Yeni Üyelik
13.
Bölüm

11. Bölüm

@melankolilibiri

Sevmek için sebep aramadım hiç,

Sevmem için sebep aratmadın hiç,

Sen olman yetti, bana.

Sen sensin diye.

Hep böyleydi.

 

 

🤎

 

Küçük prens.

 

Defalarca okumuştum, tekrar tekrar.

 

Ama bu baskıda hiç okumamıştım, baskı çocuklara özel bir baskıydı.

 

20 yaş doğum günümün hediyesi bu olması komikti, ama çok da güzeldi.

 

Saatlerdir, kitaba doğru gülümsüyordum; çok güzeldi.

 

Şekeri de hala yemiş değildim.

 

“Süveyda, hadi kızım Yasemin teyzenler gelecek.”

 

Yasemin teyze, benim çocukluğumdu. Her şekilde, annemin izin vermediği şeylere kolayca izin verir, Annemin kötü olduğu dönemlerde hep anne olmaya çalışmıştı.

 

Barış bu sabah erkenden onları Havaalanından almaya gitmişti.

 

Yasemin teyze için zor olmalıydı, kocasının yıllar önce şehit olduğu yere dönmek.

 

“Geliyorum anne.” Dedim hediyelerime son kez bakıp yataktan güler yüzümle kalktım.

 

Odadan çıktığında annem yine döktürmüştü, kahvaltıyı.

 

“Anne geldiklerinde yorgun olmazlarmı?” Dedim masadaki yemeklere alıcı gözüyle bakarken.

 

“Yiyip dinlenirler.” Dediğinde arkamdan hayvanca esnemesi ile Mert geldi, “Anne valla çok açım.” Masadaki böreğe doğru eğildiği an annem eline vurdu. “Gidin odalarınızı toplayıp, giyinin.”

 

Sanki hala, o 7 yaşındaki kızdım.

 

“Emredin.” Dedi Mert yemeklere son bir bakış atarken, açtı bu çocuk aç.

 

Yine yavaş ve yorgunca odama döndüm ve bu sefer hemen dolaptan çıkardığım, beyaz kazağı ve siyah kumaş pantolonu giydim.

 

Saçlarımı da tepemde küçük dağınık bir topuz yaptım ve hemen odamı da gelişi güzel topladım.

 

Yatağın üzerindeki, telefonum bildirim sesi verince telefonu elime aldım, Barış, Mahbuh.

 

Mahbuh: Eve geçelim mi?

 

Artık özel numara değildi.

 

Siz: Hangi eve?

 

Mahbuh: Sizin eve, müsait misiniz?

 

Siz: Annem çok müsait.

 

Siz: Bekliyor.

 

(Görüldü)

 

Telefonu bırakmadan, odadan çıktım. Annem salonda oturmuş, elindeki çay bardağından yudum yudum içerken göz ucuyla da televizyonu inceliyordu.

 

“Ay millet delirmiş.” Dedi cıklayarak büyük ihtimalle yine sıradan bir programda kimin kimi kesip biçtiğini izliyordu.

 

“ E anne delirir tabii hale bak.” Dedim bende annemin yanındaki bir diğer tekli koltuğa yerleşip televizyona baktım.

 

Yine aile arasında ki cinayetler, insanın aklı almıyordu.

 

“Savcı avukat kalmamış ki.” Dedi annem içlenerek.

 

Sahiden.

 

İyi matematik yapanı savcı yapmıştık ama içinde en ufak bir Adalet duygusu var mı diye sormamıştık. Buda bizim ayıbımızdı.

 

Belkide sırf bunun yüzünden ne bir adım ileriye nede bir adım geriye gidemiyorduk.

 

İnsanlar çalışıp, o çok önemli olan eğitim sisteminin üstesinden gelebiliyordu fakat içinde insanlığa dair en ufak bir; merhamet, Adalet, saygı, sevgi kalmamıştı.

 

Ne yazık ki,

 

Bir çürümenin ortasındaydık,

 

Utancımıza sarılmış, İyi şeyler olmasını bekliyorduk.

 

“Süveyda?” Annemin sesiyle daldığım yerden çektim gözlerimi; “Efendim?”

 

“Zil.” Gelmişlerdi demek. Derin bir nefes alıp ayaklanan annemin ardından koridora, oradan da dış kapının önüne geldim.

 

Annem bir kaç saniye sonra kapıyı açtığında Mert’te tam yanımda yer aldı.

 

Mert hiçbirini hatırlamıyor olmalıydı.

 

Kapıyı açtığı an Yasemin teyzenin o güleç yüzüyle karşılaştım, içim sıcacık oldu.

 

“Yasemin.” Dedi annem hafif titreyen sesiyle, kolaymıydı? 10 yıldan fazla oldu.

 

“Hülya.” Dedi aynı ses tonuyla, Yasemin teyze. Çoktan ayakkabılarını çıkarmış, anneme doğru sıcak bir adımla yaklaşmıştı bile. Bir kaç saniye sonra sıkı sıkı sarıldılar. Yüzümde kocaman bir gülümseme ile baktım onlara.

 

Hayatımda tanıdığım en güçlü iki kadın.

 

“Özlemişim.” Dedi annem, Yasemin teyze gülümsediğinde gözleri bizim yöne kaydı.

 

Yüzündeki gülümsemeyi kaybetmeden, bize doğru bir adım attı tam önünde durduğunda, “Süv, sen misin? Ne bu güzellik?” gülümsemem daha ne kadar artardı bilmiyordum, “Ya benim, büyüdüm tabii.” Dediğimde beni kendine çekti.

 

Yine aynı o sıcaklık vardı hala kollarında. Huzur.

 

Benden ayrıldığında annem de içeri giren diğer kişilerle selamlaştı. Yasemin teyze de Mertle.

 

İpek, onu en son gördüğümde sadece 4 yaşındaydı.

 

Büyük ihtimalle beni hatırlamıyordu. Ama yine de sıkı sıkı sarıldım.

 

Kavuşma Faslı tam anlamıyla bitmemişti, en azından benim için.

 

Daha ben Barışa sarılamamıştım. Sadece baş selamı verip geçti yanımdan, aptal.

 

Annem herkesi hemen masanın etrafına yerleştirmişti.

 

Bir kaç dakika sadece annem ve Yasemin teyze konuştu.

 

“E Cihan nerede?” dedi Yasemin teyze bu sefer.

 

“erkenci o işe gitti.” Annem çayları doldurul yerine oturdu.

 

“İş, nerede çalışıyordu?”

 

“ Öğretmen, matematik öğretmeni.” Dedi annem.

 

“E hafta sonu?”

 

“Kurs.”

 

Yasemin teyze kafasıyla onayladıktan sonra bana döndü, “E sen naptın, süv oldun mu bilim insanı?” dedi gülümseyerek.

 

“İkinci plana attım onu, gastronomi okuyorum.” Dediğimde;

 

“E Süveyda abla, yaparsın bize bir şeyler.” İpek neşe ile kurduğu Cümleden sonra ona döndüm.

 

“Tabi yaparım, kendi mekanımı falan açarsam, her gün yersin.” Kafasını heyecanla salladığında, Yasemin teyzeye döndüm.

 

“ Nazlı abla gelmedi mi?”

 

“ Küçük çocuğu var ya onun, ondan eve geçti.”

 

Nazlı ablanın bebeği mi olmuştu? Ne güzeldi, küçük bir şey. Teyze falan olurdum değil mi?

 

“Ay ismi ne?” dedim heyecanla.

 

“Beyza.” Diye atladı ipek.

 

Kız çocuğu, hemde minnacık yerdim.

 

Barışa kaydı gözlerim ama ne konuşuyor, nede başka bir yere bakıyordu sadece yemeğini sessizce yiyordu ki zaten bu yemek boyu sürdü.

 

Neden bu kadar soğumuştu kalbi?

 

Çok mu uzak kalmıştım ona, çok mu dokundular kalbine de bu soğukluk ondan mıydı?

 

Düşünmekten tek bir lokma daha yiyemedim ve Barışın tek bir cümle kurmasını bekledim.

 

Değil cümle kurmak, tek kelime etmedi.

 

Bu denli soğuk olma sebebi olmalıydı.

 

En azından bir kez olsun kafasını kaldırıp, gözlerini görmeme müsaade etsin istedim.

 

Daha dün bana küçük prens kitabını ve o horoz şekeri alan Barış gitmişti de başka bir Barış oturmuştu bu masaya.

 

Ki zaten çokta oturmadı, kahvaltının sonuna doğru masaya doğru kalkması gerektiğini söyleyip bir kez dahi bana bakmadan çıktı evden.

 

Öylece gitti.

 

Hayvan herif.

 

 

Dün gece saatlerinde

(Yazarın anlatımıyla)

Barış.

​​

 

Barış, Süveyda hakkında her bir şeyi aklında tutuyordu, bu akşam olduğu gibi.

 

Küçük prens, kitabı için nasıl ağladığını.

 

Her horoz şeker gördüğünde, nasıl kocaman gülümsediğini.

 

Unutmazdı unutamazdı.

 

Hediyeyi verdikten bir kaç dakika sonra, Süveyda yine kocaman gülümsemesi ve parlayan gözleriyle arabadan inmişti.

 

Barış, eve gitmeyi planladığı için, arabadan inecekti fakat telefon ekranına bir bildirim düştü.

 

Gökhan: Komutanım, Tim bekler.

 

Barış: Neden?

 

Gökhan: İşte, gelecektiniz. Eğlence falan işleri.

 

Barış: Eğlence işleri falan için yazdın öyle mi?

 

Gökhan: Evet.

 

Barış: Bensiz yapın.

 

Gökhan: Ayıp oluyor komutanım.

 

Barış: Yorgunum lan.

 

Gökhan: Alırız yorgunluğunuzu, Komutanım.

 

Barış: Gökhan, oraya gelirim ama senin ağzınla yüzünün yerini değiştirmek için gelirim.

 

Gökhan: Eyvallah komutanım, gelin de.

 

Barış ofladığında arabayı çalıştırmaya başladı, bir kaç saniye sonra telefona gelen konuma doğru sürdü arabayı.

 

Yaklaşık 20 dakika sonra araç bir barın önünde durdu, Barış arabadan inip kapıyı kilitledi ve içeri girdi.

 

İçerdeki ağır alkol ve ter kokusu, yoğun olsada Barışa pek etki etmedi, bir kaç saniye bakındıktan sonra timinin olduğu masayı gördü.

 

“Ulan, gece gece ne rakısı?” dedi yanlarına otururken. Umay bile buradaydı.

 

“E komutanım, gündüz iş başına mı içelim?” dedi Hüseyin, elindeki bardağı kafasına dikerken.

 

Barış masaya göz attı, sadece Emrah içmiyordu.

 

“Emrah?”

 

“Buyurun?”

 

“Sen neden içmiyorsun?”

 

“Anneme sözüm var komutanım.” Dediğinde, masadakiler mırıldandı.

 

“Aferin.” Dedi Barış.

 

“E komutanım içsenize?” Dedi bu sefer Sarp.

 

“Alırım ben birazdan.” Dedi Barış sırtını yaslarken.

 

Ortamda hafif bir müzik olduğundan rahatça sohbet edebiliyorlardı.

 

“Komutanım?” dedi içmediği için sıkılan Emrah, Gökhana baktığı için; “he?” dedj Gökhan.

 

“Neden nişanı atmıştınız?” dediğinde, Gökhan bardağı yine dikti kafasına.

 

“Seviyordum.” Dedi Gökhan içli içli.

 

“E seven bırakırmı?” Bu sefer Sarp sordu.

 

“Allah aşkına, diyelim evlendim kızla her gün o kız cam kenarında beni mi bekleyecek? her telefon çaldığında Zil çaldığında içini bir korkumu salacak? Çoğu gece yanlız mı baş koyacak yastığa. Bir gün çocuk getirmek istese, o çocu yetim bırakma korkusuyla yaşayacaktım. Çok sevdim onu bunların hiçbiri yaşasın istemedim.” Dediğinde masada derin bir sessizlik çöktü.

 

Barış düşündü, annesini.

 

Annesi, çoğu gece yalnız başını koyuyordu yastığa.

 

 

Şuan ise her gece.

 

Bir gün evlenebilir miydi?

 

Buna cesareti yoktu.

 

Evlilik bir yana, gönlünü dahi bir başkasına kaptıramazdı.

 

💌

 

Selamlarr

 

Naberrsiniz?

 

Oy atıp yorum yapmayı unutmayın sevgiyle kalın öptüm 💐

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%