Yeni Üyelik
16.
Bölüm

🪞16

@mefmera

 

Sabahın soğuk ayazı, birbirine sımsıkı sokulmuş ikilinin her uzvunu titretiyordu. Güneş tepelerin ardından ışıklarını yansıtmaya başladığı de genç adam kızın saçlarına vuran bu manzarayı izledi. Saatlerdir bir santim bile kımıldamamıştı yerinden. Kız uyusun istiyordu. Korkmadan, rahatsız olmadan...

 

 

Adamın gözüne bir nebze uyku girmemişti. Saat sabahın erken vakitlerini bulana dek düşündü. Bu kızı neden korumak istiyordu? O iyi biri sayılmazdı. Elinde onlarca insanın kanını taşıyordu. Kan lekesiyle kirlenmiş bu ellerin başkasına şefkat saçması mümkün olur muydu?

 

​​

 

Rüzgar adamın bedenini bir kez daha titrettiğinde kızın hasta olmasından korktu. Hoş, kendi üzerine örttüğü battaniyeyi de kızın üstüne örtmüştü. Yine de gönlü razı gelmeyince kızı nazikçe kucağına aldı. Uyanmamasını umuyordu. Belki de kızın vereceği tepki korkutuyordu onu. Şaşırdı Doğan. İlk kez, hayatında ilk kez yapacağı eylemlerden önce birini düşünüyordu.

 

 

Neyse ki kız uyanmadı. Doğan kızı yatağına yatırıp üzerini örttü. Odasındaki küçük şömineyi yaktı, sessiz adımlarla odadan çıktı. Ev ahalisi çoktan mutfağa üşüşmüşlerdi. Doğan'ın içeri girdiklerini gördüklerinde toparlandılar. Doğan kendisine bir sandalye çekerek oturdu ve Ceylan'ın uzattığı kahve kupasını önüne çekti.

 

 

"Doğa'yı uyandırmayacak mıyız?" diye sordu kardeşi, kahvaltı masasını hazırlarken.

 

 

"Bırakın uyusun." dedi Doğan. "Sabaha kadar kuş gibi titredi durdu." dedi bir sigara yakarken.

 

 

Soner'den bir gülüş duyuldu. "Kuş gibi titreyen kız mıydı yoksa senin yüreğin mi abi?" diye sordu.

 

 

Doğan kaşlarını çattı. "Dünden beri zevzeklik yapıp duruyorsun. Yeterince doldurdun sabır sınırımı Soner." dediğinde Soner ağzına yalancı bir fermuar çekti. "Size sıcak aile tablosu çizin dedim, bokunu çıkardınız. Yok abim sarma sever, yok benim elimden yemez." diye devam etti.

 

 

Soner Doğan'ın uyarısını görmezden geldi. "Yalan mı konuşuyoruz da kızıyorsun? 10 yıldır tanıyoruz birbirimizi. Ne zaman birini bu kadar önemsedin? Ne zaman sabahlara kadar başında nöbet tuttun birinin?"

 

 

"Olayımız bu değil mi zaten? Masum insanların kanına girilmesin diye biz bulamadık mı ellerimizi kana?" dedi Doğan.

 

 

"Bu aynı şey değil abi. Kime gösterdik yüzümüzü, kiminle tanıştık? Hangi birini evimize aldık? Uzaktan uzağa hallettik her şeyi. Kendini kandır da beni kandıramazsın." diye ısrar etti Soner.

 

 

"Soner, bu kızın bunlara ayıracak zamanı yok. Çok yaralı. Üstelik ben, onun kaçtığı insanlar kadar da berbat bir adamım. O yüzden unut, bana söylediğin her şeyi unut." dedi Doğan.

 

 

"Biraz sessiz konuşun. Uyanacak şimdi." diye uyardı Melike.

 

 

Kahvaltı sofrası kuruldu ancak Soner hariç diğerlerinin pek de iştahı yoktu. Soner hep böyle biriydi. Hiçbir şeyi umursamaz, durum ne olursa olsun hep keyfini düşünürdü. Aileye 10 yıl önce katılmıştı. Askerde Doğan'la tanışmış, sonra Doğan'ın gerçek yüzünü görmüştü.

 

 

Ceylan, Melike, Serap ve Ertan zaten bu hayatın içine doğmuşlardı. Amaçları iyi olsa da uyguladıkları yol kendilerince kötüydü. Ancak düşününce bu amaç, başka yollarla gerçekleştirelemezdi.

 

 

Ertan, kahvaltı sofrası kalktığında ortaya bir telefon bıraktı. Ekranda bir resim gözüküyordu. "Yurt dışından yapılan son 10 sevkiyatını durdurduğumuz adam bu." dedi Ertan.

 

 

"Bu evde bunları konuşmayacağız." diye kestirip attı Doğan.

 

 

"Abi zaten birkaç haftadır boşluyorsun her şeyi. Ulaşılamaz oluyorsun, senden habersiz iş yapamıyoruz." dedi Serap.

 

 

"Vekaleti biriniz alın o halde. Şu an önceliğim Doğa. Pansiyonun güvenlik kayıtlarından bir şey çıktıysa söyleyin, yoksa konuyu kapatıyorum." dedi Doğan.

 

 

"Pansiyona güvenlik kamerası takmamışlar ki. Zaten alelade bir yermiş. Doğa'nın peşindeki herif onu bu kadar geç bulduğuna göre öyle abartmaya değecek bir şey değil." dedi Ceylan.

 

 

"Doğa ile ilgili her şeyi abartırım. Beni yanlış anladınız heralde, ben sizden akıl istemiyorum." dedi Doğan sertçe. Onlara genelde sert davranmazdı. Liderleri olduğunu hissettirmezdi bile. Ancak şimdi durum farklıydı. Doğa'ya bir söz vermişti ve bunu en kısa sürede çözecekti.

 

 

Ceylan'ın yüzünün düştüğünü fark etti Doğan. Derin bir nefes aldı. Her ne olursa olsun, o kardeşinin üzülmesine kıyamayacak kadar merhametli bir adamdı. "Bak güzelim." dedi sakince. Ceylan, annesinden aldığı mavi gözlerini abisine çevirdi. "Doğa'yı daha fazla yanımda tutamam. Birisi onun farkına varırsa, ona zarar vermeye çalışırlar. Zaten yeterince şey yaşamış bir kız. Ona daha fazla zarar veren olamam." diye devam etti Doğan.

 

 

"Peki ne yapalım istiyorsun? Hepimiz buradayken detaylı araştırma yapmaya kim gidecek? Sen böyle işleri ayakçılarına hallettirmezsin." dedi Ertan.

 

 

"Melike'yi de al şehre in. Zaten markete gitmeniz gerekiyordu. O işi de bir soruşturun. Karşı kafenin güvenlik kameralarına bakın. Hiçbir şey bulamıyorsanız alın şu telefonu. Doğa dün annesini aramıştı. Annesinin eşini araştırın. Ordan çıkar Enes denen herif. Ama mesele Enes meselesi değil. Ben bana Enes'in kim için çalıştığını bulmanızı istiyorum." diye telefonunu uzattı Doğan.

 

 

"Doğa'ya ne zaman söyleyeceksin?" diyen Ceylan oldu.

 

 

"Neyi söyleyeceğim Doğa'ya abim?"

 

 

"Aslında kim olduğumuzu." diye cevap verdi Serap.

 

 

"Unutun bunu. Doğa'nın bundan asla haberi olmayacak. En azından ben onun başındaki belayı def edene, onu annesiyle birlikte güvenli bir yere yerleştirene kadar." dedi Doğan net bir sesle. "Annesi demişken, kadının evinin önüne birilerini yerleştirin. Doğa annesine bir zarar gelmesinden korkuyor, göz kulak olsunlar." diye devam etti.

 

 

"Oldu o zaman, biz çıkalım hadi." Ertan Melike'yi dürterek ayaklandı. Birlikte evden çıktılar. Onlar yol boyu Doğa ile Doğan'dan bahsederlerken, Doğan kendini tutamamış ve kızın odasına çıkmıştı.

 

 

Sessiz adımlarla kızın yatağına doğru ilerledi Doğan. Kızın bebekler gibi uyuyan güzel yüzünü izledi uzun uzun. Ona dokunmak istedi, saçlarını yüzünden çekmek. Ancak yapamazdı. Kirli elleriyle onun o saf yüzünü kirletemezdi. Onunla ne yapacağını düşündü bir süre Doğan. Gitmesini istemiyordu. Nedenini bilmiyordu ama istemiyordu. Onu tehlikenin göbeğine atmak pahasına yanında da tutamazdı. Düşünceleri bir çığ misali büyüye büyüye ilerliyordu kafasının içinde. Bazen diyordu, Doğa'yı karşıma alayım ve her şeyi anlatayım. Ona yalan söylemekten nefret ediyordu. Ama biliyordu ki eğer söylerse kız ondan köşe bucak uzak duracaktı. Doğan, bunu göze alamazdı.

 

 

Doğan farkında olmadan kıza çok yaklaşmıştı. Eli, kızın saçları üzerinde durdu ancak dokunmadı. Kim bilir ne şanslıydı onun sevgisine layık olacak kişi. Sonra bu düşünce Doğan'ı korkuttu. Onu başkasının sevecek olma düşüncesinden nefret etti. Buna hakkı olmadığını biliyordu. Ama bu masum, bu güzel yüze yenik düşmemek imkansızdı. Doğan'ın yüzünü bir gülümseme kapladı. Eli bir tüy kadar hafifçe kızın saçlarını buldu.

 

 

Bunun olmasını beklemiyordu Doğan. Kızın güzel, kahve gözlerini açıp "Ne yapıyorsun?" demesini beklemiyordu. Dumura uğramıştı. Ne söyleyeceğini bilemez halde öylece kalakalmıştı. Kızın göğsü kilometrelerce koşmuş gibi hızla inip kalkarken, Doğan kendine küfretti. Kızı korkutmak istememişti. Ona bakıp odadan çıkacaktı ancak her şey için çok geçti.

🪞

 

Doğa'dan..

 

Farkındaydım. Odama giren ayak seslerinin farkındaydım. Kim olduğunu biliyordum şayet bu kokuyu onlarca insanın arasından bile tanırdım. Gözlerimi açmakla açmamak arasında kaldım, bekledim. Ne yapmak istediğini bilmiyordum, görecektim.

 

 

Sırtım yattığı yumuşak yatağın farkındaydı. En son balkonda uyuyakalmıştım. Beni yatağıma taşımış olmalıydı. Adım sesleri yaklaştı, yaklaştı... Sıcak nefesinin yüzüme vurduğunun farkındaydım. Korkmam gerekirdi ancak yapamıyordum. İçimde bir şey Doğan'ın bana asla zarar vermeyeceğini biliyordu. Güven demişti bunun adına Doğan. Yapmamam gerektiğini bildiğim halde Doğan'a güveniyordum.

 

 

Elleri saçlarıma dokundu. Öylesine hafif bir dokunuştu ki eğer uyuyor oslaydım hissetmeyecektim. Peki böyle minik bir dokunuş insanın içini titretebilir miydi?

 

 

İçimi delip geçen bu hisse karşı koyamadım, gözlerimi açtım. "Ne yapıyorsun?" dedim bir fısıltı halinde. Doğan şaşkın bir halde kalakaldı. Ellerini saçımdan adeta ışık hızıyla çekti.

 

 

"Ben, uyuyor musun diye kontrol etmeye gelmiştim." dedi. Sesi şaşkınlığının zerresini yansıtmıyordu.

 

 

"Saçlarımdan mı kontrol ediyordun uyuduğumu?" dedim alayla. İşte yine oluyordu. Onu gördüğüm gibi içimi bir neşe kaplıyordu.

 

 

Doğan kaşlarını çattı. "Yüzüne gelmişti saçların. Onu çekiyordum kenara rahatsız olma diye." dedi.

 

 

Gülümsedim. Hala yattığımın farkında, utanarak ayağa kalktım. Şimdi yatakta oturur pozisyondaydım. "Yalan söylüyorsun." dedim gülümseyerek. "Demek ki sen de yalan söylüyormuşsun. Bana yalan söyleme diye onca nutuk çekince ben seni bu konuda hassassın sanıyordum." dedim.

 

​​​​​​

 

"Ne alakası var, yalan söylemiyorum." dedi ancak gözlerini kaçırıyordu.

 

 

"Uyumuyordum ki Doğan." dedim kıkırdayarak. "Saçımın yüzümde olmadığını biliyorum yani." sonra ayağa kalktım. Aynanın önüne geçip saçlarımı tepeden bir at kuyruğu yaptım. Çantamdan giyecek yeni kıyafetler çıkardım. Doğan hala beni izliyordu.

 

 

"Numara yapıyordun yani bana?" dedi düz bir sesle.

 

 

Gülümseyerek yanına yaklaştım. "Kızma. Seninle uğraşmayı seviyorum. Hem merak etme bu aramızda bir sır kalacak." dedim muzurca.

 

 

"Neymiş sır kalacak olan?" dedi gerçek bir merakla.

 

 

Kıkırdadım. "Ben uyurken gizli gizli beni izlemeye geldiğini içeridekilere söylemeyeceğim. Özellikle de Soner'e" dedim.

 

 

"Keyfin yerinde bakıyorum." dedi gülümseyerek. Konuyu değiştirmeye çalıştığının farkındaydım. Üzerine gitmeyecektim. Her ne kadar çabalarken çok tatlı gözükse de...

 

 

"Yerinde tabi. Sevgili bodyguardım sabaha kadar kollarında uyuttu beni." aramızdaki uçurum kadar boy farkı beni başımı kaldırarak konuşmaya zorluyordu.

 

 

"Neyin neyin?" dedi kaşlarını hafifçe çatarak. Ancak yüzü gülüyordu.

 

 

"Bodyguardım." dedim gülümseyerek.

 

 

Cıkladı. "Ondan öncesini soruyorum." dedi.

 

 

"Benim ocakta yemeğim var, ona bakıp geliyorum." dedim gülerek.

 

 

Gitmek üzereyken nazikçe kolumdan tutup kendisine çevirdi. Aramızda neredeyse mesafe kalmayacak şekilde karşı karşıya durduk. "Söylesene. Bir daha duymak istiyorum." dedi.

 

 

Teninin sıcaklığını neredeyse hisseder haldeydim. Bu yakınlık benim başımı döndürüyordu. "Sevgili." dedim emrine itaat ederek. Doğan iç çekti. Gülümsedim. Tam şu an flört eden iki sevgili gibiydik.

 

 

"Doğan." dedim sonra. "Sen çok iyi bir adamsın. Teşekkür etmeme kızıyorsun biliyorum. Ama teşekkür etmekten başka bir şey gelmiyor elimden. İyi ki varsın." diye devam ettim.

 

​​​​​​

 

"Asıl sen iyi ki varsın Doğa." dedi garip bir sesle. Gözlerime bakışları öylesine derindi ki. Gözleriyle bir şeyler anlatmak istiyordu sanki bana. Bu bakışların altında kendimi garip hissettim.

 

 

"Kahvaltı yaptın mı?" dedim alakasız bir anda.

 

 

"Kızlar bir şeyler hazırladı ama yemedim." dedi.

 

 

"Niye?" dedim merakla.

 

 

"Sensiz boğazımdan geçmedi." dediğinde gülümsedim.

 

 

"O zaman ben sana bir teşekkür kahvaltısı hazırlayım, ister misin?" dedim.

 

 

"Senden gelen her şey kabulüm Doğa." dediğinde gülümsedim. Öküzdü ama romantik olmaya çalışıyordu.

 

 

"O zaman üstümü giyineyim de geleyim." dedim çıkmasını bekleyerek. Başını sallayarak dışarı çıktığında üzerimi değiştirdim. Banyoya girip kendime çekidüzen verdikten sonra aşağı indim. Soner, Ceylan ve Serap salonda oturuyordu. Doğan'ı ve diğerlerini göremedim.

 

 

"Günaydın." dedim içeri girerken. Nerdeyse kuş gibi cıvıldıyordum.

 

 

"Günaydın. Enerjiksin bu sabah." diyen Ceylan gülümsüyordu.

 

 

"Enerjik olur tabi. Abin sabaha karşı türkü söylüyordu Doğa'ya." konuşan Soner'di. Ceylan uyaran bakışlarını Soner'in üstüne çevirdi.

 

 

"Soner." dedim muzurca. Kaşlarını kaldırdı. "Sen Doğan'ı benden kıskanıyor olabilir misin?" dediğimde Soner kahkaha attı.

 

 

"İşte bu ya. Kasıntı kasıntı oturuyorsunuz, bana kızıyorsunuz bir de. Bak yengemin hiç umrunda değil söylediklerim." kıkırdadım. Komik adamdı Soner.

 

 

"Bakma sen onlara. Olduğun gibi davranamayacaksan insan olmanın ne önemi var?" dedim. "Diğerleri nerede?" diye ekledim.

 

 

"Abimi soruyorsan sigara içmeye çıktı balkona." dedi Ceylan.

 

 

"Abini gördüm zaten sabah. Melike'yle Ertan'ı soruyorum."

 

 

"Ha onlar markete gitti. Var mı istediğin bir şey aldıralım." dedi Serap.

 

 

"Var aslında." dedim biraz utanarak. "Ama dalga geçmek yok." diye ekledim. Bu uyarım Soner'eydi ve kendisi de gayet anlamıştı. Ağzına yalancı bir fermuar çektiğinde konuştum. "Yaprak sarması için yaprak alabilirler mi bulurlarsa?" dediğimde Soner'den bir 'oo' nidası duyuldu.

 

 

Ceylan kıkırdadı. "Söylerim. Galiba gerçekten yengem oluyorsun." dedi. Doğan'ın öksürük sesi duyulduğunda bakışlarımızı kapıya çevirdik. Kaşlarını kaldırarak başını salladı Ceylan'a.

 

 

"Gel hadi gel. Kırmızı görmüş boğa gibi dolaşıyorsun sürekli ortada. Kahvaltı yapalım." dedim Doğan'ın koluna girerek. Sonra arkama döndüm. "Kahvaltı hazırlayacağım. Yiyen var mı?" Soner elini kaldırdı.

 

 

"Sen zıkkım ye lan. Sadece bana özel bir kahvaltı o." diyen Doğan'a gülerek baktım. Birlikte mutfağa geçtiğimizde arkadan Soner'in kahkahası geliyordu.

 

 

"Ne istiyorsun şu adamdan?" dedim kıkırdayarak. Bir yandan da dolabı karıştırıyordum.

 

 

​​​​​​"Zevzeklik yapıyor. Canını sıkmasını istemiyorum." dedi Doğan.

 

 

"Önemli değil. Hem ben çok eğleniyorum burada. Rahat ol Doğan, senin arkadaşların benim de arkadaşlarım." dedim malzemeleri çıkarırken. Sonra durdum. "Yani, olabilir değil mi?" diye sorma ihtiyacı hissettim.

 

 

"Doğa. Benim her şeyim senin olsun. Seni yeter ki böyle gülerken görebileyim." utandım. Yüzümdeki gülümseme Doğan'ın yanındayken oraya yapışmış gibi hiç gitmiyordu.

 

 

"Menemen sever misin?" dedim dolapta sadece menemen için malzeme vardı.

 

 

"Bayılırım." dediğinde hazırlamaya başladım. Doğan bana yardım etmek istedi. Başta kabul ettim. Ancak domateslerin bu işkenceye maruz kalması beni üzdüğünde Doğan'ı gerisin geri yerine oturttum.

 

 

"Kusura bakma. Ben pek anlamıyorum bu işlerden." dedi Doğan yerine otururken.

 

 

"Onu fark ettim." dedim gülerek. Çatık kaşlarıyla bana baktığında bir kahkaha attım. "Ya kıyamam sana. Şaka yapıyorum." pişen menemeni çayla birlikte masaya koydum. Dolapta bulduğum kahvaltılıkları da yerleştirdim.

 

 

​​​​​Doğan menemene ekmek bandı. Gözlerimi bir saniye bile ayırmadan tepkisini izledim. Çiğnedi, gözlerini kapattı, bir iç çekti. "Eline sağlık. Hayatımda yediğim en güzel yemek." dedi.

 

 

Kendim için de bir lokma aldım. "Yalancı, tuzu yok." dedim menemene tuz atarken.

 

 

"O zaman ben artık tüm yemekleri tuzsuz seviyorum Doğa." dedi gülümseyen yüzüyle. Utanarak yemeğimi yemeye devam ettim.

 

 

Bir ara mutfağa Soner girdi. "Lan vallahi çok güzel koktu. Bir çatal alayım." diye sandalyeye oturduğunda gülüp ona çay doldurdum.

 

 

"Bana özel demedim mi sana?" diyen Doğan'ın ciddiyetine kahkahalarla gülmek istedim.

 

 

"Ben sana yine yaparım. Bırak yesin yazık, canı çekmiş." dedim gülmemeye çalışarak.

 

 

"Aslansın yengem." diyen Soner menemene yumuldu.

 

 

"Hayvan herif, önünden ye." çocuk gibi didişmelerini izlemek çok keyifliydi. Onları iştahla yerken gördüğümde bile doyabilirdim.

 

 

"Eline sağlık yenge, çok güzel olmuş." diyen Soner tavayı sıyırıyordu.

 

 

"Afiyet olsun." dedim gülümseyerek.

 

 

"Bu kız senin yengen değil dingil. Sordun mu hiç rahatsız oluyor musun diye?" dedi Doğan. Soner bana baktığında omzumu silktim.

 

 

"Belki Doğan'ın aklında senin için başka bir yenge vardır Soner." dedim neden üzüldüğümü bilmeden.

 

 

"Yok öyle bir şey Doğa." dedi Doğan bana bakarak.

 

 

"Olabilir niye olmasın. Sonuçta bana yardım etmek için getirdin beni buraya. Aramızda bir şey olma ihtimali hoşuna gitmiyor olabilir." dedim. Peki ben neden bu ihtimal için deliriyordum?

 

 

"Güzelim." dedi Doğan iç çekerek. Soner birazdan fırça yiyeceğinin farkında, masadan uzaklaştı. "Öyle söyleme bana. Ben senin güzelin değilim." dedim. Utanmasam ağlayacaktım.

 

 

"Güzelsin ama. Keşke benim güzelim olsan." dedi Doğan gözlerimin içine işleyen bakışlarıyla.

 

 

"Ne demek yani bu?" dedim merakla. Biraz heyecanlıydım da.

 

 

"Ah Doğa ah. Sana söylemek istediğim o kadar çok şey var ki. Sen şimdi burada bu kadar mutluyken, söyleyeceğim her şey anın içine sıçacak. O yüzden susuyorum. Ben sussam, sen yine de anlamaz mısın söylemek istediklerimi?" anlamazdım. Ben aşktan da sevgiden de anlamazdım. Şu yaşıma kadar hiçbir birliktelik yaşamamıştım ki. Etrafıma bakamamıştım bile. Ama şimdi Doğan vardı, görüyordum. Gözlerimin içine bakışını görüyordum. Çok şey anlatmak istiyordu biliyordum. Bir şeylerden çekiniyordu ama çözemiyordum onu neyin korkuttuğunu.

 

​​​​​​

 

​​​​​​"Anlamıyorum Doğan. Hissettiklerini benimle paylaşmak zor mu senin için?" diyebildim sadece.

 

 

"Zor. Senin için hissettiklerimi sana anlatmak çok zor." dedi. Bana karşı bir şeyler hissettiğinin bir itirafıydı bu.

 

 

"Nedir sana engel olan?" dediğimde iç çekti.

 

 

"Beni tanımıyorsun ki sen. Nasıl bir adam olduğumu bilmiyorsun. Bilsen benden koşarak uzaklaşacağını biliyorum. Buna hazır değilim Doğa. Benden uzak durmana hazır değilim." Onu neyin korkuttuğunu bilmiyordum ama bana bu da yeterdi. Bir nevi itiraftı değil mi?

 

 

"Beni engelleyen bir şey yok ama." dedim sakince. Bir kaşını kaldırarak bana baktığında konuşmaya devam ettim. "Senden hoşlanıyorum Doğan. Bu yüzden bana yenge demelerine kızmıyorum. Bu ihtimal hoşuma gidiyor. Ben bu hislerin yabancısıyım. Yıllar önceki halime bir dağ evinde bir adamla kalıp ona kahvaltı hazırlayacaksın desem bana kahkahalarla gülerdi. Ama yapıyorum işte. Burdayım, seninleyim. Gece saçlarımı okşayarak uyutuyorsun beni. Kucağında yatağa taşıyorsun. Sabah odama girip beni izliyorsun. Bunlar benim hayal ürünüm değil." dedim tek nefeste.

 

 

"Hiç bilmediğin hislerin hoşlantı olduğunu nereden biliyorsun peki? Ya bu bana içten içe duyduğun bir minnetse."

 

 

Güldüm, alaycı bir gülüştü bu. "En azından benim hissettiklerimi söyleyecek kadar cesaretim var Doğan. Lakin eğer bunun sadece bir minnet olmasını istiyorsan öyle düşünebilirsin. Ben kalbimin bana ne anlattığını biliyorum. Senin yanında bu kadar huzurlu, bu kadar mutlu olmamın başka bir açıklamasını bulabiliyor musun?" cevap vermedi.

 

 

Ayağa kalktım. "Sorun değil. Ben senden bir karşılık beklemeden söyledim bunu. Benden uzak durmak istersen, durabilirsin." incinmiştim evet. Ama geçerdi değil mi? Ben onca şeyi tek başıma üstlenmiştim. Bunu da aşardım değil mi?

 

 

"Yanlış anlıyorsun güzelim, yapma bunu bana." Doğan yerinden kalkarak karşıma geçti. "Sen narin bir çiçeksin, ben yapraklarını koparacak fırtına. Ne çok isterdim şu söylediklerinden sonra seni bağrıma basmayı. Ben düz bir adamım Doğa. Ağzım öyle süslü cümleler kuramaz. Ben seni gördüğüm ilk anda vuruldum sana. Sen benim yaralı ceylanımsın. Seni daha fazla kanatacağımı bildiğimden bunu sana hiç söylemedim."

 

 

"Doğan anlamıyorum seni. Sadece ben kötü bir adamım deyip duruyorsun. Ya anlat derdin neyse ya da unut gitsin."

 

 

"Keşke anlatabilsem. Zamanı değil. Şimdi burada olmak zorundasın. Ama sana söz veriyorum. Her şey bittiğinde, senin güvende olduğuna emin olduğumda anlatacağım sana kim olduğumu. Ama şimdi değil güzelim. Ne olursun anla beni."

 

 

"Anlamıyorum Doğan, üzgünüm. Ben sana kimseye anlatmadığım sırlarımı anlatacak kadar güvendim. Sen güvenmiyorsan elimden bir şey gelmez." dedim sakince. Gözlerim dolmuştu ama karşısında ağlamayacaktım.

 

 

"Yapma." dedi parmakları yanaklarımı bulurken. "Bu güzel gözlerinden akan bir damla yaşın sebebi olursam ölürüm."

 

 

"Bu kadar güzel konuşup, yaralarıma bu şefkatli ellerinle dokunduktan sonra bana zamanı değil diyemezsin Doğan. Ya bundan vazgeç ya da bana bir daha dokunma." elleri ateşe değmiş gibi yüzümden uzaklaştığında alayla güldüm. Gözlerimden akan bir damla yaşı elimin tersiyle sildim.

 

​​​​​​

 

Bana yaklaşmak istedi, bir adım geri çekildim. "Hayır. Gereken cevabı az önce verdin bana." önümde bir duvar gibi duruyordu. "İzin verirsen odaya gideceğim." dedim sadece. Önümden çekildi. Beni durdurmasını bunların tamamen bir saçmalık olduğunu söylemesini istedim. Bana sarılmasını ve benden daha önemli bir şey olmadığını. Ama yapmadı. O halde karşısında daha fazla küçük düşmeyecektim. Yanından bir ok gibi hızla geçip giderken Ceylan'ın arkamdan seslenişini umursamadım. Soluğu odamda, yatağımda aldım. Battaniyeyi üzerime çekerken bu odanın Doğan'ın olduğu, battaniyenin üzerindeki kokunun bile ona ait olduğu gerçeği yüzüme çarptı. İşte bu kadar muhtaçtım. Ondan kaçıp gitmek istesem bile soluğu hep onun yanında alıyordum.

 

 

Az önce reddedilmiştim. Sebeplerin bir önemi yoktu. Bunu adı reddedilmekten başka bir şey değildi.

 

🪞

 

Ne ara uyuduğumu bilmediğim yatak bana cehennem gibi sıcak hissettirdiğinde, üzerime tamamen örttüğüm battaniyenin altından çıktım. Hava tamamen kararmıştı. Susuzluğum inadımın önüne geçtiğinde aşağı inmeye karar verdim. Doğan'ı deli gibi görmek istesem de ondan sonuna kadar kaçacaktım. Ta ki o bana açılacak cesareti gösterene kadar.

 

 

Ev sessizliğe bürünmüştü. İçeriden yansıyan şöminenin ateşi dışında hiç ışık yoktu. Salondan içeri başımı uzattım. Soner oturmuş sigara içiyordu. Beni gördüğünde sigarasını söndürmek istedi ama elimi salladım. "Herkes uyudu mu?" dedim.

 

"Uyudular. Ben de Doğan'ı bekliyorum." dedi. Anlaşılan evde yoktu. Soner'in karşısındaki koltuğa oturup bana masanın üzerinden göz kırpan sigara paketine uzandım.

 

"Nereye gitti?" dedim merakla.

 

"Bilmiyorum inan, söylemedi. Çok sinirliydi sadece, çıktı gitti." bir dal sigara yakarken başımı salladım.

 

"Aramadın mı?"

 

"Telefonunu açmıyor." dedi.

 

"Saat kaç?" diye sordum.

 

"21.00." dedi sadece. Bana kızgın mıydı?

 

"Benim yüzümden gittiğini düşünüyorsun." dedim. Bu bir tahmin değildi, bundan emindim.

 

"Senin yüzünden demeyelim ama aranızda bir şeyler geçtiği için gittiğinin farkındayım. Kavga mı ettiniz?" Omzumu silktim.

 

"Birbirimizle hangi vasıfla kavga edeceğiz ki Soner? Aramızda bir şey olduğunu mu düşünüyorsun?"

​​​​​

"Sana boşuna mı yenge diyorum kız ben?" dedi mesafesini biraz kırarak. Bunda, şöminenin ateşinde belli olan gözyaşlarımın etkisi olduğunun farkındaydım.

​​​​

​​​​​"Bu gidişle yengen olamayacağım. Anladığım kadarıyla Doğan beni istemiyor." dedim gülmeye çalışarak.

 

Kaşları çatıldı. "Sana böyle mi söyledi?" dedi.

 

"Hayır. Bu şekilde söylemedi. Sadece zamanı olmadığını söyledi. Üstelik ben ona hislerimi açmışken."

 

"Sen benim yengemsin. Bunu Doğan seni buraya getireceğini söylediği ilk andan beri biliyoruz hepimiz."

 

"O nasıl oluyor?" dedim merakla.

 

"Bak Doğa." dedi ki bu bana ismimle hitap ettiği ilk andı. "Onun adına konuşmak bana düşmez ama biliyorum ki o herif her şeyin içine sıçmaya meyilli. Çünkü bu işlerden anlamaz. Ben onu 10 yıldır tanıyorum. Daha bir gün, yanında bizim kızlardan başkasını görmedim."

 

"Bu neyi gösterir ki? Doğan bana kör kütük aşık bile olsa bu sabah elimden tutmak yerine gitmeyi tercih etti. Onu anlayabiliyorum. Belki de başımdaki bela korkutuyordur onu. Kimse kimse için kurşunların önüne atlamak istemez." Soner bu söylediklerime bir kahkahayla cevap verdi.

 

"Doğan mı korkuyordur? Yenge, Doğan bu hayatta tanıyabileceğin en cesur insan. Bir korkusu varsa şayet o da seni incitmektir. Yapmayın böyle. Zaman verin birbirinize. Her şey yoluna girecekse biraz beklemeye değmez mi?"

 

İçimi çektim. "Doğan benim için bu hayattaki her şeye değer. Biliyor musun bunca zaman başıma gelenler için hep isyan etmiştim Allah'a. Neden benim başıma geldi bunlar diye. Ama şimdi şükrediyorum. Çünkü bunları yaşamamış olsaydım asla Doğan'la karşılaşamayacaktım."

 

"Seviyorsun sen bu herifi he." dedi muzurca gülümseyerek.

 

Gülümsedim. "Seviyorum galiba. Sevmek böyle bir şeyse, seviyorum evet." dedim. "Hadi sen git yat. Ben beklerim Doğan'ı."

 

"Gelmezse ya." dedi.

 

"Gelir. Onsuz uyuyamayacağımı bilir." Soner başını salladı. Ben soluğu mutfakta aldım. Kendime buz gibi bir su doldururken Soner'in söylediklerini düşünüyordum. Sonra gözüm tezgahın üzerindeki poşete kaydı. Gülümsedim. Gelirken yaprak almışlardı. Doğan'ı beklerken yapacak daha iyi bir işim yoktu. O yüzden ben de onu beklerken sarma sarmaya karar verdim.

🪞

Saat çoktan gece yarısını geçmişti. Düdüklüden yeni çıkardığım sarmaları bir tabağa koyup masaya yerleştirdim. Soner bir ara yanıma uğramış sigara paketini benim için bırakıp uyumaya gitmişti. Kaçıncıyı içtiğimi bilmiyordum. Normalde sigara içmezdim. Sadece canım çok sıkkın olduğunda bir iki tane yakardım ama bu aralar canımın sıkkınlığı geçmek bilmiyordu.

​​​​​​

Saatler ilerlemeye devam ederken artık Doğan'ın gelmeyeceğini düşünmeye başlamıştım. Tabaktaki sarmaları tencereye boşaltmak için ayaklandığımda bir anahtar sesi duyuldu. Kapı açıldı. Mutfağın ışığı kapalıydı. Doğan mutfağın önünden geçti, beni görmedi. Az önce kalktığım sandalyeye geri oturduğumda adımları gerisin geri mutfağı buldu. Mutfağın ışığını yaktı. Beni gördüğünde şaşırdı.

​​​​​​

​​​​​​"Doğa?" dedi şaşkınlığını sesine de yansıtarak. "Ne yapıyorsun?"

 

"Seni bekliyorum." dedim sadece.

​​​​​​

"Niye güzelim?" omzumu silktim.

 

"Özlemiş olamaz mıyım?" dedim. Sonra masadaki tabağı parmaklarımla biraz öne ittim. "Senin için sarma sardım."

 

"Ölürüm ben sana. Neden aramadın beni? Senin beni beklediğini bilseydim bu kadar geç gelmezdim."

 

"Açmamışsın telefonunu."

 

"Senin aradığını bilsem açmaz mıydım?" Doğan masaya oturdu. Önüne koyduğum çatala elini uzatıp bir tane sarma attı ağzına. Bense bakışlarımı ellerine kilitlemiştim.

 

"Bu ne? Nereden geliyorsun sen?" dedim telaşla. Ellerinin üzeri çatlamıştı. Kanayan yarasının kurumuş kan lekeleri duruyordu.

 

Sanki ellerinin ne halde olduğunu unutmuş gibi, çatalı elinden bırakıp ellerini masanın altına koydu. "Doğan, bana cevap verir misin? Kavga mı ettin?" dedim ama yüzünde dayak yediğine dair hiçbir işaret yoktu. Belli ki kavga etmiş ama vuran taraf o olmuştu.

 

"Doğa, sorma bana bir şey ne olur." Yerimden kalkarak Doğan'ın yanındaki sandalyeye oturdum. Masanın altına sakladığı ellerini ellerim arasına aldım.

 

"Acıyor mu?" dedim dokunmaya korkarak.

 

"Acımıyor güzelim. Yapma böyle kendimden nefret ettiriyorsun beni."

 

Kaşlarımı çatarak ona baktım. "Ne olduğunu söyler misin? Kiminle kavga ettin?"

 

"Doğa. Bu manzarayı görmek istemiyorum ben. Beni böyle leş bir halde görmeni istemiyorum." dedi. Sanki mahcup gibiydi.

 

"Bana hiçbir şey anlatmaman beni çok kızdırıyor. Hemen şimdi söylüyorsun. Ne oldu?"

 

"Enes'i buldum." dedi sıkıntılı bir nefes vererek.

 

"Ne?" dedim neredeyse çığlık atarak. "Eli silahlı bir adamın karşısına mı çıktın sen? Ya sana bir şey yapsaydı?"

 

"Yapamaz. Bundan sonra sana da hiçbir şey yapamaz."

 

"Ne demek bu? Ne yaptın ona Doğan?"

 

Kaşlarını çattı. "Endişelendin mi onun için?"

 

Alaycı bir ses döküldü dudaklarımdan. "Sen aptal mısın? Sence ben onun için mi endişeleniyorum burada?"

 

"Bir şey yapmadım Doğa. Onun sana yaptıklarının yanında iki yumruk yemiş benden çok değil. Üstünde yüklü miktarda malla yakalandı. Polise teslim etmeden önce seni ölesiye korkuttuğu için biraz hırpaladım." dedi. "Ne yaptığımı düşündün? Onu öldürdüğümü falan mı?"

 

Ters ters ona baktım. "Saçmalama."

 

"Ne oldu Doğa? Korkuttum mu seni?"

 

"Doğan ne olsun istiyorsun sen? Senden korkup kaçayım mı?" dedim sinirle.

 

"Benden korkma ama buna alış. Ben buyum Doğa. Bu beni ellerim kanlı göreceğin son sefer olmayacak. Buna rağmen beni sevebilecek misin?"

 

"Seveceğim ulan var mı? Sanane, sevemez miyim seni? Çok mu korktun seni seviyorum diye? Ben senden karşılık mı bekledim ya? Korkak herif. Kaçıp gitmeni gerektirecek bir şey yoktu ortada. Sana ben demedim ki sorunlarımı çöz, benim için Enes'i bul polise teslim et. Her şeyi sen yaptın. Saçımı okşadın, göz yaşlarımı sildin. Seni sevmekten başka seçenek bırakmadın bana. Seviyorum amına koyayım oldu mu? Sikeyim senin gizemli tavırlarını da." dedim neredeyse bağırarak.

 

Doğan kaşlarını çattı. "Sakin ol bir kızım. Ağzını bozma, yakışıyor mu sana?" güldüm alayla.

 

"Ben ne diyorum sen ne diyorsun? Bozacağım lan ağzımı. Durmadan küfür edeceğim sana ne yapacaksın? Sustursana hadi beni. Ya da bak şurada kapı var. Kalk git yine, kaç korkak gibi." dedim sinirle.

 

"Susturacağım Doğa. Öyle bir susturacağım ki seni bir daha o küfürbaz ağzını açmaya cesaret edemeyeceksin." kaşlarımı çattım yine.

 

"Ne yapacaksın ya ne yapacaksın?" dedim. Sinirden kafayı yemek üzereydim. Sonra küfür etmek için ağzımı açtım. Zira hak ettiği buydu. Ancak ağzımdan tek bir kelime dökülemedi. Dudaklarım Doğan'ın dudakları tarafından hapsedildi. Beni öyle bir öpüyordu ki anlatamadığı her şey dudaklarından dökülsün istiyor gibiydi. Umrumda değildi. Nasıl bir adam olduğuyla ilgilenmiyordum. Tehlikeli miydi? Ben kendimi bildim bileli tehlikeyle boğuşuyordum zaten.

 

Kollarımı Doğan'ın boynuna doladım. Öpüşüne karşılık verirken ellerim saçlarını buldu. Zamanı tam şu anda durdurmak istiyordum. Bu anın ötesine geçmek istemiyordum. Ondan olumsuz hiçbir şey duymak istemiyordum. Beni böyle sonsuza dek öpsün istiyordum.

 

Ancak bitti. Güzel olan her şey gibi dudakları da benden ayrıldığında dolu dolu olan gözlerimle ona baktım. "Bana bunu yaptırmayacaktın Doğa. Bundan sonra ben senden nasıl ayrılacağım?"

 

"Ayrılmanı isteyen mi var?" dedim fısıltıyla. Beni bir öpücükle dumura uğratmayı başarmıştı.

 

"Ah benim güzel meleğim. Her şeyden öylesine habersizsin ki. Senin için gidip o herifi öldürmek istedim. Ama yapmadım. Bunu öğrendiğinde benden nefret etmenden o kadar korktum ki onu polise teslim etmekle yetindim."

​​​​​​

​​​​​​"Doğan beni neden öptün?" dedim neredeyse ağlayacak bir sesle.

 

"Karşımda böyle güzel laflar ederken ne yapayım istiyordun? Ben senden kaçmadım ki Doğa. Ben bugün geçmişimi değiştirebilsem bir saniye bile tereddüt etmem her şeyi silerim senin için. Seni istemiyor muyum sanıyorsun sen? Senin için şu dünyadaki her şeyi karşıma alırım kızım. Sana layık olan adam ben değilim. Seni çıktığın karanlıktan daha beterine sürüklersem ben nasıl yaşarım o zaman? Yapamam Doğa. Ne olursun beni affet. Seni bu pisliğin içine sürükleyemem."

​​​​​​

"Yine mi reddediyorsun beni?" dedim bir çocuk gibi.

 

"Doğa kurban olurum sana ben. Seni alıp bağrıma basmak istiyorum kızım ben. Karşına çıkacak her pislikten korumak istiyorum seni. Reddetmek ne kelime yavrum ben senin için ölürüm. Anlamıyorsan senin anladığın dilde konuşayım. Seni seviyorum Doğa. Kalbime kazınan ilk kadınsın sen."

 

"Ne istiyorsun o zaman? Söyle bana, anlat derdini. Bundan sonra ne olacağını bilmek istiyorum." elleri saçlarımı buldu. Saçlarımı usul usul okşadı.

 

"Bu anın içine sıçmayacağım. Şimdi seni odana götürüp kollarımda bir bebek gibi uyutacağım. Sonra yarın seni annenin yanına götüreceğim. Gittiğimizde söz veriyorum sana her şeyi anlatacağım. Ondan sonrasına da sen karar vereceksin Doğa. Benimle olup olmak istemediğine sen karar vereceksin." sonra ağzımdan bir çığlık firar etti. Beni kucağına aldı hiç beklemediğim bir anda. Odaya gidip beni yatağın üzerine bıraktı. Kendisi de yanımda yerini aldığında kollarını açarak beni araya aldı.

 

"Delisin sen." dedim kahkaha atarak.

 

"Sana deliyim Doğa." dedi beni alnımdan öperek.

 

"Konuşmak zorundayız ama. Bana anlatman gerekiyor neler sakladığını." dudağıma minik bir öpücük kondurdu.

 

"Konuşmayacaksın. Bugün sadece uyuyacağız birlikte."

 

"Ama Doğan." dedim ancak devam etmemi engelleyen kısa bir öpücük kondu dudaklarıma.

 

"Ya Doğan." bir öpücük daha.

 

"Ya dursana." bir öpücük daha.

 

"Susacak mısın? İstersen susma, ben seni sabaha kadar öpmek isterim çünkü." kıkırdayarak başımı göğsüne sakladım.

 

"Sarmanı yemedin. Çok uğraşmıştım." dedim huzura boğulurken.

 

"Sabah kahvaltımı sarmayla yapacağım. Ayrıca bir tane yedim, annemin sarmalarından bile güzeldi." dediğinde güldüm.

 

"Yalancı." dedim. Dudaklarıma bir öpücük daha kondu.

 

​​​​​"Ya, işine gelmeyince öpecek misin böyle?" dedim gülerek.

 

"Öpemez miyim?" dedi sadece.

 

"Öpme desem öpmeyecek misin?" dedim merakla.

 

​​​​​"Öl desen ölürüm. Senin istemediğin hiçbir şey yapmam sana."

​​​​

"Öp o zaman bir daha." dedim muzurca. Dudaklarını benimkilerle buluşturduğunda dudaklarının üzerine gülümsedim. Doğan beni tıpkı söylediği gibi bir bebek misali uyuttu. Uykuya dalmadan önce, yarın hiç olmasın istedim. Bu mutluluk burada bitsin. Çünkü biliyordum ki yarın hicbie şey eskisi gibi olmayacaktı.

 

Uyumadan önce, son kez duydum sesini. "Seni seviyorum, benim hırçın güzel bebeğim."

Loading...
0%