@mefmera
|
☂️ Denizin tuzlu havasını solurken halimden oldukça hoşnuttum. Elbette bu hoşnutluğun bir sebebi daha vardı. Alparslan'ın kollarında olmak.
"Canım peynir üzerine reçel istiyor benim. Reçel almamış mıyız marketten?" derken dudaklarımı büzdüm. Evimizin yakınındaki denize gelmiş piknik yapıyorduk. Hava ılıktı, etraf ise ıssız. Sabah kahvaltımızı burada yapmayı teklif etmişti Alparslan. Onunla yapılacak herhangi bir yerde herhangi bir aktiviteye tamam derdim zaten.
"Güzelim, reçel sevmiyorsun ya sen." derken ne yapacağını bilmez bir şekilde bana bakıyordu. Evet, belki aşermek için erkendi. Tabi ki psikolojik olarak bunu hissetmeme engel olamazdı hiçbir şey.
"Bazen seviyorum. Peynirin üstünde güzel oluyor." Alparslan ayaklanırken ona baktım.
"Bir koşu gidip alayım mı o zaman?" sesinde küçük bir çocuğun saf merakı vardı. Ah, böyle üzerime titremesi nasıl da hoşuma gidiyordu.
"Iıh." dedim mırıldanarak. "Bir koşu dediğin market arabayla 10 dakika sevgilim." diye devam ettim.
"Ama meleğimin canı istedi. İsterse 10 saat olsun." kıkırdadım. Tatlı isteğimi çikolatayla bastırmaya çalışırken Alparslan'a elimle oturmasını işaret ettim.
"Boşver. Bir dahaki gidişimizde alırız. Hem artık canım çekmiyor." dedim. Yalan değildi. Sürekli bir şeyler yemek istiyordum ama gerçekten istediğimden değildi. Sanırım yıllardır bu anı beklemiştim.
"Tamam o halde. Başka bir şey istiyor mu canın?" dedi endişeyle. Bir an onu çok sıktığımı düşündüm. Gözlerim benden bağımsız dolarken Alparslan tedirgince yanıma yaklaştı.
"Hayır, hayır meleğim. O güzel gözlerini doldurma öyle. Neyin var söyle bakalım bana." gözümden ne ara aktığını bilmediğim bir damlayı sildi. "Senin için yapamayacağım hiçbir şey yok biliyorsun." başımı omzuna yasladım. Artık ağlamak istemiyordum. Tanrım, ben 9 ay boyunca ne yapacaktım?
"Bakma sen bana. Bir şey olduğu yok sevgilim. Her şey mükemmel, en çok da sen." burnumu çektim. "Hem hamile hem yengeç burcu olduğunda hayat çok zor." dedim neredeyse bağırarak. Alparslan güldü ve beni kolları arasına iyice yerleştirdi.
"Benim nazlı güzelim, nasıl hissettiğini anlayabilsem keşke." Başımı kaldırmadan bakışlarımı ona çevirdim. Bakışlarımda gördüğü alayla dudaklarını ısırdı. Bu, lütfen kötü bir şaka yapma demekti sanırım.
"O zaman benim de seni hamile bırakmam gerekebilir." dedim kıkırdayarak. Alparslan burnumu iki parmağı arasına sıkıştırıp, acıtmayacak şekilde sıktı.
"Kafan zaten güzeldi, hormonlar iyice Nirvana'ya ulaştırdı seni bebeğim." dudaklarımı büzdüm hemen.
"Şikayetçi misin yoksa?" derken bile benden asla şikayetçi olmayacağını biliyordum.
"Bunda benim de payım olduğunu düşünürsek," derken eli nazikçe karnımı okşadı. "şikayetçi olabilmem mümkün değil gibi." Kaşlarımı çattım bu kez.
"Ha mümkün olsa şikayetçi olacaksın yani?" dedim ağlamaklı bir sesle. Alparslan'ın yüzünde acı çeker gibi bir ifade oluştu.
"Mahperi, bebeği bana nakledelim sen yeter ki trip atma." kıkırdadım. Aslında çoğu zaman ona şaka yapıyordum. O da elbette bunun farkındaydı.
"Aman be! Dua et de sana kışın ortasında can eriği aratmayayım." dedim tehditkar bir sesle. Dudaklarına yalancı bir mühür çekti.
"Alparslan." dedim, a harfini uzatarak.
"Hm?"
Çenesindeki sakalları okşarken konuştum. "Fulya'nın düğününde karnım burnumda mı olacak benim? Nasıl elbise bulacağım ki kendime?" tamam, belki de buna ağlayabilirdim.
"Belki de erken düğün yaparlar güzelim. Hem Emre'nin Fulya'ya ne kadar aşık olduğunu biliyoruz. Dayanamaz daha fazla." tıpkı senin gibi demek istedim. Şu an Kasım ayındaydık. Düğün tarihleri net değildi ancak yaz başlarında düşünüyorlardı. Bebeğimin 1.5 aylık olduğunu düşünürsek belki de o zamana kadar doğurmuş olurdum.
"Olsun, yine de elbise bulamayabilirim. Çok kilo alır mıyım sence?" cevap vermesini beklemeden kaşlarımı çatarak ona baktım. "Ya da şunu sorayım, çok kilo alsam da beni sever misin?"
"Çok kilodan kastına bağlı değişir o." derken sesinde alay vardı. Beni kızdırmak için yapıyordu!
"Tombul oldum diye sevme beni, küstüm." derken gülüyordum. Bu Muhteşem Yüzyıl aşkı beni öldürüyordu. "Gerçekten kilo alırsam sevmez misin beni?"
Saçlarıma bir öpücük kondurdu. "Ben seni gözlerimle mi seviyorum ay perisi? Kalbimde yer eden senin dış görünüşün değil, ruhun. Ruhundaki bu saf güzellik hep var olacak. Ben de hep çok seveceğim seni." miyavlamaya benzer bir ses döküldü dudaklarımdan. Alparslan güldü.
"Hem belki ben de kel olurum ilerde. Baksana, şimdiden arkası açılmaya başlamış sanki." sesindeki alaya karşılık, dehşetle ona baktım.
"Ne! Hani bakayım nerede?" dehşetim kesinlikle roldü. Kaşlarını çattığına göre bunu gayet yutmuştu.
"Kel olsam sevmeyeceksin yani."
Gülümseyerek ona baktım. "Saçmalama." derken şirince ona bakıyordum. "Kel kalsan bile çözümü var, saç ektiririz."
Durdu. Durdum. Dehşetle bana baktı. Ciddiyetimi koruyarak ona baktım. Elleri saçlarının arkasını bulduğunda ise kahkahamı daha fazla tutamamıştım. "Ya sen bal mısın çocuk? Bir de saçlarını kontrol ediyor yiyeceğim şimdi!"
"Sever miydin yani?" dedi masumca. İçimi titreten bakışlarının sahibi gözlerinden öptüm derince. "Seni sevmeyeceğim tek bir an yok. Uyurken bile seviyorum seni ben. Saçların da umrumda değil sakalların da. Ben sana bakarken sadece seni görüyorum. Dışında ne olduğu önemsiz."
Bana o aşık olduğum bakışlarıyla bakmaya başladı. Ona aynı bakışlarla karşılık verdim. Ancak bu bakışma haddinden fazla uzayınca kaşlarımı çattım. "Şimdi o malum andayız sevgilim." dedim. Sesim bir sır verirmişçesine kısık çıkıyordu.
Sorar gözlerle bana baktığında güldüm. "Öpsene be adam!" dedim coşkuyla.
Gülümsedi. "Pardon, güzelliğinde kaybolmuşum bir an." der demez dudaklarını dudaklarıma kavuşturdu. Öpüşmemiz tutkulu bir hal almadan ondan ayrıldım. Malum ben hormonlardan dolayı çok arsızdım. Onun da söz konusu ben olduğumda arsızlık göbek adıydı.
"Hadi gidelim artık. Fulya birazdan arayıp başımın etini yemeye başlayacak neredesin diye." Bugün Fulya ve Emre mobilya seçmeye gidecekti. Birlikte yapmalarını, evin ikisine ait olduğunu söylesem de fayda etmemişti. Nihayetinde benim canım ablam bir kararsızlık timsaliydi.
"Gidelim çiçeğim. Sen eve geç üstünü giyin, burayı ben hallederim." dedi ve getirdiklerimizi sepete yerleştirmeye başladı. Ev zaten yakındı.
"Yardım etseydim. Hem daha bebek çok küçük, o kadar yormuyor." dedim mahcup bir tavırla.
"Senin için bir şeyler yapmak da beni yormuyor ay perisi. Şimdi, tıpış tıpış eve." kıkırdadım. Arkasından ona sarılırken boynundan mis kokulu bir öpücük almayı ihmal etmedim. Elim saçlarını buldu, ardından alayla söylendim. "Gerçekten de arkası kelleşmeye başlamış."
O sahte bir sinirle adımı haykırırken ben kıkırdayarak eve yürümeye başlamıştım. Ah ah, nasıl da seviyordum bu adamı!
☂️
"Ama bu olmaz ki. Senin koltukların da eflatun." gözlerimi devirerek Fulya'ya baktım.
"Eflatun renk bana mı tahsis edilmiş Fulya? Ne olacak beğendiysen bu olsun işte!" Fulya, gerçekten çok değişik bir kızdı. Emre'ye bol bol sabır diliyordum.
"Ay ne bileyim. Sonra bana özendin aldın dersen." bir kez daha gözlerimi devirdim. Gözlerim yuvalarından çıkacaktı bugün.
"Ah benim saf ablam. İstiyorsan benim evimin baştan aşağı aynısını diz evine. Sen neyi beğendiysen o olsun, söz demeyeceğim öyle bir şey." Adeta cıvıldayarak Emre'ye döndü. "Bu olsun o zaman!" derken ellerini birbirine çarptı.
Kıkırdadım. Bu işlerin zor olduğunu biliyordum. Bu yüzden devrelerinin yanmış olmasını hoş görüyordum.
Fulya diğer mobilyalar için mağazayı gezmeye devam etti. Ben o gezerken oturuyor, o beğendiklerini gösterdiğinde yanına gidiyordum. Aksi halde onun enerjisine yetişeceğimi sanmıyordum.
Birkaç eşyasını burdan alsa da tamamını seçememişti. Yine ve yine!
"Fulya, çok yoruldum ben. Biraz dinlenelim bir yerlerde." derken başımı omzuma yatırıp kocaman açtığım gözlerimle ona baktım. Bu bakışa dayanamayacağını biliyordum.
"Olur canımın içi. Kusura bakma seni de dolandırdım durdum peşimde." derken gerçekten mahcup gözüküyordu. Alparslan'ın kollarından çıkarak, ablamın koluna girdim.
"Evinin temizliğini yapmaktan yırttım ya, ona sayarsın." dedim kıkırdayarak.
Kaşlarını çatarak bana baktı. "Bak ben onu unutmuşum. Ah be teyzeciğim, tam da zamanında geldin yani!" sahte sitemine güldüm.
En yakındaki kafeye adımladığımızda beynimde çoktan yemek görüntüleri canlanıyordu. Cam kenarı bir masaya yerleştik. Menüyü heyecanla incelemeye başladığımda Alparslan'ın telefonu çaldı.
"Efendim baba." Alparslan telefonla konuşurken kaşları çatıldı. Ağzını oynatarak sessiz bir küfür ettiğinde bir şeylerin yolunda olmadığını anlamıştım.
"Geliyorum baba, tamam." Alparslan telefonu kapattığında üçümüz de meraklı gözlerle ona baktık.
"Ne oldu?" dedim telaşla. Anneme bir şey olmasından korkuyordum.
"Aytekin, Sude'yi kaçırmış." dediğinde gülmekle ağlamak arasında bir yerdeydim. Allah'ım! Bizim olaysız bir günümüz olmayacak mıydı? ☂️ |
0% |