@mefmera
|
🍷🍷🍷 Önümde dağ gibi dizilmiş dosya yığınını ileri iterek ofladım. Perşembe ve cuma günü ofiste ilgilenmiş kalanını da eve getirmiştim. Bugün pazardı. Hafta sonları izinliydim. Dün çoğunu bitirmiştim ve bugün de nihayet son dosyayı halletmiştim. Almanca tercümanlarının eksik olmasıyla pek çok belge çevrilmek üzere bana kalmıştı.
Demir'le cuma gününden beri görüşmüyorduk. Dün biraz halsiz olduğunu söylediği için evde kalmıştım. Nasıl olduğunu merak ettiğimden mesaj attım.
🎶🍷🎶
Gece: Demir, nasılsın?
Demir: İyi olmaya çalışıyorum güzelim, sen?
Gece: Hasta hasta bile beni düşünüyor ya yiyeceğim şimdi.
Demir: Yesene. :)
Gece: Fırsatçılık yaptığına göre iyisin.
Demir: İdare ediyorum diyelim. Sıcak çorba yapanım olsa fena olmazdı.
Gece: Kimse yok mu evde?
Demir: Yok. Annemler şehir dışında. Yardımcı ablaya da izin vermiştim evde tekim diye.
Gece: Yapamayacak haldesin ve hala evde mi duruyorsun Demir? Neden hastaneye gitmedin?
Demir: Güzelim vallahi nefret ediyorum hastanelerden. Ölsem gitmem.
Gece: Tövbe de ya. Deli deli konuşuyorsun.
Demir: Tövbe. :) Arasana beni. Güzel yüzünü göreyim.
Demir'in sözleri benim için bir komutmuş gibi anında aradım. Tek çalışta telefonu açtı. "Selam." dedim ne diyeceğimi bilemeyerek.
Öksürdü. "Selam, ne yapıyorsun?"
Öksürüğü fenaydı. "Ben iyiyim de sen hiç iyi gözükmüyorsun Demir."
"Önemli değil. Uyursam geçer."
Kaşlarımı çattım. "En son ne zaman yemek yedin?"
"Dün akşam galiba."
"Demir inanmıyorum sana. Böyle iyileşir mi insan hiç?"
"Ne yapayım, hiç istemiyor canım." çocuk gibi nazlanmasına gülmek istesem de hali hiç iyi gözükmüyordu.
"Demir bana konumunu atar mısın? Yanına geleceğim."
"Hasta olursan?" kızgınlıkla iç çektim. Şu durumda bile beni düşünüyordu.
"Olayım senden önemli değil. Hadi bekliyorum, geleceğim hemen." Demir telefonu kapatmadan bana konum attı. Evlerimiz arasında çok mesafe yoktu. 20 dakikaya orda olurdum.
Üzerimde salaş bir pantolonla düz beyaz bir tişört vardı. Gayet dışarıda giyilebilir gözüktüğünden üzerimi giyinmekle vakit kaybetmek istemedim.
"Geliyorum hemen." deyip telefonu kapatmaya yeltendim.
"Kapatmasan olur mu?" çocuk gibi çıkan sesine kıyamadım.
"Tamam, kapatmıyorum." Demir için asansöre binmeyi göze aldım.
"Asansöre mi bindin sen?" dedi şaşkınca.
"Çok hastasın haline bak, nasıl geç kalayım yanına?" dedim kızarmış gözlerine bakarak.
"Gece bu kadar tatlı olmak için hasta olduğum zamanı mı buldun?"
Asansör durduğunda kendimi adeta dışarı atıp arabaya bindim. "O niye?" dedim arabayı telefon tutacağına sabitlerken.
"Öpmek istiyorum seni."
"Seni bir doyuralım da hele bakarız orasına." kurduğum cümlenin çok fesat bir tarafı vardı. Umarım yanlış anlamazdı.
Trafiğin olmaması şansımaydı. Büyükçe bir siteye geldiğimde telefonu elime alıp Demir'e etrafı gösterdim. "Burası değil mi?"
"Evet, ortadaki bina." arabayı sitenin parkına park edip indim. "Kaçıncı katta oturuyorsun?"
"En üst." gözlerimi devirdim. Yine mi asansöre binecektim?
Neyse ki Demir'in telefondaki varlığı bile huzur veriyordu bana. Asansörden indiğim gibi karşıdaki daire açıldı. Telefonu hala kapatmamış olmamız da komikti doğrusu.
Demir üzerinde eşofman ve kazakla kapıyı açtığında kaşlarımı çattım. "Üşüyor musun sen?"
Başını salladı. İçeri girdiğimde Demir'in nefis kokusu bütün evdeydi. Elimin tersini alnına bastırdım. "Demir kurban olayım ateşin var senin. Böyle gezilir mi bu halde?"
Demir beni salona götürdü. Etrafta koltuğun üzerindeki battaniye dışında dağınık hiçbir şey yoktu.
"Üşüdüm ama." dedi masumca.
Koltuğa oturmasını işaret ettim. "Ateş ölçer var mı?"
"Antrede, duvardaki ecza dolabında." deyip kalkmaya yeltendi.
"Otur, ben getiririm." Kibarlığına bayılıyordum ama şu an ilgi verme sırası bendeydi.
Bahsettiği dolaptan ateş ölçeri alıp yanına oturdum. Ateş ölçeri kulağına tutup sonuca baktığımda ağzımdan bir hii nidası koptu.
"38 derece Demir! Çabuk çıkar üstünü!" Bu cümleyi başka koşullar altında tekrar kurmayı dileyerek bana tereddütle bakan Demir'e kaşlarımı çattım.
"Üzerimde başka bir şey yok ama?" dedi sorarca.
"38 diyorum Demir. Çıkarır mısın üstünü?" Demir üzerindeki kazağı çıkarınca kaslı vücuduna bakmamak için direndim. Adam hastaydı ben burada neler düşünüyordum.
"Duşa girebilir misin?" başını salladı.
"Kolumu kaldıracak halim yok." Tamam, tabi ki de onu duşa ben sokmayacaktım. O kadar da ileri gidemezdim.
"Bez koyacağız mecbur vücuduna. Sen uzan ben geliyorum." Bezi nerden bulacağımı bilemediğim için ecza dolabındaki sargı bezlerini suyun içine koydum. Uzanmış üstünü örtmüş olduğunu görünce kaşlarımı çattım.
"Ama ben ne için uğraşıyorum burada?" dedim kızarak.
Üzerinden battaniyeyi çekip ıslattığım sargı bezlerini alnına, karnına ve koltuk altlarına koydum.
"Soğuk." dedi titreyerek.
"Nazlı koca bebek. Dayan biraz." derken düzenli olarak bezleri değiştirdim. Bir süre sonra ateşi 37'nin altına düştüğünde bu minik işkenceye son verdim.
"Özür dilerim ama senin için yaptım. Çok üşüdün mü?"
Başını salladı. "Güzel fıstığım benim. Güzel kalbini severim. Üşümedim." utandım. Bir anda yakınlığımız dank etti başıma. Demir'in üstü çıplaktı ve benim bacaklarım çıplak karnına değiyordu.
"Üzerine bir şey giyelim artık. Ama bu kazağı değil." dedim utancımdan sıyrılmaya çalışarak. "Odana girebilir miyim?" dedim.
"Niye soruyorsun güzelim? İstediğin her şeyi yapabilirsin. Koridorun sonunda, sağdaki oda." başımı sallayarak odasına yöneldim.
Kapıyı açıp içeri girdim. Yataktaki örtüde tek bir kırışık bile yoktu. Evi toplayan kendisiyse bu kadar titiz olması korkutucuydu. Dolabını açtım. Özellikle kokusunu içime çekerek renk renk dizilmiş tişörtlerinden siyah bir tane çekerek içeri yürüdüm.
"Sen başak burcu musun?" dedim bir çırpıda.
"Evet. Nerden anladın?"
"Demir benim dolabım bile bu kadar düzenli değil." dedim gülerek. "Ayrıca nazlı bir bebek oluşundan anlamalıydım."
"Kötü bir burç mu? Hemen değiştireyim." dediğinde kahkaha attım.
"Sende kötü duracak bir şey olduğunu sanmıyorum bu dünyada." tişörtü başından geçirmesini izlerken gülümsedim. "Ayrıca çok tatlısın."
"Teşekkür ederim Gece. Daha iyi hissediyorum sayende."
"Hiç önemli değil. Şimdi sana güzel bir tarhana çorbası yapacağım."
İtiraz etmesine fırsat vermeden mutfağa geçtim. Gelmeye kalktı ama konuştum. "Yat lütfen, dinlenmen lazım. Ben bulurum malzemeleri."
Şipşak bir tarhana çorbası için gerekli malzemeleri çıkarıp hızlıca pişirdim. Ecza dolabından içmesi için soğuk algınlığı ilacı ve suyla birlikte yanına gittim.
"Biliyorum zahmet ettin ama hiç canım istemiyor Gece." kaşlarımı çattım.
Saat akşamüstüne geliyordu. "Demir neredeyse bir gündür açsın. Olmaz öyle yemen lazım."
Tepsiyi kucağına bıraktım ama kaşığı kaseye daldırmaktan öteye gitmedi. "Allah'ım sen gerçekten de başak burcusun." diye isyan ettim.
Kaseyi elime alarak bir kaşık çorba uzattım. İstemeye istemeye içti. "Ben içeyim bari. Zahmet etme." dedi ama kaseyi ona uzatmadım.
Bir iki kaşıktan sonra suratını ekşitti. "Kötü mü olmuş?" dedim endişeyle.
"Hayır, hayır. Çok güzel olmuş ama gerçekten iştahım yok."
"Ama canımın içi, böyle yaparsan seni iyileştiremem ki ben." dedim iç çekerek.
"Ne tatlı konuşuyorsun sen öyle?"
"Lütfen üzme beni. Bir kase çorba iç hemen toparlayacaksın inan." Beni kırmadı ve kaseyi eline alarak bitirdi.
"Teşekkür ederim." dedim.
Güldü. "Hem benim için uğraşıyorsun hem de bana teşekkür mü ediyorsun?"
Omzumu silktim. "Olsun. Kırmadın beni işte."
"Gece?" dedi kurnaz bir tavırla.
Başıma ne geleceğini merak ederek sordum. "Efendim? Hiç beğenmedim o bakışı."
Güldü. "Senin bir öpücük sözün vardı sanki bana."
"Allah Allah, ne zaman? Hiç hatırlamıyorum ya." bal gibi de hatırlıyordum.
"Öyle mi?" dedi tek kaşını kaldırarak.
"Öyle." dedim sakince.
Eli saçlarımı buldu. "Ne kadar güzel gözüktüğünü biliyor musun? Benim için etrafta koşturup dururken seni öpmemek için kendimi tutmak çok zor."
"Saçlarımı çok mu seviyorsun?" dedim eli hala saçlarımla oynarken. Sesim mayışmış gibi çıkıyordu.
"Sadece saçlarını değil." imasını anlayarak başımı eline bastırdım. Eli yanağımı okşadı. "Çok tehlikeli bir yakınlıktasın." dedi. Dizlerimiz birbirine çarpıyordu. Başlarımız arasında birkaç santimden fazla mesafe yoktu. Ben de şu an onu öpmemek için kendimle savaşıyordum.
"Ne zaman bu kadar işledin içime bilmiyorum Demir. Senden başka bir şeyi düşünemez oldum." dedim cesurca.
"Güzel kızım, ben kendim de cevap arıyorum bu soruya."
Elleri sıcacıktı. Boşta olan elini elime aldım, diğer elimle yanağına dokundum. "Yine ateşin var." dedim ancak fısıltıdan farksızdı sesim. Bu yakınlıktan sarhoş olmuştu dilim.
"Sen yanımdasın ya artık hasta hissetmiyorum kendimi. İlaç gibi geldin bana."
Gülümsedim. "Yine de tişörtünü çıkarsak iyi olacak." hayır, seni çıplak görmek için çıldırmıyorum.(!)
Gözlerimin içine bakarak bir çırpıda tişörtünü çıkardığında ateşi bir an bana yansıdı diye düşünmedim değil.
"Demir?" dedim mayışmış bir sesle.
"Söyle birtanem." dediğinde eriyip yere karıştım.
"Benim sana bir öpücük sözüm vardı galiba." dediğimde güldü. Elim yanağını buldu. İlk adımı ben atmıştım, devamını o getirerek kendini bana yaklaştırdı.
Ancak dudaklarımız birleşmedi. Sanki zaman durdu, biz öylece kaldık.
"Anne koş, abim eve kız atmış!" işte buydu bizi birbirimize santimler kala durduran.
"Derin senin zamanlamanı seveyim." diyen Demir'in sözleri dudaklarıma çarpıyordu ancak biz öylece kalakalmıştık.
Kelimenin tam anlamıyla basılmıştık. Üstü çıplak Demir'in adeta kucağına çıkmış pozisyonda duruyordum. Arkadan öpüşüyor gibi görünüyor olabilirdik belki de.
Kelimenin tam anlamıyla basılmıştık basılmasına da madem basılacaktık, keşke önce öpüşseydik!
🍷🍷🍷 |
0% |