silahı ateşleyemeyeceği hakkında uyarırken bunu Reha'nın yapmış olması... bu adamın korkusu yok muydu?
" Haddini bil. Kime güldüğünü sanıyorsun? " diyen Reha ile korkarak gözlerimi ona çıkardım. Hayır, bu manyak, adam sadece güldü diye onu vurmuş olamazdı.
Ceyhun Korhan nefesini tutarak dişlerini gıcırdattı. Tam bir şey söyleyecekti ki Reha konuşmasına izin vermeden " Zırvalamaya başlama! Senin kelimelerinin bende hükmü var mı sanıyorsun? Bunu anlaman gerekirdi Korhan. Çünkü ben bir şeyi tekrar etmem. " dedi. Derin bir nefes alıp sıkılmış gibi ellerini tekrar cebine koydu.
Ceyhun Korhan neden ateş etmiyordu? Sayıca fazlalardı, bizi anında öldürebilirlerdi. Tabi ki bunu istediğimden değil ama anlamak zordu. Yoksa, dediklerim gerçekten onu korkutmuş muydu?
Reha kaşlarını çatarak alay eder gibi " Anlaşılan sana bunun hakkında ders vermem gerek. Sonuçta bilmediğin sularda yüzersen eğer boğulmaya mahkûmsun demektir. " dedi.
" Döndüğümde yerde kanını görmeyeyim. " diyerek kolumu tutup peşinden beni de içeriye sürükleyen Reha ile nefesimi tutum. Beni içeri de öldürecekti. Hatta ibreti alem olsun diye arka kapıya kellemi asacaktı. İşine burnumu sokmuştum çünkü. Affetmeyecekti.
" Yeni zaafın bu mu Balamir!? Bu burada bitmedi! " diyerek arkamızdan bağıran Ceyhun Korhanı duymamazlıktan gelerek içeri girdik.
" Cakel, otuz saniye içinde arabam kapıda olsun. Ferdi, sende yukarıda bekle, beş dakika içinde gittiklerinden emin ol. Kan yerde kalırsa bana haber ver. " koridordan ilerlerken yanında ki adamlara emir yağdırmaya devam etti. Aynı benimle göz teması kurmayıp kolumdan çekiştirmeye devam ettiği gibi.
Bırak beni be adam! Korkumu yerin yedi kat dibine gömüp, korkusuz benliğimle kolumu hızla kendime çektim. Durduğumu fark ettinde bana döndü ve ben gözlerinin içine bakmak gibi bir hata yaptım. Zira az önce gömdüğüm korkum yerin dibinde titrerken, onun gözleri, ' korku benim ' diyordu.
Ne diyeceğimi bilmiyordum sadece arkama bile bakmadan kaçmak istiyordum ama beni buradan öylece gönderecek gibi durmuyordu.
İkimiz tek kaldığımızda derin bir nefes aldı. Allah'ım, tüm havayı kendine aldı. Biz nerden nefes alacağız?
Sanırım beni kimse yokken öldürmeyi tercih etti. Gözlerini sıkıca kapatıp aldığı nefesi verirken sakinleşmeye çalışır gibi bir hali vardı. Gözlerini tekrar açtığında yeni türden bir korku salgılıyordu. Karanlık, tüyler ürperten cinsten bir korku.
" Çocuk musun sen? Az önce ki saçmalığı açıkla bana hemen! " diye bağırdığında yerimde sıçradım. Bana bu şekilde bağıramaz! Kim olursa olsun.
" Bana bağırma! Ayrıca beni sorgulamadan önce kendine sor; iş yerinin arkasında böyle bir şeyi nasıl yapıyorsun? Orada ki kişi herhangi bir müşteri de olabilirdi. " şimdi bende sinirden soluyordum. Az önce ki adrenalinin bana geri dönüşü öfke patlamasıydı sanırım. " Sana beni koru diyen oldu mu? Adamın gözüne soktun beni! Şimdi ne olacak? "
Elim ayağım hala titriyordu. Bana doğru bir adım attığında bende geri adım attım. Sanırım kaçınılmaza gidiyorduk. Diyeceklerim bitmemişti. Daha önce böyle bir şeyin ortasında kalmamaya o kadar çok dikkat etmiştim ki, şimdi nasıl böyle bir şey yaşandı anlamıyordum.
" Sen bana hesap mı soruyorsun? Canının kıymeti yok herhalde. "
Hayır, aksine senden daha çok var. Eğer karşısında ezebileceği, sorgulamadan ona itaat edecek biri olduğunu düşünüyorsa bu düşünceyi ona yedirirdim. Bugüne dek her zaman böyle yaptım, yoksa nasıl hayatta kalınırdı bilmiyorum. Tek bildiğim korkudan ölsem bile boyun eğmeyecek olmamdı ve bu yolda bildiğim her şeyi kullanırdım. Birini öldüremezdim belki ama can sıkardım, yakardım.
" Sen bana hesap sorarken senin canının kıymeti var mıydı? Burada ikimiz arasında bir fark göremiyorum. " tam olarak güvenebileceğim kimsem yoktu. Benim arkam boştu. Buna rağmen korkmadan kime güveniyordum da dikleniyordum bilmiyorum. Dik başlılığım bir zaman sonra sonum olacaktı.
Tek kaşını kaldırdığında beni sorguluyordu. Kimdi bu kız? Nasıl bana baş kaldırıyor?
Kaşla göz arası elini beline götürüp oradan çıkardığı şeyi alnıma dayadı. Kanım vücudumda ters yöne aksa bile bunu ona belli etmedim.
Yüzüm yerine ellerime baksa anlardı her şeyi.
Ceyhun Korhan'a çekmediği silahı bana çekmişti. Aramızda onun bildiği ama benim inkar ettiğim farkı bana kanıtlamıştı.
|
0% |