Yeni Üyelik
11.
Bölüm

🪞11

@mefmera

Medyada Doğa ve Doğan var. Benim seçtiğim karakterler genelde beğenilmiyor ama olsun. Bana Doğan gibi gelen karakter bu. Beğenmediyseniz aklınızdaki ile devam edebilirsiniz. ❤️

 

🪞

 

Doğan'ın benim için evimden getirdiği eşyaları yerleştirmeyi yeni bitirmiştim. Elbiselerim, makyaj malzemelerim, saç bakım ürünlerim, çantalarım... Hepsini eksiksiz getirmişti. Kutuların içinde sadece iç çamaşırlarım yoktu. Bu düşünceli davranışı için mutlu oldum. Çünkü iç çamaşırlarıma dokunsaydı, utanıp karşısına çıkamayabilirdim.

 

Karşıdaki kafede beni bekliyordu şimdi. Geçen gece karşısına çıkmamıştım evet. Çünkü gecenin bir yarısıydı ve korkmuştum. Şimdi ise gündüz gözüyle, kalabalık bir mekanda bana istese de zarar veremezdi.

 

Hazırlanmam uzun sürmedi. Basit bir pantolon ve tişört ile oturuyordum zaten. Değiştirme gereği duymadım. Sonuçta görücüye çıkmıyordum. Yaptığı iyilikler için teşekkür edip bir kahve ısmarlayacak ve mümkünse daha fazla bu işe karışmamasını isteyecektim. Benim yüzümden belalı insanlara bulaşmasını istemiyordum çünkü.

 

Pansiyondan çıkarken Emine teyzeye selam verdim. Doğan söylediği gibi haberleri bir şekilde sildirmiş olmalıydı. İnternette ne kadar aratsam da adıma hiçbir haber bulamamıştım.

 

Kafenin önüne geldim. Park halindeki Doğan'ın aracını gördüğümde güldüm. Aynasını kırdığım aklıma gelmişti.

 

Doğan'ı daha önce hiç görmemiştim. Benim aksime onun profilinde fotoğrafı yoktu. Kafeden içeri girdim. Fazla kalabalık değildi. Masalarda tek başına oturan birden fazla erkek olduğunu görünce telefonu elime aldım.

 

Bir telefonun zil sesi kafede yankılandı ve arkası dönük, takım elbiseli bir adam telefonunu kulağına götürdü. Neredeyse kafenin en sonunda oturuyordu.

 

"Alo?" Doğan'ın sesi kulaklarıma ulaştığında beni buradan duymayacağını umarak cevap verdim.

 

"Doğan ben gelemiyorum." telefondan bir iç çekme sesi geldi. Gülmemek için kendimi zor tuttum.

 

"Tamam Doğa. Bugün de kaç bakalım." gülerek telefonu kapattım. Biraz sesli gülmüş olacağım ki başını arkaya, olduğum yere doğru çevirdi. Bakışlarımız birleştiğinde gülümseyerek el salladım. O ayağa kalkmış gelmemi beklerken ben tamamen stres içinde ona doğru yürümeye başladım.

 

Keskin yüz hatları, alnına dökülen dağınık saçları vardı. Duruşu kendinden emin, bakışları ise dümdüzdü. Sanki duygudan yoksun, aslen demirden yapılmış bir adam duruyordu karşımda. Gerginliğim bir kat daha arttığında yanına ulaştım.

 

"Hoş geldin." uzattığı elinin erkeksi güzelliğine fazla bakmamaya çalışarak elimi uzattım.

 

"Hoş buldum Doğan." dedim sabit tutmaya çalıştığım sesimle. Hayatım boyunca erkek arkadaşım olmamıştı. Üvey abim denen kansız yüzünden yanıma kimseyi yaklaştıramazdım. O yüzden, her ne sebeple olursa olsun bu benim bir erkekle çıktığım ilk randevu sayılırdı.

 

Doğan benim için sandalyemi çektiğinde teşekkür ettim. Bir insan hem öküz hem de centilmen olabiliyordu demek ki.

 

"Nasılsın?" dedim konuşmayı başlatan olmak istediğimden.

 

"İyiyim. Sen nasılsın asıl?" omzumu silktim. Garson bizim için menü getirdiğinde menüye bakma gereği duymadım. Türk kahvesi içecektim.

 

"İyiyim. Şimdilik bir sıkıntı yok. Ee, ne içersin?"

 

O da menüye bakmadı. "Bir tane sade Türk kahvesi alayım." dedi garsona bakarak. Garson bakışlarını bana çevirdiğinde, "İki olsun." dedim.

 

Garson yanımızdan ayrıldığında masayı bir ölüm sessizliği kapladı. Ne konuşacaktık bilmiyordum ki. Sonuçta bu gerçek bir çift randevusu değildi.

 

"Doğan." dedim.

 

"Doğa." dedi aynı anda.

 

Başıma gelen bu klişeye gülmeden edemedim. "Sen söyle önce." dedim klişenin daha da dibini sıyırarak.

 

Neyse ki hayır önce sen muhabbetine bağlamadı. "Şu isim soyisim mevzusunda ciddiydim. Bana üvey abinin bilgilerini verirsen, sana yardım ederim."

 

"Ben de tam bunu söyleyecektim. Yaptıkların için çok teşekkür ederim. Hayatım boyunca kimsenin yapmadığı iyiliği yaptın benim için ama bu kadar yeterli Doğan. Benim yüzümden ipsiz sapsız insanlara bulaşmanı istemiyorum."

 

Kahvelerimiz geldi, birer yudum aldık. Belki de bu vesileyle 40 yıl hatrımız olurdu birbirimizde.

 

"Doğa benim kimseden korkum yok çok şükür. Dert ettiğin şey başımın belaya girmesi ise etme."

 

"Olmaz Doğan. Üvey abimin kim olduğunu, nasıl insanlarla muhatap olduğunu bilmiyorsun sen." dedim sakince. Dışımda sakindim ama içimde fırtınalar kopuyordu.

 

"Sen de benim kim olduğumu bilmiyorsun Doğa." dediğinde duraksadım. Haklıydı, bilmiyordum. Buraya bu adamla tanışmaya da gelmemiştim. Peki şu an burada ne işim vardı benim? Doğan'ın üvey abimle bir bağlantısı olmadığı ne malumdu?

 

"Kötü biri olmadığına inanmak istiyorum. Eğer inandığım gibiyse, sen onunla baş edemezsin Doğan. Lütfen ısrar etme."

 

"Nelerle baş ettiğimi bir bilsen." dedi arkasına yaslanarak.

 

Kollarımı masaya yaslayıp öne eğildim. "Polis misin?" dedim sakince. Hayır anlamında başını salladı. "Peki üst düzey makamlarda yetkili biri misin?" yine hayır anlamında bir baş sallama. Bu kez sesimi kısık çıkarmaya dikkat ederek konuştum. "Peki böyle bir konumun yokken, uyuşturucu ticareti içindeki insanlarla nasıl baş etmeyi düşünüyorsun?"

 

Doğan şaşkınlıkla kaşlarını kaldırdı. Bilmiş bir ifadeyle gülümseyerek arkama yaslandım. "Ne dedin sen?"

 

"Duydun işte Doğan. Polise de gittim ben zamanında, aptal değilim. Üvey abim tek başına polisi bile korkutacak gücü olabilecek biri değil. Eminim ki kendisinden daha tehlikeli insanlara hizmet ediyor."

 

"Doğa, lütfen bana ismini ver."

 

Şaşkınlık nidası döküldü dudaklarımdan. "Neden bu kadar ısrar ediyorsun anlayamıyorum. Tehlikeli bir durum diyorum, bunu anlayamıyor musun?"

 

Doğan derin bir nefes aldı. "Bak kızım, özeline saygı duyduğum için her şeyi senden duymak istiyorum. İsteseydim şimdiye dek sana sorduğum her şeyin cevabını öğrenirdim."

 

Nasıl öğrenebilirdi bilmiyordum. Kim olduğunu bilmiyordum. Belki askerdi, belki polisti. Belki tehlikeli biriydi.

 

"Kimsin sen Doğan?" dedim sakince. Bu sorunun cevabını almak zorundaydım. Ya da bu masada daha fazla oturmayacaktım.

 

"Benim kim olduğumun bir önemi yok Doğa." elim masamın üzerindeki çantama gitti.

 

"Daha kim olduğunu bile bana söyleyemezken benden bir şeyleri söylememi talep ediyorsun. Doğan, her şey için teşekkür ederim. Bana iyilik yapan insana kötü olacak kadar vefasız değilim. Ama ben zaten bir adım sonrasında başıma ne geleceğini bilemezken, hayatıma daha fazla bilinmeyen ekleyemem. Yaptığın her şey bununla sınırlı kalsın. Daha fazla üsteleme." ona ayıp olmasın diye kalkıp gitmedim ama elbette gideceğimi anlamıştı.

 

"Nereye gidiyorsun?"

 

"Ne sen bana kendin hakkında gizlemek istediğin şeyleri söyleyeceksin ne de ben sana. Seninle burada iki arkadaş gibi oturup kahve içmeyi çok isterdim ama durumumuz bu denli absürt olunca mümkün olmuyor. Teşekkürümü ettim, artık kalkayım." garsona bakarak hesabı getirmesi için bir el işareti yaptım.

 

"Haklısın Doğa, ne diyeyim."

 

"Bu arada, lütfen özelime saygı duymaya devam et. Benim hakkımda, nasıl öğreneceğini bilmediğim bir şeyler öğrenmeni istemiyorum." hesap geldiğinde kutuya bir ellilik bıraktım.

 

"Tamam, karışmayacağım. Bir şeyler sormayacağım, senin hakkında bir şeyler öğrenmeye de çalışmayacağım. Ama bir telefon uzağındayım. Kötü bir niyetim yok, inanmak istemiyorsun belki ama gerçekten yok. Eğer fikrin değişirse veya başka bir konuda yardıma ihtiyacın olursa kapım sana her zaman açık." başımı salladım. Ayaklandık.

 

"Sağ ol. Dikkat et kendine." dedim ne diyeceğimi bilemeyerek. Ortak bir konumuz yoktu. Bu mevzunun üstünü kapattığımıza göre bir daha konuşmayacaktık.

 

"Sen de. Allah'a emanetsin." sonra uzaklaştım.

 

Arkama dönüp bakma ihtiyacı neden hissettim bilmiyordum ama baktım. Hala bana bakıyordu. Ne yapacağımı bilemeyerek el salladığımda, yarım ağız gülümseyerek başıyla bir selam verdi. Sonra kafeden çıktım. Onu bir daha görür müydüm bilmiyordum.

 

Kaldığım pansiyona geri dönerken aklımda olan tek şey, burnumu dolduran güzel kokusuydu..

 

🪞

Loading...
0%