Yeni Üyelik
15.
Bölüm

🪞15

@mefmera

🪞

Yalnızlığın içine terk edilmiştim... En başta babam terk etmişti beni. Bir insan, daha 3 yaşındaki bebeğini neden bırakıp gitmek isterdi ki? Gitmişti işte. Annem, benim kanatsız meleğim. Onu acımasızca kurtların arasında bırakıp kaçan korkak bir evlattım ben. Ama o bilmiyordu ki. Ben nelerle baş ettim, nelerle boğuştum bilmiyordu ki. Bilse beni anlardı. Ama ben ona bu vicdan azabını yaşatamazdım. Çünkü biliyordum her şeyi öğrendiğinde üvey babamla evlendiği için kendini meshul sayacaktı. Bir yerde meshuldü de işte, neyse...

 

Yol uzadıkça uzuyordu. Radyodan çalan kısık sesli melodi, hatıralarımı acımasızca yüzüme çarparken ben Doğan'ı izliyordum. Ciddiyetle araba kullanışını, ara sıra bana kayan bakışlarını, bir elinde tuttuğu sigarasının kızgın közünü izliyordum.

 

"Seni işlerinden alıkoyacağım." dedim sıkıntıyla.Sigarasını, araladığı camdan dışarı fırlattı.

 

"Her şeyi kendine dert edinmeyi çok mu seviyorsun sen?" dedi bana kaçamak bir bakış atarak.

 

"Bu yaptığın şeyin anlamı çok büyük benim için. Ben sana nasıl teşekkür edeceğim Doğan?" ne param pulum ne de ona verebileceğim herhangi bir şeyim vardı elimde.

 

"Bu tavırlarını bırakarak başlayabilirsin teşekkür etmeye." dedi.

 

"Hangi tavırları?" dedim merakla.

 

"Bana bir şey borçlu olduğunu düşünüp karşımda iki büklüm durma. Sen harika bir kadınsın, bunun farkına var bir an önce. Yardım almak kötü bir şey değildir Doğa." kıkırdadığımda bana şaşkınca baktı. Değişen ruh hallerime yetişemediğinin farkındaydım.

 

"Çocuktan kadına ne ara terfi ettim ben?" dedim gülerken.

 

"O yaşadıklarını bilmeden önceydi. Bir çocuktan çok daha fazlasısın Doğa. Şimdi Ceylan'a bakıyorum, 22 yaşında ama sanki bir çocuk gibi hareketleri. Hiçbir şey umrunda değil. Geziyor, tozuyor, eğleniyor. Tek derdi sınava hazırlanmak galiba. Ondan daha büyük bir sorumluluğu yok." bilemezdi. Herkesin derdi kendine büyük gelirdi sonuçta.

 

"Senin gibi bir abisi olduğu için çok şanslı." dedim dürüstçe. Keşke benim de beni her daim kollayan Doğan gibi bir abim olsaydı.

 

"Hani dağ ayısıydım ben?" beni neşelendirmeye çalıştığının farkındaydım. Güldüm.

 

"O sadece bana özel. Bak beni dağa kaldırıyorsun, şimdi tam bir dağ ayısı oldun." derken gerçekten içten bir kahkaha patlatmıştım. Doğan'ın da hafifçe tebessüm ettiğini gördüm. "Şaka yapıyorum, kızmıyorsun değil mi?"

 

"Kızıyorum." dediğinde sanki komik bir şey söylemiş gibi biraz daha güldüm. "Ee, etkisi olmadı pek?" dedi.

 

"Biliyorum ki kızmadığını." dedim çocuk gibi bir tavırla.

 

"Allah Allah! Nereden biliyormuşsun?"

 

"Kızınca nasıl biri olduğunu gördüm çünkü." dedim bugün Enes'e karşı tavrı aklıma gelirken. "Ayy Doğan!" dedim sonra telaşla.

 

"Ne oldu Doğa?" dedi telaşıma karşılık vererek.

 

"Benim annemi aramam lazım. Hay Allah ya nasıl unuttum? Ya anneme bir şey yaptıysa?" içimi derin bir korku kaplamıştı. Kendi derdime dalmış, annemi unutmuştum.

 

"Yolda çekmez, gidince ararız. Korkma güzelim, sakin ol biraz. Onda birine zarar verecek cesaret yok."

 

"Nasıl bu kadar emin olabilirsin?" dedim sakinliğine hayret ederek.

 

"O silah benim elimde olsaydı sana dokunmaya teşebbüs ettiği ilk an sıkardım Doğa."

 

🪞

 

Araba büyükçe bir dağ evinin garajına park edildi. Yolculuğun bu denli uzun süreceğini bilmiyordum. Karnım acıkmaya başlamıştı ve oturmaktan her yerim ağrıyordu. Arabadan inip Doğan'ı takip ettim. Ev öyle eski püskü, harabe bir yere benzemiyordu. Dışı yapılı, iki katlı bir evdi. Epey sağlam gözüküyordu. Garajda iki araba duruyordu. Ceylan gelmiş olmalıydı. Yanlarında başka biri var mıydı bilmiyordum.

 

Taş merdivenleri tırmanarak kapıyı tıklattık. Kapı saniyesinde açıldı, bizi Ceylan karşıladı. Doğan ona ne anlatmıştı bilmiyordum ama halimi görünce kısa bir şaşkınlık yaşayıp bana gülümsedi. Muhtemelen dağılmış bir haldeydim. Saçlarım terden yüzüme yapışmıştı. Üstüm başım toz toprak içindeydi. "Hoş geldiniz." dedi Ceylan. İçeri geçtik. Dışarının soğuğuna nazaran içeri sıcacıktı. Ceylan bizi odalardan birine yönlendirdiğinde çekinerek içeri girdim. Çünkü kalabalık bir grubun sesini duymuştum.

 

İçeri girdiğimizde koltuklarda oturan, iki kız ve iki erkek gördüm. Ceylan bizim arkamızdan içeri girerek kızların yanına geçti. Oturanlar bizi görünce ayaklandıklarında çekinerek yüzlerine baktım. "Hoş geldiniz." dediler hep bir ağızdan. Başımı sallamakla yetindim.

 

"Böyle az olmuş Ceylan. Annemleri de getirseydin." dedi Doğan. Ceylan hiç oralı olmadı.

 

"Uçarak mı gelecektik abiciğim buraya? Ertan abiyle Soner abi bıraktı bizi." dedi Ceylan.

 

Hala ayakta duruyorduk. Doğan bana şöminenin önündeki koltuğu gösterdiğinde geçip oturdum. "Ceylan'ı tanıyorsun zaten Doğa. Bunlar Serap'la Melike, teyzemin kızları." sarışın olan kız, ismi Serap'tı elini uzattı gülümseyerek. "Memnun oldum Doğa. Sayende biraz kafa dinleyeceğiz burda." gülümsemeye çalışarak elini sıktım.

 

Kumral olan Melike'ydi. O da aynı samimiyetle benimle el sıkıştı. "Kardeş misiniz?" dedim samimiyetlerine karşılık vermek isteyerek.

 

"Yok. Annemler üç kardeş, biz teyze kızlarıyız." dedi Serap. Başımı salladım.

 

"Bunlar da Ertan'la Soner. Ertan Melike'nin abisi, Soner de benim devrem ama ne için burda anlayamadım." dedi bir kaşını kaldırıp Soner'e bakarken. Soner sırıttı.

 

"Ceylan abim sevgilisini dağa kaldırıyor deyince merak ettim." dediğinde tükürüğüm boğazıma kaçtı. Kızlar kahkaha atarken Doğan benim sırtıma nazikçe vurdu.

 

"Ulan eşekler, hadi ben alışığım sizin densizliklerinize. Misafirin yanında ağır olun lan biraz." dedi Doğan sinirle.

 

Soner mahcupça bana baktı. "Pardon yenge ya." dediğinde Doğan Soner'in üstüne yürümeye yeltendi. Eline dokunduğum an yerinde çakılı kaldı.

 

"Sorun yok Doğan. Yanlış anlamışlar işte." dedim, bugünlük kavga gürültüye doymuştu kafam.

 

"Şu kıza dua et." dedi Doğan elini Soner'e doğru sallayarak.

 

Ertan güldü. "Sen iyice hanım köylü olmuşsun ya la."

 

Doğan bana baktı. "Güzelim, kızlar sana yardım etsin. Üzerini falan değiştir. Ben şu iki hergeleye görmeye katlanamayacağın şeyler yaparken burada olma." dedi. Kızlara baktım, sırıtıyorlardı.

 

"Gel Doğa gel. Gel de şöyle bir dedikodu yapalım seninle." diyen Ceylan sinsice gülümseyerek koluma girdi. Odalardan birine girdik. Melike ve Serap da arkamızdan geliyordu.

 

Ceylan, koyu tonlu mobilyalarla döşenmiş odanın içinde gardolaba doğru ilerledi. O dolabı karıştırırken kızlar kendini adeta yatağa fırlattı. "Bedenlerimiz aynı gibi Doğa. Benim kıyafetlerimden vereyim sana." dedi Ceylan.

 

"Benim sırt çantamda kıyafetlerim vardı aslında." dedim çekinerek.

 

"Ya. O zaman çantanı getireyim ben sana." diyen Ceylan gitmeye yeltendi ama durdurdum.

 

"Sen zahmet etme Ceylan. Ben alır gelirim." o sırada kapı tıklatıldı. Ceylan kapıyı açtığında karşımızda Doğan'ı bulduk. Elinde çantamı tutuyordu.

 

"Bunu unutmuşsun içeride. Lazım olur diye getireyim dedim." dedi Doğan. Utanarak yüzüne baktım. Zaten kızlar sinsi sinsi sırıtıyordu, ağızlarına laf veriyordu böyle yaparak.

 

Kapıya doğru yürüyüp Doğan'ın elinden çantamı aldım. Ceylan çoktan yataktaki ikiliye karışmıştı. "Teşekkür ederim Doğan." sonra garip bir sessizlik oldu aramızda. Ne o geri adım atabildi ne de ben. Arkadan bir kıkırtı yükseldiğinde Doğan kaşlarını çatarak arkama baktı. "Annemi arayacaktık." dedim gergince. Çok mu şey istiyordum acaba ondan?

 

Doğan cebindeki telefonu çıkarıp elime tutuşturdu. "İstediğin zaman arayabilirsin. Ben içerdeyim. Bir şey lazım olursa haberim olsun." dedi. Sonra arkama çevirdi bakışlarını. "Kızlar, biriniz benimle gelin de yiyecek bir şeyler hazırlayalım. Açız biz." Serap ve Melike Doğan'ın peşinden mutfağa gitti.

 

"Abim beni çok şaşırtıyor." dedi Ceylan garip bir tavırla.

 

"Neden?" dedim merakla. Kapıya dalan bakışlarını bana çevirip gülümsedi.

 

"Boşver, buldun mu kıyafet?" dediğinde çantamdan siyah bir taytla uzun kollu, dizlerime kadar inen bol bir tişört çıkardım.

 

"Ceylan, benim duş alabilmem mümkün mü?" dedim biraz çekinerek.

 

Ceylan yanıma yaklaştı. Ellerini saçıma uzattı, izin ister gibi bir süre bekledi. Başımı salladım."Çok güzel saçların var, upuzun." dedi saçlarımla oynayarak. "Doğa, çekinmene hiç gerek yok bir şey isterken. Abim burada biraz kalacağımızdan bahsetti. Burada kaldığımız süre boyunca lütfen kendi evinde gibi hisset." umarım alışır, böyle hissedebilirdim.

 

Ceylan odanın içindeki başka bir kapıyı açtı. Burası banyoydu. "Sıcak suyu açmıştık biz gelince. Biraz geç akabilir belki bayadır kullanılmıyor banyo." dedi. "Ben yatağa temiz havlu bırakacağım.Odaya kimse kirmez merak etme. Sonra mutfağa gelirsin. Bulamazsan seslen bana." dedi gülümseyerek. Sonra dolaptan iki parça havluyu elime tutuşturduktan sonra odadan çıktı.

 

Çeşmeyi açarak kendimi suyun altına bıraktım. Soğuk, sıcak fark etmezdi. Tek isteğim bugünün pisliğinden, geçmişten önüme serilen çirkin anılardan temizlenebilmekti.

 

🪞

 

Bedenimi yatağın üzerine bırakarak ıslandığından ağırlaşan saçlarımı taradım. Banyodayken düşünmek için çok fazla zamanım olmuştu. Hoş, bir sonuca varamamıştım ama yine de düşünmüştüm. Bundan sonra ne yapacağımı düşünmüştüm mesela. Bu evde ne kadar kalabilirdim ki? Önünde sonunda Doğan'ın himayesinden ayrılacaktım. Kimseye yük olmaya katlanamazdım.

 

Saçlarımı alttan bir topuz yaptım. Kurutma makinesi var mıydı bilmiyordum, sormak da istemiyordum. Doğan'ın bana verdiği telefonu alıp annemin ezbere bildiğim numarasını tuşladım.

 

Telefon ilk çalışta açıldı. Kim bilir, belki de eli kalbinde haber bekliyordu benden. "Anne?" dedim önce.

 

Telefondan bir ağlama sesi duyuldu. "Doğa? Annem, kurban olurum sana yavrum. İyi misin annem? Nerdesin?"

 

"İyiyim annem. Ben iyiyim de sen nasılsın? Sana bir şey yaptı mı Enes denen hayvan?" dedim endişeyle.

​​​​​

"Yok annem. Bana ne yapabilir? Babası öğrendi oğlunun madde bağımlısı olduğunu, kovdu evden. Ahmet amcan gelip seni almak istiyor kızım, dön evine." Ahmet amca üvey babamdı. Bana bir zararı olmasa da beni oğluna karşı koruyamayacak kadar pasif bir adamdı.

 

"Olmaz anne. Dönemem, yine aynı şeyleri yaşayamam. O herif elini kolunu sallayarak ortalıkta gezinirken dönemem geri."

 

"Allah'ından bulsun. Ne yaptı kızım, buldu mu seni? Zarar verdi mi sana?"

 

"Bir şey yapamadı korkma. Ben iyiyim anne, aklın bende kalmasın. Seni çok özlüyorum sadece." dedim üzüntüyle.

​​​​​​

"Ah yavrum, bir bilsen ben seni nasıl özlüyorum. Bir gün ararsın diye şu telefonu burnumun dibinden ayırmadım hiç. Nerdesin yavrum şimdi?"

 

"Arkadaşlarımlayım. Güvendeyim merak etme Enes beni bulamaz."

 

"Arkadaşların mı var?" dedi şaşkınca. O da biliyordu yıllardır bir arkadaşım bile olmadığını.

 

"Evet anne, çok iyi insanlar. Hele bir tanesi var ki içlerinde, ismi Doğan. Bugün beni Enes'e karşı öyle bir korudu ki. Bilmiyorum anne. Çok saçma sapan bir şekilde girdi hayatıma. Ama bana öyle yardımı dokundu ki hakkını nasıl öderim bilmiyorum."

 

"Kader yavrum, kader öyle bir şeydir ki sen farkına bile varmadan işlemeye başlar önünde. Bilemezsin alnına yazılanın nasıl gireceğini hayatına." utandım. Doğan iyi biriydi, merhametliydi. Ama ikimizi hiç o konumda hayal etmemiştim ki.

 

"Öyle bir şey değil aramızdaki. Bilmiyorum zaman ne gösterir. Annem ben seni yine ararım bu numaradan. Şimdi gitmem lazım. Bak, eğer o herif sana bir şey yapmaya kalkarsa hemen beni ara tamam mı?" dedim endişeyle.

 

"Yapamaz kuzum. Sen korkma, beni merak etme. Hayatını yaşa diyeceğim ama sana yaşayabilecek bir hayat bırakmadık el birliğiyle."

 

"Öyle söyleme. Sen benim her şeyimsin. Ahmet amca da iyi biri. Beni hiçbir şeyden mahrum bırakmadı bu yaşıma kadar. Bilemezdiniz Enes'in öyle biri olduğunu. Kendini üzme yoksa ben de üzülürüm burda. İyi olduğumu bil. İnan bana keyfim çok yerinde. Hiç olmadığım kadar mutluyum anne." dedim. Biraz yalan, biraz da gerçekti.

 

Zar zor kapatabildik telefonu. İkimiz de birbirimizden kopmak istemiyorduk. Çok uzun zaman olmuştu konuşmayalı. Onu çok özlemiştim ama elimden ne gelirdi ki?

 

Odadan çıktım, seslerin geldiği yöne doğru yürümeye başladım. Gülüş sesleri geliyordu. Arkadaşlarım demiştim evet ama değillerdi. Sadece Doğan'ı tanıyordum içlerinde, o da biraz. Ne için burada olduklarını biliyorlar mıydı? Doğan onlara benim abimden kaçtığımı anlatmış mıydı? İçeri giremeden kapının önünden onları izledim biraz. Beni fark etmemişlerdi. Pencere önündeki masaya oturmuştu hepsi. Doğan'ın yüzü bana dönüktü. Güzel gülüyordu.. Benim yanımdayken hiç böyle kahkahalarla güldüğünü görmemiştim. Seviyor olmalıydı yanında oturanları. Doğan'ı izlerken yüzümde açan gülümseme hayra alamet değildi ama kendimi alıkoyamıyordum ona bakmaktan, ona gülmekten.

 

Sırtımı yasladığım kapı pervazından ona bakarken Doğan hissetmiş gibi bakışlarını bana çevirdi. Diğerleri fark etmedi. Doğan'ın yüzündeki kahkaha, samimi bir tebessüme dönüştü. Yanlarına yürümeye başladığımda diğerleri de geldiğimi fark etti. Boşta kalan sandalyeye oturdum, Doğan'a telefonunu uzattım. "Teşekkür ederim Doğan." demeyi ihmal etmedim.

 

"Ziyanı yok. İyi miymiş annen?" başımı salladım.

 

"İyiymiş. Sonra yine arayabilirim değil mi?" dedim. Kendi telefonumun sim kartını kırmıştım malum.

 

"Tabiki. Ne zaman istersen söylemen yeterli." Ceylan önümdeki tabağa biraz yemek koydu. Sofrayı donatmışlardı. Hatta yaprak sarma bile vardı.

 

"Bunu şimdi sarmadınız heralde?" dedim şaşkınca. Ceylan güldü.

 

"Yok canım. Annem gelirken tutuşturmuştu elime. Malum, abimin en sevdiği yemektir kendisi."

 

"Ya." dedim Doğan hakkında bir şey daha öğrenmiş olmanın verdiği mutlulukla.

 

"Ama sadece annemin elinden yiyor. Bizim yaptıklarımızı beğenmiyor beyefendi." diye devam etti Ceylan. Yemek seçtiğini söylemişti zaten daha önceden.

 

"Ben aşçılık okuyorum. Ben bile beğendiremedim yemeklerimi Doğan abiye." konuşan Melike'ydi. "Sen de sever misin yemek yapmayı?" diye devam etti.

 

"Sevdiğimden değil de yalnız yaşadığım için mecburen yapıyordum. Hayatta kalmak için yani." dedim gülerek.

 

"Ee, Doğan'a bir yaprak sararsın artık." dedi Soner gülerek.

 

"Oğlum sen ne zevzek bir adamsın lan?" dedi Doğan. Gülüyordu, mutluydu belli ki.

 

"Belki bir gün. Neden olmasın?" dediğimde masadan bir ooo sesi yükseldi. Utanarak önümdeki tabağa odaklandım.

 

"Kaç gün kalacağız burda?" Ceylan abisine sordu.

 

Doğan bakışlarını bana çevirdi. Cevabı benden bekliyor olmalıydı ama benim buna verecek bir cevabım yoktu henüz. "En az bir hafta kalacağımız kesin. Ona göre alışveriş yapsaydınız." diye cevap verdi Doğan.

 

"Valla biz apar topar geldik abi. Pek bir şey de almadık ne kadar kalacağımızı bilmediğimiz için." dedi Ceylan.

 

"Siz kalacak mısınız burda?" Doğan bu kez Ertan ve Soner'e hitap ederek konuştu.

 

"Kovuyor musun abi bizi?" dedi Ertan dalgayla.

 

"Kovuyorum. Yemeğinizi yiyin gidin ne işiniz var burada? Kafa dinlemeye geldim ben sizi mi çekeceğim?" dedi ama dalga geçtiği belliydi yüzündeki ifadeden.

 

"Vay be. Bir zamanlar en yakın arkadaştık. Şimdi yerimizi eller almış." diyen Soner bana bakarak konuştuğunda utandım.

 

"Bu yüzden gidin işte. Zevzek zevzek konuşup kızın canını sıkmayın." dedi Doğan. Biraz sinir vardı şimdi sesinde.

 

"Benim için sorun değil." dedim bir anda. Doğan bana baktı. "Şakalaşıyorlar işte, sorun değil Doğan. Camdan yapılmaymışım gibi davranma, kolay kolay kırılmayacağımı biliyorsun." diye devam ettim.

 

"Valla ben bir yere gidemem. Yengemden izin çıktı sonuçta." dedi Soner. Şansını zorluyordu ama, neyse...

 

"Sen bilirsin Doğa. İki gün sonra gelip de bunları benim başımdan al dersen kılımı kıpırdatmam haberin olsun." dedi Doğan. Omzumu silktim.

 

"O zaman biriniz gidip alışveriş yapsın. Bu aç ayıları dolaptakilerle bir gün bile doyuramam ben." dedi Melike. Ertan Melike'nin burnuna bir fiske vurdu.

 

"Abinle ne biçim konuşuyorsun kız?" diye sataştı Ertan Melike'ye.

 

"Yalan mı söylüyor kız? Laf arası bütün masayı süpürdün. Bize de bırak hayvan." dedi Doğan Ertan'a sataşarak.

 

"Yazıklar olsun size. Lokmalarımı mı sayıyorsunuz bir olup?" Ertan'ın elini göğsüne koyup konuşması beni güldürdü.

 

"Afiyet olsun Ertan. Benim hakkımı da yiyebilirsin istersen." dedim kıkırdayarak. Ertan önümdeki tabağa uzandığında Doğan Ertan'ın eline vurdu.

 

"Doğa yüz verme şunlara. Ayrıca bütün gün aç gezdik, o tabağı bitireceksin." bir oo sesi daha yükseldi masadan. Acaba daha ne kadar utanacaktım bu ortamda?

 

Sanki buna bağlıymış gibi Doğan söylediği için yemeye başladım. Yemeğin devamında erkekler masayı kahkahalara boğarken ara sıra gülmek dışında sohbete pek katılmadım. Yemek bittiğinde kızlar ne kadar itiraz etse de sofrayı toplamalarına yardım ettim. El birliğiyle 5 dakikada bitirmiştik işleri. Şimdi Melike bize kahve yapıyordu. Erkekler içeride sohbet etmeye devam ediyordu.

 

"Ben getiririm kahveleri olunca. Hadi siz geçin içeri." Melike bizi içeri postalayıp, telefondan sevgilisiyle konuşmaya başladığında güldüm.

 

Salon tam bir köy evi gibi döşenmişti. Karşılıklı iki sedir, karşı duvara monteli taş bir şömine ve şöminenin önünde iki koltuk vardı. Koltukların birinde Doğan oturuyordu. Diğer koltuğa geçerek ateşin sıcaklığını yüzümde hissettim. Saçlarım hala ıslaktı. Sıkıca topladığım topuzumu açarak saçlarımın ateşin sıcağı ile kurumasına izin verdim.

 

"Niye kurutmadın?" Doğan sessizce konuştuğunda bakışlarımı ona çevirdim. Saçlarıma bakıyordu.

 

"Uzun sürüyor kurutmak. Sizi bekletmek istemedim masada." dedim.

 

"Dağ havası çarpar. Hasta olursun Doğa." gülümsedim.

 

"Düşünceli dağ ayısı seni. Teşekkür ederim, bir dahakine kuruturum." dedim. Kaşlarını çatarak bana baktığında kıkırdadım, gülümsedi.

 

"Bakın ne getirdim?" Ceylan içeri elinde bir bağlamayla girdiğinde diğerleri heyecanlandı.

 

"Bağlama mı çalacaksın?" dedim merakla.

 

"Yok, abim çalacak. Hem de türkü söyleyecek bize. Değil mi abiciğim?" dedi Ceylan abisine sinsice bakarak.

 

"Değil abiciğim." dedi Doğan üzerine basarak.

 

"Abi ya! Ne olur çalsan sanki?" dedi Ceylan dudağını büzerek.

 

"Çalarım abim. İstediğin bağlama olsun. Ama türkü falan söylemem." dedi Doğan sazı eline alırken.

 

"Niye, utanıyor musun?" dedim Doğan'a sataşarak.

 

Doğan bağlamanın akorlarıyla oynamaya başladı. "Ayda yılda bir kez türkü söyledim bunlara. Her bir araya geldiğimizde istiyorlar. Arsız bunlar." dedi.

 

"İyi hadi sen çal da biz eşlik edelim sana." dedi Soner. Doğan bir türkü çalmaya başladığında diğerleri hep bir ağızdan söylemeye başladılar. Benimse gözlerim Doğan'daydı. Parmaklarını ustaca hareket ettirişi, ciddiyetle işine odaklanışı öyle seyredilesiydi ki izlemekten alıkoyamadım kendimi. Arkamdan vuran şöminenin sıcaklığı, tezeneden kulaklarıma dolan şarkının hissettirdikleri beni şuracıkta uyuyacak hale getirdi.

 

Ben gözlerimi Doğan'dan ayırmazken bir an gözlerini benimkilerle buluşturdu. Sanki bir şimşek çaktı gözlerimizde. Ondan bana, benden ona bir nefes uçtu sanki. Gülümsedim, gülümsedi. Sonra bıraktı sazı elinden.

 

"Yeter bugünlük bu kadar. Başka zaman devam ederiz." dedi Doğan. "Ceylan'ım, benim odamı Doğa'ya hazırlayalım. Ben burda uyurum." diye devam etti.

 

"Ben yatarım burda Doğan. Yerinden etmeyim seni." dedim mahcupça. Bir kaşını kaldırdı, arabada söyledikleri gelmişti aklıma. "Peki, öyle olsun o zaman." dedim sakince.

 

"Odalar temiz abi. Temiz nevresim yerleştirdim. Sana da şimdi sererim buraya." dedi Ceylan.

 

"Gel sana odanı göstereyim, mayıştın iyice." dedi Doğan. Başımı sallayıp ayaklandım. Diğerlerine iyi geceler dileyip Doğan'ın peşinden gittim. Koridorun sonundaki odaya geçtik. Burada da bir şömine vardı ama elektrikliydi. Doğan elektrikli şömineyi açtı. Oda biraz soğuktu. Odanın içinde bir kapı daha vardı. "Orası banyo. Ben şimdi bakarım temiz havlu koyarım senin için." bir kapı da balkona açılıyordu. Yorgun bacaklarım bedenimi daha fazla taşıyamadığında yatağa oturdum.

 

Doğan banyodan çıktı. Elinde bir kurutma makinesi vardı. "Ceylan halletmiş." Doğan elindeki kurutma makinesini, aynalığın önüne bıraktı. "Saçlarını kurutursun. Ben çıkayım da uyu sen."

 

"Çok uykum var. Kurur kendi kendine." dedim.

 

"Kızım oda buz gibi. Bir şeyi de itiraz etmeden yapamaz mısın sen?" dedi Doğan. "Bak hasta olursun. Seni buraya hasta etmek için getirmedim ben güzelim."

 

Yine de olumsuzca başımı salladım. Doğan kurutma makinesini prize taktı. Sandalyeye oturup ayaklarının önüne küçük bir minder attı. "İnatçı kız. Geç şuraya ben kurutacağım saçlarını." dedi sinirle. Şaşırarak ona baktım. Deli miydi bu adam? "Bakma öyle, hasta hasta dolaşmanı izlemeyeceğim. Gel hadi." Ayaklarım benden değil Doğan'dan alıyordu emri sanki. Tıpış tıpış yürüyüp önündeki mindere oturdum. Doğan'ın elleri saçlarıma değdiğinde ise neredeyse ağlayacaktım. Allah'ım, ne yapıyordum ben?

 

Doğan tarağı nazikçe saçlarımda dolaştırmaya başladı. "Hiç mi yorulmuyorsun sen bu saçları taşırken?" dedi Doğan saçlarımı tararken. Saçlarım sırtımın en aşağısında, kuyruk sokumuma kadar uzanıyordu.

 

"Seviyorum saçlarımı. Güzel değiller mi?" dedim esneyerek. Ellerimde gezinen saçları uykumu getiriyordu.

 

"Güzeller." dedi sadece. Ama sesindeki ton bana başka şeyler anlatmak istiyordu sanki.

 

"Uyuyacağım şimdi." dedim bir kez daha esnerken. Doğan kurutucuyu bir kez daha saçlarım üzerinde gezdirip kapattı.

 

"Hallettim. Hadi uyu sen. Ben salondayım. Bir of desen bile duyarım seni. Bir şey olursa seslen tamam mı?" dedi gitmeden önce. Başımı sallayıp ona iyi geceler diledim. Odadan çıktığında kendimi hemen yatağa bıraktım. Bu yatakta benden önce yatanın Doğan olduğunu bilmek ruhumu farklı duygulara şevk etse de buna odaklanmamaya çalıştım. Doğan'ın ellerinden saçılan huzur kırıntıları miyadını doldurmadan uyumalıydım.

 

​​​​​​🪞

 

Gecenin zifiri karanlığı odanın içindeydi. Şömine, neden bilmem kapalıydı. Boğazımdan bir çığlık koptuğunda kendimi boğuştuğum kabustan zor kurtarmıştım. Kimsenin duymamasını umdum. Rezil olmak istemiyordum kimseye.

 

Şömineyi yakmak için ayaklandım ama yanmadı. Tam o sırada kapı açıldığında korkuyla bir çığlık atarak geri adımladım. "Güzelim benim Doğan. Sakin ol." Doğan elinde bir mumla içeri girdi.

 

"Çığlık attığını duydum. İyi misin?" Kabusumun hatıraları bir bir zihnime dolarken, nefes almak bile yük geldi üzerime.

 

"Doğan, nefes alamıyorum." dedim panikle. Panik atak geçiriyordum belki de. Doğan elindeki mumu masaya bıraktı. Balkonun kapısını açtı.

 

"Gel biraz hava alalım." koluma girerek beni balkona çıkardı. Ciğerlerime dolan tertemiz havayı içime çektim, sedire oturdum.

 

"İyi misin?" dedi karşımda diz çöküp. Boylarımızı eşitlemişti şimdi.

 

"Değilim Doğan." ve olan oldu, ben ağlamaya başladım. Elimi yüzüme kapatıp hıçkırıklara boğuldum. "Bıktım bu korkuyla yaşamaktan. Yoruldum, her gece aynı kabusları görmekten. Çok yoruldum canım acıyor artık dayanamıyorum hiçbir şeye Doğan." dedim kesik kesik nefesler alırken. Doğan'ın yanıma oturduğunu hissettim. Kolumdan tutarak beni göğsüne yasladığında ağlamam şiddetlendi.

 

"Doğa son kez ağlamana müsaade ediyorum. Sonra söz veriyorum hepsi geçecek. Şimdi ağla, rahatla. İçinde ne kadar korku ne kadar keder varsa dökülsün gözlerinden. Ama bu son. Bundan sonra ağlamana izin vermem. Korkmana da üzülmene de." ben ağlarken, o benim saçlarımla oynadı. Artık ağlamalarım yorgun iç çekişlere döndüğünde Doğan konuştu. "İçeri girelim ister misin? Hava soğuk."

 

"Hayır." dedim. "İçerisi çok karanlık. Ben burada uyumak istiyorum." ay ışığı balkonu öylesine güzel aydınlatıyordu ki bunun tadını çıkarmak istiyordum.

 

"Tamam, bekle bakalım burda." Doğan benden ayrılıp içeri girdiğinde bir süre anlamsızca arkasından baktım. Hemen sonra elinde bir pikeyle tekrar yanıma oturdu. Örtüyü sırtımızdan geçirerek üstümüze örttü. Beni tekrar göğsüne yasladı. "Böyle mi uyuyacağız?" dedim şaşkınca.

 

"Sakıncası mı var?" dedi. Başımı salladım, yoktu. Onun yanındayken kabus görmeyeceğimi biliyordum.

 

Doğan'ın elleri saçlarımda gezinirken, "Doğan?" dedim.

 

"Efendim."

 

"Bana türkü söyler misin?" dedim masumca bir istekle. Doğan güldü.

 

"Meraklı, küçük bir kız çocuğusun. Şu haline bak, göğsüme yaslıyken kayboldun neredeyse. Benim gibi bir adamın şefkatine sığınmaya mecbur kalacak kadar acımasız davranmış hayat sana."

 

Kaşlarımı çattım görmeyeceğini bilsem de. "Sen iyi bir adamsın Doğan." dedim.

 

"Değilim. Ama senin için iyi bir adam olmak istiyorum Doğa."

 

"Hadi, şarkımı söyle. Kaçmaya çalışıyorsun farkındayım." Doğan güldü. Ben gözlerimi kapatıp beklemeye başlarken o boğazını temizleyip güzel sesiyle ziyafet sundu kulaklarıma.

 

"Sen bir aysın, ben kara gece.

Gel derim, gel derim, gel derim.

 

Bu can senin, sersebil ettim.

Al derim, al derim, al derim.

 

Sorsan bağım yaresini de.

Gül derim, gül derim, gül derim.

 

Şerbet diye zehir de versen, bal derim.

​​​​​​Şerbet diye zehir de versen, bal derim."

 

Sesi o kadar güzeldi ki... Günlerce şarkı söylese hiç konuşmaz onu dinlerdim.

 

"Ben bozkırım sen yağmursun,

Gel hadi, gel hadi, gel hadi.

 

Kuru dalım bana da çiçek,

Ol hadi, ol hadi, ol hadi.

 

Ben ağlayım, yeter ki sen gül.

Gül hadi, gül hadi, gül hadi.

 

Gitme sakın kal orda biraz kal derim.

Gitme sakın kal orda biraz kal derim."

​​​​​​

Saçları ellerimden bir an olsun ayrılmadı şarkı boyunca. Şarkısı bittiğinde bu kez de göğsünden duyulan kalbinin sesini dinledim. Gözlerim uykuya direnmekte güçlük çekiyordu.

 

"Uyudun mu?" dedi bir süre sonra.

 

Cıkladım. "Uyumadım. Uyuyup ayıp edemezdim bu güzel sese." dedim ancak sesim birazdan uyumak üzere olduğumu söylüyordu.

 

Güldü. "Sevdin mi?" diye sordu.

 

"Sevdim." dedim esneyerek.

 

"Ben de sevdim Doğa. Hem de çok sevdim." ne demek istediğini sormak istedim. Ama elleri öyle bir şey yapıyordu ki bana gözlerimi açıkta tutmayı daha fazla dayanamadım.

 

"Teşekkür ederim Doğan." dedim mırıltıyla. "Yanımda olduğun için teşekkür ederim."

 

🪞

​​​​

Loading...
0%