Yeni Üyelik
8.
Bölüm

8. Bölüm

@melankolilibiri

🌝🌚

Bazı babalar kız çocuklarının şansı olurdu, kahramanı.

Bazı babalar ise kız çocuklarının, korkusu, nefreti.

Ben babamdan fiziksel olarak korkmamıştım, ama bana olan o nefretinden korkmuştum.

Babamı eskiden, nefretine rağmen severdim, çünkü küçük bir kız çocuğuydum ve bilirdim; kız çocukları babalarına belli bir yaşa kadar hayran kalırdı.

Benim de o belli yaşım 8 yaşımdı.

Ama şimdi babam çıkıp gelse bir gün, kafamı okşasa kızım dese; O sevgiye rağmen içimdeki nefreti bastırmazdım.

15 yıl önce;

3.şahıs.

Küçük kız, oturdukları kocaman evde, küçücük kalmıştı; belki beni bulmaz diye.

Daha dün akşam, aynı salonda oturup, dizi izlediği babası; şimdi elinde küçük kızın adını bile bilmediği şeyle evde geziyordu.

“LEYLA!” Genç, ama dinç olmayan adam, elindeki beysbol sopası ile her odaya bakıp duruyordu.

Sarhoş olduğu için adımları, tökezletip duruyordu, “annenin yerini söylersen, sana çok sevdiğin kedini veririm” elindeki kedi, öylece duruyordu, biraz sonra yaşanacaklardan habersiz!

Küçük kız ismi bulut olan kedisini yanında istesede, annesini korumalıydı; söz vermişti.

Elindeki telefonu kullanamazdı şu an, babası duyardı. Hatta babası duymasın diye nefes bile almamaya çalışıyordu.

İçinden sayıyordu, 1000 olacaktı, kurtulacaklardı.

378,379,380...

Annesi evde değildi, ne kız nede babası bunu biliyordu. Ama küçük kız saymaya devam ediyordu, 390,391.392...

Odanın kapısı sertçe açıldığında, kız nefes almayı bir anlığına unuttu, “Leylaa, bak Bulut burda; hadi gel meleğim.”

Ayyaş adam konuşmaya devam ederken odanın altını üstüne getirmişti, elbet dolabada bakardı.

400,401,402. Küçük kız büyük sayıları sayamadığı için her yüz dediğinde on parmağından birini indiriyordu, dördüncü parmağını indirdikten sonra devam etti.

“Kırmızı balık gölde kıvrıla kıvrıla yüzüyor,” adam çalışma masasına baktıktan donra, kocaman giysi dolabına geldi sıra; “balıkçı hasan geliyor,” küçük kız o güne kadar bu şarkıyı çok secdede o gün bu şarkıyı duymamak için kulaklarını, tıkadı.

İki sürgülü kapısı olan dolabın sağ tarafını açtı, adam elbiselerin hepsini; kızın orda olmadığını bilsede yere atıyordu.

Küçük kız beşinci elini indirdikten sonra telefon ekranını açtı, annesinin dediği gibi, ‘beş parmağını indirirsen ve baban gelirse, bir beş beşi ara.”

Bir,beş,beş 155.

Telefonu kulağına götürdü küçük kız, ilk çalışta açılan telefonun başındaki adam konuştu, “İyi akşamlar, nasıl yardımcı olabilirim?”

Ayyaş adam, diğer dolabın kapağına geçecekti ki, elinde tuttuğu kedi hızla adamın elinden atlayıp; odadan çıktı.

Adam kediyi takip etmek için, aynı hızla kedinin peşinden bir o yana bir bu yana sendeleyerek koşmaya çalıştı.

“Yardım edin!” dedi kız kısık tuttuğu sesiyle.

“İyi misiniz?”

“İyim, babam beni bulursa olamam ama.” Altıncı parmağını indirdi.

“Ne? Babanız nerede?”

“babam iyi görünmüyor,” sesi dolapta yankı yapıyordu, “o canımı yakacak, anneminkini yaktığı gibi.”

“Anneniz iyi mi?”

“Bilmiyorum,” küçük kız omzunu silkti, “bana yardım edin!”

“Nerde yaşadığınızı biliyormusun?”

“Hayır.”

“Tamam sakın telefonu kapatmayın, ve sakin olun.”

İçerden, Bulut’un miyavlama sesi geldiğinde, küçük kız konuştu, “ben sakinim ama kedim...”

“Kediniz mi var?”

Bulut’un sesi tekrar daha acılı bir şekilde geldiğinde, küçük kız gözlerini yumdu ve zor duyulan titrek sesi ile konuştu, “artık yok galiba.”

Çenesi titremeye başladığında polis memuru, küçük kızı rahat hissetmesini sağlaya çalıştı,

“Şimdi biz seni bulduk, oraya geleceğiz tamam mı?”

Tamam demesine kalmadan sürgülü kapı sertçe açıldı, elinde hala beysbol sopası olan adam, gülümseyerek kızına baktı, “sobe” dediğinde küçük kız son kez telefona doğru konuştu; “Sobelendim.”

Günümüz.

Kız kardeşimin uyuyan yüzüne baktığımda, kendimi görmek istemesem de kendimi görüyordum.

Uyurken aldığı derin nefeslerden dolayı göğsü bir inip, bir kalkıyordu.

Onu ilk kucağına aldığında annesine veda etmek zorunda kalmıştı, her ikiside.

İki hafta önce, restorandan çıktığı gibi, Ankara’ya gelmişti, bu sefer Ankara’ya gelme sebebi yine ölümdü, anneannesi ölmüştü.

Hülya’nın küçük yuvarlak yüzüne bakarken, tıpkı annesine benzediğini fark etti.

Kendi saçları aksine, Hülyanın kahve saçları vardı, kısaydı hatta varla yok arasındaydı, saçları.

Otobüsle, İstanbul’a dönerken ilk defa yanlız değildi, bu his ona biraz garip gelmişti, iki yaşındaki Hülya annesinin kızı olsada, babasının kızı değildi.

Elleri hülyanın yumuşak, saçlarında gezereken kendiside uykunun güzel ninnisine kulak verdi, gözlerini kapadı, kulağını tıkadı ve kucağındaki kardeşi ile birlikte derin bir uyku uyudu.

💌

Sonunda eve gelmiştik, hülya eve geldiğimizden beri ağlasada daha yeni yeni susturmayı başarmıştım.

Yeni geldiği evi tanımakta zorluk çektiği için, etrafa yabancı bakışlar atıyordu, “fuu” dediğinde tam ayağımın dibinde durdu.

“Su mu?” dediğimde kafasını gelişi güzel salladı, eğilip elini tuttum ve mutfağa girdik, çeşme suyu içmesini istemediğim için, beş litrelik su kabından, verdim.

İki eli ile tuttuğu küçük bardağı, kafasına diktiğinde, gülümsedim. Bardağı ağzından çekip, “ehh” dediğinde kahkaha attım ve eğilip kucağıma aldım.

“Ben kimim?” dediğimde bana baktı, ve dudağını büzdü.

“abla ben tamam mı? Abla.” Beni tekrarlamaya çalışarak konuştu, “aflah” yanağına öpücük kondurdum ve, yatak odasına götürdüm onu, “sem hala bez mi kullanıyorsun? Kocaman oldun ama”

“kakaa” diyerek yanıtladı, onu yatağa yatırdım ve bezini değiştirtmek için, eski; koku bombasını iyi ce paketledim ve çöp kutusuna attım.

Bezini değiştirip üzerine sadece bir zıbın giydirdim, “ayye neyde.” Anneanneme anne diyordu, onu soruyordu.

“Ayye yok abla var”

“aflah?” dedi bana bakarken, “aflah” dedim ve tek kişilik yatağın, duvar tarafına yastık koyup onu o tarafa ittirdim, “uyicaksın tamam mı?”

Kafasını abartı bir şekilde aşağı yukarı salladığında, yanına uzandım, beklemediğim bir şey yaparak yanağıma kondurduğu, küçük buseden sonra içim sıcacık oldu.

Bende ondan yana dönüp onun kadar hafif olmayan, bir öpücük bıraktım.

Hemen sonra saçıyla oynamaya başladı ve gözü yavaş yavaş kapandı. Yan tarafta ki telefonu günler sonra elime aldım ve ekrana düşen, mesajlara ve aramalara baktım.

Büşra kişisinden gelen 7 cevapsız çağrı.

Tuğlan kişisinden gelen 13 cevapsız çağrı.

05** numarasından gelen 4+ mesaj.

Numaranın üzerine tıkladım;

05**: İyi misin?

05**: Leyla?

05**: Ankara’ya gelmemi istemiyorsan cevap ver!

05**: Eve gelmedin mi?

05**: Telefonun neden kapalı?

Siz: İyim.

10.48

05**: Biliyorum.

10.50

Siz: Nerden biliyorsun acaba yine?

05**: Unuttun mu müneccim boku yemiştim ben.

Siz: Tabii ya, sen herşeyi bilirsin.

05**: Bilirim .

Siz: güzel.

05**: Kapıya çıksana.

Siz: Ne?

05**: Kapıya çık.

Siz: Neden?

05**: Seni göreyim.

Siz: Burada mısın?

05**: üç haftadır, çoğu zaman .

Siz: Gelemem.

05**: Neden?

Siz: Hülya uyuyor.

05**: Kardeşin mi?

Siz: Nerden bildiğini sormayacağım.

05**: Sorma.

05**: Sadece aşağı in.

05**: En azından sadece beş dakika.

Telefonu bıraktıktan sonra Hülya’ya baktım, eli hala saçında derin nefesler verip alıyordu, uyumuştu, yataktan yavaşça doğruldum.

Hülyanın üzerini örtüp, odadan çıktım girişteki askıdan hırkamı alıp, giydim.

Saat 12’ye gelirken asansörü kullanmadım ve üç katı hızla indim, binadan dışarı çıktığımda, yolu inceledim.

Sağda park halindeki aracın önünde duran, Eflahı gördüğümde o yöne doğru yürüdüm, elini cebinden çıkarıp doğruldu.

Tam önünde durduğumda, ellerimi göğsümde birleştirerek ona baktım, “İşin gücün yok mu senin?” dedim, neden sesimi kısık tutuyordum bilmiyordum.

“Hoş bulduk.” Dediğinde yine arabaya yaslandı.

“Ne diyecektin?” dediğimde bende yan tarafına geçip, arabaya yaslandim.

“iyi misin?” dediğinde şaşkınlıkla ona baktım.

“İyi olduğumu söylemiştim,” dediğimde omzunu silkerek gözüme baktı, “ama görmedim.” Dedi.

“Gördün, İyimiymişim?” dedim alayla.

“Sayılır.” Alay mı ediyordu acaba benimle?

“Sayılır?” Kaşlarımı çatmış kafamı yana doğru eğmiştim

“Haftaya dediğim yerde çalışırsan daha iyi olursun.” Yine aynı konuyu açtığında, tek kaşımı yukarı kaldırmaya çalıştım, nafile.

“Valla çakacam bir tane, beraber gideriz hastaneye” elimi kaldırdığımda, güldü.

Güldü! Ne güzel güldü, yanağında oluşan çizgiler, gözlerinin kısılması. Böyle bir adam nasıl böyle gülümserdi.

“Baya dobrasın ha sen” gülmesinin arasından konuştuğunda, hemen cevap verdim.

“Yine seni hastaneye ateşim var diye sokarım konuşmasına girmemi istemiyorsan, defol” doğruldum ve tam karşısında durdum, benden uzun olduğu için kafamı biraz kaldırıp on baktım, “kabız falan da olursan, ara beni, kabızlığının nedenini öğrenelim. İyi geceler.”

“İyi geceler bal,” derin bir nefes aldı ben tam önündeyken.

 

🌊🔥

Oy verip yorum yapmayı unutmayın,sevgiyle kalın.

 

Bu arada bir şey daha söyleyeyim, aklımda bir çeşit anlaşmalı evlilik var, yapayım mı?

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%