Yeni Üyelik
10.
Bölüm

10. Bölüm

@melankolilibiri

 

 

“Efendim?” Diyebildim sadece daha önce beni görmüş olabilirdi, -restoranda- ama o gün günüm zaten yeterince kötü geçtiği için, gülümsediğimi düşünmüyordum.

“Neyse işte,” dediğinde, ona doğru döndüm tekrardan, “neyse değil, nerde gördün?”

“İlk defa bugün görmüyorum seni, daha önce iki kere gördüm zaten,” bana değil oyun parkına bakıyordu.

“Ama o iki görüşmemizde gülümsemedim.” Hala bana bakmıyordu, benim ona baktığımı bilmesine rağmen.

“Eflah?” Dediğimde ilk defa ismi ağzımdan çıkmıştı, usulca bana doğru döndü ama cevap vermedi.

“Yağmur yağacak,” muhtemel bir olaydı çünkü Ekim ayının ortasındaydık.

“Yani?” dediğimde, omzumu silkip oyun parkını gösterdi. “ Yanında küçük bir kız ile yağmurda kalmak, akla pek iyi bir fikirmiş gibi gelmiyor,” dediğine, hülya’ya baktım hala sıkılmadan kayıp duruyordu.

“Sen hep böyle çok mu konuşursun?” Yine güldüğünde ekledim, “ha bide böyle gülüyormusun?”

“Pek değil,” gülümsemesi kesildiğinde, tekrar konuştu; “ biraz daha bu soğukta bekleyeceksen arabama binmek için beklediğini düşüneceğim,” sonra çenesi ile ellerimi gösterdi, “bembeyaz olmuşlar, cebine koy.”

Gözlerim aşağı indi ve gerçekten, buz kesilmiş ellerime baktım, üşümüştüm. Eğer ben de üşüdüysem, hülya da üşümüş olmalıydı.

Ayaklandım ve çantamı omzuma atıp, son kez Eflah’a doğru konuştum; “O fotoğrafı sil,” iki parmağımı gözüme doğru götürüp sonra ona doğrulttum; “ gözüm üzerinde!”

Verdiği veya vereceği tepkiye bakmadan oyun alanına girdim ve Hülya’nın son kez kaymasına izin verip, indiğinde elini tuttum.

“Aflahh, arkadaşlarım da gelsinn” arkasını işaret etsede bunun mümkün olmadığını söyleyip duruyordum, arkamı döndüğümde Eflah hala oturduğu yerden bize bakıyordu.

Ki bu parktan çıkana kadar böyle sürmüştü.

Dört yıl önce; soğuk bir Kasım akşamı, İstanbul.

Eflah*

Çok konuşan biri olmamıştım, hiç bir zaman hatta hiç. Karşımdaki kadının yaptığı anlamsız konuşmada gülen tarafta yalnızca kendisi oluyordu.

“Eflah, görmen lazımdı yüzünün aldığı şekli,” yine kendi söylediği şeye güldüğünde; gözümü devirmemek için direndim.

“Hesabı isteyelim mi?” dediğim de önümdeki tabağa baktı, “iyide bir şey yemedin.”

“Sen doyduysan kalkalım,” dediğimde kadın hızla kafasını iki yana salladı, “buranın içkileri meşhurdur, içelim biraz” şuan bunu reddetsem bile başka bir geceye erteleyeceği için, garsonu çağırdım.

Önümüzdekileri topladıktan sonrası, o sözde çok bahs edilen içkilerde getirip servisini yaptılar; karşımdaki kadın iş yemeği olmasını bir köşeye atmış olmalı ki yine bir şeyler anlatmaya başlamıştı ki, gözüm arka masaya kaydı.

Bir kız, gülüyordu. Hayır kahkaha atıyordu, mekandaki gürültüden kaynaklı kahkaha sesi duyulmasa bile öylece baka kalmıştım.

Sarı saçları yüzüne düştüğünde, çeksin istedim. Kalabalık bir arkadaş gurubunda oturduğu için, masadaki bir kaç kişi de gülüyordu ama onun gülümsemesinde kala kalmıştım.

Sonunda sarı saçlarını yüzünden çektiğinde, mekanın loş ışığı yüzüne vurdu. Göz rengini göremiyordum ama şuan tam karşısına geçip gülüşünü seyretmek istiyordum.

Sonunda kahkahası küçük bir tebessüm olarak kaldığında, hala bakmayı sürdürüyordum.

Bal sarısı saçları omzuna dağılmıştı, açık tenini ve sarı saçları hayranlık uyandırıyordu.

Yüzündeki orantıda aynı şekilde, küçük burnu, dolgun dudağı ve hafif elmacık kemikleri ile çok güzeldi.

“Eflah?” Sinem’in sesiyle ona döndüm, “daldın gittin, bir şey mi oldu?”

“yok” dediğimde dakikalar sonra içkiden bir yudum aldım, ilk yudumumu almama rağmen kafam bir ayrı hoştu. İlk defa bu his vardı içimde.

“Kalkalım diyordun? Kalkalım mı?” dediğinde, yine gözüm arkaya kaymıştı.

“Zaten yarın şirkette görüşeceğiz, arabamla gelmiştin öyle değil mi?” bana baktığında, gözümü arka masadan ayırıp ona çevirmiştim.

“Arabamla gelmiştim ama” lafını kestim çünkü devamında ki konuşmayı hiç dinelmek istemiyorum.

“ İyi o halde yarın görüşürüz.” Şirketin ortağı olacağı için sert çıkışmak istemiyordum.

“Sen hesabı karışma, bizimkiler gelecek,” dediğimde kadın sandalyesinden kalkıp, mantosunu giydi, “sana iyi akşamlar,” kafamla geçiştirdiğimde yanımdan geçip gitti.

Bense yine aynı şekilde, kızı izlemeye koyuldum. Masadakiler harıl harıl konuşurken o sadece dinliyor, arada derede cevap veriyordu.

“Abi?” karışma oturan, Gökhan bana bakarken tekrar konuştu, “işin vardı yemekten sonra, gidelim.”

Şu an ilk defa yaşadığım, o anlamsız his beni burada tutuyordu, “Gökhan, kadere inanır mısın?” bu kendimden beklenmedik bir cümleydi, kadere veya kısmete inan biri değildim ama şu an inanmak istedim.

“Abi ne diyorsun?” dedi Gökhan, oda beni ilk defa böyle görüyor olmalıydı.

“Ulan burada konuşmaya çalışıyorum!”

“Abi düzgün bir şey sorsana, ne bileyim ben kaderi kazayı.” Dediğinde tek kaşımı yukarı kaldırıp ona doğru eğildim, “Ulan sen değilmiydin, Farah bana dönerse çıplak gezicem diyen?” dediğimde gözünü devridi.

“Abi eskidendi ya, sikmişim aşkı!”

“Görelim bakalım,” dediğimde yine arkaya baktım, masadakiler hareketlenmiş toplanıyordu.

Son kez kıza baktığımda, onu bir kez daha görmeyi diledim, hayatımdaki ikinci dilek hakkımı bunun için kullandım.

Ve o gün dedim ki bir daha çıksın karşıma, kadermiş kazaymış, aşkmış bu her ne ise inanmazsan namerdim dedim.

Sonra o çıktı karşıma, sadece bir kere değil defalarca benim ise ilk defa dileğim tutmuştu.

 

Kadermiş kazaymış aşkmış hepsine boynum kıldan ince kaldı.

Eve gelmeden önce Tuğkan abinin yanına uğramıştık, Hülya’yı gördüğünde o kadar şaşırmıştı ki annenin aynısı diyip durmuştu.

Oradaki iki saatten sonra Hülya eve gelmemek için direnip durmuştu ama sonunda eve geldiğimizde, ona çok güzel bir makarna yapmıştım.

Makarnayı yedikten sonra artık günde bir saat televizyon izleyebileceğini söylemiştim, fakat şu an hem o hem de ben tam bir buçuk saattir sünger Bob izliyorduk.

“Aflaa petrik biraz salak mı?” hülya parmağı ile televizyondaki petriği gösterdiğinde kafamı iki yana salladım. “ Değil” dediğimde yine sessizleşti.

Telefonumu elime aldığımda, Eflah’tan mesaj bekledim ama yoktu!

Neden telefonumu bunun için kontrol etmiştim bilmiyordum ama yazsın istemiştim.

Ben yazabilirmiyidim? Evet, yazabilirdim ama ne yazacaktım?

Saatte baktığımda saattin 10 geldiğini gördüm.

Sesi çıkmayan Hülya ya döndüğümde ise yanıma kıvrılmış, derin derin uyuduğunu gördüm.

Onu kucağıma alıp odama götürdüm ve yine yatağın duvar tarafına koyup üzerini örttüm.

Salona geri döndüğümde, telefon ekranındaki Eflah😎’ı gördüm, yazmıştı, hep yazardı.

Eflah 😎: Leyla sana hiç, soyadının adına yakışmadığını söyleyen oldu mu?

Leyla Durulay. Ne vardı ki soyadım da?

Siz:Ne? Kim bana bunu niye söylesin?

Eflah😎: Yakışmıyor işte.

Siz: Çokta güzel bir soy ismim var, hem ismim ile de çok uyumlu.

Siz: Bide herkesin senin ki gibi havalı bir soy ismi yok.

Eflah 😎: Havalı mı buluyorsun?

Siz: Ben bulmuyorum, diğer insanlar buluyor.

Eflah 😎: Diğer insanların bulup bulmadığını sormadım ki umurumda da değil.

Eflah 😎: Sen buluyormusun?

Siz: Hayır.

Evet.

Eflah 😎: Soy ismimi istediğin zaman kullanabilirsin.

💌🦋

 

Arkadaşlar oy sınırı getirdim aslında zorunda kaldım.

 

Oy sınırımız 15 lütfen oy atıp yorum yapmayı unutmayın.

 

Sevgiyle kalın.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%