Yeni Üyelik
2.
Bölüm

Giriş

@mekikelebegi

 

 

*Merhaba sevgili dostlarım. Bir ay önce yayınladığım tanıtımın ardından Giriş bölümü için buradayım. Kalbe Operasyon için bölümler şimdilik ayda bir şeklinde gelecek ve bu tarihler bölüm sonunda belirtilecektir. Yani her ayın 9’unda saat 21.00’da buradayım. Sizi bölümlerin ne zaman geleceğine dair bekletmek istemediğimi bilmenizi isterim. Bu yüzden planlı olmak tercihimdir. Bölümler arasındaki uzun zaman dilimini de kısaltmaya çalışacağım. Bu kitabın ilk yarısında olmasa bile ikinci yarısında olacaktır. Beni takip ederseniz çok mutlu olurum. Kitap wattpad'de de vardır. Erişebilenler oradan da okuyabilir. Artık güzel bir ortam oluşturduysanız ve hazırsanız başlayalım bakalım.

* Giriş bölümü için hoş geldiniz Kalbe Operasyon okurları. Yazarınız size keyifli okumalar diler. Ayrıca okuduğunuz tarih ve saati de yine buraya almak isterim. Çünkü ne zaman aramızda katıldınız, hangi saatinizi bizim için ayırdınız bunu bilmek benim için çok önemli. Lütfen oy ve yorumlarımızı eksik etmeyelim. Zaten satır aralarına chat özelliği de gelmiş. Yoksa sonra inanın salya sümük ağlayan bir ben görebilirsiniz. Çok duygusal bir yapım vardır, her şeye ağlayabilirim, belirteyim. Yukarıda da karakterlerimiz var. Ay canlarım benim, ne de yakıştılar ; )

*09.08.2024 - 21.00📌🪶

 

 

GİRİŞ

*Güneş yağmur yağmadıkça çıkaramazdı gökkuşağını. Tamamlanamazdı gökyüzü. Ve aşk, bir kalbe düşmedikçe sevda nedir bilmezdi kalp. Bizim gibilerin sevdası da vatan aşkı kalbe düşünce yanmaya başladı. Ya da hayal ettiği aşkı vatanda bulunca...*

 

Sertti, sağlamdı. Düşmana korku dosta güven verecek kadar vardı adımları. Gıcır gıcır temizlenmiş fayans zemine değince botları, boş koridorda her adımında ayrı bir kulak tırmalıyordu. Neyse ki eski bir gramofondan gelen Gülden Karaböcek’in o billur sesinde soğuruluyordu bu itici ses.

 

Uğur, üst üste sıralanmış dosyalarla birlikte merdivenleri çıkmaya başlamıştı. Attığı her adımda şarkının ritmi biraz daha salındı kulaklarında. İhsan Yarbay’ın odasının önünde durduğunda kendisine çeki düzen verdi, boğazını temizledi. Çakı gibi bir hal aldı vücudu, kapıyı fark edilesi bir tonda tıkladı. İçeriyi dinlemeye başladı. Yalnızca saniyeler sonra müzik sesinin arasından keskin bir “Gel." sesi işitti. Kapıyı araladı. Oldukça ufak, mütevazi odaya girdi. Sarı saçlarına ak düşmüş, keskin kahve gözlerini manzaraya dikmiş, tahminen ellili yaşlarına merdiven dayamış İhsan Yarbay teğmene çevirdi yüzünü.

 

“İstediğiniz dosyaları getirdim komutanım." dedi düz bir sesle Uğur Teğmen. Yarbay pencerenin önünden ayrıldı. Makamının arkasında bulunan dolaptan siyah bir dosya çıkardı, özene bezene masaya bıraktı. Koltuğuna yerleşti.

 

Hayati bir önem taşıyordu bu kara kaplı dosya onlar için. İhsan Yarbay, kritik bir görevi yürütmek amacıyla Ankara’dan özel olarak gönderilmişti Hakkari’ye. Uğur ise gece gündüz kucağında getirdiği bir yığın dosyayı ayarlamakla meşguldü. Zamanı gelmişti, Poyraz timi kuruluyordu. Sayyad denen şerefsizin de sonu yakındı artık.

“Söylediğim gibi şu an aktif görevde bulunmayan isimlerden seçtin değil mi Uğur?”

“Emrettiğiniz gibi komutanım, seçilen isimlerden hiçbiri şu an sahada değil.”

Memnuniyetle önüne döndü İhsan Yarbay. Dosyanın kalın kapağı aralanırken otoriter sesi mırıldandı. “Getir bakalım.” dedi. “Geriye en iyilerini en gözü kararlarını en cevvallerini bulmak kaldı. Biliyorsun, buradaki görevim yeni ve ağır. Kuracağımız tim bölgenin kaderini değiştirecek mahiyette, eksiksiz, donanımlı, alanında en iyisi diyebileceğimiz adamlardan oluşmalı.”

Uğur, “Biliyorum komutanım.” dedi. Kolları arasında üst üste sıralanmış dosyaları masanın üzerine yerleştirdi. Oturmadı. Üzerindeki mesuliyetin farkındaydı. İhsan Yarbay’a sunacağı isimler en başta onu yakardı. En gençlerinden başlamayı tercih etti sunumuna. Pembe kapaklı dosyalardan birini kavradı. Kalın dudaklarını ıslattı, bal rengi gözlerini çaprazındaki yarbaya dikti. Ufak bir girizgah yaptı. Laf arasında dosya Uğur Teğmen’den İhsan Yarbay’ın kalın parmaklarına ulaştı. Dış kapağı araladı, sert mizacı sayfanın üzerine tutturulmuş fotoğrafı süzdü. Kulağı Teğmen Uğurdaydı İhsan Yarbay’ın. Gönlünde ise Gülden Karaböcek’in Dünya Bile Gözümde Değil şarkısı hüküm sürüyordu.

“Uzman Çavuş Eren Aymaz komutanım. Karadenizli, klasik bir Anadolu çocuğu. Babası vefat etmiş, yaşlı bir anası var. Çağdaşlarına nazaran daha bilgili, kendisini geliştirmiş. Komutanlarımız durumundan memnun, ilerisini çok parlak görüyorlar. Size takdim edeceğim diğer isimlerin onun gelişimini olumu yönde etkileyeceğini, tecrübelerini aktararak usta bir asker olarak yetişmesini sağlayacaklarını düşünüyorum.”

İhsan Yarbay, önündeki Eren'e dikkat kesildi. Saçları adeta Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ten miras kalmış gibi ışıl ışıldı. Açık tonlardaki mavi gözlerinin çekiciliği ile kadraja girmişti ve çelimsiz bir bedene sahipti. Doğrusunu söylemek gerekirse çömez olarak nitelendirebileceği kadar vardı görüntüsü.

“Uğur.” dedi İhsan Yarbay. Biraz sorgulayıcı biraz da kararsızdı. “ Bu çocuk sana da fazla çaylak gelmiyor mu aslanım? Sanki böyle bir timde görev almak için yaşı küçük gibi. Ben ayağıma dolanan adam istemem, bilirsin. Sana en iyilerini bul dedim. Beni çoluk çocukla uğraştır demedim.”

“ Bu mu lan bulduğun adam!” diye yalancı bir sinirle çıkıştı. Parmağı önündeki fotoğrafı gösteriyordu.

Yeni çıkmaya başlayan sakallarının arasında bir çizgi belirdi, minik gamzesi aydınlandı Uğur’un. Komiğine gitmişti bu sözler. Eren ve çoluk çocuk kelimesi yan yana. Harbiden komikti. Askeriyenin en hızlı adamıydı Eren. Herkesin bir buçuk, iki saatte kat ettiği yolu ondan kısa sürede tamamlayan yoktu. Tazının insan vücuduna yansıması olsa, bu ancak ve ancak Eren olabilirdi.

“Siz öyle durduğuna bakmayın komutanım. Elinden neler geldiğine bizzat şahitlik ettim. Ben Eren’e kefilim. Yüzümüzü kara çıkarmayacaktır.” dedi Uğur.

“İyi.” dedi İhsan Yarbay. “Sen öyle diyorsan, bu adamın yaptığı bütün hataların cezasını da birlikte çekmeye hazır ol Uğur.” Eliyle masanın önünde duran küçük ebattaki mantar panoyu gösterdi. Gözleri hadi buyur der gibi baktı.

“Ekle bakalım.”

“Emredersiniz komutanım.” dedi Uğur yarım ağız gülüşünü bu aksi ihtiyarın karşısında saklamaya çalışarak. Kendisine uzatılan Eren’in fotoğrafını ufak mantar panonun en sonuna iğneledi. İhsan Yarbay Eren’in dosyasını inceledi, kenara bıraktı. Uğur'a sabitlendi kahveleri. İkinci dosya parmakları arasında yer edindi.

“ Astsubay Çavuş Batu Mercan.” diye söze girdi Uğur. “Kendisi Eren Bülbül’le de yakın komutanım. Gelişiminde büyük pay sahibi. Bu ikilinin yan yana çok iyi işler çıkaracağını tahmin ediyorum. Batu Sakaryalı. Yeni geldi sayılır, on numara askerdir. Ama asıl icraatı bombalarda, tekleme olmaksızın anında imha. Düzenek kurmada da çok iyidir. Tam sizin istediğiniz. Titiz , hızlı ve yanlışsız çalışır.”

İhsan Yarbay Batu'nun fotoğrafını uzattı. “Göreceğiz Teğmen.” dedi Uğur’a bakarak. Uğur ima dolu kelimeleri duymamış gibi genç adamın fotoğrafını panoya iğneledi. Alışmıştı, sataşmadan duramıyorlardı birbirlerine. Yeni bir dosya aldı. Askeriyede parmakla gösterilen , yürüyen başarı diye anılan bu adamı İhsan Yarbay’a sunmamak olmazdı. Boğazını temizledi. “ Piyade Astsubay Kıdemli Üstçavuş Öymen Seçir. Askeriyede bütün gözler onda komutanım. Adeta bir süper zeka, kafası inanılmaz çalışıyor. Kurt gibi adam diyorlar onun için. Sezgileri kuvvetli, acıması yok. Silahlarla arası çok iyi. Arkasını da iyi kollar. Daha şimdiden madalyaları dizdi komutanım.”

“Duydum namını. Zehir gibi çocuk diyorlar. Aferin Uğur, sen getirmesen ben isteyecektim bu çocuğu.”

Uğur Öymen'in fotoğrafını da diğer fotoğrafların yanına iğneledi. “Böyle bir adamın varlığını sizin önünüze getirmesem olmazdı komutanım. ”dedi. Eline başka bir dosyayı geçirdi, uzattı. İhsan Yarbay karşısındaki silueti tanıdı hemen. Demek buralara kadar yolu düşmüştü. Uğur’a fırsat vermeden kedisi girdi söze.

“Ateş Begemen. ”dedi. “Demek buralara kadar yükseldin.”

Çömez Ateş, Başçavuş olmuştu.

“Ateş Begemen'i tanıyor musunuz komutanım?”

İhsan Yarbay güldü hafifçe. “Tozunu alırdım, benim yanımda kavradı bu mesleği. Öğretmeni sayılırım. Görürsen beni işaret et. Ankara’dan hatırlarsın de. Bakalım öğrettiklerimin üstüne bir şeyler katabilmiş mi?”

“Emredersiniz komutanım. Ha bu arada Batu Ateş'in kardeşi komutanım. Belki haberdar değilsinizdir.”

İhsan Yarbay gerçekten de Ateş'in bir kardeşi olduğunu bilmiyordu. Kaşları havalandı. Koltuğunda dikleşti. Masanın üzerinde duran gözlüğünü taktı. Ateş’in fotoğrafına daha da dikkatini verirken iki kardeş arasında bir benzerlik yakalamayı denedi. Uğur’a sorusunu yöneltti. “Şu bomba imhacı dediğin genç çocuk değil mi?”

“Evet “dedi Uğur. “O.”

“Eee.” dedi İhsan Yarbay duyduklarının hoşnutluğuyla. “Ateş gibi adamın bomba gibi kardeşi olmalı. Desene alev alacak buralar.”

“Öyle komutanım.”

Uğur eline bir dosya daha aldı. Bu dosya garip bir hayat hikayesi olan Mehmet'e aitti. Dosya İhsan Yarbay’ın önünde beklemeye koyulurken Uğur Teğmen söze girdi. “Mehmet Saral. Sağlık lisesi mezunu. Marmara Üniversitesi Tıp fakültesi 3.sınıf öğrencisiyken okulu bırakmış.”

“Sebebi neymiş?”

“Askerlik daha cazip gelmiş komutanım. Ailesi ne demişse ikna edememiş. Şimdi burada. Azmine, bu mesleğe olan aşkına hayranım. Üç yıllık eğitimi ve sağlık bilgisi yerli yerinde. Eksiği yok fazlası var. Riskli bir bölge için biçilmiş kaftan. Allah o günleri göstermesin ama zor durumlarda çok hayat kurtarır bu adam.”

“Sen gül gibi mesleği bırak asker ol." dedi İhsan Yarbay kendi kendine. Şaşkındı ve garipsemişti durumu. Bazı hayallerin önü alınamazdı oysa ki. Her ne kadar toplumda Mehmet’in bu davranışını bir delilik, sapkınlık olarak görseler de onun için ana gibiydi bu diyar bu topraklar. Belki de altında, her santimine bir hayal sığdırmış olan evlatlar, özlemler, ayrılıklar, geride boğazına duran lokma gibi yutkunamadığı acılar vardı. Her ne kadar bu mesleği icra etmeyi seviyor olsa da gönül verdiği toprağa karşı anti sempatik bir duruşu vardı Mehmet’in. Onun fotoğrafı da diğer silah arkadaşlarının arasına kurulduğunda yeni bir dosya seçildi.

Bu kez gençlerin aksine olgun, otuzların ortalarında saçlarına hafif beyazlar serpilmiş, hayatın yüzüne hiç gülmediği, hatta deyim yerindeyse götüyle güldüğü bir adam duruyordu. “ Üsteğmen Kemal Uz. Bu dağları avucunun için gibi bilir komutanım. Sahaya hakim. Olgun, sanırsınız ki bir baba, bir öğretmen , bir usta. O olmazsa bu tim eksik kalır komutanım. Tecrübesiyle, ağır, oturaklı haliyle Poyraz timine katacağı çok fazla değer var. Ben bundan eminim.”

“İyi bir seçim Uğur. Gençlerin eğitilmesi lazım, Kemal Üsteğmen böyle bir kabiliyete sahip. Özellikle Eren, Öymen ve Batu’nun gelişiminde önemli bir rolü olacaktır. ”

Uğur Kemal Uz’un da fotoğrafını panoya tutturdu. Genç bir kadının dosyasını çıkardı bu kez. Kalbine cemre misali düştükçe düşen kadının. Kocaman bir serveti arkasında bırakıp bu kadar tehlikeli bir bölgede cevvalce dikilen ayrıca her gün iki posta dayak yiyip yine de akıllanmadan yanına koştuğu, kedi köpek gibi didiştiği kadının.

Yarbay önce inceledi sonra kulaklarını yanı başındaki teğmene verdi. Uğur, hayran dolu bakışlarını ancak İpek’in fotoğrafından ayırabildi. “İpek Kandemir.” dedi dağılan ve bir tık yumuşayan sesini toparlayınca.

“Göründüğü üzere kolejlerden başka okul okumamış zengin bir ailenin en küçük kızı. Türkiye’nin köklü şirketlerinden birinin de siyosu aynı zamanda. Askeriyede Ultra Mercek deriz biz ona. Nedeni keskin nişancı olması. Atışları inanılmaz komutanım, gözleri şahinle yarışır. Bir kez olsun elinin titrediğini görmedim. Kesinlikle timde yer alması gerektiğini düşünüyorum.”

Gece gibi uzun saçları sıkıca örülmüştü genç kadının. Gözleri karaydı, bakışlarında ufaktan bir asabiyet perçinlenmişti. Kara kaşları bu asabi bakışlarını destekliyordu. Yüzü ise ay gibiydi. İhsan dosyadan kafasını kaldırdı.

“Böylesine zengin ailelerin çocukları burada mı gezer Uğur?” diye sordu. “Nişantaşı'nda, Bebek’te, Beyoğlu’nda ; ne bileyim işte, sahil kenarında lüks yatlarda falan görmez miyiz biz bu kadınları?”

Bir an bile düşünme gereği duymadan cevapladı Uğur.

“Demek ki böyle aileler de var komutanım. Vatan hepimizin vatanıysa eğer, hepimiz üzerinde yaşam sürebiliyorsak korumak da elbette hepimizin vazifesidir bana göre.”

İhsan şöyle bir süzdü genç kadını. Öyle bir bakıyordu ki, gözleriyle bile insanı nefessiz bırakabilecek kabiliyete sahipti. Çekingen bir tavır takındı.

“Sanki biraz asabi duruyor bu kız ama ekle bakalım bunu da. Göreceğiz.”

Uğur İpek’in fotoğrafını panoya tutturdu. Yarbayın lafına belli olmayacak şekilde gülümsedi. “Yakın dövüşte, göğüs göğse muharebede iyidir komutanım. Hatta bir keresinde iddiasına girmiştik, teke tek dövüşürken sinirlenip serçe parmağımı kırmıştı. Damarına basılmadığı sürece şeker gibi kızdır aslında. ”

“Parmağını mı kırdırdın şeker gibi dediğin şu kadarcık kıza” dedi şaşkınlık ve alay dolu bir nidayla İhsan Yarbay.

“Siz onun fotoğraflarda küçük göründüğüne bakmayın komutanım, boyu 1.76, kası da yayı da tam sağ olsun. Hepimize kök söktürüyor. Zaten beni günde iki posta dövmese içi rahat etmiyor.”

Tebessüm etti. Genç adama minik bir baş işareti sunarak kalemle masadaki dosyaya bir şeyler karaladı İhsan Yarbay. Aslında bunu konuşma süresince hep yapmıştı. Timle ilgili ufak ufak notlar alıyordu. Onları daha iyi tanımak adına ayrıntılı bir sohbet havasında geçmesini istemişti konuşmanın.

“Artık hangi damarlarına bastıysan kızın” diye mırıldandı. “İyi benzetiyor seni.”

Uğur Aktuğ’un dosyasını eline aldı, yaşlı adama uzattı. Aynı zamanda hemen savunma moduna geçti. “Ne münasebet komutanım. Ben, Uğur. Gidip o huysuzun damarına basacağım öyle mi? Aklınız alıyor mu sizin? Pamuk gibi çocuğum burada. Ne etliye karışıyorum ne sütlüye.”

Hiç de öyle pamuk gibi etliye sütlüye karışmayan yanları yoktu. Aksine tam bir baş belasıydı. Hem de İpek’in yirmi altı yıllık ömrünün en büyük belası. Ancak bunlar Uğur’un umurunda bile değildi. İpek’in damarına basmak da ayrı bir güzeldi onun için.

“Pamuk hafiftir ama ıslanınca da yerinden kalkmaz Teğmen.” diye lafı gediğine ince bir imanla oturttu İhsan Yarbay. Elleri arasına hapsettiği dosyayı bilmem kaçıncı kez araladı. Yine kara kaşlı, kara gözlü bir siluet karşıladı onu. Uğur’a baktı, konuşması için müsaade etti. İşittiği laf sonrası afallayan Uğur hemen söze girdi. Pamuk gibi adamdı işte. Onlar ne anlardı pamuktan, ipekten. Yine İpek demişti değil mi? Hiç öyle bakmayın, Allah söyletiyordu.

“Üsteğmen Aktuğ Kunter. Onun hakkında dile dökebileceğim çok bir şey yok komutanım. 1998 yılında babası Hakkari’de bir karakol kuşatmasında şehit düşmüş. Kendisi de bayrağı babasından devralmış, görev yerinin Hakkari olmasını istemiş. Geleli epey oldu. Sekiz yıldır burada, tek başına yaşıyor. Annesiyle aralarının bozuk olduğunu duymuştum. Bir asker olarak nasıl değerlendireceğiniz size kalmış. Kapsamlı olarak hazırlattığınız dosyada bütün bilgiler mevcut.”

Aktuğ’un fotoğrafını alıp Uğur’a uzattı İhsan Yarbay. “Tamamdır, Aktuğ’u da ekle diğerlerinin yanına.”

Uğur fotoğrafı en başa, İpek’in sağındaki boşluğa iğneledi. Tek bir isim kaldı geriye. Bu timin ruhunu tamamlayacak, vatanını seven, görevini layıkıyla yerine getirecek tek bir isim. Çok düşünmüştü Uğur bu isim üzerinde. Ve ne yazık ki bir karara varabilmiş değildi. Elinde üç dosya bulunuyordu. Açıkçası oluşturulan bu tim için üç ismin de hiçbir değeri yoktu gözünde. Daha ketum bir adam lazımdı bu time. Daha mücadeleci, gözlerinden ölüm akan, ruhu kanla dolan. Fazla bir seçeneğinin olmaması işi zorlaştırıyordu.

“Bu time sunacağın komutan adayın kim Uğur?” diye sordu İhsan Yarbay. Uğur düşüncelerinden sıyrıldı, söze girdi.

“Açıkçası haftalardır bu timin başına getirebileceğimiz isimler üzerinde durdum komutanım. Benim için en zoru bu görevi bana verdiğiniz vakit bir komutan aramaktı. Ve şu an size takdim edeceğim isimler içime sinebilmiş değil. Aktif görevde bulunan komutanlarımdan seçim yapamayacak olmam elimi kolumu bağladı.”

“Ver bakalım dosyaları. Bir hal çaresine bakacağız artık. Olmadı göreve giden subaylardan birinin dönemsini isteyeceğiz.”

Uğur dosyalardan ikisini uzattı diğerini ise vermemeyi tercih etti. İhsan Yarbay önce ilk dosyayı inceledi itinayla. Uzun bir müddet takılı kaldığı dosyadan kahvelerini uzaklaştırdı. Dosyadaki ismin disiplin konusunda geçmişe dönük bazı uygunsuz davranışları mevcuttu. Son dönemlerde görev aldığı ve yaptığı başarılı operasyonlar, atladığı terfiler üzerini kapatamamıştı bu durumun. Disiplin önemliydi.

İhsan Yarbay diğer dosyaya geçti. Baştan sona en ince ayrıntısına kadar baktı. Baktı. Bu isim de aradığı vasıfları tam olarak karşılayabilmiş değildi. Olumsuzca başını salladı. Keskin kahveleri Uğur’a dikildi. “Üsteğmen Ferhat Buruk ve Üsteğmen Selim Güney. İkisi de aradığım adam, bu timin başında olması gerektiğine inandığım adamlar değil Uğur.”

“Farkındaydım komutanım.” dedi Uğur. “Sizin nasıl bir komutan olduğunuzu ve nasıl bir komutan istediğinizi biliyorum. Görevimin ciddiyetinin de farkındayım. Oluşturduğumuz tim için aklımda olan komutanlarım sahada. Maalesef bu durum da elimizi kolumuzu bağladı.”

“Elindeki dosyayı vermeyecek misin?”

Uğur bir elindeki dosyaya bir de İhsan Yarbay’ın çizgi çizgi suratına baktı. Tereddütle dosyayı uzattı. Aslında aradığı vasıflara tam olarak uygun olmasa da iyi bir isim vardı. Bu ismin ruhu kanla dolmuyordu. Ne gözlerinden ölüm akıyordu ne de kafasındaki kadar ketum, korku salan bir adamdı. O da burada, bu dosyanın içerisinde yer edinmişti kendine.

Ancak askerlik görevini iki yıl önce bırakmış, Hakkari’yi terk etmiş, Payas’ ta derme çatma bir dağ evinde yaşıyordu bu isim. Uğur bu ismi İhsan Yarbay’ın önüne sunup sunmamakta kararsız kalmıştı. Derince yutkundu, söze girdi.

“Kıdemli Üsteğmen Deniz Atınç. Mesleği bıraktı komutanım. İki yıl oluyor. Sizin istemiş olduğunuz bütün özellikleri genel olarak Deniz Üsteğmen’de bulabilmek mümkün. Ancak şu an bu görev için psikolojisinin uygun olduğundan emin değilim. Taşıyamayacağını düşünüyorum. Ki taşısa bile, görev için çağırdığımızda gelmeyecektir.”

“O neden Uğur?”

Yarbayın sorusunu beklemeden cevapladı.

“Kız kardeşi Sena komutanım, iki yıl önce Deniz Üsteğmen’e düzenlenen silahlı saldırıda ağır yaralandı. Hastanede hayatını kaybetti. Bildiğim kadarıyla Deniz Üsteğmen yurtta büyümüş, İzmirli zengin bir aile onu evlatlık almış. Aile Deniz’i asker olarak yetiştirmek istemese de komutanım gizli bir şekilde işleri yürüterek sınavlara girmiş. Okulu bitirip mesleğe başlamış. Öz kızları Sena Hakkari’ye ziyareti sırasında ölünce bu ölümden Deniz’i sorumlu tutmuşlar. Aile de Deniz Üsteğmeni reddettikten sonra şehri terk etti. Hatay’da sakin bir hayat yaşamaya başladı, istirahate çekildi anlayacağınız . Henüz görevi bıraktı saymadım ben. Çünkü istifası işleme konmadı.”

“Neden?”

“O dönem görev yapan komutanımız kabul etmedi. Bunun bir anlık düşünülmüş ve ani alınmış bir karar olduğu kanaatindeydi. Zaten biliyorsunuz, istifa etmek gibi bir seçeneği de olamazdı. Boşa çırpınıyordu. Gitmeye kararlı olunca bir takım sağlıksal problemler sundu ortaya. Bu meslekle olan ilişiği kopma noktasına geldi.”

Başını dosyadan kaldırıp ilgiyle dinlediği Uğura baktı İhsan Yarbay.

“Gerçek ailesinin adı belli mi?”

Uğur biraz düşündü.

“Sanırım annesi Ferhunde Atınç, babası Mustafa Atınç komutanım. İkisi de İstanbul doğumlu.”

Mustafa Atınç...

Mustafa Atınç...

Mustafa Atınç...

İhsan Yarbay’ın kaşları bu cümle sonrası çatıldı. Kahvelerinin küle dönene yerlerinde, en izbe noktalarında bir kıvılcım alevlendi. Yüreğine düşen nefret tohumları lastada filizlendi. Gri bulutlar yeniden belirdi sanki tepesinde. Takvim yaprakları yırtılan yerlerine kondu. Yıl 2003 yılına döndü. Yirmi bir yıl öncesine gitti. Katre katre tenini ıslatan yağmurun altında bir adam gömdü. Eli silah tutan, omuzlarında dağları taşıyan, kapı önüne bırakılan bir çift asker postalıyla hatırda kalan bir adam. Kan kardeşi, Sancak'ı. Yirmi bir yıl olmuştu değil mi Sancak Kutluay ebediyete uğurlanalı? Koskoca yirmi bir yıl.

Kaç gün ederdi, kaç ay ederdi bu iki rakamın yan yana getirdiği yirmi bir yıl? Onları sayabilmek mümkündü ama sevdiklerinin içinde günlerce artan hasret yığınları sayılabilir miydi? Özlemi sayabilir miydiniz hiç, bir çocuk kaç gece babasının yokluğuyla yüzleşir, ne hisseder, menekşe bakışlarından kaç damla düşer, yüreğindeki uçsuz bucaksız o doldurulması güç boşluk kaç metre kare eder sayabilir miydiniz?

“İyi misiniz komutanım?” diye sordu Uğur İhsan’ın düşüncelerini bölerek.

“İyiyim.” dedi İhsan Yarbay. Titreyen elleri gözlüğüne uzandı, yavaşça çıkardı.

İyi değildi. Üzerine toprak attığı anılar, kaçmak istediği duygular yeniden peydah olmuştu. Çünkü ne Deniz'in ne de ailesinin adını duymak istiyordu. Deniz'in babası olan adam: Mustafa, bunalıma girip intihar etmişti. Önce karısı Ferhunde’yi koparmıştı hayattan. Henüz altı yaşındaki oğlu Deniz’i acımasızca omzundan yaralamıştı. O sırada karşı dairedeki Sancak silah seslerine koşmuştu ancak hayatının hatasını yapmıştı.

Sancak o gün psikolojik sorunları olan bir adam tarafından katledilmişti. Yüzbaşı Sancak Kutluay iyi niyetinin kurbanı olmuştu. Koruyarak beslemişti celladını. Dağlarda kanının son damlasına kadar savaşarak, mücadeleyle, vatan gibi kutsal bir varlığa bedenini emanet edinceye dek yılmayan canı, böylesine basit bir ölümle heba olmuştu.

Küçücük bir çocuğun babasız kalmaması için kendi çocuğunu, menekşe gözlü kızını babasız bırakmıştı. Ya Vildan, kocası Sancak’ın ölümüyle kendi hayatını da sonbaharda yapraklarını döken ağaç gibi sönük, yorgun bırakan Vildan. Bu ölüm en çok onu hırpalamıştı.

Her an için intikam vardı içinde İhsan’ın. Keşke Mustafa ölmeseydi de derisini canlı canlı yüzebilseydim diye geçirdi içinden. Bu iki ailenin tanıştığı kara güne lanetler okudu. Deniz’i arasa da bulamamış, amacından vazgeçmişti. Zaten Vildan o çocuğu görmek istemiyorum diye defalarca söylenmişti İhsan’a. Sadece uzak olsun istemişti, uzak; olabildiğince, bir daha yüzünü görmeyinceye dek, yaraları kabuk bağlayıncaya dek uzakta.

Şu an gözleri önündeydi. Onca yılın onca acının hesabının sorulma vaktinin geldiğini hissediyordu. Bütün bu yaşananlar bu çocuk yüzünden olmuştu. Uğursuzdu, lanetliydi, kara bir delikten başka bir şey değildi bu adam. O gün, dünyaya geldiği gün ölseydi eğer belki de kardeşi Sancak yanında olacaktı. Artık öyle kulübelerde yan gelip yatması değildi onun için. Kök söktürme, fitil fitil geçmişi burnundan getirme vaktiydi. Bir an bile düşünmedi İhsan.

“Poyraz timinin komutanı Üsteğmen Deniz Atınç olacak Uğur. Ne yap ne et bu adamı bana getir.”

Uğur’un gözleri şaşkınlıkla aralandı. Ağzı iki metre açıldı. İhsan Yarbay sandalyesini geriye iteledi, ayağa kalktı. Gramofondan süzülen billur ses suskunluğa gömüldü tek bir dokunuşla.

Elindeki adamın fotoğrafını teğmene uzatmıştı, almasını bekliyordu İhsan. “A- Ama komutanım” dedi Uğur telaşla fotoğrafı alıp tutuşan paçalarını söndürmek için bir çare ararken. Aynı telaşla fotoğrafı iğneledi titreyen elleriyle panoya. Komutanının çoktan kapıyı aralayıp çıktığını fark etti. Koridora çıkan İhsan Yarbay’ın peşinden koştur koştur ilerledi. Önüne geçti. Bir taraftan da İhsan Yarbay’ın adımlarına ayak uyduruyor, geriye doğru ters bir vaziyette gidiyordu.

“Deniz Üsteğmen asker kabul etmez, üniforma görünce vuruyor diyorlar komutanım. Arkadaşlar defalarca ziyarete gitti, canını zor kurtardı. Kafası bozuk komutanım. Hem niye biz Deniz komutanımı bu timin başına getiriyoruz ki komutanım?”

Durdu İhsan. Sakince mırıldandı.

“Çünkü ben öyle istiyorum Uğur. O adam üç güne kamuflajını giymiş, tıraşını olmuş, hazır bir şekilde burada, odamda olacak.”

Bu mantıklı cevaba ne dese bilemedi Uğur.

“Elbette siz istersiniz Komutanım. En doğal hakkınız istemek ama ben getirmesem komutanım. Yani başka arkadaşları yönlendirsek olmaz mı komutanım? Sonuçta bir tugay dolusu asker var bu binada.”

“Olmaz.” dedi İhsan Yarbay net bir dille. Uğur’un omuzları düştü. Sert ve beklenmedik bir çıkışta bulundu.

“Komutanım vurur diyorum, vurur.” dedi üstüne bastıra bastıra. “ Siz onun nasıl bir adam olduğunu bilmiyorsunuz. Deniz Üsteğmenin sahasına girmek bomba dolu bir araziye girmekten, dağda çatışmaktan, günlerce işkence görmekten, hatta kurbağa yemekten bile farksızdır komutanım. Sena’nın ölümünden sonra toptan sıyırdı. Askerliğe ayrı bir tiki oluştu adamın. Yürüyen üniforma görünce kedinin fareyle oynadığı gibi oynuyor diyorlar komutanım.”

Bahçeye kadar çıkmışlardı. Durdular. Güneş ışınları cansız saçlarına dolanırken İhsan’ın dudağı hafif kıvrıldı.

“Sen de oynatma Teğmen.”

Yürümeye devam etti keyifle. Uğur da arkasından tabi.

“Münasip yerlerimi bu olay için feda edemem komutanım. Hem askeriyede adam mı kalmadı, koskoca tugayın kökü mü kurudu? Nolur başka birini görevlendirelim komutanım. Nooluuur! Gerekirse bütün görevlere beni gönderin ama bu değil komutanım. Bu olmaz, bu olmamalı.”

“Sen gidiyorsun Uğur. Yanına iki adam daha al. Hem sizin için de eğitim olur. Burada paslandınız. Münasip yerlerinizi ne kadar koruyabiliyorsunuz test etmiş olursunuz.”

İhsan Yarbay gayet sakin bir vaziyette aracına ilerledi. Yarbay’ı görüp aracın kapısını açmış hazırda bekleyen asker komutanın binmesiyle kapıyı kapatmaya yeltendi. Son anda bağırdı Uğur. Sesi siteminden ve telaşından hiçbir şey kaybetmemişti.

“Gider ayak yaktınız beni komutanım.” dedi üzgünce. “Eğitim zayiatı diye yazarsınız dosyama.

“Münasip yerlerim sizden davacı.” diye ekledi.

Kapı kapandı. Araç hareketlendi. Bu yakarışı kimse duymadı, duysa bile umursamadı. Uğur ne yapacağını bilmez bir vaziyette tugayın bahçesinin ortasında duruyordu. Elinin birini belini attı diğerini alnına yasladı.

“Hep Gülden Karaböcek dinledi, ondan böyle oldu kesin.” dedi tahmin yürüterek.

Önce birkaç saniyeliğine düşündü. Cebinden telefonunu çıkardı, en yakın arkadaşı aynı zamanda meslektaşı Barçın Teğmeni aradı. Başka bir neden bulamadı bu duruma. “Yok yok.” dedi başını sallayıp. “Kesin onda böyle oldu, ilk geldiğinde melek gibi adamdı. Sonra bir efkar bir efkar, artık kimse sebebi? ”

İşte her şey Uğur’un Kıdemli Üsteğmen Deniz Atınç dosyasını hazırlayıp o gün geçmişte yaşanan olayları bilmeden İhsan Yarbay’a sunmasıyla başladı. Kader, Uğur üzerinde oynattığı kalemin mürekkebini diğer bedenlere de sıçrattı. Mürekkep lekesi çıkmazdı. Mürekkebe boyanan beyaz kuğular uçmaya değil derin okyanusların kara deliklerinde süzülerek yok olmaya mahkumdu. Bir kuğu çıkageldi mürekkebin huzuruna. O kuğu Uğur'dan bir işaretti belki de, ve kader bir kez daha devreye girdi birileri için. Kadehler bir kez daha tokuşturuldu. Gelmeyişlere, kaybolmuşlara, hakikate ve yarım kalmışlara...

 

 

🍀🍂

 

 

*Evet, giriş bölümüyle asıl hikayeye başladık. Bu yüzden görüşlerinizi çok çok merak ediyorum. Uğur'u sundum sizlere. İhsan Yarbay’ı gördük. Timin diğer üyelerinden de azar azar spoiler geldi. Sizde nasıl bir izlenim yarattım bilmek istiyorum. Oy ve yorum konusunda cömert davranmanızı rica ediyorum. 1.Bölüm 9 Eylül 2024 tarihinde saat 21.00’da yayınlanacaktır. Aşağıya kitap ve yazarla ilgili hesapları bırakıyorum. Takip etmeyi es geçmeyelim.

 

 

* Kitap ile ilgili diğer hesaplara ve daha fazla içeriğe profildeki linkten ulaşabilirsiniz. Hikayedeki görsel içerikleri ve daha fazlasını ise yine o linkten pinterest hesabına ulaşarak elde edebilirsiniz. Şimdilik görüşünceye dek hoşça kalın :)

 

 

· Instagram yazar : @mekikelebegi

 

 

· Instagram kitap : @kalbeoperasyon.official

 

 

· Yeni bölüm tanıtımları için instagram : @mekikelebegi.tanitim

 

 

🍀🍂

 

 

 

 

 

 

 

 




 

Loading...
0%