Yeni Üyelik
14.
Bölüm

13. Bölüm

@melankolilibiri

 

Siz: Beni daha önce gördün mü?

Eflah 😎: İki kere.

Siz: Ben neden hatırlamıyorum?

Eflah 😎: Ben seni gördüm dedim, senin beni gördüğünü söylemedim.

Siz: Anladım, peki nerde gördün?

Eflah 😎: önemi var mı?

Siz: Var.

Eflah 😎: Yok.

Siz: Merak ediyorum.

Eflah 😎: Etme merak, en azından şu an.

Siz: Hem neden ikinci kere gördüğün birini öpersin ki?

Eflah 😎: İkinci kere gördüğüm birini öpmem.

Siz: Ama öyle dedin.

Eflah 😎: Seni öperim dedim, her hangi başka birini değil.

Siz: Aynı şey.

Eflah 😎: Hiç te bile.

Siz: Öyle.

Eflah 😎: Her hangi başka biri değilsin, hiç olmadın, olmayacaksınız. Benim gözümde.

Siz: Çok ta emin konuşma derim.

Eflah 😎: Hülya’ yı ben alayım mı?

Siz: Hayır, ben alırım. Hem neden ki?

Eflah 😎: Ona bir sözüm var.

Siz: söz?

Eflah 😎: Evet sözüm var.

Siz: Ne sözün var?

Eflah 😎: Lunaparka gideceğiz.

Siz: Hayır.

Eflah 😎: Neden?

Siz: Başka bir yere gidin.

Eflah 😎: sözüm söz ama.

Siz: Hayır, lunaparka gelemez.

Eflah 😎: peki bakalım, yemeğe çıkıyoruz o zaman.

Siz: Saat kaçta?

Eflah 😎: iki gibi, sonra seni alırız.

Siz: Dikkat et, yemeği de düzgün seç.

Eflah 😎: sende dikkat et.

<3

Her zaman kendi hayatım için birşeyler yapmaya çalıştım; tepinip durdum. Ama bazen de öyle ve durdum kaldım.

Çünkü o zaman yapacak hiç bir şey kalkıyordu, ellerim kollarım bağlı, dilim düğümlü kalıyordu. O anlar da bile yapacak Bir şey buluyordum.

Ama şimdi Eflah’ı ve Hülya’yı bu denli güzel ve mükemmel izlerken bir şey yapamıyordum.

Hülya gülüyor hatta kahkaha atıyordu, aynı şekilde Eflah’ın da yüzünde aynı ifade vardı.

Önlerindeki tabaklardan aldıklarını bazen birbirlerine bazen de kendi ağızlarına atıyor sonrasında konuşuyor ve gülüyorlardı.

İşten erken çıktığım için Eflah’tan aldığım adrese gelmiştim ama bir adım daha atamamıştım. Çok güzellerdi.

Derin bir nefes aldım ve çantamı omzuma atıp, o masaya doğru yürüdüm, beni ilk gören Hülya olmuştu.

“Aflahh” dediğinde elinde tuttuğu içeceği bırakıp iki elini birbirine çırptı. Yüzüme kondurduğum koca gülümseme ile Hülya ya doğru yürüdüm; “ablacım?” dedim tam yanına otururken.

Kucağıma doğru geldiğinde hiç düşünmeden kucağıma aldım ve yüzüne belli belirsiz öpücükler bıraktım. “ özledin mi beni?”

İki elini kocaman açıp konuştu; “koocaman öfledim.” Yanlış cümleyi düzeltmeden; “bende seni koocaman özledim.” Dedim

“fak Eftah abi bana ne aldığ” arkasında duran hamburgeri göstermeye çalıştığında, onu kucağımdan indirdim ve yemek yemesine izin verdim.

“Eflah abin mi aldı?” bu sözüm Hülya’ya değil bize farklı bir şekilde bakan Eflahaydı. Gözü parlıyordu resmen. Neden?

“ebet” cevap veren hülya olmuştu.

“Naptınız başka?” bu sorumda Eflahaydı ama o bakmaktan başka hiç bir şey yapmıyordu.

Hülya zorla tuttuğu hamburgerden bir parça alıp konuştu; “yemet yedik,” ağzı dolu olduğu için konuşmayıp sustu.

“Günün nasıldı?” Eflah dakikalar sonra konuştuğunda, bugün ki mesajlar geldi aklıma; beni daha önce görmüştü bu da yetmezmiş gibi hatırlıyordu.

“İyidi.” Dedim sadece onunda günün nasıl geçtiğini sormam gerekirdi değil mi? Ama soramıyordum işte.

“Güzel.” Dediğinde gözlerini benden ayırıp Hülya ya baktı. Bir kaç saniye sonra yine gözleri beni bulduğunda tekrar konuştu, “çok güzel.”

Beynimin içinde bir ev vardı, bir sürüde odası. Bir sürü insan bir sürü anı.

O ev, sadece duvarlardan oluşan soğuk bir evdi. Ve ben o evde her kime bir oda ayırdıysam o duvarları parçalamak için direnip duruyordu.

Fakat ben daha isyankardım; duvarlar kırılmaya yaklaştıkça yeniliyor; evimi, beni tekrar tekrar hırpalamalarına izin vermeye devam ediyordum.

Belkide sadece kapıyı açmalı ve gitmelerine izin vermeliydim.

Ama şimdi Eflah’a ayıracak bir oda bulamıyordum, hepsi parçalanmış yıkılmıştı. Yoktu.

Belkide bundan önce o odadakilerin çıkmasına müsade etseydim böyle olmazdı. Benim suçumdu.

“Leyla?” Eflah’ın sesi ile yolu izlemeyi bıraktım, zaten izleyecek bir yol kalmamıştı.

“Efendim?” dediğimde Eflah’a doğru döndüm, bir eli hala direksiyondayken öteki eli öylece ayağının üzerindeydi. “Hülya,” fısıldayan sesiyle arka koltuğu gösterdi sonra devam etti, “uydu.”

Arka koltuğa baktığımda derin nefesler verip alan Hülya’yı gördüm. Kemerini takmıştık ama kemer ona o kadar büyüktü ki yana doğru kaymıştı.

“Uyumuş.” Dedim bende hafif tutmaya çalıştığım sesimle. Ona doğru döndüğümde bana bakıyordu.

“Yoruldu,” dediğinde anında cevap verdim.

“Eğlendi.”

Gülümsediğinde gözlerim dudak kıvrımındaki gamzeye kaydı. “Eflah?” dedim mayışık bir sesle; bende yorulmuştum.

“hıı?” dediğinde kafasını araba koltuğuna yasladı ve bana baktı, bende aynını yaptığımda yüzündeki gülümseme hiç solmadı.

“İçtim mi ben?” sorduğum ciddi soruya Eflah aynı ciddiyetle cevap verdi, “içmedin.”

“Yorgunum o zaman.” Dedim kafamı aşağı yukarı sallayarak. Oda benim gibi kafasıyla onayladığında konuştu; “yorgunsundur.”

Dışardaki fena yağmurdan dolayı, araba camına vuran ses çok huzurluydu. “Eflaf?” dedim bir daha.

Aynı sabırla cevap verdi, “efendim?”

“Bu yağmurda boğulurmuyum?” cümlemi kurduğunda yavaşça yerinden doğruldu ve bana kasları çatık bir şekilde baktı, ne olmuştu ki? Ne demiştim.

“Boğulmazsın! Boğulma.” Sesi az öncekinin tam tersiydi.

“ya boğulur-” cümlemi bitirmeme izin vermeden konuştu, “izin vermem,” gülümsediğimde bende doğruldum. “izin verme.”

Arabanın kapısını açtığında benimle eş zamanlı olarak Eflahta arabadan çıktı ve daha ben kapıyı açmadan hülyanın kapısını açtı, “ben alırım” dedi ve elime bir şemsiye tutuşurdu. Ama ben çoktan ıslanmıştım. Şemsiyeyi açıp hülya ıslanmasın diye ikisinin üzerine tuttum.

Hızlı adımlarla binadan içeriye girdiğinizde şemsiyeyi kapattım ve asansörü çağırdım.

Hülya kollarını Eflah’ın boynuma dolamış yüzünü boynuna gömmüş huzurla uyuyordu, tabi uyurdu.

Asansör geldiğinde asansöre bindik ve kat düğmesine bastım. Bir kaç saniye sonra kapı açıldığında ilk ben çıktım ve ardından Eflah çıktı.

Önden gidip kapıyı açtım ve içeri geçtim, arkamı döndüğümde Hülya’yı Eflah’ın kucağından alıp içeri geçtim, ama kapıyı kapatmadım.

Yatak odasına geldiğimde Hülya’nın montunu ve kalın giysileri yerine geceliğini giydirip yatırdım ve bende ıslak elbiselerimi değişip bir eşofman takımı giydim.

Islak olan saçlarım için bir havlu aldığımda, içerdeki Eflah için de bir havlu aldım ve içeri geçtim.

İçeri girdiğimde Eflah oturmak yerine ayakta dikiliyordu, “Neden oturmadın?” dedim havluyu uzatırken. Elimdeki havluyu alıp saçlarına götürürken omzunu silkti; “ıslaktım,” şemsiye sadece hülyanın olduğu tarafı kuru tutmuş olmalıydı.

Ama ıslak olması ayakta duracağı anlamına gelmezdi ki.

“Gideyim ben.” Dediğinde elime havluyu tutuşturdu ve kapıya doğru yürüdü, bende arkasından yürüdüğümde.

“Eve mi?” diye sordum, saçma bir soruydu çünkü beni ilgilendirmez di.

Kapıyı açıp bir çırpıda giydiği ayakkabıları ile bana baktı, “Zaten evimdeyim, işim var.”

🤧💌

 

Merhabaa uzun süre sonra bölüm attım çünkü okunması bayaa azdı. Bakalım nasıl olacak.

 

Oy atıp yorum yapmayı unutmayın sevgiyle kalın 💐

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%