@melankolilibiri
|
Siz: Soy ismimle sorunun ne senin? Eflah😎: Soy ismimle sorunum yok, sadece ismine yakışmıyor. Siz: Sen çok biliyorsun. Eflah😎: Biliyorum. Siz: Hem ben ne diye senin soy ismini kullanayım. Eflah 😎: Daha fazla yakışıyor ismine. Siz: Yok kalsın. Eflah 😎: Görelim bakalım. Siz: Neyi? Eflah 😎: Hülya’yı yarın nereye bırakacaksın? Siz: Neden? Eflah 😎: Yarın ilk iş günün, Hülya’yı götürecek değilsin. Siz: Bulurum bir yolunu. Eflah 😎: Bulamazsan? Siz: Bulurum. Eflah 😎: Bende öyle umuyorum. Eflah 😎: İyi geceler bal. Siz: Bana neden bal diyorsun. Eflah 😎: Bir sebebi yok. Siz: Olmalı. Eflah 😎: Ama yok. Siz: iyi geceler o zaman . Siz: Eflah 😎: Ne bu? Siz: Poz veren ördek, sana benziyor. Eflah 😎: Sarı olan sensin. Siz: Doğru, iyi geceler. Eflah 😎: İyi geceler. ★ “Leyla ben memnun oldum.” Hastanedeki hemen hemen herkes ile tanışmıştım. Bir saat kadar önce endişe ile geldiğim hastanede şuan, kafeteryada oturmuş kahve içiyorduk. “İlk iş yerin öyle değil mi?” konuşan Dila’ydı; kızıl saçları ve kahve rengi gözleri ile çok güzeldi. “Evet,” kafamla onayladıktan sonra elimdeki sıcak kahveden bir yudum daha aldım. “İyi o zaman, Kolay alışırsın.” Dila ya gülümseyerek bakıp olduğum yerden kalktım, “ben bir odanın, son dokunuşlarını yapayım.” Masadan kalkıp bir üst kattaki odama doğru yürüdüm, “Doktor hanım?” Kapının yayındaki, bekleme sandalyesinde oturan yaşlı kadın bana bakarak konuştuğu için, dikkatimi ona verdim. “Buyrun?” ayaklanıp yavaş yavaş yanıma gelen kadın tam önümde durduğunda, “Leyla Durulay, hanım sizmisiniz?” Kafamla onaylayıp, “evet” dedim. “ sıra almıştım, sizi bekliyordum” dediğinde, kadının ne kadar halsiz olduğunu fark ettim ve kapıyı açarak, içeri geçmesini bekledim. İçeri geçtiğinde masada uyuklayan, Samet’i elim ile dürttüm, öğlen tatili olduğu için çoğu kişi bu durumdaydı. “ Leyla doktorum.” Dedi ve hemen ayaklandı, odamı onunla paylaşıyordum, sekreterim olarak. “Hasta varmış kapıda, ne diye almadın.” Dedim masama geçerken. “Şey öğle molası, Teyze kusura bakma ya.” Önce bana sonra, Teyzeye yaptığı açıklama çok masumdu. “Teyzecim şöyle otur,” sedyeyi gösterdiğim de oturdu, “neyin var teyzem?” elime taktığım eldiven ile yanına doğru yürüdüm. “Vallahi doktor hanım, ben memleketten geldiğim gibi bu İstanbul havası vurdu beniii,” önce eli beline gitti ve sonra konuşmaya devam etti; “yok yani sırtım ayrı, karnım ayrı; anlayamadım ki evladım anlatayım.” “Teyzem sırtın ağrıyor öyle değil mi?” “ Evet evet sırtım.” Eli tekrar sırtına gittiğinde, ard arda sorularımı sordum. Hepsine cevabımı aldığımda, ona yazabileceğim tek ilacı yazıp, karşı odamda olan Gürkan hocaya yönlendirdim. “Leyla hocam siz nerelisiniz?” Az önce baş ağrısı için gelen, hastanın raporunu incelerken Samet in sorusuna da cevap verdim. “Ankara.” Migreni olan, kadın; normal bir migrenden daha fazla ağrıdığını söyleyip durmuştu. Buna auralı migrende denirdi, normal migrene göre daha acı verirdi. Raporu ve reçeteyi hatırlayıp, bilgisayar üzerinden samete attım; “Leyla doktorum, peki kaç yaşındasınız?” Susmak bilmeyen Samete yine sabırla cevap verdim; “23” dediğimde, oda sanki bende onunkini sormuşum gibi konuştu; “bende 21.” ★ Sonunda bitmek bilmeyen gün bitmişti, üzerimdeki iş üniformasını çıkardım ve sabah ki günlük giysilerimi giydim. Hülya’yı gelmeden önce restoranda bırakmıştım, Tuğkan abi bundan hiç rahatsız olmamış üstüne üstlük mutlu olmuştu. Hastaneden çıktığımda, yağmur damlaları birer birer yere düşüyordu. Yağmuru çok sevsem de şu an yağmurda yürüyebileceğimi sanmıyordum. Bir kaç dakika bekledikten sonra, yağmur şiddetini artırdı; şansa bak. Ben burada dinsin diye beklerken. “Leyla doktorum, sizi bırakayım istediğiniz yere.” Yanımda şemsiyesi ile duran Samete baktım. Şu an kimseye hayır diyecek durumda değildim, Hülya beni bekliyor olmalıydı. “Yolunun üstü müdür ki?” dediğimde yanımda gelip, çoğunluğunu benim üzerime tuttuğu şemsisi ile gülümsedi; “yolumun üstüdür bence.” “Neresi olduğunu bile bilmiyorsun.” Dediğimde yağmura doğru bir adım attık, üzerime hiç damlamayan yağmur, Sametin sağ tarafına olduğu gibi yağıyordu. “Leyla doktorum, sizi gideceğiniz yere bırakmak benim vatani görevim!” dediğinde güldüm. Sonunda beyaz bir arabanın önünde geldiğimizde, önce benim binmem için hala şemsiyesi ile yanımda durdu. Kapıyı açıp içeri girdiğimde ise hızla sürücü koltuğuna geçti. “Sağlam görünürlü olmaya bilir ama asla yolda bırakmaz kızım benim.!” Daha çok kendisi ile konuşur gibi olduğu için cevap vermedim. “Nereye bırakalım sizi, doktor hanım?” restoranın adresini verdiğimde yol boyu konuşarak, beni oraya götürdü. Sorularına kısa cevaplar verip ayıp olmasın diye, bende soruyormuş gibi yapıyordum. “Hadi gel sende içeri bir kahve iç, benden.” Arabadan inmeden söylediğim şeyi ikiletmede indi, dinen yağmurdan dolayı şemsiyesini çıkarmadı ve bende iner inmez kapıyı kilitleyip arkamdan restoranda girdi. Çok kalabalık olmayan restoranda, hülya bir masada oturmuş birşeyler katlıyordu. Ona doğru yürüdüğümde kafasını kaldırıp bana bakması ve “aflaaa” demesi bir oldu. Kalktığı yerden bana doğru koştuğunda eğilip onu kucağıma aldım ve yanağına rast gele öpücükler bıraktım. Oda bana aynını yapmaya çalışıyordu; “Ne yaptın bensiz?” dediğimde, “ seni özledim.” Dedi. Oysa sadece bir haftadır yan yanaydik, bir hafta bile bir bütün olmamıza yetmişti. “Hoş geldin Leyla,” Tuğkan abinin sesi ile arkama döndüm elindeki tepsi ile bize doğru geldi ve Hülyanın önüne bir tabak pasta ve meyve suyu koydu. “Ay abi vallahi çok sağ ol,” dedim Hülya’yı oturturken. “Lafı mı olur kızım otur, sanada getireyim.” Sonra yanımdaki Sameti fark edince durdu, “Hoş geldiniz?” “Tuğkan abi, hastaneden; onada bir kahve bide öyle tatlı bir şeyler.” Tuğkan abi ve samet selamlaştıktan sonra, Samet yanıma oturdu. “Kardeşiniz mi?” Hülyaya bakarak sorulduğu soruyu onayladım. “afiyet olsun” Tuğkan abi tabakları ve bardakları önümüze koyup diğer müşterilerin yanına gitti. “Öz abiniz mi?” “Hayır.” Kahveden bir yudum aldım ve hülyanın çizdiği resime baktım; Bir ev çizmişti önünde de sadece iki kişi vardı; ben ve o . “Leyla hoş geldin,” Büşra yanıma gelip yanağıma bir öpücük kondurdu. “Hoş bulduk,” Büşra yanıma oturduğunda diğer sandalyedeki Samete baktı, “hastaneden.” Diye açıkladığımda elini uzattı, selamlaştıktan sonra ayrı bir sohbete girdiler. Yaklaşık yarım saat sonra ben ve hülya eve doğru yol alırken, Samet orda kalmak istediğini söylemişti. Bende oradakiler ile vedalaşıp, duran yağmurun bıraktığı o nemli sokak kaldırımında hülya ile eve doğru yürüdük. “Aflah annem nereye gitti?” hülya bir haftadır sormadığı soruyu şimdi tekrardan soruyordu. “Biraz uzağa gitti,” öldü diyemezdim daha bu kadar küçükken onu ölüm ile tanıştıramazdım. “Gelecek mi?” “Hayır biz yanına gideceğiz.’ “Ne zakam?” yine cümleyi tam kuramamış olsa da onu anlamıştım. “Vakti geldiğinde.” Eve gitmeden önce alışveriş yapmış sonra eve geçmiştik, ama evin önünde yine Eflah’ı görmeyi beklemiyordum. Diğer tüm günlerin aksine çok yorgun ve dağılmış gözüküyordu. “Eflah?” sesimi duyar duymaz kafasını eğdiği yerden kaldırdı, göz göze geldiğimzde gözünün kızarıklığı ilgimi çekti; “İyi misin?” Hülya sessizce beklerken Eflah konuştu, sesi de diğer günler olduğu gibi, neşeli veya sert değildi; “iyim.” “Değilsin.” Değildi hemde hiç, “ne oldu?” dediğimde yaslandığı arabadan doğruldu ve kafasını yana yatırdı, “değilmiyim?” gülümsediğinde, gülümsemesinin altında yatan burukluk orada duruyordu. “Değilsin.” Dediğimde, gülümsemesi soldu. “Gel, kahve yapayım” “Hiç sevmem,” dediğinde dudağımı büzdüm, “o zaman başka bir şey,” dedim ve evi gösterdim. “gel.” Sahip olduğu apartmana davet ediyorum onu. Ben ve hülya önden yürürken oda arkamızdan geliyordu “İlk defa görmeye geliyorum,” “Neyi?” “Aldığım apartmanı” benim yüzümden aldığı bu apartmana ilk defa geldiğini biliyordum, ama sormakta sakınca görmedim. “Neden görmeden aldın?” Asansör 4. Katta durduğunda, Eflah bize kapıyı tuttu ve ben ile Hülya sırası ile çıktık. “O gün başımı etini yediğin için,” dediğinde, elimdeki poşeti aldı. Ben de çantamın içindeki anahtarı aramaya koyuldum. Anahtarı bulduğumda kapıyı açtım ve ayakkabılarımı çıkarıp içeri girdim, Hülyanın da ayakkabılarını çıkarıp içeri aldım. Hızla mutfağa giden hülyadan sonra, Eflahda ayakkabılarını çıkarıp içeri girdi. Elindeki poşeti alıp mutfağa yürüdüğümde arkamdan geldiğini Biliyordum. Hülya eline aldığı minik araba ile yanımıza geldiğinde, ne yapacağı merakı ile bekledim. Elindeki oyuncağı, Eflaha uzatması beklendik bir şey değildi. “Üzülme diye verdim,” dediğinde Eflah önünde eğilip oyuncağı eline aldı; “Teşekkür ederim,” dediğinde boşta olan elini uzattı, “Eflah ben.” Hülya da küçük elini Eflah’ın iri eline koyduğunda konuştu; “Hüyla ben.” İsmini yanlış söylemesi bir şeyi değiştirmemiş olacak ki, bir birlerine karşılıklı memnuniyetlerini bildirdiler. “Aflah sünger Bob izleyenim mi?” Ben poşette ki yiyecekleri yerleştirirken Hülya’nın sorduğu soruyla ona döndüm, hala sabah ki giysileriyleydi. “üzerine geceliklerini giyip gel, izleyelim.” Eflah ise mutfak koltuğunda öylece oturmuş, duruyordu. “Ne içersin?” buz dolabını kapatıp oturduğu koltuğun önünde durdum. “Bilgilendirme, alkollü hiç bir şey yok; süt, soğuk çay, limonata yada ayran?” “Kakaoluu süütt,” hülya mutfağa geldiğinde üzerinde peluş geceliği vardı, “Hülya süt, Eflah?” “Aynısından.” Şaşırmıştım, Süt mü içecekti. Hülya Eflah’ın elini tutup oturma odasına doğru çektiğinde, bende üç bardağa çikolatalı süt doldurdum ve yanına bugün aldığım cipsten bir koca kase doldurdum. Tepsi ile oturma odasına girdiğimde, Eflah’ın ve Hülya’nın yan yana oturmuş pür dikkat, sünger Bob izlediğini gördüm. Orta masaya tepsiyi bıraktıktan sonra, Hülya ortamında duracak şekilde koltuğa oturdum. Eflah orta sehpaya eğilip üç bardak sütten birini önce, Hülya ya sonra bana uzattıktan sonra, son bardağı da kendi aldı ve yine televizyona odaklandı. Çok garipti, böyle bir adamın oturup çizgi film izlemesi, böyle bir adamın çoğu zaman gülmesi, böyle bir adamın hep burada olması. “Leyla,” Eflah’ın kısık sesi kulağıma geldiğinde ekrandan gözlerimi ayrıldım, “efendim?” Hülya’yı göstererek, “uyudu” dediğinde Hülyaya baktım kafası Eflah’ın koluna dayalı uyumuştu. Yavaşça ayaklandım ve kucağıma almaya çalıştım fakat, Eflah benden önce davrandı ve Hülya’yı kucakladı. “Yatağı aç sen,” dediğini yapıp ondan önce odaya girdim ve yine o tarafa yastık koyup yatağı açtım, Eflah yavaşça Hülya’yı bırakınca üstünü de örtüp doğruldu. İkimiz sessizce odadan çıktıktan sonra salona döndük, yine ikimiz yerlermizi aldığımızda bu sefer ortada bir hülya yoktu. Ve televizyondaki çizgi film devam ediyordu, “ilk günün nasıldı?” “İyidi,” ikimizde birbirimize bakmadan konuşuyorduk. “Eflah,” dedim mayışık bir sesle. “hıı” onunda benden bir farkı yoktu. “Hani sen her şeyi biliyorsun ya,” gözüm kanmak üzereydi ama devam ettim, “bana gelecek hakkında bir şey söyler misin?” Hiç beklemeden veya tereddüt etmeden konuştu, “Gelecekte evli olacağız, bal.”
🥹
Oy atıp yorum yapmayı unutmayın.
Oy Sınırı yine 15
Sevgiyle kalın.
|
0% |