Yeni Üyelik
44.
Bölüm
@mefmera

☂️

Alparslan'ın anlatımından...

 

Zaman geçiyor muydu? Birileri bir şeyler anlatıyordu. Birileri etrafta koşturup duruyordu. Bense sanki gözüm kulağım perdelenmiş gibi hiçbir şeyi idrak edemiyordum.

 

Mahperi hala yoğun bakımdaydı. Hava aydınlanmıştı. Ancak ben onun sesini duymadan, onun gözlerini görmeden güneşin doğduğunu anlamazdım ki.

 

Olan biteni Emre'ye anlatmıştım. Gerisini o halletmişti. Şimdi herkes buradaydı. Arabaya atlamış, sabaha karşı İzmir'den Ankara'ya gelmişlerdi. Hiçbirinin yüzüne bakamıyordum. Betül annem, perişan bir şekilde oturuyordu orada. Ne diyebilirdim? Beni affet diyebilir miydim? Yüzüm yoktu. Yüzlerine bakmaya yüzüm yoktu.

 

Açelya arada bir yanıma geliyor, bir şeyler yemem için ısrar ediyordu. Sanki ben çok önemliymişim gibi, sanki içeride canımın bir parçası yatmıyormuş gibi nasıl yemek yiyecektim ki?

 

Omzuma konulan el ile irkildim. Başımı kaldırıp, ağlamaktan cayır cayır yanan gözlerimi kıstım. Betül annemi gördüğümde yerimden doğrulmaya çalışsam da beni durdurarak kendisi yanıma oturdu.

 

"Alparslan, oğlum. Biliyorum şimdi kendini suçluyorsun. Ama bil ki ben seni suçlamıyorum oğlum. Ben kızımı nasıl sevdiğini, onu canın pahasına nasıl koruduğunu biliyorum. Hem korkma, Mahperi'm çok güçlüdür. Bizi burada bu çaresizlikle bırakmaz. İnan ki uyanacak." böyle söylüyordu ama kendisi de ağlamaktan bitap düşmüştü.

 

"Anne, ben ne diyeceğimi bilmiyorum. İnan ki böyle olacağını bilsem onun karşısına çıkmazdım." Betül anne iç çekerek konuşmaya başladı.

 

"Belki başına bunlar gelmeyecekti oğlum, haklısın. Ama o zaman ben bir daha kızımın gülüşünü göremeyecektim. Sen Mahperi'yi yeniden hayata döndürdün. Şimdi o uyuyor olsa da sana olan aşkı onu yeniden hayata döndürecek. Hadi kalk. Kalk içeri gir, onunla konuş. Seni duyar, hisseder oğlum." gözlerimden başka bir yaş daha dökülürken dayanamayıp Betül anneye sarıldım. Sıcacık anne şefkati ile bana sarılıp sırtımı sıvazladı. Haklıydı, şimdi umutsuzluğa kapılıp burada öylece oturamazdım.

 

Kalktım ve yanımıza ne ara geldiğini görmediğim hemşireyi takip ettim. Üzerime sterilize kıyafetleri giydirdi. "Sadece 5 dakika görüşebilirsiniz." başımı salladım.

 

Mahperi'nin odasının kapıları açıldı ve ben derin bir nefes alarak içeri girdim. Orada öylece yatıyordu. Nefes alıyor olması benim umudumdu. Biliyordum, uyanacaktı. Birlikte kurduğumuz hayalleri gerçekleştirmeden ölemezdi.

 

Yatağına yaklaştım. Elini avucumun içine aldım. Buz gibiydi. "Meleğim." Çatallı çıkan sesime rağmen konuşmaya devam ettim. "Benim güzeller içinde meleğim. Duyuyorsun beni biliyorum." elimi usulca yanağında gezdirdim. Onu incitmekten korkuyordum. Oysaki burda yatıyor oluşu benim yüzümdendi. "Daha yapacak çok şeyimiz var, biliyorsun değil mi? Gülecek daha bir çok anımız var. Daha yaşayacak güzel günlerimiz var sevgilim. Ne olur dayan, güçlü ol benim için. Sana söz veriyorum, burda yatmana sebep olan herkesten intikamını alacağım. Sen ne olur dayan birtanem."

 

Dudaklarımı alnına bastırdım hafifçe. Monitörden yükselen sesle birlikte telaşlanarak ayağa kalktım. O sırada doktor içeri girmişti bile. "Beyefendi dışarı çıkın." öylece, bir cihaza bir Mahperi'ye bakarak durdum bir süre. Bir hemşire kolumdan tuttuğunda kendime ancak gelebildim.

 

"Nesi var?" dedim korkuyla. Doktor cevap vermedi. Hemşire çıkmam için ısrarcı olmaya devam ettiğinde güç bela dışarı çıktım. Hepsi telaşla bana bakıyordu. "Ne oldu oğlum?" annem yanıma geldi.

 

"Bilmiyorum anne." diyebildim sadece. Üzerindekilerden kurtulup beklemeye başladım. Az sonra doktor içeriden çıktı.

 

"Kalbi durdu. Şimdilik durumu kontrol altına aldık ama her an her şey olabilir." Doktor, arkasındaki enkaza bir kez daha bakmadan uzaklaştı. Yumruğumu ağzıma kapatarak parmağımı ısırdım. Şimdi ağlayamazdım. Çünkü yapmam gereken önemli bir işim vardı.

 

Kimseye bir açıklama yapma gereği duymadım. Hastaneden koşar adımlarla uzaklaştım. Bir yandan da telefondan Bahadır'ın numarasını çevirdim.

 

"Bana bir şey bulduğunu söyle Bahadır."

 

"Buldum abi buldum. Poyraz denen itin aradığı son numaralardan birinin en son sinyali İstanbul'da bir adreste. Adres de Yılmaz Arın üzerine kayıtlı."

 

"Sağ ol Bahadır." telefonu kapatıp arabaya oturdum. Benimle birlikte bu işin içinde olan ekibe mesaj göndererek, ilk uçakla İstanbul'da olmalarını istedim. Onlar da tıpkı benim gibi uyuşturucu ile gerektiği gibi mücadele edilmemesinden şikayetçi olan polis arkadaşlarımdı. Yıllar önce birlikte bu işe girmiş, uzun süre operasyonlara gitmiştik.

 

Havalimanına varana kadar içim içimi yemişti. Yolda havalimanını arayıp İstanbul için bir bilet ayırtmıştım. Neyse ki bir saat içinde kalkacak bir uçak vardı. Ben havalimanına vardığımda ise yarım saatten az bir zaman kalmıştı.

 

Gerekli işlemleri halledip uçağa bindiğimde ekip de orada olacaklarına dair talimat mesajı göndermişlerdi. Telefonumu kapattım ve Mahperi'nin iyi olması için dualar ederek yolculuğa hazırlandım.

 

☂️

 

"Kardeşim siz geride durun. Kendinizi tehlikeye atmayın sakın." Bahadır, arabayı malikanenin uzak köşesine park ettiğinde konuştum.

 

İstanbul'a gelir gelmez ekipten Yasin'in evinde bulunmuştuk. Biz gelene kadar gerekli teçhizatı edinmişti. Kendisi bir polis, babası ise emekli bir albay olduğundan bu bizim için zor değildi.

 

Ardından onlara durumu anlatmış ve planı söylemiştim. Bahadır güvenlik sistemini bloke ettiğini söylediğinde araçlardan indik.

 

Dikkatli adımlarla malikaneye ilerledik. Önde ben gidiyordum. Zira bu benim hususi meselemdi ve onların zarar görmesini istemiyordum.

 

Birkaçı arkaya dolanırken, benle birlikte gelenler ön tarafa ilerledik. Kapıdaki güvenlikleri etkisiz hale getirdikten sonra kapıyı dikkatlice açtım. Alarm sistemi devreye girmedi. Çünkü Bahadır sistemi kapatmıştı.

 

Yerde baygın yatan güvenlikleri geçip, ışıkları yanan eve ilerledim. Korumaların bir kaçı gürültü ile arka tarafa yönelmişlerdi. İki kişiyi yanıma aldım, diğerlerine arkaya gitmelerini işaret ettim.

 

Üçümüz dikkatlice içeri girdik. Kapı açıldığı anda arkasını dönen korumayı, silahın kabzası ile ensesine vurarak sersemlettikten sonra bir kez de boynuna yumruk atarak bayılttım. Gürültüyü duyan diğerleri çoktan bu tarafa gelmeye başlamıştı.

 

Kimseyi öldürmek gibi bir niyetimiz yoktu. Bu yüzden ölümcül darbe vermemek kaydı ile ateş etmeye başladık. Diğerleri de bize katılmıştı.

 

"Sen Yılmaz'ı bul. Burayı biz hallederiz." Yasin'e başımı sallayıp kargaşadan uzaklaşıp içeri girdim. Yanındaki üç korumayla birlikte arka kapıdan çıkmaya çalışan Yılmaz'dan başkası olamazdı.

 

Korumaların bacaklarına ateş ederek Yılmaz'ın üzerine atladım. "Nereye kaçacaksın şerefsiz?" Yılmaz'ın burnuna sert bir yumruk attım. Burnundan oluk oluk kan fışkırırken ben ona zerre kadar acımıyordum.

 

Acımadan vurmaya devam ettim. Bu şerefsizi öldürmek istiyordum. Döve döve öldürecektim onu!

 

"Alparslan dur! Tamam kardeşim yeter, öldüreceksin adamı." transa girmiş gibi attığım yumrukların sonunu getiren Mehmet oldu.

 

Yılmaz'ın suratı paramparça olmuştu. Muhtemelen çoktan bayılmıştı.

 

Üzerinden kalkarak bizimkilere baktım. "Etrafa bakalım. Mutlaka suçüstü sayılacak bir şeyi olmalı. Bu şerefsizi ben öldürmeyeceğim. Ama ömrünün sonuna kadar bir hücreye tıkacağım bu şerefsizi."

 

Yana yakıla etrafı arasak da bir şey bulamamıştık. Yumruğum sinirden duvarla buluşurken konuştum. "Allah kahretsin! Bir şey olmalı abi. Ya bir şey bulalım ya da ben öldüreceğim bu şerefsizi."

 

O sırada dışarıdan bir kamyon sesi duyuldu. Dikkatlice dışarı yöneldik. Büyükçe bir kamyon otoparka girdi. Karanlık olduğundan bizi fark ettiğini sanmıyordum. Arabadan birilerinin inmesini bekledik. İnen üç kişiden bir tanesi Poyraz'dı.

 

Bunu gördüğümde daha fazla yerimde duramadım. Yerimden çıkıp, havaya iki el ateş ettim. Karşıdaki üç kişi irkildi ve bu kafa karışıklığından yararlanarak Poyraz'ın üstüne atladım.

 

Diğer ikisini bizimkiler hallederdi. "Lan şerefsiz! Seni öldüreceğim lan. Ucunda hapislerde çürümek olsa bile seni geberteceğim it." Ardı arkası kesilmeyen öfkeli yumruklarımın sıradaki hedefi Poyraz'dı.

 

"Bulduk Alparslan, bulduk." Poyraz'ın baygın bedenini bırakıp kamyonun kasasına yöneldim. Kasa yığınla uyuşturucu doluydu.

 

"Demek teslimatı önce buraya getiriyordu ha."

 

Telefonum çaldı. Ekranda Açelya'nın ismini gördüğümde içime derin bir sızı girdi. Mahperi'ye bir şey mi olmuştu?

 

Korkarak telefonu açtım. "Alo?" benim titreyen sesime rağmen Açelya oldukça neşeliydi.

 

"Abim, nerdesin sen? Çabuk buraya gel. Mahperi uyandı!"

 

Uyandı, uyandı, uyandı....

 

Bu kelime aklımın her köşesini karış karış gezdi. İçime anbean bir mutluluk dolmaya başladı. Başarmış mıydı? O illeti vücudundan atmayı başarmış mıydı?

 

"Geliyorum abim. Hemen geliyorum." telefonu kapattım.

 

"Mahperi uyanmış." dedim çocuksu bir neşeyle.

 

"Ne duruyorsun o zaman. Burayı biz hallederiz. Hadi git yanında ol sevdiğinin."

 

"Bana haber verin olanı biteni. Bu şerefsizi bugün içeri attır, gerisini ben halledeceğim." kısaca vedalaştıktan sonra bir taksi çevirip havalimanına gideceğimi söyledim.

 

Şükürler olsun ki Rabbim onu bana bağışlamıştı. Bu, son işimdi. Bundan sonra bu işlerden uzak duracaktım. Mahperi'yi kaybetme korkusu, canımı söküp atmıştı yerinden. Bir kez daha bunu göze alamazdım.

 

Bu bana bir ders olmuştu. Bundan sonra Mahperi'yi canım pahasına koruyacaktım.

☂️

Loading...
0%