Yeni Üyelik
43.
Bölüm
@mefmera

☂️

Gümüş günden güne iyileşiyordu. Onu özenle besliyor, ilgileniyordum. Alparslan'ın işte olduğu sürede sıkılmıyordum onun sayesinde.

 

Bu arada Fulya ile Emre buradaydı. Fulya dediğini yapmış, izin alıp Emre'yle buraya gelmişti. Bir iki gün birlikte takılsak da genelde Emre'yle vakit geçiriyordu.

 

Gümüş'ü besleyip odama geçmek üzereyken telefonum çaldı. Poyraz arıyordu. Alparslan'a bir şey olması korkusu ile telefona cevap verdim.

 

"Alo, efendim Poyraz?"

 

Poyraz telaşlı bir ses tonuyla cevap verdi. "Yenge, çok kötü bir şey oldu. Alparslan operasyonda yaralandı."

 

"Ne? Poyraz ne diyorsun sen?" öyle bir bağırmıştım ki Fulya koşarak yanıma gelmişti.

 

"Şimdi hastaneye kaldırıldı. Ben evin yakınlarındayım. Sana konum atacağım yere gel birlikte hastaneye gidelim." telaşla koridora koştum ve ayakkabılarımı giymeye çalıştım. Ellerim delicesine titriyordu ve Fulya bir şeyler olduğunu anlamış olacak ki bana yardımcı oldu.

 

Telefonu kapattığım an konuştu. "Ne oldu Mahperi?"

 

"Fulya Alparslan'ı hastaneye kaldırmışlar. Poyraz geliyor, ben hastaneye geçiyorum."

 

"Bekle ben de geleyim." Fulya'nın üzerindeki pijamalara baktım.

 

"Yok gerek yok. Sen evde kal. Emre gelince gelirsiniz adrese." Fulya itiraz etmek üzereydi ama beklemeden evden çıktım.

 

Poyraz'ın attığı konum alt sokaktaki bir kafeydi. Koşmaya başladım, kafenin yerini biliyordum. Kafeye ulaştığımda Poyraz arabadan indi ve bana el kaldırdı.

 

Onu görünce koşarak arabasına bindim ve yola çıktık. "İyi mi durumu? Nesi var?"

 

"Dur sakin ol. Kurşun yarası ama eminim kötü bir şeyi yoktur." başka bir şey söylemeye cesaretim kalmamıştı. Ona bir şey olacağını düşünmek beni iliklerime kadar dondurmaya yetmişti.

 

Yolun nasıl geçtiğini fark etmedim, ancak Poyraz birden durdu. "Neden durdun?" derken etrafa göz attım. Burası hastane değildi.

 

Poyraz birden kahkaha atmaya başladı. "Çok salaksın."

 

"Ne saçmalıyorsun sen Poyraz? Hastaneye sür hemen." Poyraz bir kez daha güldü.

 

"Aptalsın Mahperi. Alparslan bugün işe bile gelmedi. Doğum günün için sürpriz yapacakmış." Poyraz bir kere daha güldü. "Daha sevgilinin nerede olduğunu bile bilmiyorsun. Her neyse, in arabadan."

 

Ne saçmalıyordu bu Allah'ın cezası? "İn dedim, canını yaktırmak zorunda bırakma Mahperi." Poyraz beni beklemeden arabadan indi ve benim kapımı açarak beni adeta sürüklercesine dışarı çıkardı.

 

Burası neresiydi bilmiyordum, ancak etrafta yerleşim yeri yoktu. Siktir, Poyraz beni kaçırmıştı!

 

"Poyraz ne yapmaya çalışıyorsun? Sen bir polissin farkında mısın?" Poyraz beni kutu gibi bir evin içine sürükledi ve kapıyı sıkı sıkı kilitledi.

 

"Ne polisi Mahperi? Bunların hepsi bir oyundu."

 

Debelensem de Poyraz beni bir şekilde sandalyeye oturttu ve bağladı. "Dokunma bana adi herif!"

 

"Ağzını kapatmak istemiyorum, sesini kes. Amacım sana zarar vermek değil. Derdimiz seninle değil nişanlın olacak şerefsizle."

 

Poyraz karşıma oturdu ve sanki çok normal bir durummuş gibi bir sigara yakıp konuşmasına devam etti. "O bit kadar aklıyla, kocaman uyuşturucu camiasını batırabileceğine inanıyordu. Bir de bunu gizli kimliğiyle yapıyor. Ulan Yılmaz Arın bu işe yıllarını vermiş bir adam. Anlamayacak mıydı bunun arkasında Alparslan olduğunu?"

 

Ortada çok pis şeyler dönüyordu. Evet, Alparslan'ın uyuşturucu ticareti ile ilgilenenlerle bir sorunu olduğunu biliyordum. Ancak bu derece ileri olduğunu düşünmemiştim.

 

Poyraz ayağa kalktı. Sigarasını yere fırlatıp, karşıdaki dolabı karıştırmaya başladı. "Bizimle uğraşmanın bedeli ağırdır. Alparslan görsün bakalım, en sevdiğini savaştığı şeyin öldürdüğünü bilmenin hissini yaşasın."

 

Elindeki şırıngayla yanıma yaklaştı. Defalarca kez, ben bilincimi kaybedene dek şırıngayı uyuşturucu ile doldurup vücuduma enjekte etti. Korkuyordum, hem de deli gibi. Korkum, Alparslan'ın bir kez daha sevdiğini uyuşturucu yüzünden kaybetmekle sınanmasıydı.

 

☂️

 

Alparslan'ın anlatımından...

 

"Lan Emre, ben nişanlımı tanımıyor muyum oğlum? Mahperi öyle şeylerden hoşlanmaz." Emre'yle tartışmamız mağazadan çıkıp binaya girene kadar devam etmişti.

 

Bir hafta sonra Mahperi'nin doğum günüydü, 20 temmuz. Onun için özel bir şeyler hazırlamaya çalışıyordum. Emre de tutturmuştu Mahperi'ye altın takı seti al diye.

 

Kapının kilidini açıp içeri girdik. Kendi kiraladığım evde Poyraz tek başına kalıyordu. Biz de Mahperi'nin evinde kalıyorduk.

 

Kapı sesini duyan Fulya kapıya koştu. Beni görünce önce şaşırdı, sonra yüzünü rahatlamış bir ifade aldı.

 

"Alparslan çok şükür iyisin! Çok korktuk sana bir şey olacak diye."

 

Kaşlarımı çattım. "Ne diyorsun Fulya? Bana niye bir şey olsun durduk yere?"

 

Bu kez kaşlarını çatan Fulya'ydı. "E Poyraz aradı Mahperi'yi. Hastaneye kaldırılmışsın. Hatta Mahperi Poyraz'la birlikte sana geliyordu. O nerede sahi?"

 

Telefonumu çıkarıp Poyraz'ın numarasını tuşladım. Aradığınız numara kullanılmamaktadır diyordu.

 

"Bir şeyler oluyor. Biri Mahperi'ye zarar verecek. Allah kahretsin nasıl fark etmem?" sinirle bağırdım. Bu kez karakolu aramıştım.

 

"Buyrun komiserim."

 

"Mithat Poyraz oradaysa çağır hemen."

 

"Komiserim, Poyraz bugün istifa etti. Hayrola bir şey mi var?" sinirle telefonu sıkan ellerimin bembeyaz olduğuna emindim.

 

"Mithat Poyraz'ın yerini tespit etmeye çalışın. Şimdi bir numara daha göndereceğim. Onun da yerini tespit edin." ve telefonu kapattım.

 

Önce, belki düşündüğüm gibi bir şey yoktur diye umut ederek Mahperi'nin numarasını tuşladım.

 

"Telefonunu evde bırakmış." Fulya, ağlayarak Mahperi'nin telefonunu getirdi.

 

Başımı ellerimin arasına aldım ve saçlarımı çekiştirerek etrafta dolanmaya başladım. Düşünmeliydim. Neler olduğunu anlamaya çalışmalıydım.

 

O sırada telefonum çalmaya başladı. Gizli bir numara arıyordu. Hemen cevapladım.

 

"Ah Alparslan. Gencecik canlar ölmesin diye, gencecik cananından oldun. Neyse, nişanlını kurtaramadın ama en azından başka çocukları kurtarabildin." ve telefon kapandı. Bu şerefsiz her kimse, sesini cihazla değiştirmişti.

 

"Ben karakola geçiyorum. Fulya sen de sakin ol. Onu sağ salim bulacağım." Fulya'yı Emre'ye emanet ederek evden çıktım.

 

Nasıl gittim bilmiyorum, ne haldeydim onu da bilmiyordum. Ağlamamak için kendimi tutuyordum. Çünkü şimdi kendimi kaybedersem onu bulamazdım.

 

Karakoldan içeri ne halde girdim bilinmez ancak bütün gözler üzerime döndü. Mithat telaşla yanıma koştu. "Komiserim, Poyraz'ın sinyaline ulaşamıyoruz."

 

"Mithat önce Ankara'dan başlayarak bütün hastanelerle irtibata geçin. Bir de Poyraz'ın plakasını, araba modelini bir sorgulatın." Mithat hemen bilgisayarlara koştu.

 

Koridordan geçen amir beni gördüğünde yanıma yaklaştı. "Hayırdır Alparslan? Nedir bu halin?"

 

"Amirim, nişanlım kaçırıldı. Onu acilen bulmak zorundayım." amir kaşlarını çattı.

 

"Dur bakalım sakin ol. Emin misin kaçırıldığına?" Ona ne söyleyebilirdim ki? Uyuşturucu tacirleriyle olan münasebetimi burada kimse bilmiyordu. Tabi ya, burda bilen yoktu belki ama bilen birileri vardı.

 

"Eminim amirim. Bana biraz izin verin." beklemeden dışarı koştum. Telefondan istediğim numarayı bulup aradım.

 

"Bahadır, bütün operasyonlar boyunca en çok kimin işini zarara uğrattıysak bul bana."

 

"Tamam abi. Bir sorun mu var?" Bahadır,kurduğumuz gizli ekibin bir parçasıydı.

 

"O şerefsizlerden biri nişanlımı kaçırdı. Çabuk ol ne olur." telefonu kapattım. Yeniden içeri döndüm ve Mithat'ın masasına yürüdüm.

 

"K buomiserim, Poyraz'ın aracı en son çevreyolunda gözükmüş. Oradan nereye gittiği bilinmiyor."

 

"Tamam Mithat. Çevreyolu boyunca ne kadar kuytu köşe varsa yakınlardaki birimleri gönderin." Mithat önce Kemal amire baktı. Amir başını salladığında Mithat dediğimi yapmaya başladı.

 

Telefonumda Bahadır'ın aramasını görünce ofisime geçtim. "Söyle Bahadır."

 

"Abi en son operasyonlarda Kemal Tunç'la, Şahin Tokgöz'ün işini baltalamışız. Şu ana kadar uğraştığımız en büyük üç kartelden ikisi bu diğeri de Yılmaz Arın."

 

"Tamam aslanım. Şimdi bir numara göndereceğim sana. Kimin üzerine kayıtlıymış, kimlerle konuşmuş çıkart bana yolla." çok uzatmadan telefonu kapattım ve Poyraz'ın numarasını gönderdim.

 

Fulya ve Emre ard arda arasalar da onlara cevap veremiyordum. Ne diyebilirdim ki? Ben sevdiğine sahip çıkamayan bir adamdım. Melike'mi, güzel kardeşimi kaybettiğim yetmiyormuş gibi şimdi de ay perimi kaybediyordum.

 

Bahadır'dan telefon gelmesini beklemekten başka çarem yoktu. Bu sırada Açelya'ya mesaj attım.

 

#Alparslan: Fıstığım, bugün hiçbir şekilde dışarı çıkmıyorsun.

 

#Alparslan: Çok acil bir şey olursa Aytekin'le git. Ama sakın tek başına dışarı çıkma.

 

#Alparslan: Seni seviyorum fıstığım, ne olur dikkat et kendine.

 

Mesaj gönderildiği an Bahadır aradı. "Abi en son kimi aradığını buldum. Muhtemelen iki numara da sahte isim üzerine kayıtlı. Ama Poyraz'ın son sinyalini bulabildim. Adresi göndereceğim sana." Bahadır konuşurken adres çoktan telefonuma düşmüştü.

 

"Tamam aslanım, sağ ol." telefonu kapattım ve hızlıca ofisten çıktım.

 

"Mithat hastanelerden bir şey çıkarsa bana mutlaka haber ver." çıkmak üzereyken amir beni durdurdu.

 

"Dur bir oğlum. Nereye gidiyorsun?"

 

"Amirim, destek gerekirse size bildiririm. Ama şimdi ne olur tutmayın beni." bir şey söylemesini beklemedim. Koşar adımlarla karakoldan çıkıp arabaya bindim.

 

Adresi navigasyona yazıp ilerlemeye başladım. Yol kalabalıktı. Bunu düşünerek polis araçlarından birine binmiştim. Sireni çalıştırarak yolu açtım ve adrese ulaştım. Issız bir depoya benziyordu. Etrafta araba gözükmüyordu.

 

Silahımı sıkıca kavradım ve sessiz adımlarla depoya yürüdüm. Kimse olmadığından emin olmalıydım belki ancak zamanım yoktu. Kapıyı sessizce açarak içeri girdim.

 

Bakışlarım yerde kalakaldı. Benim dokunmaya kıyamadığım saçları, yerlerde sürünüyordu meleğimin. Silahı bırakıp Mahperi'ye koştum.

 

"Güzelim ne olursun duy beni." Baygındı. Nabzı çok zayıf atıyordu. Çıplak koluna çarptı gözlerim. Bu şerefsizler benim güzeller güzelime uyuşturucu mu vermişlerdi?

 

"Hayır Mahperi, hayır. Seni de kaybedemem ben." Koşar adımlarla onu arabaya taşıdım. Arabayı çalıştırıp en yakındaki hastaneye doğru yol aldım.

 

"Dayan bir tanem. Beni duyuyorsun biliyorum. Sen beni hep duyarsın, duyamasan bile hissedersin varlığımı. Ne olur dayan, benim için dayan."

 

Hastanenin önüne arabayı rastgele park ettim. İner inmez bağırmaya başladım. "Sedye getirin hemen!" görevliler yardıma koşmuştu bile.

 

Acil doktoru yanıma vardığında, Mahperi'yi çoktan sedyeye yatırmışlardı. "Nesi var?"

 

"Yüksek dozda uyuşturucu aldığından şüpheleniyorum." diyebildim çaresizce. Doktor başka bir şey söylemedi, Mahperi'mi içeri taşıdılar.

 

Yoğun bakım ünitesine kadar onları takip ettim. Ardından kapı, sevdiğimle arama buzdan bir duvar gibi örüldü. Onun yanında olmalıydım. Her anında elinden tutmalı, hiçbir zaman ısınmayan o minik ellerini ısıtmalıydım.

 

Peki yüzüm var mıydı? Yoktu. Arkamda bir iz bırakma lüksüm yoktu benim. Sevdiklerim vardı. Kardeşlerim, annem, babam, mutluluğum Mahperi'm. Ancak öyle büyük bir hata yapmıştım ki ona zarar gelmişti. Bunun tek suçlusu bendim.

 

Kendimde gerekli gücü bulabildiğimde Emre'yi aradım. "Kardeşim, Fulya kafayı yedi evde. Ne olur güzel haber ver."

 

"Biz hastanedeyiz Emre. Bir şey sorma, gelince anlatırım. Adresi yollayacağım." derin bir nefes alıp telefonu kapatmak üzereyken Emre sordu.

 

"Abi kötü bir şey mi var? Ağlıyor musun sen?" cevap veremedim. Güçlü olmalıydım. Buğulanan gözlerimi sildim. Belki araya birkaç damla da yaş sıkışmıştı.

 

Şimdi ne yapacaktım? Betül annem, birtanecik kızını bana emanet etmişken ben nasıl haber verecektim ona?

 

Hiçbir şeye gücüm yoktu. Eğer Mahperi o odadan sağ salim çıkamazsa, hiç düşünmeyecek peşinden gidecektim. Onsuzluğa katlanmam mümkün değildi.

 

Ne kadar geçti bilmiyorum. Duvarın dibine çökmüş oturuyordum. Belki dakikalar, belki de saatlerdir yeri izliyordum. Gözümün önünden milyon tane düşünce geçiyordu.

 

Telefonumun ekranındaki Mahperi'nin fotoğrafını okşadım. Onu takip etmeye başladığım ilk gün, evden çıkarken çekmiştim bu fotoğrafı. Kulaklığı ile bir süre savaş vermiş, sonra kulağına takıp zafer kazanmış gibi gülmüştü.

 

Burukça gülümsedim. Galeriye dokundu parmaklarım. Koskocaman bir Mahperi klasörüm vardı burada. Yine onu takip ettiğim zamanlardan bir fotoğrafı vardı. Kütüphaneye gidiyordu koşar adımlarla. Kütüphane kapısında durmuş, etrafı izlerken çekilmiş bir fotoğraftı.

 

Yatağında mışıl mışıl uyurken, açık penceresinden çektiğim bir fotoğrafı gördüm. Gözlerimden düşen birkaç damla telefonun ekranına döküldü. Umursamadım. Birlikte geçirdiğimiz, o farkında değilken bile onunla geçirdiğim bir çok anı kayıtlıydı burada.

 

Gözlerimi kapattım, başımı arkaya yasladım. İnsanların bana acıyan sesleri, uğultulu geliyordu. Aklım, kalbim, vücudumda canlı olan her ne varsa Mahperi'yle doluydu. Erkekler ağlar mıydı? İnsanlar bana acıyarak bakar mıydı? Umrumda değildi.

 

Orada öylece durup ağladım. Aklıma dolup taşan konuşmalarımıza ağladım. Benim anonim olduğumu bilmeden bana abi deyişine ağladım. En kötü günümde, ilahi sesiyle bana destek oluşuna ağladım. Yemek yaparken, dünyanın en önemli işini yapıyormuş gibi dikkat kesilmesine ağladım. Beni ilk gördüğü andaki tepkisine, onu belki de defalarca kez kırmama rağmen beni asla incitmeyişine ağladım.

 

Ona yeteri kadar sarılamayışıma, hak ettiği değeri veremeyişime, bilmeden onu korkuttuğum zamanlara, yanımdayken öpüp koklayamadığım saniyelere ağladım.

 

En çok da neye ağladım biliyor musunuz? O bana her şeyden çok güvenirken onu koruyamayışıma ağladım. Ben aciz bir adamdım.

 

Sonra seslendim Rabbime. Bana onu bağışlasın, iyi bir adam olmam için bir şans daha versin istedim. Eğer Mahperi sağ salim çıkarsa, onu bir daha asla yalnız bırakmayacaktım.

☂️

Loading...
0%